SON DAKİKA
SON DEPREMLER

'Babamı Malatyalı Cellat Kurtarmış'

0
Güncellendi - 2015-12-27 17:10:36
'Babamı Malatyalı Cellat Kurtarmış'
A- A+ PAYLAŞ

Türk siyasetinin duayen isimlerinden, eski bakan ve Malatya eski milletvekillerinden Recai Kutan, İnönü Üniversitesi'nde düzenlenen "Türkiye: Nereden Nereye?" konulu konferansa konuşmacı olarak katıldı. Kutan, kendi yaşamından örnekler anlattığı konferansta "Biz, ‘İdeolojik devlete hayır, demokratik devlete evet.’ diyor, hâkim değil, hâdim devlet olsun istiyoruz."dedi. Malatya'nın efsane eğitimcilerinden merhum İsmail Kutan'ın oğlu olan Recai Kutan, babası ve ailesiyle ilgili anekdotları da paylaştı.

Kutan’ın Hoca Ahmet Yesevi Konferans Salonu’nda verdiği konferansa, Vali Vasip Şahin, AKP Milletvekili Cemal Akın, İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik, Belediye Başkan Yardımcısı Selim Pilten, bazı siyasi parti temsilcileri, akademik ve idari personel ile çok sayıda öğrenci katıldı.

Kutan’ın konuşmasından önce kürsüye davet edilen Rektör Prof. Dr. Cemil Çelik, kısa bir selamlama konuşması yaptı. Malatya’nın yetiştirdiği önemli devlet ve siyaset adamlarından Sayın Recai Kutan’ı ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek konuşmasına başlayan Prof. Dr. Cemil Çelik, “Türkiye, siyaset alanında siyasi kimliği olan, kişiliği olan birçok insanı bünyesinde barındırmaktadır. Ama bunların içerisinde Recai Ağabeyimizin ayrı bir yeri vardır. Kişiliği, kimliği, devlet ve millet adamı olmasıyla, dindarlığıyla temsil ettiği siyasi çizginin de üzerinde toplumdan kabul gören, saygı duyulan ve Malatyalılar olarak kendisiyle iftihar ettiğimiz değerli bir büyüğümüzdür. Bu yönüyle Malatya’da yetişen İsmet İnönü ve Turgut Özal’ın yanında bir de Recai Kutan Bey’e sahip olduğumuzu gururla her yerde ifade etmekten çekinmiyoruz. Bugün kendileri üniversitemizi onurlandırmıştır. Gerek siyaset gerekse bürokrasideki tecrübelerini bizlerle paylaşacaklardır. Özellikle öğrencilerimizin Sayın Kutan’ı yakından tanıma fırsatını buldukları için mutlu olabileceklerini düşünüyorum. Recai Kutan Ağabeyimizin en önemli özelliklerinden biri de kibarlığı ve beyefendiliğidir. Yumuşak tutumudur. Siyasette eşine az rastlanan muhaliflerine bile nezaketle kibarlıkla muamele etmesidir. Bu bir modeldir. Şimdi böyle model bir insanı ağırladığımız için kendimizi şanslı addediyorum.” dedi.

“Salonu dolduran siz pırıl pırıl gençlere bakınca, benim de 66 yıl önce aynı sıralarda oturduğumu hatırlıyorum.” sözleriyle konuşmasına başlayan Recai Kutan, “Bugün sizlerle ‘Türk siyasi hayatının geçmişi ve geleceği’ konusunu konuşacağız.” dedi.

“Biraz sonra açıklayacağım hayat hikâyemdeki olaylar, Türkiye’nin nereden nereye geldiğini ve nereye gitmesi gerektiğini işaret edecektir.” diyen Recai Kutan’ın konferansından öne çıkan bazı satır başları şöyle:

“Babam genç yaşta muallim mektebini bitirip, ardından da Birinci Cihan Harbi’nin Kafkas Cephesi’ne gidiyor. Tecrübesiz Enver Paşa, ordu kumandanı İzzet Paşa’nın tüm ikazlarına rağmen, Sarıkamış Harekâtı’nı başlattı. Bu çılgınlık, yaklaşık 90 bin vatan evladının canına mal oldu. Babamı, (mesleği) cellât(lık) olan bir Malatyalı donmaktan kurtarmıştı. 50 yıl öğretmenlik yaptı. Annem, baba hasretiyle büyümüş, 6 yaşındayken subay olan babası önce Galiçya Cephesi, onun ardından Yemen Cephesi’ne gitmişti. Babası döndüğünde yetişkin bir kız olmuştu. Böylece biz Kafkas ve Yemen Cephelerinin hikâyeleriyle büyüdük. Biz üç kardeştik ve ben evin en küçük oğlu idim. Ben ilkokula başladığımda büyük ağabeyim lisede, ortanca ağabeyim ise ortaokuldaydı.” 

“Geniş bir bahçe içerisinde evimiz, yılların tecrübesiyle oluşmuş, inançlarımızla uyumlu bir ev mimarisiyle yapılmıştı. Böylece tabiatla iç içe, hem şehir hem de köy hayatı yaşadık. Bugünkü apartman düzeninde bunalan çocukları görünce, şehircilik anlayışımızı yeniden gözden geçirmeliyiz, diyorum. Evimizin bulunduğu Sancaktar Mahallesi’nde komşular arasındaki ilişkiler neredeyse akrabalık seviyesindeydi.”

“6 yaşında, babamın ilkokuluna kaydolmuştum. O dönemde, 2 önemli olayı hatırlıyorum: 1939’da İkinci Dünya Savaşı başlamıştı. Savaşın etkisiyle ülkemizde gıda karne ile dağıtılmaktaydı. Hava saldırısına karşı, gece pencereler sıkı sıkı kapatılıyor, her evin bahçesinde sığınak yapılıyordu. O dönemde, insan hakları ve özgürlük ihlalleri de had safhaya ulaşmıştı.”

“Daha sonra ortaokul hayatı ve sonrasında 1947 Haziranında Malatya Lisesinden mezun olunca üniversiteye giriş heyecanı başladı. O dönemde liselerin en başarılı öğrencilerinin genellikle hedefi, İstanbul Teknik Üniversitesine girmekti.” 

“İstanbul’a ulaşmanın tek yolu tren idi. Uzun olan Adana hattıyla 6 arkadaşımızla 40 saatte Haydarpaşa’ya vardık. Denizi de vapuru da ilk kez görüyordum. Yanımızda bir yatak, bir bavul ve içi kuru yiyecek ve meyvelerle dolu bir sarı sepet vardı. Tüm bu eşyayla Eminönü’ndeki Malatya Talebe Yurduna ulaştık. İTÜ İnşaat Fakültesine kaydoluyorum. İTÜ’de, Malatya’dan yakın arkadaşlarım Turgut Özal üçüncü sınıfta, Korkut Özal ise ikinci sınıftaydı.” 

“1952 Haziranında, 1947’de İnşaat Fakültesine giren 120 öğrenciden 67 kişi olarak mezun olduk. O dönemde iş bulmakta hiçbir zorluk yoktu. 1952-1957 arası Malatya DSİ’de göreve 28 Lira yevmiye ile başladım.” 

“Korkut Özal’la yeni şubeyi kuruyorduk. Sulama sıkıntısını önlemek için yeni projeler hazırlanıyordu. Özellikle ‘Malatya Projesi’ isimli bir projeyi ikmal ettik. 1960 darbesinden sonra ilk seçimde başbakan olan İnönü, milletvekillerinin talebi üzerine bu Malatya Projesi için beni ve Korkut Özal’ı başbakanlığa davet etmişti.” 

“1957 yılının Ağustos ayında, henüz 27 yaşındayken DSİ 10. Bölge Bölge Müdürü olarak tayin oldum. DSİ 10. Bölgesi, hudutları dâhilindeki Diyarbakır, Urfa, Mardin, Siirt, Bitlis, Muş Van ve Hakkâri illeriyle DSİ’nin en büyük bölgesiydi. Burada DSİ’nin ciddi bir çalışması olmamış, bölge teşkilatı da yok denecek kadar azdı. “

“Bölgede Fırat ve Dicle ve Van Kapalı Havzası vardı. Ülkenin sulama potansiyelinin %22’si, hidroelektrik potansiyelinin % 24’dü bu bölgedeydi. Zamanla bölgeyi ve bölge imkânlarını yakından tanıyınca, Fırat ve Dicle nehir havzalarının su ve toprak kaymaları ile ilgili olarak ‘Fırat Planlama Amirliği’ni kurduk. Başına da Fehmi Adak’ı getirdik. Bu projenin hedefi, sadece ovaların sulanması, hidroelektrik enerji üretilmesi, taşkınların önlenmesi değildi. Hedef, bölgenin toptan kalkınması, herkese iş ve aş temin edilmesiydi. Bu planlama çalışmalarına, benim bölgem dışından Elazığ, Tunceli Malatya, Adıyaman, Erzincan, Erzurum, Ağrı, Bingöl ve Gaziantep de dâhil edildi. Beş yıllık bir sürede Fırat ve Dicle Havzaları adım adım dolaşıldı. Yol olmadığı için çoğu yerlere yaya olarak katırlarla ulaşıldı.”

“1970 yılına kadar yaptığımız çalışmalar sırasında, bölgede tek bir anarşi ve terör olayına rastlamadık. Halk dindardı. Kendileri gibi inanan, inandığı gibi yaşayan devlet sorumlularını gören halk onlara farklı duygularla yaklaşmaktaydı.”

“Şimdi yeni bir yüzyılın başlangıcındayız. İnsanlarımız daha yaşanabilir, daha adil, daha huzurlu bir dünya düzeni kurulsun istiyor. Bu isteklerin gerçekleşmesinin ilk şartı, devletimizin yeniden yapılandırılmasıdır. Bunun için, devletçi, otoriter ve yasakçı ‘Kutsal Devlet’ anlayışı terk edilmeli, milletin iradesini esas alan, hukuku kuvvetin emrine değil, kuvveti hukukun emrine veren bir anlayışa geçilmelidir.”

“Biz, ‘İdeolojik devlete hayır, demokratik devlete evet.’ diyor, hâkim değil, hâdim devlet olsun istiyoruz. Büyük Türkiye, terör ve diğer sorunları çözmeden gerçekleşemez. Elbette bu çözüm, sadece namlunun ucunda değildir. Çözüm, ilmin, ahlaki değerlerin ve hukukun temel kurallarına bağlı kalarak bulunabilir.”

Konferansın bitiminde Recai Kutan’a Rektör Prof. Dr. Cemil Çelik tarafından hediye takdim edildi. Konferanstan sonra bir süre üniversite sosyal tesislerinde dinlenen M. Recai Kutan, daha sonra Malatya’dan ayrıldı ve Ankara'ya gitti.

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız