SON DAKİKA
SON DEPREMLER

'Abdulhamit, Atatürk ve Malatya'

0
Güncellendi - 2015-12-27 20:20:10
'Abdulhamit, Atatürk ve Malatya'
A- A+ PAYLAŞ

- 1839’daki Nizip Savaşı’ndan sonra Malatya önceki yerleşim yeri olan bugünkü Battalgazi'den (Eskimalatya) şimdi bulunduğu yere, yani Aspuzu’ya göç ediyor. Malatya Aspuzu’ya taşındıktan sonra çok büyük değişiklikleri kısa süre içinde yaşıyor. Az zamanda büyük değişim yani. Bunların bir kısmı zorunlu değişim; yangınlar ve depremler nedeniyle yaşanmış. 1890’a gelince Malatya kilitleniyor, yani 50 yıl sonra Malatya artık kabuğu kendisine dar gelen bir şehre dönüşüyor.

- Osmanlı’nın son döneminde Padişah 2. Abdülhamit’in büyük yardımları olmuş Malatya’ya. Mesela depremde mevcut binalardan askerlik şubesi olan bina yıkılmış, Ulu Cami’nin kıble istikametindeki duvarı yıkılmış. Her iki yapı da Abdülhamit’in yardımlarıyla yapılıyor. 

- Esasında Malatya’nın şehir planı ve modern Malatya şehir kimliğinin oluşması Atatürk’ün eseridir. Bunu belirtmekte fayda var.  

- Atatürk, 1931’de Malatya’ya geldiğinde, şehrin perişan manzarasına çok kızar. Ankara’ya döndükten sonra Ankara’dan 4 kişilik bir şehircilik uzmanı heyeti Malatya’ya gönderiyor. Bu heyet yaptığı ayrıntılı incelemeler sonucunda Malatya’nın tarım ekonomisine dayalı bir şehir olarak gelişim gösterecek dinamiklere sahip olduğunu tespit eden ediyor ve bu doğrultuda hazırladığı raporu Atatürk’e sunuyor. Malatya bu rapor doğrultusunda 1930’lu yıllardan itibaren kalkınmaya ve modern şehir anlamında şekillenmeye başlıyor. Kısacası, Malatya Cumhuriyet’in yıldız şehridir.

- Malatya çıkardığı, yetiştirdiği resim sanatçıları bakımından aslında Türkiye’de eşsiz bir şehirdir. 

Malatya Valiliği’nin himayesinde Malatya Eski Valisi Ulvi Saran tarafından başlatılan ‘Malatya Kitaplığı’ Projesi, kültürel ve sanatsal alanda uzun yılların ihmalinin yarattığı büyük bir boşluğu dolduran eserlerin yayımını sağlayarak, bu alanda diğer kentlere örnek olacak kültürel ürünler kazandırdı. 

Malatya’nın Türkiye ve dünya ölçeğinde tanıtımına, kent kimliğinin gelecek kuşaklara aktarılmasına ve kültür ekonomisinin gelişimine kayda değer kazanımlar sağlayacağı düşüncesiyle Malatya Kitaplığı Projesi kapsamında yayımlanan en önemli 4 eser, halen Malatya Ansiklopedisi Koordinatörü olarak görev yapan, eğitimci, ressam, fotoğraf sanatçısı, araştırmacı-yazar Hasan Demirbağ tarafından hazırlandı.

Az önce saydığımız eğitimci, ressam, fotoğraf sanatçısı, araştırmacı-yazar sıfatlarının hepsini harmanlayıp sadece ‘Bir kültür işçisi ya da bir kültür emekçisi’ olarak niteleyebileceğimiz Hasan Demirbağ ile, Malatya’ya kazandırdığı Malatya Kitaplığı’nın en önemli 4 eseri üzerine söyleştik. 

Tam anlamıyla siyah-beyaz fotoğraflarla 150 yıllık bir tarihi, kültürel, siyasal ve toplumsal bir Malatya Albümü olan  ‘Zaman Siyah-Beyaz Akarken Malatya’, Malatya’nın saklı güzelliklerini fotoğrafın evrensel lisanı ile anlatan ‘Dört Mevsim Malatya’, Malatya’nın binlerce yıllık görkemli tarihini gözler önüne seren ‘Medeniyetler Beşiği Malatya’ ve dünya çapında tanınan, plastik sanatlar dünyasının duayenleri arasına da giren Malatyalı ressamları kendilerinden habersiz hemşehrilerine tanıtan, bununla birlikte yerelde kalan resim sanatçılarını da onurlandıran ‘Malatyalı Ressamlar’ kitabı…Hepsi büyük emek, birikim ve alınterinin eseri olarak yayımlandı…

Malatya Kitaplığı’nın bu 4 kitabını hazırlayan eğitimci, ressam, fotoğrafçısı ve yerel kültür araştırmacısı Hasan Demirbağ ile kitapları ve Malatya’nın 150 yıllık değişimini konuştuk: 

-Hasan Bey, öncelikle okuyucularımızın sizi yakın plan tanımasını istiyoruz. Malatya’nın kültürel ve sanatsal hayatına sıra dışı, değerli eserler kazandıran Hasan Demirbağ kimdir?

-1964 doğumluyum. Çocukluğum Malatya'nın Beydağı Mahallesi'nde geçti. Paşaköşkü semtinin hemen üstünde. Kemal Özalper İlköğretim Okulu'nda eğitim hayatına başladım. Liseyi Malatya İmam Hatip Lisesi'nde okudum. 1983 yılında Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni kazandım. İlahiyat Fakültesi’nden 1989 yılında mezun oldum. Mezun olduktan kısa süre sonra öğretmenlik için müracaat ettim. İlk görev yerim Sivas’tı. Sivas'ta 4 yıl görev yaptıktan sonra Malatya'ya tayin edildim. Malatya’ya geldikten sonra Battalgazi ilçesinde öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundum. 7 yıl kadar Battalgazi’de görev yaptıktan sonra Malatya merkezine atandım. Halen Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu'nda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni olarak görev yapıyorum. İdarecilik görevinin yanı sıra Bilgisayar - Bilişim Teknolojisi Formatörlüğü görevini yaptım. Bu kapsamda, ilk etapta Malatya’da yaklaşık 500 öğretmene bilgisayar okuryazarlığı kursu verdim.  Bakanlığın projesi dâhilinde. 2000 yılından bu yana Bilgisayar Formatörlüğü görevini yürüterek eğitim alt yapısını sürekli hazır halde bulundurmak gibi bir görev de üstlenmiştim. Malatya’mızın kültürel hayatında bir şekilde kıyısında kenarında var olma çabası sizi merkeze çekiyor. 2000 yılında Battalgazi Kaymakamlığı’nın Battalgazi’nin tarihi ve kültürel zenginliklerini anlatan bir çalışma yapma düşüncesi üzerine iki öğretmen arkadaşımla birlikte mütevazı bir kitapçık çalışması yaptık.  Bu çalışma bir nevi bugün hazırladığımız kapsamlı Malatya kitaplarının işaret fişeği oldu ve bizi bu işlere bulaştırmış oldu. Tabi bu çalışmaların üretilmesinde, çocukluğumdan bu yana resim yapıyor olmamın da etkili olduğunu düşünüyorum. Çocukluğumdan itibaren, ilkokulda, ortaokulda ve sonraki yıllarda yoğunlaşan bir resim yapma süreci benim için ciddi bir kültürel altyapı geliştirdi. İlk resim sergimi 1980 yılında ortaokul öğrencisi iken Malatya’da açtım.  Tabi resim ve fotoğraf da birbirini besleyen unsurlar. Dolayısıyla resimle uğraşınca haliyle fotoğrafla da ilgileniyorsunuz. 

-Kültürel birikiminizin alt yapısını besleyen kaynaklar nelerdi, nasıl bir kültür ikliminde yetiştiniz? 

-Aslında ben de zaman zaman bende bütün bunların nasıl oluştuğunu düşünmüşümdür.  Bende okumaya, resim yapmaya, doğaya, kitaba, insanın kimliğini oluşturan kültürel unsurlara hep derin bir ilgi var olagelmiştir. Tüm bu ilgiyi besleyen kaynakların ne olabileceğine yönelik tefekküre daldığımda aileden gelen bir gen olduğu sonucuna varıyorum. Çünkü ailemizde o kültür iklimi vardı. Çocukluğum annemin anlattığı masalların büyülü dünyasında geçti mesela. Annem bize çok masal anlatırdı. Babaannem de bizi masallarında hep ulaşmaya çalıştığımız, kahramanları ile tanışmayı hayal ettiğimiz masal dünyasına sürüklerdi. Ben Çelikhan’da doğdum. Henüz elektrik yoktu o yıllarda. İlçe merkezinde oturduğumuz halde elektrik yoktu, iletişim ve ulaşım bugünün koşullarına göre düşünülünce çok ilkeldi. Evde teknoloji yoktu. Tüm bunlar yoktu ama insanı insan yapan tüm güzellikler vardı. Çocukluğumuz böyle bir ortamda geçti ve babaannemin annemin bana anlattığı masallarla bir dünya kurmuştum. O dünya ise karşımdaki dağlardı. O dünya, benim bulunduğum mekân ile karşıdaki dağlar arasındaydı. Hep merak ederdim, ‘O dağın arkasında ne var?’ diye. Sanki bu masallar o dağın arkasında yaşanıyordu. Tabi bu durum bende inanılmaz bir merak duygusu uyandırmıştı.  Ağabeyim de sulu boya resimler yapardı.  Ağabeyim okula gidiyordu, onun defteri, boyası vardı. Ben henüz okula gitmiyordum, bu yüzden resim defterim ve boya kalemlerim yoktu. Ağabeyime annemin, babaannemin anlattığı masallardan tevarüs eden hayallerimi anlatır, bunları resimlere dökmesini isterdim. Onu resim yapmaya zorlardım. Ağabeyim de çok güzel resimler yapardı. Yani sanatsal duygularımı ağabeyime resim yaptırarak tatmin ederdim bir bakıma.  

Okula gitme yaşına geldiğimde ailece Malatya’ya göç etmiştik.  İlkokul 1. Sınıfa gitme hazırlığı ve heyecanının başladığı o günlerde, o yılların çizgi roman dergileri beni çok etkilemiştir. Tarkan ve Kara Murat adlı dergileri çok okurdum. Yani yerli çizgi romanlar. Tarkan ve Kara Murat dergileri Çarşamba günleri yayınlanırdı. Çıkacağı günler bayiinin önünde beklerdim. Şimdi diyeceksiniz ki ‘Henüz ilkokul 1. sınıfa bile gitmiyorsun, nasıl o çizgi romanları okuyorsun? Haklısınız, ama ben bir formülünü bulmuştum. Aynen ağabeyime resim yaptırma formülü gibi, o çizgi romanları da okumayı öğreninceye kadar ağabeyime okutuyordum. Kara Murat ve Tarkan’ın çıktığı günlerde, sabahın erken saatlerinde bayiden alır, ağabeyime koşar ve okuturdum. O da sabırla okurdu her hafta. Dolayısıyla resim, fotoğraf ve kitaplara karşı olan ilgimin derinliğinde annemin masallarının yanısıra bu çizgi-romanların da büyük katkısı olduğuna inanıyorum. Tabii bu arda Battalgazi Cenkleri’ni de söylemeliyim. Battalgazi cenklerini bilirsiniz. Belli bir dönemde Malatya’da bizim bulunduğumuz ortamda dayım Battalgazi’nin kahramanlık cenklerini okurdu. Osmanlıca yayınlanmış eski kitaplardan bunları okurdu. Biz tabi büyük, geniş aile ortamında yetişmiştik. Dayılarım, biz, komşular da gelirdi. Hep beraber salonda oturulur, birisi Battalgazi cenkleri’ni okur diğerleri dinlerdi. İnsan yapı olarak iletişim ihtiyacı hisseden, merak sahibi bir varlıktır. Hayatınız da yanı dünyanızı da sınırlıysa, -ki o dönemde zaten sınırlıydı- işte bu uğraş ve  bu okumalarla sınırları aşmak istiyorsunuz. Sınırları genişletmeyi, farklı dünyalara açılmayı hayal ediyorsunuz. 

- ‘Medeniyetler Beşiği Malatya’, ‘Zaman Siyah-Beyaz Akarken Malatya’, ‘Dört Mevsim Malatya ve ‘Malatyalı Ressamlar’ kitaplarının eş zamanlı yayınlanmış olması anlattığınız yılların birikimin patlaması gibi izlenim yaratıyor. Kitap projesi nasıl gelişti?

-Biraz önce bahsetmiştim, Battalgazi’de görev yaptığım sırada, fotoğraf çekme merakıyla oradaki tarihi eserlerin, çevrenin fotoğraflarını çekiyordum. Bu fotoğrafların bazılarını resme aktarıyor, yağlı boya çalışmalarımda kullanıyordum. Dönemin Battalgazi Kaymakamı da bu merakımı görünce bu çalışmaların Battalgazi’nin tarihi ve kültürel zenginliklerini anlatacak şekilde kitaplaştırma önerisi getirdi. Öneriyi kabul edip kitap çalışmasını şekillendirmeye başladığımızda Battalgazi’deki tarihi eserlerin kimlik bilgilerindeki çelişkilere de yoğun şekilde tanık olmaya başladık. Eserlerin bilgileri birbiriyle uyuşmuyordu, bir çelişki vardı. Örneğin Ulu Cami’nin kitabesi ile duvarına asılan tabeladaki bilgiler birbiri ile örtüşmüyordu. Çünkü orijinal kitabede farklı, tabelada farklı bilgiler var. Bu hoş bir şey değil. Ya bu tabelada yazılanlar yanlış ya da kitabenin tercümesi yanlış. Bunun üzerine ‘Bir komisyon kuralım ve bu bilgilerin en doğrusuna ulaşıp kayıtlara geçelim. Derli toplu bir şey ortaya çıksın’ denildi. O zaman böyle bir çalışmaya girişmiştik ve bu benim için ilk adım oldu. Bir hayli kaynak taraması yaptık. Bu kaynakları tararken biraz da eleştirel yaklaşınca ortaya çıkan farklı bilgiler sizi daha da meraklı hale getiriyor. ‘Neden burada bu tez ileri sürülmüş, diğeri neden itiraz ediyor?’ diye sorarken kendimi bu işin  içinde buldum. 

Tabii Battalgazi’de görev yaptığım süre içinde dışarıdan gelen misafirlerimizi, devlet büyüklerimizi, bilim adamlarını gönüllü turizm elçisi olarak hep gezdirirdim. Bütün bunlar benim ilgimi sürekli canlı tuttu.  

Dolayısıyla zamanla, her yönüyle Malatya ve çevresindeki tarihi, kültürel, arkeolojik, sanatsal eserlerin içerisine girmeye başladım. Bu birikimin, çalışmaların bir zaman sonra meyvelerinin olması da hayatın kaçınılmaz bir sonucu. Yaklaşık 5-6 yıl kadar önce Malatya’da bir ansiklopedi çalışması yapılıyordu. Malatya Ansiklopedisi bir kültürel proje olarak hayata geçirilmeye çalışılıyordu. Bizim çalışmalarımız da Malatya Ansiklopedisi gibi bir kültürel projeyle akraba çalışmalar olduğu için yolumuz Malatya Ansiklopedisi çalışmasını yapmayı planlayan arkadaşlarla kesişmeye başladı. Üniversitede Malatya Ansiklopedisi’ni çalışan hocalarımızla bazı görüşmelerimiz oldu. Bu görüşmeler sonucunda benim de bu işin içinde olmamı istediler. Bunun üzerine, ‘Ansiklopedi ile birlikte Malatya’nın kültürel hayatına kendi çapımızda, küçük birikimimizle biz de bir katkıda bulunalım, bunu yaparken en azından hem de çalışmaların sistematik biçimde yayınlanması yönünü de öğrenelim’ düşüncesiyle ‘Tamam’ dedik. Bir süre sonra bazı gelişmeler oldu. Malatya Ansiklopedisi projesinde projenin devlet katındaki yöneticisi olan Malatya Valiliği beni bu ansiklopedinin koordinatörlük görevi ile görevlendirdi. Yaklaşık iki yıl sadece bu görevle iştigal ettim.

Malatya Ansiklopedisi çalışmaları esnasında Malatya’daki bazı bilgi ve arşiv boşluklarını da tespit etme şansımız oldu. ‘Hangi alanlarda gerçekten çalışma yapılmış, hangilerinde hiç bir çalışma yapılmamış, hangi alanların çalışma zorlukları nelerdir?’ Bütün bunları görmüş olduk. Bu görevi ifa ederken eski valimiz Sayın Ulvi Saran beni Malatya Ansiklopedisi’nin koordinatörlüğü ile görevlendirmişti. Bir yandan da yine Sayın Ulvi Saran’ın fikir öncülüğünü yaptığı ve hayata geçirmeye başladığı Malatya Kitaplığı Projesi de valiliğin uhdesinde devam ediyordu. Sayı Ulvi Saran, eski fotoğraflar, Malatya’nın bir takım belge ve bilgileri üzerine çalıştığımı öğrenmiş. Beni çağırdı  ‘Bizim Malatya Kitaplığı kapsamında senin çalıştığın alan konusunda da bir kitap hazırlama planımız var. Malatya’nın tarihi, kültürel, önemli şahsiyet ve ailelerinin siyah-beyaz fotoğrafları yayınlamayı düşünüyoruz. Senin de arşiv çalışman varmış. Bunu yayınlamayı kabul eder misiniz?’ diye sordu. ‘Hay hay’ dedim.  

Tam o sıralarda ‘Malatyalı Ressamlar’ kitabımız önemli ölçüde tamamlanma aşamasına gelmişti. Onun da tabi kendine özgü bir gerekçesi var. Onu da biraz sonra arz edeyim. ‘Zaman Siyah –Beyaz Akarken Malatya’ ve ‘Dört Mevsim Malatya’  kitaplarını Valiliğin isteği üzerine başladığımız projeydi. Ama bir de bugünkü anlamda, Malatya’nın şehir kimliğini, tarihini, doğasını güzel görsellerle derli toplu tanıtacak, vitrin diyebileceğimiz bir kitabı yoktu. Prestij kitabımız yoktu yani bugüne kadar. Valilikte çalışan Fahrettin Fırat kardeşimiz ile birlikte işte bu ihtiyacı giderecek olan ‘Medeniyetler Beşiği Malatya’ kitabını da hazırlama görevini üstlendik. Ben hem görselleri hazırladım. Hem de metinlerin oluşumuna katkıda bulundum. Ancak bu eserin hazırlanmasında sevgili dostum Fahrettin Fırat Bey’in çok büyük emeği var. Aylarca soluksuz çalıştı. Kitaba rengini veren o harika üslup ve metinler onun tahayyülünün ve  kaleminin ürünüdür. Birlikte çalışmış olmaktan çok mutlu oldum. Battalgazi’deki çalışmalarımızın bize kazandırdıklarını da kullanarak, ilçelerimizde bilgi akışını da temin ederek bu kitap çalışmasını başlattık. Böylece kitap çalışmaları başlamış oldu.

-Kitaplar birbirini destekler ve bir bütünü tamamlayan parçalar nitelikte hazırlanmış duygusu yaratıyor... 

-Haklısınız, kitaplar birbirini destekleyen ve beraber yürüyen projelerdi. Çünkü zaman sınırlıydı ve belli bir sürede bitirmeniz gerekiyordu. Malatya Valiliği’nin kitapların basımı ile ilgili ihalesi yapılmıştı, planlanmış işler vardı ve o süreç içersisinde bunları yetiştirmek zorundaydık. Bu 1.5 yıllık süre içinde, çok yoğun bir şekilde, belki günde 20 saatlik bir çalışma ile 4 eseri meydana getirdik. 

-Malatyalı Ressamlar kitabı ile başlayalım. Onun çıkışının özel bir nedeni var dediniz. Nedir bu kitabın çıkışını özel kılan nedenler? 

-Az önce söz etmiştim. Çocukluk yıllarımdan itibaren resim çalışmaları hayatımın mihengi konumundaydı. Türkiye’nin değişik yerlerinde 30’dan fazla sergi açtım. Çocukluğumdan beri neredeyse sanatta diyebilirim ki 30 yılı geride bıraktım. Genellikle yağlı boya tekniği ile realist temalı resimler çalışırım. Bazılarında fotoğraf gerçekliği düzeyinde çalışmalar yapıyorum.  Zaman zaman Urfa’ya gidip fotoğraf çekerdim. Bu çekimler sırasında aile dostumuz ve Türkiye’nin tanınmış ressamlarından Nihat Kürkçüoğlu bana ‘Beni Kültür Bakanlığı’ndan aradılar, seni arayan oldu mu?’ diye sordu. ‘Hayırdır, neden aradılar?’ diye sordum. Nihat Kürkçüoğlu ‘Kültür Bakanlığı, bütün illerin ressamlarını tanıtmak için kitap bazında bir çalışma yapıyor. Beni de Şanlıurfa adına aradılar, bazı bilgiler ve tablolarımı istediler’ dedi.  ‘Beni aramadılar. Fakat Malatya kültürel anlamda çok farklı ve çeşitli kurumları olan bir şehir. İnönü Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Fakültesi var, Güzel Sanatlar Lisesi var, Eğitim Fakültesi’nin Resim Öğretmenliği bölümü, grafik bölümü var. Muhtemelen onları aramışlardır, birçok atölye var, beni niye arasınlar’ dedim.  Ancak bir - iki yıl sonra bu konudaki kitap ortaya çıkınca anladık ki Malatya’dan hiç kimse aranmamış ve kitabın Malatya ile ilgili bölümü, acı bir gerçektir, Elbistanlı bir arkadaşımız tarafından doldurulmuş. Şimdi Türkiye’de bu kadar önemli resim potansiyeli olan bir ilin bu durumu benim gerçekten içimi acıttı. 

-Siz de içinizi acıtan bu durumdan dolayı ‘Malatyalı Ressamlar’ı hazırlamaya başlıyorsunuz anladığımız kadarıyla. Fakat sanat çevrelerinin dışında kimse Malatya’nın bu denli önemli ressamları olduğunu bilmiyor. 

-Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de bildiğimi sanıyordum ama bu kitabı hazırlama sürecinde çok az şey bildiğimi de fark ettim. Benim bildiğim işin yüzde 10’u bile değilmiş.  Bu işe çok hayıflanarak başladım. ‘Neden dünya çapında ressamlar çıkarmış bir şehir sanatçılarından bu kadar habersiz olabilir, neden kimsenin bizden haberi yok?’ diye düşündüm. Biz İstanbul’a, İzmir’e, Ankara’ya gidip sergiler açıyoruz, çocukluğumdan bu yana elime geçen parayı dahi bu işe yatırıyorum, ama kimsenin kimseden haberi yok. Böyle bir duyguyla çalışmaları ilerlettikçe Malatya’nın çıkardığı, yetiştirdiği resim sanatçıları bakımından aslında Türkiye’de eşsiz bir şehir olduğuna şahit olmaya başladım.  Ressamlar açısından eşsizmiş. Malatya’da herkes Malatya’nın yetiştirdiği ses, sinema ve sahne sanatçılarını, iyi tanır, bilir. Fahri Kayahan’dan tutun, Kemal Sunal, İlyas Salman, Belkıs Akkale, Selahattin Alpay, Kenan Işık, Sami Kasap’a kadar ses ve sinema sanatçılarımız yakından bilinir. Fakat güzel sanatların plastik sanatlar alanı bu anlamda ne üretilen ürünlerle ne de sanatçıları ile çok bilinmez. Oysa Malatya, güzel sanatların birçok alanında baskın bir şehir ve yetiştirdiği sanatçılar birinci sınıf sanatçılar. 

-Toplumun kendi arasında çıkan resim sanatçılarını tanımaması, onlara karşı duyarsız olması resim sanatına karşı kültürel genlerden gelen bir önyargıdan mı kaynaklanıyor acaba? 

-Hayır. Bununla bir alakası yok. Çalışma anlamında bir sorun yok. Resme karşı ön yargılı değil. Bu alanın çalışılmamış olmasından kaynaklanan bir eksiklik. Ben bu çalışmayı biraz öne aldım.  Ressamları tespit edip, bunların özgeçmişlerini, hayatlarını öğreneyim derken, bir baktım ki bu kitap ortaya çıkmış. Bu çalışma esnasında dünyada çok önemli çalışmalar imza atmış birçok ressamın Malatyalı kimliğini ortaya çıkardık. Mesela Mehmet Güler. 150 uluslararası sergisi var. ‘Türkiye’de şu kadar yılda şu kadar sergi açtık’ diyoruz, ama dünya çapında saygı gören bu sanatçımızın 150 uluslararası sergisi var. Bana çalışmalarını göndermiş, o kadar çok ki, ben artık birçoğuna bakamadım. Neredeyse her dakika bir yerde bir eseri sergilenmiş. Japonya’dan, Fransa’dan, Amerika’ya kadar bütün büyük dünya müzelerinde eserleri sergilenmiş. İsimler tanınıyor esasında ama Malatyalı olduğu bilinmiyor. Ergin İnan’ı tanımayan bir insanın sanat dünyasında yeri yoktur. Yani Ergin İnan’ı tanımayanı sanat dünyası kabul etmez, dışlar.  Ergin İnan, şu anda Türk resminin duayenlerinden biridir. Cumhurbaşkanımız kendisine ödül verdi. Çankaya Köşkü’nün sanat danışmanlığını o yapıyor. Kendisi profesör. Sühendan Fırat mesela. Sühendan Hanım, Fırat Ailesi’nin bir mensubu. 1923 doğumlu sanırım. 10 yıl önce vefat etti. Belçika’da kraliyet ailesinden davetiye almış ve kendisini Belçika’ya Türk Resim Sanatı’nı tanıtmak üzere davet etmişler. Madalya almış.  Dünya yarışmalarında takım olarak birincilikler almışlar. Gururla belirteyim ki bu isimlerin hepsi Malatyalı. Bakın ben de bunları bilmiyordum ‘Malatyalı Ressamlar’ çalışmasını hazırlamaya başlayıncaya kadar. Bu çalışma sürecinde öğrenmiş oldum. Bunun gibi ödüller alan, sergiler açan, dünya sanat piyasasında resim değerlerinin bile belirlenmesinde bir mihenk olan nice sanatçılarımız varken, maalesef Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yaptığı çalışmada Malatya’yı temsil edecek kimse yok.  Bu benim içimde bir mahcubiyet doğurmuştu ve bu kitap böyle başlamıştı. ‘Malatyalı Ressamlar’ kitabında 55 ressamımızın biyografisi ve çalışmaları var. Her birine 4’er sayfa ayırarak hazırladık. 

-Malatyalı Ressamlar kitabında yer alan ressamlar bu çalışmanızı nasıl karşıladılar?

-Hepsi büyük bir memnuniyetle karşıladı. Onlar da kendi aralarında birbirlerini tanımıyorlardı. Yani birbirlerinin Malatyalı olduğunu bilmeyenler vardı. Mesela Türkiye’deki iki büyük sanat galerisi Malatyalıların elinde. Bu galerilerden biri Ankara’da biri İstanbul’da. Mesela Ankara’daki Doku Sanat Galerisi...  Plastik sanatların nabzını elinde tutan bu Doku Sanat Galerisi 1984 yılında Ankara’da ressam ve şair hemşehrimiz  Sayın Mehmet Kıyat tarafından kuruluyor. Bugün hem Çankaya’da hem de İstanbul’da sanat dünyasının önde gelen galerileri olarak hizmet veriyor. Mehmet Kıyat, evini satıp resme yatıracak kadar bu işe sevdalı bir insanımız. Resim sanatçılığının yanı sıra şairliği de var. 30 şiir kitabı var. İstanbul ve Ankara’nın sanat piyasasını belirleyen isimdir Mehmet Kıyat. Bu kitabın hazırlanması sürecinde ben kendisini ziyaret ettim. Bana resim serüvenini anlattı, hayran kalmamak elde değil. Bir başka Malatyalı isim İbrahim Demirel. Ankara’da harika bir müzesi var. İbrahim Demirel, Türkiye’nin en büyük koleksiyoneri.  Fotoğrafçıdır aynı zamanda. Kendisi hakkında belki 10 tane kitap yazılmıştır. Akçadağ Durulova Köyü’nden, eski adıyla Körsüleymanlı.  Fotoğrafta dünya birincilikleri var. Uluslararası çalışmaları var. Bir takım ülkeleri gidip fotoğraflamış. Yayınladığı onlarca sanatsal eseri var. 10 binden fazla yağlıboya resmi ve Ankara’da bir de müzesi var. Ama İbrahim Demirel’in Malatyalı olduğunu kaç kişi biliyor? Kimse bilmiyor. Ha, tabi Türkiye’deki bütün sanat camiası İbrahim Demirel’i çok iyi tanıyor. Bir başka örnek Resul Aytemur. Resul Bey, Beşiktaş’ta futbol oynamış bir ressamımız. O da İstanbul’da yaşıyor. O da plastik sanatlar alanında Türkiye’nin mihenk taşlarından biridir. Beyoğlu’nda, 4 katlı bir apartmanı resim galerisi yapmış.  Sanat Akademililer  adlı bir grubun temsilcisidir. İstanbul’da sanatın kalbi bilindiği üzere Beyoğlu sayılır. Orada o da çok ağır bir taş. Aynı zamanda bir milli futbolcu. Tabii bunları gördükçe, yakından tanıdıkça ve kendileri ile konuştukça bir taraftan sevindim, diğer taraftan hayıflandım. Uyuyormuşuz biz. Bunun temelinde bir ilgisizlik alakasızlık olduğu kesin. Sanata ve kitaba duyarsızlık bu sorunun başlıca nedeni. Topyekün biz Malatyalılar olarak kendi değerlerimizin farkına varamamışız.  Keşke bizden önce yapılsaydı da biz üzerine daha farklı şeyler koyup yeni bir şeyler üretebilseydik. 

-‘Zaman Siyah-Beyaz Akarken Malatya’ kitabının öyküsü de ilginç olmalı diye düşünüyoruz. Bu kitap çok büyük ilgi topladı.  Kitaptaki fotoğrafları nasıl topladınız? İnsanları nasıl ikna ettiniz?

-Hatırlarsınız, Göknur Akçadağ, daha önce buna benzer bir çalışma yapmıştı. İnternet üzerinde zaman zaman fotoğraflarını, arşivini paylaşan insanlarımız var. Mesela Turan Benli bunlardan bir tanesidir.  Adnan Işık ağabey, Mustafa Kuşçuoğlu keza yine aynı. Tabii ki Celal Yalvaç, Fahrettin Aksoy ve birlikte görev yaptığımız  sevgili kardeşim Yahya Karakaya bana her türlü desteği verdiler, Kendilerine minnettarım. Yine Malatya’nın ailelerinden Aksoy Ailesi, Süleyman Sırrı Bey, -ki o da Malatyalı Ressamlar kitabında ressam olarak yer alır- Süleyman Bey Malatya için çok önemli bir isim ve bu kitaba çok büyük emeği geçti. Kendisini rahmetle anıyoruz. Oğlunun yaşı 80. Süleyman Sırrı Bey, 1. Dünya Savaşı yıllarında lise öğrencisi. Savaş çıkınca İstanbul’u terk edip Malatya’ya geliyor. Resimde, oyma işlerinde ve el becerisi gerektiren diğer işlerde çok yetenekli bir insan. Malatya’ya geldikten sonra belediyede göreve başlıyor. Mesela belediyenin bazı birimlerini Süleyman Sırrı Bey kurmuş. Aydınlatma ve temizlik işleri, itfaiye teşkilatı onun kurduğu teşkilat. Tabi Süleyman Bey’in sanata ilgisi onu o yıllarda fotoğrafa meylettirmiş ve Malatya’yı fotoğraflamış. Mesela İnönü Caddesi’nin temel atma anı, yıl 1930. Vali, belediye başkanı toplanmış İstasyon Caddesi’nin açılışı yapılıyor. Valilik binası yapılıyor, temel atma törenini çekmiş. Yıkılan belediye binamızın yapım aşamalarını fotoğraflamış ve fotoğraflatmış. Malatya’nın önemli cadde ve sokaklarının fotoğrafını çekmiş ve çektirmiş. Birçoğunda kendisinin resmi de var, ama birçoğunu da çektirmiş. Zaten belgesel amaçlı çalışmış. Bu fotoğrafları ben bu ailede görmüştüm. 1980’li yıllarda görmüştüm.  O fotoğrafları elinize alınca Malatya’nın tarihini elle tutuyorsunuz. Tabi bunlar bir kısmı. Ailenin albümü 4’e 5’e bölünmüş. Ben bu fotoğrafları görmüştüm ve dokunmaya kıyamıyordum. Çünkü elinizde Malatya’nın tarihini tutuyorsunuz. Bu fotoğraflar yayınlanmalı diye düşündüm.  Bilinmesi gereken şeylerdi.  Piyasada yapılan çalışmaları gördüğünüzde bunların eksikliklerini de görüyorsunuz ve ‘Keşke şunlarda olsaydı, bu fotoğraflar da yer alsaydı’ diyorsunuz.  Vali Bey bana ‘Siyah –Beyaz Malatya’yı teklif edince, o anda ‘Hayatımın projesi gelip beni buldu’ diye düşündüm. Ben de o zamana kadar bir takım arşivleme çalışmaları yapmıştım zaten. Bulduklarımı, biriktirdiklerimi taramıştım. O zaman Vali Bey, bizzat kendisi de görev alarak, benim kendisine götürdüğüm her şeyi anında değerlendirdi. Mesela 2. Abdulhamit Han'ın emriyle Osmanlı’nın farklı coğrafyalarından çekilen fotoğraflardan oluşan Yıldız Albümleri’nden bir albümün Malatya’ya ait olduğunu biliyordum. Ayrıca benzeri formatta kitaplar çıkaran kişileri takip ediyordum. Bir de şöyle bir şansımız vardı: Türkiye’de belli periyotlarla her kentin fotoğraflama çalışmaları yapılmış.  1954, 1957, 1978 yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı bir ekip çıkarıp Türkiye’deki illerin fotoğraflarını çektirmiş. Tabi bu fotoğraflar Ankara’ya gitmiş. Yerelde yoktu. Bunları tespit edip dönemin Malatya Valisi ve Malatya Kitaplığı Projesi’nin öncüsü Sayın Ulvi Saran’a arz edince, Vali Bey gerek Valilik yetkisini gerekse şahsi çevresini kullanarak bunları büyük bir heyecanla getirtti bize. Örneğin Yıldız Albümü fotoğraflarının bir tanesi 100 dolar civarında. Sağolsun Ulvi Bey getirtti bunları. 1890’lı yıllara ait fotoğraflar bunlar. İşte yine devlet arşivinde, demiryollarında, fabrikalarda, Basın Yayın Genel Müdürlüğü ve Anadolu Ajansı’nda. Ki bunları parayla satın almak isteseniz ödemek imkansızdır. Vali Ulvi Saran bu konuda devletin tüm kapılarının açılması için her çalışmayı yaptı. Buradan kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum. Bize çok yardımcı oldu.  Tabii ayrıca Malatya’nın köklü ailelerini de ziyaret ederek ricada bulundum. Kimisi kapılarını kapattı, soğuk baktı; kendi ailesinin özeli saydı, kimisi de büyük bir heyecanla, büyük bir cömertlikle kapılarını bize açtı. Hatta bazıları önümüze düşüp ‘Şunda da şu albüm var, bunda bu fotoğraf var’ diyerek bize referans oldu. Duyulmaya başladıkça arkadaşlarımız ulaşabildikleri yerlerden bir şeyler getirmeye başladı ve derken süreç içinde Malatya’nın geçmişini anlatan çok önemli bir arşiv oluşmuş oldu.

-Bu fotoğraflar Malatya’nın yaklaşık 150 yılını kapsıyor. Bu çalışmaları yaparken 150 yıldan günümüze Malatya’da nasıl bir değişim yansıdı? Fotoğrafın gözüyle Malatya’yı nasıl yorumluyorsunuz?

‘Zaman Siyah-Beyaz Akarken Malatya’ kitabında Malatya’nın 1838’den 1990’a kadar olan tarihini anlatmaya çalıştık. Kitabı çalışırken, sadece belgesel düzeyde çalışmadık. Büyüklerimizi, dedelerimizi de dinledik. Onlardan bize önemli bir bilgi akışı oldu gerçekten.  Malatya’nın o yıllarını anlattılar. Ben bunların notlarını aldım. Kimisinin fotoğrafını da bulduk. Bu kitabın ortaya çıkardığı tarihi bir gerçeklik olarak şunu söyleyebilirim: 1839’daki Nizip Savaşı’ndan sonra Malatya, bugünkü Battalgazi'den, şimdiki yerine, Aspuzu’ya göç ediyor. Malatya, Aspuzu’ya taşındıktan sonra çok büyük değişiklikleri kısa süre içinde yaşıyor. Az zamanda büyük değişim yani. Bunların bir kısmı zorunlu değişim; yangınlar ve depremler nedeniyle yaşanmış. 1890’a gelince Malatya kilitleniyor, yani 50 yıl sonra Malatya artık kabuğu kendisine dar gelen bir şehre dönüşüyor. O günün bilgilerinden şunu anlıyoruz: Şehir merkezi büyük bahçelerin birbirine bitiştiği, devasa bir orman görünümünde. Nitekim 1890’lı yılların panoramik bir fotoğrafını kitapta yayınladık; orada net bir şekilde görülüyor. Mesela, Vilayet Binası’ndan İzzetiye’ye gitmek için ya gidip yukarıdan Fuzuli’nin başından veya daha aşağıdan şimdiki Şire Pazarı istikametine inmek gerekiyor. Bu kadar kısa mesafeye bile doğrudan gidiş yok çünkü. Bahçelerin etrafını dolanmak zorundasınız. Dolayısıyla bir imar çalışması mecburiyeti olmuş. 1900’lü yılların başında Malatya Valisi olan Nasuhi Paşa o imar çalışmasını yaptırınca, bu zamanda olan rant tabi o zamanda ortaya çıkmış. Bahçe sahipleri bahçelerini vermek istememişler, küsmüşler, tartışmışlar, bir takım sorunlar çıkarmışlar. Nasuhi Paşa, daha sonra paralarını peşin ödemiş, istimlak yapmış ve Nasuhi Caddesi’ni açmış. Yeni Cami’den Derme İlkokulu’na, Nasuhi Caddesi’ne giden iki caddeyi açmış. Bu çalışma sonucunda merkezle yakın çevre arasında bir-iki bağlantı sağlanınca şehirde bir rahatlama olmuş.  Yangın ve depremler hem şehirdeki ahşap yapıyı derinden etkilemiş hem de yıkıntı olmuş. 

-O dönemde Merkezi yönetimin Malatya’ya bakış açısı nasıl? 

-O dönemde Padişah 2. Abdülhamit’in büyük yardımları olmuş Malatya’ya. Mesela depremde mevcut binalardan askerlik şubesi olan bina yıkılmış, Ulu Cami’nin kıble istikametindeki duvarı yıkılmış. Her iki yapı da Abdülhamit’in yardımlarıyla yapılmış. Yeni Cami’nin inşaatı o yıllarda devam ediyormuş ve o da halkın yardımlarıyla yapılıyor. Yangın ve deprem çıkınca halk ancak kendi derdine düşüyor. Padişah 2. Abdulhamit Yeni Cami’nin yapımı için de önemli ölçüde parasal yardım gönderiyor. Yeni Cami’nin yapımı bu yardımlar sayesinde tamamlanabiliyor. 1894’ten sonra Malatya, yeniden bir toparlanmış. 

-Cumhuriyet dönemine geldiğimizde Malatya’da nasıl bir değişim görülüyor? 

-Cumhuriyet’in ilanından sonra şehir merkezinin rastgele bir yapılaşmaya uğradığını, plansız ve hızlı bir gelişmenin başladığını gösteren işaretler var. 1930’lara doğru gelince, şehir merkezinde hanlar, dükkanlar iç içe girmiş, boğulmuş yani. Bu defa büyük bir imar faaliyetine başlamışlar. Valilik ve belediye binasını yapmaya karar vermişler. O zamanki valililik binası, geçtiğimiz yıllarda yıkılan eski belediye binasının yanındaki Ziraat Bankası’nın yerindeki mutasarrıflık binası.  Belediye ise kiracı. Seyyar yani. Oradan çıkmış Tekke Camii’nin hemen altında bir eve kiraya gitmiş. Bir yıl orada oturduktan sonra Sevgi Hastanesi’nin oradaki bir binaya taşınmış. 1933’te Yeni Cami’nin yanındaki Temelli Pasajı’nda bulunan bir otele taşınmış. Belediye dairesi olarak işlev görüyor. Belediyenin binaya, personele ihtiyacı var. Kurumsallaşması gerekiyor. Valiliğin ahşap binası ise büyüyen ihtiyaca artık cevap vermiyor. 1935’ten başlayan 1940’da sona eren o büyük inşaat hamlesi Malatya’da başlıyor. Ana caddelerin yapılması da o zaman planlanıyor. Merkezde, 90 han, hamam, kapı yıkılıyor. Büyük bir yıkım faaliyeti yapılıyor şehir merkezinde. Onun üzerine belediye ve valilik inşa ediliyor. Etrafında caddeler açılıyor ve Malatya’nın şehir merkezi inşa ediliyor. Merkez yok, meydan yok. İlk meydan çalışması böylece tamamlanmış oluyor. 1933 yılında da İstasyon Caddesi’nin yapımı planlanmış. Belediye sadece istimlak yapabilmiş ve devreye Bayındırlık Bakanlığı girmiş, çünkü belediyenin parası yok. 1947’ye geldiğimizde Malatya şehir merkezinin tamamlandığını görüyoruz. Valilik ve belediye önü tamamlanmış ve şimdiki Kanalboyu dediğimiz cadde yapılmış. Parke taşıyla döşenmiş.  Sümerbank, belediye, bayındırlık ve bazı kurumların imkânlarıyla cadde ve kaldırım çalışmaları 1950’de tamamlanmış. O gerçekten güzel ve şirin bir şehir planıdır. Türk Ocağı, Gazi İlkokulu ve Hürriyet Parkı’nı da buna katmak lazım. Bu da Atatürk’ün emriyle yapılıyor.

Esasında Malatya’nın şehir planı ve şehrin oluşması Mustafa Kemal Atatürk’ün eseridir. Bunu belirtmekte fayda var.  

-Atatürk’ün Malatya’nın şehirsel planlaması ile bizzat ilgilendiği ve bu konuda bir dizi çalışmalar yaptırdığını mı söylüyorsunuz? 

Elbette. Şöyle olmuş:  Atatürk’ün Malatya’ya iki ziyareti var biliyorsunuz. 1931 yılındaki ilk gelişinde Malatya’nın perişan, plansız ve iç içe geçmiş halini görünce çok kızmış. Hakikaten şehirde cadde ve yol olmadığını görmüş. Hatta akşamüstü saat 5 gibi Malatya şehir merkezine geldiği ve arabasının çamura saplandığı da anlatılıyor. Ziyaret, biliyorsunuz 13 Şubat’ta gerçekleşiyor.. Dolayısıyla çok sinirlenmiş. O gün, ‘Burası bir şehir değil, burası bir köy’ diyor Atatürk Malatya için. Hatta İsmet İnönü’ye de bu konuda bir telgraf çektiği ve İnönü’nün memleketinin durumunu eleştirdiği söylenir. 

Mustafa Kemal Atatürk, işte bu ziyaret sonrası Malatya’nın şehirsel planlaması için bir ekip kurdurarak özel bir çalışma yaptırıyor. Bu çalışmanın belgeleri bugüne kadar gün yüzüne çıkmamıştır ama ‘şans’ diyelim, ben gördüm. İki nüsha hazırlanmış. Atatürk, öncelikle mevcut durumun analizini yapılabilmesini, şehrin sosyo-ekonomik ve tarımsal dinamiklerinin ortaya çıkarılması ve bu veriler üzerinden geleceğe dönük bir şehirleşme perspektifi ortaya konulması için Ankara’dan 4 kişilik bir uzman heyeti Malatya’ya gönderiyor. Bu ekip mühendis Necip Bey’in başkanlığında geliyor, Malatya ve çevresini çok geniş bir biçimde incelemeye tabi tutuyor. Keban Baraj’ından Çat Baraj’ına kadar olan bölümde inceleme yapıyorlar. ‘Malatya nasıl bir şehir olmalıdır?’ sorusuna cevap bulmak için şehrin dinamiklerini ve makro planını çıkartıyorlar. Bu inceleme sonucunda kendilerini Malatya’ya gönderen Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e sunulmak üzere bir rapor hazırlıyorlar. Raporun sonuç bölümünde ‘ Malatya iklim ve coğrafya olarak tarım ve tarıma dayalı sanayi kenti olmalıdır. Bu şehir ancak böyle bir yapılanma ile ayakta kalabilir’ diyor Malatya’ya gelen şehircilik heyeti. Bu doğrultuda raporda somut öneriler de sunuyor heyet. Bu öneriler çerçevesinde ‘Burada pamuk ekiliyor. İklim tarım sanayi için elverişli. Etrafında barajlar kurulmalı’ deniliyor ve ta o yıllarda Çat Barajı’nın planını çiziyorlar. O tünelin de planını onlar çiziyor. Fakat 1930’lu yılların başında yapılan bu analiz ve planların gereği ancak Turgut Özal tarafından hayata geçiriliyor. Sümerbank Fabrikası kurulması fikri de Atatürk’ün Malatya’ya gönderdiği şehircilik heyetinin raporunda doğuyor. Rapor doğrultusunda  Atatürk’ün emriyle Malatya’da Sümerbank kuruluyor. Bakın, Atatürk’ün gönderdiği heyetin hazırladığı rapora paralel olarak Malatya’da tarıma dayalı bir sanayinin temelleri atılmaya başlanıyor.  

-Anlattıklarınız ışığında Atatürk’ün 1931’deki Malatya ziyareti Malatya için ne anlama geliyor?

-Atatürk’ün 1931’deki Malatya’ya gelişi hakikaten Malatya’nın kaderini belirliyor diyebiliriz. Tekel Tütün Fabrikası da bu dönemde planlanıyor. Hatta Sümerbank ile birlikte planlanıyor.  1954 yılında Adnan Menderes’in liderliğini yaptığı Demokrat Parti İktidarı döneminde kurulan Şeker Fabrikası da bu ayağın üçüncüsü. Yani Adnan Menderes de Atatürk’ün Malatya hayalinin ve şehir-ekonomi ilişkisi bağlamındaki geleceğinin inşa edilmesi yolunda Atatürk’ün hazırlattığı rapora bağlı kalarak Malatya Şeker Fabrikası’nı inşa ettiriyor. Atatürk demiryollarını da getiriyor. Fabrikalar tamam (Üretim) ulaşım tamam (Lojistik) ve barajlar planlanıyor. Malatya bana göre yeni bir şehir yaratma anlamında Cumhuriyet’in yıldız şehridir. Sümerbank, tiyatrosu, sineması, kreşiyle tam bir üretim ve aynı zamanda sosyal yaşam alanı. Bir yaşam ve üretim kampüsü şeklinde kurgulanıyor.  Üreten modern kent kimliği belirmeye başlıyor adım adım. Ve modern bir kurulum. Mensucatla birlikte burada çalışacak insanlar için yaşam alanı, sosyal tesisler lazım. İşçi evleri yapılıyor. Bu sosyal dokuyu da etkileyen bir şey oldu. 1950’ye kadar sürmüş. Şeker Fabrikası’nı da katarsak Malatya, 1931’de Atatürk’ün emriyle başlayan 1954 yılında artık şehir kimliğini kazanmış ve tamamlamış bir görünüm kazanıyor. İşin daha ilginç yanı, Malatya 70-80 yıl sonra bile 1930’larda ve 1940’larda planlanan caddeleri, sokakları ve meydanları kullanıyor. O günün caddeleri o günün ihtiyacına göre gerçekten çok iyi düzeyde planlanmış ve bugün hala o caddeleri kullanıyoruz.

Bugün hala, tek geniş caddemiz Temellilerin yaptığı caddeler, İsmet Paşa’nın yaptığı caddeler, 1962’de de Fuzuli Caddesi’nin kalan kısmı açılıyor ve Malatya şehri tamamlanıyor. Psikolojisi düzgün insan yetiştirmek için müthiş bir şehir. Çocukların bağı bahçesi, oyun alanları var. Şehrin içinde köyü ve modern hayatı bir arada yaşıyorsunuz.

-‘Zaman Siyah-Beyaz Akarken Malatya’ kitabında bir hayli siyasi figür ve siyasi olay fotoğrafları da içeriyor. Malatya 1977’ye kadar Cumhuriyet Halk Partisi’nin kalesiydi. CHP, İsmet Paşa’nın da Malatyalı olmasının sağladığı avantajla Malatya’nın siyasi tarihine uzun dönem yön verdi. Daha sonra nalsı bir değişim oldu?  Bugünkü durum ile kıyasladığınızda siyaset nasıl bir başkalaşıma uğradı sizce? 

-‘Zaman Siyah-Beyaz Akarken Malatya’ kitabını çalışırken bu konuda önemli bulgulara ulaştık. Siyasette seviye doğal olarak insan kaynaklarının kalitesiyle, seviyesiyle alakalı. Dönemin insan kalite ve seviyesi neyse siyaset  de ona  göre şekilleniyor ve içerik kazanıyor. Dediğiniz gibi İsmet Paşa’nın Malatyalı olması nedeniyle CHP’nin Malatya’da farklı bir konumu var. Dönem dönem çok eleştirilir ama, hakikaten Malatya’ya da önemli faydalar sağlamıştır İsmet İnönü. Malatya’da ‘İsmet Paşa’ denildiğinde insanlar ona bir siyasi kimlik yüklemezlerdi. Hatta, sadece İsmet İnönü değil, CHP’ye bile pek de siyasi bir gözle bakmıyordu Malatyalı. Çünkü Malatyalı insanı, İsmet İnönü’nün sadece Malatyalı olması ilgilendiriyordu. Rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal dönemi gibi yani. Malatya’da insanların ezici çoğunluğu Malatyalı Turgut Özal’ı sağıyla veya soluyla değerlendirmiyordu. Sağdan da soldan da insanlar Özal’ı seviyordu. Özal, Malatyalıdır, Malatya’nın evladıdır. Mezhep ayrımı yapmadan Özal’ın etrafında kenetleniyordu. İnönü dönemi de işte böyleydi.  Hakikaten İsmet Paşa’nın eli hep Malatya’nın üzerinde olmuş.Bu olguya ilişkin fotoğrafları da Siyah-Beyaz kitabında yayınladık. Herkesin dikkat ettiğinin çok tersine de olabilir benim söyleyeceğim ama İsmet Paşa’nın en önem verdiği şey eğitimdir. İsmet Paşa, Malatya’ya her geldiğinde şöyle bir şehri kolaçan ettikten sonra mutlaka Malatya Lisesi’ne gidip bir sınav yapıyormuş. Bizzat kendisi sınav yapıyormuş. Sorular soruyor, problemler çözdürüyor ve öğrencilerin düzeyini bizzat görmek ve ‘Malatya’nın eğitimdeki durumu nedir?’ sorusuna cevap bulmak istiyor. Tabi o dönemde Malatya Lisesi’nde yetişen çok değerli insanlar var. Türkiye’nin her alanda gururu olmuşlar. İnönü hem kaliteli öğretmenleri Malatya’ya gönderiyor, hem de kendisi bizzat eğitimin seviyesini test ediyor. 

-‘Medeniyetler Beşiği Malatya’ kitabı Malatya’nın dışa dönük tanıtımını amaçlıyor demiştiniz. Peki ‘Dört Mevsim Malatya’ nasıl bir ihtiyaçtan doğdu? 

Evet. Medeniyetler Beşiği, format olarak Malatya’nın tanıtım kitabıdır. Prestij kitabıdır. Ana başlıklar olarak tarih, kültür, coğrafya bölümleri var. Ayrıca şehrin sosyal ve ekonomik hayatını anlatmaya çalıştık. Malatya’daki festivaller ve kültür hayatına dair faaliyetleri sayfalara taşıdık. İçimizden biri köşesi var, Malatya’nın yetiştirdiği önemli isimleri kayıt altına alan. Örneğin bir sayfada Hrant Dink ve Ahmet Kaya, bir sayfada Hamido, Turgut Özal ve İsmet Paşa, Niyazi-i Mısri ve Eflatun Cem Güney gibi değerlerimizi de ön plana çıkartan, Malatya’nın farklı yönlerini ortaya koyduğumuz bir kitap oldu. Çok güzel görsellerini de koyduk Malatya’nın. Dört Mevsim Malatya kitabı da şöyle bir ihtiyaçtan doğdu:  Malatya’nın çok güzel bir doğal çevresi var. Günümüzde çevre daha çok ilgi çekmeye başladı. Malatya’nın yayla kültürünün, çevresindeki doğal güzelliklerin bilinmediğinin farkındayız. Bu nedenle kitapta daha çok estetik kaygıyı da ön planda tutarak, Malatya’nın yayla yollarını, gezmek isteyenlerin nereye gidebileceğini anlatmaya çalıştım. Yama Dağı’na, Sarıçiçek Yaylası’na, Kale’ye, Pütürge’ye, Karakaya’ya kadar birçok havzayı taradık ve Malatya’nın çevresini görsel bir şölen sunumuyla anlatmaya çalıştık. Şunu da yeri gelmişken vurgulamalıyım ki;  Valimiz Sayın Vasip Şahin de bu projeye büyük destek verdi ve  Malatya Kitaplığı Projesi önemli bir aşama kaydetti. Bu proje eski valimiz Sayın Ulvi Saran’ın ayrılmasından sonra akamete de uğrayabilirdi. Çok mutluyuz ki böyle olmadı ve kitap projesi önemli ölçüde tamamlandı. Valimize Sayın Vasip Şahin’e bu nedenle teşekkür ediyorum. Devlette her zaman devamlılık olmuyor ama Malatya’da bu konuda devamlılık oldu hakikaten. 25 kitap yayınlandı bu proje kapsamında. Hakikaten bunlar önemli bir boşluğu doldurduğu gibi Türkiye’de Malatya’yı farklı bir konuma getirmiş oldu. 1.5 yıllık sürede 35 kitabın hazırlanması önemli bir durum. Ben inanıyorum ki bundan sonra gerek belediye, gerek valilik ve üniversitemiz bu açılımı daha da zenginleştirecek ve çok daha kıymetli eserler yayınlayacaklardır.

-Bundan sonraki projeler kapsamında Malatya için neler müjdeliyorsunuz? 

-Malatya Kitaplığı’ndan çıkan yayınlarımızdan sonra şimdi artık Malatya Ansiklopedisi var. Malatya Ansiklopedisi, kültürel olarak Malatya’da büyük bir boşluğu dolduracak kültürel projedir. İstanbul, Bursa, Konya ve Kayseri bizimle birlikte ansiklopedi çalışmalarına başladı.  Konya iki yıl önce birinci cildi çıkardı, ikincisini hazırlıyor ama orada belediye yapıyor, İstanbul tamamladı, Bursa bitirme aşamasında, Kayseri bir çalışma yaptırdı onu beğenmedi, ikincisini yaptırıyor. Malatya Ansiklopedisi şimdi bunların hepsinden farklı. Dünyada da bir ilk. Şöyle ki; az önce adını andığım şehirlerin ansiklopedileri hepsi kitap çalışması, belli bir formatta hazırlanıyor ama format delinmiyor. Malatya Ansiklopedisi’nin farklılığı ise şöyle: İnternet üzerinden, dijital veri tabanları oluşturmak ve herkese açmayı hedefleyen bir proje geliştiriyoruz. Sadece kitap olarak kalmasın, herkesin her noktada ulaşmasını sağlamak, daha da önemlisi katkı sunmak isteyen herkesin katkısını almak istiyoruz. İster Amerika’da ister Malatya’dan yazsın. Kim Malatya’ya dair ne yazmak istiyorsa veri tabanımıza aktarmayı planlıyoruz. Buna göre bir veri tabanı hazırlandı. Tabii her isteyen her istediğini yazamayacak yani onun bir denetimi olacak. Ancak şunu herkes yazabilecek: Yazılmış olan madde ve birikime itirazı olan, ekleme çıkarma yapmak isteyenler yazabilecek.  Denetimli bir sistem içinde dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, Malatya Ansiklopedisi’ne katkı yapmak isteyen herkes, bilgi, video, resim, pdf, görsel materyal olarak katkı sunabilecek. Böylelikle Malatya Ansiklopedisi geleceğe akan bir nehir gibi kesintisiz bir gelişim içinde olacak. 

-Bize vakit ayırdığınız için, ayrıca Malatya’nın kültürel yaşamına yaptığınız değerli katkılar için teşekkür ediyoruz. 

Ben de çalışmalarımızın Malatya’ya, Türkiye’ye ve dünya ölçeğinde okuyuculara tanıtılması konusunda yaptığınız katkı ve ilginiz için teşekkür ediyorum. 

Söyleşi – Fotoğraf: Güler HAZAR – Yeni Malatya Gazetesi 

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız