SON DAKİKA
SON DEPREMLER

"Başı Sıkıştı Dümen Kırdı"

0
Güncellendi - 2015-12-27 19:42:51
A- A+ PAYLAŞ

MHP Lideri Devlet Bahçeli, “Türkiye Irak’ın kuzeyindeki peşmerge yönetimine günü birlik çıkarlar ve uluslararası dayatmalar eşliğinde adeta mecbur bırakılmıştır” dedi. 

TBMM’de partisinin grup toplantısında konuşan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, hükümetin dış politikasını eleştirdi. “Hem iç hem de dış gelişmelerin hiç olmadığı kadar tesir düzeyini artırdığın bir dönemden geçiyoruz” diyen Devlet Bahçeli, en ufak bir ihmal, en küçük bir kayıtsızlığın ciddi badirelere yol açacağını ifade etti. Bahçeli, Türkiye’nin belirsizliklerinin sivrildiği, risklerin ilerlediği, tehlikelerin genişlediği bir süreci yaşadığını söyleyerek, aynı zamanda elinin zayıfladığını, gücü ve saygınlığının azaldığını dile getirdi. AK Parti hükümetinin izlediği dış politikanın bunun en açık ve başlıca nedenlerinden birisi olduğuna dikkat çeken Bahçeli, “Sıfır sorun retoriği dikiş tutmamış, iddialarla paralel yürümemiş ve ülkemizi zor durumlara sokmuştur. Komşu ülkelerle barış karşılıklı iyi niyet ve hürmete dayalı ilişkiler kurulamamış, kurulsa bile arkası getirilememiştir. AK Parti hükümeti batının politikalarına harfiyen uyma ve bunları da uygulama acizliğini gösterdikçe her defasında bir komşumuzla aramız bozulmuştur. Başbakan Erdoğan’ın Başkent Ankara vizyonundan uzaklaşması, ülke olarak savunmak mecburiyetinde olduğumuz hak ve menfaatleri zaafa düşürmüştür” diye konuştu.

Dış işleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’nin değil de BOP’un maaşlı bir ara elemanı gibi çalıştığını iddia eden Bahçeli, sorumsuz ve derinlikten yoksun yaklaşımları, yakın coğrafyalardaki yönsüz değişim dalgasını, imkan ve kaynak analizi yapmadan yönetmeye talip olmasının sıkıntıları daha da artırdığını ve tırmandırdığını savundu. Şu günkü ortamda Türkiye’nin sınırdaş olduğu her ülke ile ters düştüğünü ileri süren Bahçeli, ön alan çok değişkenli, aktif ve değişim yanlısı olduğu iddia edilen dış politikanın Türkiye’nin sırtındaki kamburlardan birisi haline geldiğini ifade etti. AK Parti’nin dünya ile entegrasyon, uyum ve karşılıklı iş birliği yerine, tecrit politikalarını önceliğine aldığını ve yalnızlaşmayı tercih ettiğini belirten Bahçeli, buna da bir kılıf uydurulduğunu ve değerli yalnızlık ismini taktığını söyledi. Bölgesel ve küresel aktörlerle düzeyli, dengeli ve milli beklentileri özne yapan, milli hedefleri hesaba katan bir diyaloğun geliştirilemediğini söyleyen Bahçeli, “Başbakan Erdoğan neyi tenkit etmişse aynısını yapmıştır. Neden şikayetçiyse ona yönelmiştir. AK Parti’nin hayali, ham ve hüsran verici politikaları neticesinde Türkiye dost değil düşman kazanmıştır. Başbakan yalnızca kardeşi Barzani’yi kendisine yoldaş ve müttefik olarak belirlemiş, bunun dışında tüm alternatifleri dışlamış ve elinin tersi ile itmiştir. Türkiye Irak’ın kuzeyindeki peşmerge yönetimine günü birlik çıkarlar ve uluslararası dayatmalar eşliğinde adeta mecbur bırakılmıştır. Dış politikada istikrar, milli perspektif ve seviye olmadan, içeride ekonomik kalkınma ve gerçekçi demokratikleşme hamlesi elbette sağlanamayacaktır. İç ve dış politika birleşik kaplar gibidir ve AK Parti hükümeti bu gerçeği idrak edememiş veya etmek istememiştir” şeklinde konuştu.

Bahçeli, “AKP hükümeti geleneksel Türk dış politikasını küçümsemiş, hafife almış ve bunun yerine parti çıkarlarını monte etmiştir. Statükocu suçlamaları da bumerang gibi geri dönmüştür. Asıl sorun da buradadır. Bu kapsamda Türkiye bir parti devletine doğru vites büyütmektedir. Doğrular ve yanlışlar milletin ve devletin beklentilerine göre değil, parti hassasiyetleri baz alınarak tespit ve tayin edilmektedir. Bu çok önemli bir sorun ve açmazdır. Başbakan Erdoğan ve hükümeti, dış politikayı, uzlaşmak yerine meydan okuyan, yumuşak güç olmak yerine komşu ülkelerin rejimlerine müdahale eden bir şablona sığdırmıştır. AKP politikaları gerçeklerden, temel ilke ve hedeflerden, rasyonellikten, daha da hazini akılcılıktan çok uzaklara savrulmuştur. Hele ki, Başbakan’ın son Rusya ziyareti esnasında kameralar kayıttayken Türkiye’yi Şanghay Örgütü’ne alması konusunda Putin’e adeta yalvar yakar olması ülkemizin saygınlığını iki paralık etmiştir. Uçuk ve temelsiz hegemonya düşleri, model ve örnek olduk ezberleri, herkes bizi konuşuyor hezeyanları hem Türkiye’yi hem de hükümeti uluslararası ölçekte darboğaza sokmakla kalmamış, aynı derecede mahcup etmiştir” dedi.

Suriye’yle düşmanlıkların, Irak’la sancılı ilişkilerin, İran’la güvensiz temasların, Libya’yla sarsak irtibatların, Rusya’yla tavize bağlanmış görüşmelerin, Mısır’la gerginlik üzerine bina edilen restleşmelerin, AB’yle bıçak sırtında yürüyen müzakerelerin, İsrail’le kör dövüşlernin hezimet dolu politikalarının eseri olduğunu iddia eden Bahçeli, şöyle devam etti:

“Artık Türkiye’nin bölge ülkelerinin önemli bir kısmında büyükelçisi bile yoktur. İsrail ve Suriye’den sonra, Mısır’da bu halkaya eklenmiştir. AKP’nin küresel düzlemde ve bölgesel zeminde oyun kurucu bir güç olma safsataları bir kez daha boşlukta kalmıştır. Türkiye’nin tarafsız, güvenilir ve sözü geçen ülke imajı yeniden ağır bir darbe almıştır.

Başbakan Erdoğan’ın Moskova’ya ziyareti öncesinde; ‘Ben Sayın Mursi’nin yargı karşısındaki tutumunu alkışlıyorum, ona saygı duyuyorum. Onu yargılayanlara benim saygım yok’ ifadeleri yeni bir krize neden olmuştur.

Bu sözler üzerine, 23 Kasım sabahı Mısır hükümeti Kahire Büyükelçimizi istenmeyen adam ilan ederek iki ülke arasındaki diplomatik temsilciliği maslahatgüzarlık düzeyine indirmiştir. Buna gerekçe olarak Başbakan Erdoğan’ın söz konusu demecini göstermiştir. Darbeci Mısır hükümeti, Başbakan’ın beyanatını Mısır halkının iradesine meydan okuma, tercihlerini küçümseme ve içişlerine doğrudan müdahale olarak algılamıştır. 15 Ağustos’tan beri ülkesinde bulunan Mısır’ın Türkiye Büyükelçisinin kalıcı olarak kalacağı duyurulmuştur. AKP hükümeti ise buna misilleme yapmış ve bu ülkenin maslahatgüzarına 29 Kasım’a kadar ülkeyi terk etmesi için süre tanımıştır.

Dik durduğunu, ama dikleşmeyi sevmediğini söyleyen Başbakan Erdoğan’ın Mursi hayranlığı, Rabia işaretiyle avunması ve oturduğu yerden Mısır’ın içişlerine karışma teşebbüsü ülkemize ilave külfetler getirmiştir. Biliyoruz ki, 3 Temmuz’da Mısır’da yaşanan açık bir darbedir. Ve bu demokrasiyi hiçe sayan müdahaleye olumlu bakmak, masum görmek düşünülemeyecektir. Batı dünyası Mısır konusunda sürekli ikircikli bir tavır içinde kıvranmıştır. Ne üzücüdür ki, demokrasi ve özgürlük konularında hakemliğe ve jüri üyeliğine soyunanlar Mısır’da sınıfta kalmıştır. Özellikle ABD, Mısır’daki darbeye olması gerektiği gibi mesafe koyamamış, darbecileri eleştirememiştir. Bilakis ABD Dışişleri Bakanı, Ağustos ayında yaptığı bir açıklamada, “Mısır ordusu demokrasiyi rayına oturttu” diyerek nerede durduğunu netleştirmiştir. Yine geçtiğimiz hafta söz konusu bakanın, ‘Müslüman Kardeşler Mısır’daki devrimi çaldı’ sözleri darbeyi meşrulaştırmaktan başka bir anlam taşımamıştır. Bu sözler göstermektedir ki, ABD darbe rejiminin arkasındadır. Esasen bunu sağır sultan bile duymuştur. Başbakan ve hükümeti Mısır politikasında da karavana atmış ve yalnız kalmıştır. Dışişleri Bakanı’nın, ‘Biz Mısır'da hiç kimseyi, hiçbir grubu desteklemedik. Mısır konusundaki tutumumuz, Mısır halkının tercihlerine olan saygımızın göstergesiydi’ ifadeleri durumu kurtarmaya yetmeyeceği gibi, yalanı da örtemeyecektir. Doğal ve doğru olacağı üzere, darbeye karşı çıkmak, darbeyi tenkit etmek ve demokrasiyi savunmak ahlaken ve insanlık değerleri açısından vazgeçilmez ise de, Mısır’ın siyasi aktörleri arasında taraf tutmak mantıksızlık ve akılsızlıktır. Başbakan Erdoğan bu hassas dengeyi gözetememiştir. Ve ölçüyü her konuda olduğu gibi burada da kaçırmıştır. Zannedersiniz ki Başbakan Mursi’nin mirasçısı, yediemini, kayyumu ve emanetçisidir. Yine zannedersiniz ki Başbakan sabah akşam dört yaparak zevkten dört köşe olmaktadır. Sormak isterim ki, Başbakan bugüne kadar dört yaparak neyi elde etmiştir. Hangi yaraya merhem olmuş, hangi saldırıyı önlemiş, hangi soruna çare üretmiştir? Sembollerle Mısır’ın iç meselesini Türkiye’ye taşıyan ve sürekli gündemde tutan Başbakan ülkemizin çıkarlarını ve bölgesel gücünü fütursuzca tartışmaya açmaktadır. Buna da hiçbir hükümetin, hiçbir siyasinin hakkı olmayacaktır.

Mısır halkının yararını düşündüğünü, yanında olduğunu ve Adeviyye Meydanı’nda olanları desteklediğini her fırsatta tekrarlayan Başbakan kurusıkı atmayı bırakmalı ve asıl Türk milletinin yanında duracak feraseti göstermelidir. Sahip olduğu siyasi sorumluluğun gereği de budur. Mısır halkı bizatihi kendi iradesiyle aydınlığa çıkacaktır. Mısır halkı bizatihi kendi istek, çaba ve gayretiyle doğruyu bulacak, demokrasiye kavuşacaktır. Bizim temenni ve dileğimiz buna yöneliktir.”

“TÜRKMENLER İNİM İNİM İNLEMEKTE”

Türkiye’nin de içinde bulunduğu uçsuz bucaksız coğrafyanın kaynadığını ve sorunlarla çalkalandığını vurgulayan Bahçeli, patlayan bombaların, alınan canların, kaybolan umutların, etnik ve mezhep temelinde yükselen tansiyonun neredeyse sıradan vakalar haline geldiğini kaydetti.

“Türkmen yurtları inim inim inlemektedir. Dünya Türkmenlerin adeta soykırımını yaşamaktadır.Geçtiğimiz günlerde Tuzhurmatu ve Telafer’de düzenlenen bombalı saldırılarda 13 kişi ölmüş, çok sayıda kişi yaralanmıştır” diyen Bahçeli, Türkmenlerin ölüm kapanına alındığını ve canlı hedef yapıldığını vurgulayarak Türkmen kentlerinin yıkıldığını, yakıldığını ve yok edildiğini ifade etti.

Türkmenler mazlum, gözü yaşlı ve kederli olduğuna dikkat çeken Bahçeli, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Şu işe bakınız ki, Türkmenleri ölüm tüneline sokan, paramiliter unsurlarıyla kurşunlayan, arkası arkasına bombalayan peşmerge Başbakan Erdoğan’ın şeref misafiri olarak Türkiye’de ağırlanmaktadır. Türkmen kentlerinin nüfus yapısıyla oynayan, tapu dairelerini yakan, Türkmen kimliğini silmeye çalışan gafil ve soytarıyla sözde Türkiye’nin birlik ve beraberliği konuşulmaktadır. Savaş boyası sürünmüş canavarla barış müzakeresi yapılmakta, çözüm süreci paylaşılmaktadır. Başbakan Erdoğan ömrü hayatında Türkmenlere ciğeri yanmış mıdır? Mısır’daki iç kargaşada ölenlerin, Suriye’de hayatını yitirenlerin yarısı, değilse bile çeyreği kadar kendisine mesele yapmış mıdır? Anlaşılıyor ki, Türkmenlerin suçu İhvan’ın mensubu olmamak, Mursi’nin yanında yer almamaktadır. Başbakan’ın kardeşim, dostum diyerek bağrına bastığı iblis, Türkmenlerden intikam almakta, Türkmenlerin kanını içmektedir. Gelin görün ki, Başbakan bu işten rahatsız olmadığı gibi, aklına bile getirmemektedir. Türk milletine bu kadar yabancı kalan, Türklüğe bu denli şaşı bakan birisinin Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı olması hepimiz için ibretlik ve şok edicidir.

Hatırlarsanız, bizim haklı eleştirilerimize dayanamayan ve sonunda pes eden Başbakan 26 Ekim 2013 günü Van’da aynen şunları söylemişti: ‘Şimdi ben Türk'üm. 'Ben Türk'üm' demekten hiçbir zaman gocunmadım ki böyle bir derdim, böyle bir sıkıntım yok.’ Sayın Başbakan Türklük bir kabuldür, bir kültürdür, bir mefkûredir, bir şuurdur ve ancak hak edenlerin vicdanlarında bayrak gibi sallanacaktır.

Türklük hissedilir, Türklük yaşanır ve şunu bil ki yalana, dolana ve istismara malzeme yapılamayacaktır.

Bize göre, milletin ismini itiraf dahi edemeyen birisinde bulunamayacak ve görülemeyecek tek şeref payesi Türk olmanın gurur ve kıvancıdır.”

PYD’nin, Afrin, Kobani ve Cizir’de kantonlar oluşturup özerkliğini ilan ederken; Türkmenlerin can derdine düştüğünü vurgulayan Bahçeli, “Başbakan’ın her türlü desteği sağlayıp Esad rejimine saldırttığı selefi gruplar ve aynı zamanda PKK-PYD ortaklığı Türkmenlere kan kusturmaktadır. Suriye Türkmenleri kendilerini savunacak imkânlardan mahrumdur. El Kaide şeytanlığı Türkmenlerin namusuna ve canına kast etmektedir. İki arada kalan Türkmenler perişan ve çaresiz durumdadır. Bir yanda zalim Esad yönetimi, diğer yanda çok aktörlü muhalif şiddeti Türkmenleri köşeye sıkıştırmıştır. Başbakan ve hükümeti resmen, göz göre göre Türkmenleri ateşe atmış, ölüm makinelerinin insafına terk etmiştir. Bu olacak, sıradan görülecek ve insani olarak kabul edilecek bir şey değildir” şeklinde konuştu.

Tüm Türkmenlerin toplanıp bir araya gelerek haklarını ve bağımsızlıklarını savunmalarının imkânsız görülmemesi gerektiğini ifade eden Bahçeli konuşmasında şunları dedi:

“Kürdistan’ı tanıma ve meşrulaştırma hevesinde olan Başbakan Erdoğan Türkmenleri basite almamalıdır.

Bu aralar sıkışan ve iyice bunalan Başbakan zoru görünce tekrar dümen kırmış ve Türklükten bahsetmeye başlamıştır.

23 Kasım 2013 günü Trabzon’da şu dikkat çekici ve hayret verici sözler Başbakan Erdoğan’dan işitilmiştir:

‘Kırım Türkleri'nin yanında biz varız, Ahıska Türkleri'ne biz sahip çıkıyoruz, Gökoğuz Türkleri'nin yanında biz varız. Etiyopya'da Harar Türkleri'nin, Moğolistan'da Dukha Türkleri'nin, Almanya'daki soydaşlarımızın, Urumçi'de, Kerkük'te, Musul'da kardeşlerimizin yanında biz varız.’

Sayın Başbakan peki varsın da, bugüne kadar ne yaptın, hangi olumsuzlukların önüne geçtin, hangi milli değerimizi samimiyetle paylaştın?

‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ ifadesini silmeye cüret eden sen değil misin?

‘Türküm’ demeyi ilkellik gören ve Andımızı kaldıran sen değil misin?

‘İlla Türk milleti olarak dayatırsan, öbürü de Kürt milleti der’ sözlerini kullanan sen değil misin?

Sanki bu sözleri söyleyen İmralı canisinin sırdaşı, Barzani’nin ortağı, BOP’un Eşbaşkanı, PKK’nın umudu Başbakan Erdoğan gitmiş, yerine başka birisi ışınlanarak gelmiştir.

‘Türklükle yanıma gelmeyin’ diyen Recep Tayyip Erdoğan nereye buharlaşmıştır?

Milliyetçiliği ayağının altına almaya kadar işi götüren Recep Tayyip Erdoğan pabucun pahalı olduğunu görünce, yedekte tuttuğu ikinci şahsiyetinden medet mi ummuştur?

Başbakan’a ne olmuştur da, birden bire Türklük ve soydaşlarımız demeye başlamıştır?

Başına taş mı düşmüş, balık kavağa mı çıkmış; yoksa yeni bir aldatma serüveni için Trabzon’lu kardeşlerimi alet etmeye mi karar vermiştir?

Doğuda başka batıda başka, güneyde başka kuzeyde bambaşka konuşan birisine Türk milleti inanmaz ve inanmayacaktır.”

 

“MHP MASADAN KALKAN TARAF OLMAYACAK”

“Anayasa hazırlığı süreci AKP’nin ipe un sermesiyle farklı ve sorunlu bir kulvara girmiştir” diyen Bahçeli, sözlerini şöyle sürdürdü:

“TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun yeni anayasa yapamayacağını gerekçe göstererek üstlendiği Komisyon Başkanlığı görevinden fiilen ayrılmıştır. Sayın Çiçek’in 22 Kasım 2013 tarihinde Komisyona üye veren partilerin grup başkanlıklarına gönderdiği mektupta açık bir istifa iradesi yoksa da, yürüttüğü görevinin sağlayacağı bir faydanın olmayacağını belirtmesi niyetini bariz olarak tercüme etmeye yetmiştir. Bu kararın Başbakan ve partisinin bilgi ve onayından habersiz olması düşünülemeyecektir. Sayın Çiçek’in Komisyon Başkanı sıfatıyla Yeni Anayasa hazırlığına olan itimat ve ümidinin bitişi, bir yönüyle AKP’nin görüşüdür.

Aslında AKP, uzlaşma masasını dağıtmak için her fırsatı kullanmakta, Başkanlık Sistemiyle ilgili ısrarı süreci tıkamakta ve bu çerçevede Sayın Meclis Başkanı da kurban edilmektedir.

TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu, Meclis’te grubu bulunan dört siyasi partinin üçer üyesinin katılımıyla 19 Ekim 2011 tarihinde kurulmuştur. Aradan geçen 25 aylık süre içinde 60 madde üzerinde mutabakat sağlanmış, 112 maddenin müzakeresi yapılmıştır. AKP cenahından yapılan açıklamalar, Komisyon’daki üyelerden hiçbirinin yeni anayasa yapılabileceğine inanmadıkları yönündedir.

Elbette partimizi temsil eden üyeler adına da yapılan bu değerlendirmeyi talihsiz ve mesnetsiz olarak gördüğümüzü ifade etmeliyim. Komisyonunun diğer üyelerini bilemem, ama MHP’li üyeler son güne ve son ana kadar yeni anayasanın yazılacağına canı gönülden inanmaktadır. Burada asıl samimiyetsizlik, asıl inançsızlık ve asıl heyecansızlık AKP’dedir.

AKP’li parti yöneticilerinin bizim adımıza konuşma ve hüküm verme mezuniyetleri hiçbir zaman olamayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi masadan kalkan taraf olmayacak ve yeni anayasa hazırlığına yönelik umudunu kaybetmeyecektir.

Sayın Cemil Çiçek olmasa da Uzlaşma Komisyonu çalışmalarını sürdürebilecektir.

Nitekim Anayasa Uzlaşma Komisyonu Çalışma Usullerinin 3. Maddesi ‘Komisyonun Başkanı TBMM Başkanıdır. TBMM Başkanının yokluğunda TBMM Başkanının görevlendirdiği Komisyon üyelerinden birisi oturuma başkanlık eder’ ifadesini içermektedir.

15. Maddesi de Komisyon görevinin, anayasa teklifinin Genel Kurulda kabul edilip kanunlaşmasıyla veya siyasi partilerden birinin çekilmesi ya da çekilmiş sayılması ile sona ereceğini belirtmektedir. Şu halde Sayın Çiçek’in Başkanlıktan sarfınazar etmesi bir şeyi değiştirmeyecektir. Esas ve önemli olan AKP’nin veya bir başka Komisyon üyesi partinin çekilmesi ilgili kararı ya da çekilmiş sayılmasına dönük tespittir.”

Şu ana kadar Uzlaşma Komisyonu’na üye veren hiçbir partinin çekilme iradesi göstermediğini kaydeden Bahçeli, “Yalnızca AKP Komisyon’dan ayrılmak için bahane aramaktadır. Bu kapsamda Başbakan ve partisi; ‘tamam mı, devam mı’ noktasında kararını vermelidir. Biz parti olarak, iki yılı aşan bir süredir verilen emeklerin, uzlaşmayla belirlenen maddelerin heba olmasına gönlümüz elvermemektedir. Maksat milletimize yeni bir anayasa kazandırmak ise bunu başarabileceğimize yürekten inandığımızı ifade etmek isterim. Bugüne değin, Başbakan Erdoğan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun çökmesi için her yola başvurmuştur. Çalışmasını sabote etmiş, vade biçmiş, uzlaşılan maddelerin parçalı şekilde Meclis Genel Kurulu’na getirilmesi için baskı yapmıştır. Yeni Anayasa sürecindeki en ciddi bariyer gerçekte Başbakan’dan başkası olmamıştır. Zira elinin altında, PKK-BDP ve İmralı canisi müşterekliğiyle hazırlanmış, Oslo’da son rötuşları yapılmış bir anayasanın hazırda bekletildiği anlaşılmaktadır. Bunun için uzlaşma kanallarını bizatihi dinamitleyip ‘ne yapalım, biz istedik, fakat onlar engel oldu’ mazeretiyle kendi planını devreye koymak için Komisyonun tekerine çomak sokmaktan geri durmamıştır.

Sayın Çiçek’i, 25 aylık süre zarfında kimin ne konuştuğunu, neyi teklif ettiğini, uzlaşmaya nelerin ve hangi tutumların engel olduğunu açıklamaya ve bu kapsamdaki toplantı tutanaklarını ifşa etmeye davet ediyorum. Adına anayasa hazırlanan Türk milleti olan biten ne varsa bilmeli ve öğrenmelidir” ifadesini kullandı.

Bahçeli, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın konuyla ilgili sözlerinin de çok manidar olduğuna dikkat çekerek şu ifadeleri kullandı:

“Sayın Mahkeme Başkanı, Karatay Üniversitesi tarafından düzenlenen ‘Anayasa ve Demokrasi’ konulu konferansa katılmış ve yine seçime girecek bir siyasetçi gibi yorumlarda bulunmuştur. Evvela bir yüksek mahkeme başkanının bu denli siyasi yorum yapması ve gündemde kalma merakı anlaşılır gibi değildir. Dünyanın hiçbir ülkesinde de böyle bir örneğe rastlanamayacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin Sayın Başkanı şu ifadeleri bir çırpıda söylemiştir:

‘Ben kendimizi evlenme vaadiyle kandırılmış insanlara benzetiyorum. Nikah masasına oturulmadı. Tabii bunun faturasını bu siyasi partilerimiz çekecektir’. Sayın Mahkeme Başkanı neyi anlatmaya ve neyi ima etmeye çalışmaktadır? Damat kimdir, gelin kimdir? Evlenme vaadiyle kandırılan kimlerdir? Sayın Başkan, hangi çevrelerin nam ve hesabına konuşmaktadır? Yoksa kendisi AKP’ye el altından yaptığı servisin, verdiği desteğin amacına ulaşamadığından mı yakınmaktadır? Siyasi partilerin milletimiz nezdinde neyle karşılaşıp karşılaşmayacaklarını bu Sayın Başkan nereden bilmektedir? Başkanlığının yanında müneccimliğe de mi soyunmuştur? Hiç şüphesiz Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın görevi yürürlükteki Anayasa’ya göre vazifesini ifa etmek ve taşıdığı sorumluluğun gereğini yerine getirmektir.

Kaldı ki Yüksek Mahkemeyi siyasi polemiklerin içine çekmeye, sanki bir partinin mensubuymuş gibi değerlendirmelerde bulunmaya hiç hakkı yoktur.

Anlaşılan Anayasa Mahkemesi Başkanı emekliliğinden sonraki yerini şimdiden hazırlamaktadır. Sayın Başkan’ın mezkur konuşmasında bizi daha da düşündüren ve bu kadar olmaz dedirten bazı sözleri de sarf etmiştir. Sayın Mahkeme Başkanı kaş yapayım derken göz çıkartmış ve şu talihsiz açıklamaların tarafı olmuştur:

‘Tabii biz, Anayasa Mahkemesi olarak, belki günaha girebilirim, içimden af diliyorum; Allah’ı Türkiye’nin dışında bir yere konumlandırdık. Ama sakın içeri girme, girersen şöyle olur, böyle olur. Sıkıntı bundan doğdu biraz.’ Sayın Başkan’ın bu sözleri maksadını aşmış ve yakasına yapışmıştır.

Sayın Mahkeme Başkanı bilmelidir ki, Cenab-ı Allah, tövbe haşa, kimsenin, ama kimsenin siyasi hesaplarına konu olamayacaktır. Yüce Rabbimizi ağızlara alırken herkes itinalı, özenli ve saygılı olmalıdır. Allah ne yerdedir, ne göktedir; ne içeridedir, ne dışarıdadır; hamd olsun ki Allah her yerdedir ve hepimize şah damarımız kadar yakındır.”

Başbakan Erdoğan’ın, TİKA görevlilerinin Türkmenistan’ın Merv şehrinde Sultan Alpaslan’ın türbesini bulduklarını ve bu türbeyi restore ettiklerini söylediğini ifade eden Bahçeli, “Ancak gerçekte henüz Sultan Alparslan’ın mezarının yeri bulunamamış, üstelik bu konuda herhangi bir arama çalışması da halen başlatılmamıştır.

Eğer ki, Başbakan’ın kast ettiği türbe Sultan Sencer’e ait ise, bu türbenin restorasyon işini 57. Cumhuriyet Hükümeti döneminde biz çoktan yaptık ve tarihi görevimizi vecd ile yerine getirdik. Anlaşılan Başbakan Sultan Sencer ile Sultan Alparslan’ı birbirine karıştırmaktadır.

Yine Başbakan Erdoğan, ‘MHP’ye sorun, milliyetçiler ya, inanın bu köyü bilmez. Kocacık Köyü, Gazi Mustafa Kemal’in babasının doğduğu, büyüdüğü köydür. TİKA gitti, köyü buldu, Ali Rıza Efendinin evini tespit etti, oraya büyük bir anı evi inşa etti ve bu ev tamamlandı, ziyarete açıldı’ demiştir.

Bu konuda da gerçek şudur: Gazi Mustafa Kemal’in Makedonya Kocacık Köyü’nde bulunan babası ve dedesine ait evin aslına uygun olarak yapılması projesi bizzat 57. Cumhuriyet Hükümeti’nde bize nasip olmuştur” şeklinde konuştu.

İlk Meclis’teki havanın İmparatorluk hassasiyetinin genel temayülünü yansıtmasının son derece normal olduğunu vurgulayan Bahçeli, şunları söyledi:

“Ve şurası da kesindir ki, Kürdistan; ‘Şark Meselesi’nin ana terminallerinden birisi, Anglosakson kuşatmanın ve vahşiliğinin bir öğretisidir.

Bunun dışında Birinci Meclis’ten Kürdistan’a destek aramak, bölünmüş Türkiye için gerekçe oluşturmaya çabalamak Başbakan’ın yeni diye yutturduğu, ama mazisi iki asrı aşan parçalanma ve bölünme projesinin maskelemesinden başka bir şey değildir. İlk Meclise bakınca Başbakan İmparatorluk bakiyesi etnik kimlikleri, biz ise kahramanlıkları, bir olmuş, iri olmuş ve diri durmuş cesaret timsallerini görüyoruz.

İlk Meclis’e bakınca Başbakan 36’yı, biz ise vatanı ve namusu için ayağa kalkmış topyekûn büyük Türk milletini görüyoruz. İlk Meclis’e bakınca Başbakan Kürdistan’ı, biz ise Türkiye Cumhuriyeti’nin müjdesini ve Türk milletinin bağımsızlık tutkusunu görüyoruz. Çünkü biz Milliyetçi Hareket’iz.

Devleti kuran, milleti kurtaran, geleceği kurgulayan derin anlayış ve engin kavrayışın temsilcileri olan Türk milliyetçileriyiz.

Başbakan tarihte; Cemil Çeto’yu, Delibaş Mehmet’i, Çapanoğlu’nu, Koçgiri Aşiretinden Alişan’ı, Ali Galip’i, Şeyh Said’i, Damat Ferit’i, isyancıları, bölücüleri, ayrılıkçıları, hainleri, yabancı ajanlarını, ilk Meclis’teki bazı münferit isimleri övmektedir; biz ise Ötüken’den Çanakkale’ye, Sakarya’dan Dumlupınar’a kadar bir hilal uğruna şehit düşen, Türk tarihinin her devrinden fışkıran mübarek yüzlerle iftihar etmekteyiz.

Başbakan’a tavsiyemiz, Mustafa Kemal’i iyi anlaması, ilk Meclis’in temsil ettiği zihniyeti lekelememesi, hele hele merhum Başbuğumuz Türkeş Beyi ağzına alırken edepli olmasıdır. Bize büyük devlet olma konusunda ahkâm kesecek, korkular üzerinden ders verecek en son insan bile Recep Tayyip Erdoğan değildir ve olmayacaktır.”

Başbakan’ın Trabzon’da yaptığı 61 hesabına da değinmek istediğini söyleyen Bahçeli, şöyle devam etti:

“Değişik zamanlarda bizim 40 hesabımızla alay eden Başbakan, meğerse bunu da taklide karar vermiş; Trabzon’un fetih yılından plakasına, hükümet sayısından yaşına kadar zorlaya zorlaya 61’e tutturmuştur.

Başbakan’ı bu matematik dehasından dolayı tebrik ediyor, kendisinden daha fazlasını bekliyorum.

30 Mart’ta Trabzon’dan 61 uman Başbakan, mesela Adana’dan, Adıyaman’dan ve Afyonkarahisar’dan acaba ne beklemektedir? Oraların plakaları nedir acaba?

Bizim 40 hesabımızı 61 rekoruyla kıran Başbakan Erdoğan herhalde bundan sonra dur durak bilmeyecek, toplama ve çarpmadan ziyade bölme ve çıkarmalarla girdiği karanlık yolda ve elinde abaküsle yana yakıla dolaşacaktır.” 

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız