SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Bir Sıtmapınarı Hikayesi

A- A+ PAYLAŞ

Doç.Dr. Murat KARAGÖZ

Gökyüzü masmavi, güneş sanki şimdikinden daha parlak, geceler lacivert, bulutlar bembeyaz pamuktandı. Tam kırk yıl öncesi, böylesine ayrıcalıklar çağıydı, benim Sıtmapınarı’na ilk tanıklığım. Rivayete göre caminin karşı köşesinde bir pınar varmış, suyu sıtma hastalığına iyi gelirmiş. O yüzden bu semte, sıtma pınarı, mahalleye de şifa mahallesi denmiş. Sıtmapınarı, Tahtalı Minareden, Hacı Abdi’ye, Hasan Bey, Koyunoğlu ve Çukurdere’ye kadar uzanan bir arka bahçenin de merkezidir.

Buradaki canlılığın en büyük sebebi hemen yanı başındaki Sümerbank dokuma fabrikasıydı. Sümerbank’ın yanı sıra, Demir Yolları, Tekel sigara, ve Şeker fabrikası burayı bir işçi memur semti yapmıştı. Berberler, terziler, bakkallar, kasaplar, odun ardiyeleri, çay ocakları pek çoktu. Bahçeli, avlulu kocaman kahvehaneler vardı. Babaların fabrika çıkışı ikinci ciddi mesaisi buralarda oşkin oynamaktı. Yolun bir yanında faytonlar, karşı tarafta at arabaları sıralanırdı. Caddeye varmadan onbeş yirmi metre önce solda kahve dibeğinin rutin sesi ta ötelerden duyulurdu. Aynı dükkânda taze leblebi de kavrulur, ikisinin kokusu birbirine karışır, Sıtmapınarı’na has bir hava yayılırdı.

Yukarı doğru çıkarken yol çatallaşır, sağa sapınca Köşebaşına varılır, tekrar sağa sapınca bizim sokağa girilirdi. Şimdiye nazaran çok dardı. Evler bahçeli, avlulu, eyvanlıydı. Tandır ekmeği pişirilen sundurmalar olurdu. O zamanlar dört mevsim bihakkın yaşanır, baharla birlikte bahçeler mor menekşeler, beyaz papatyalar, kırmızı gelinciklerle dolar, binlerce kelebek uçuşurdu. Kışın karlar sokağı kapatır, Nisanda yağmurlar aralıksız yağar, Mayısta topraktan buharlar yükselirken, mevsimlerin değiştiğine bizatihi tanıklık ederdik.

Bu sokakta dışarıdan birkaç aile olsa da çoğu yerli, köklü ailelerdi. Akraba çevresi çoktu. Sokağın geçmişini babaannem anlatırdı ta çocukluğundan başlayarak. Seferberliği, yokluğu, kıtlığı görmüş, tamı tamına bir Osmanlı kadınıydı. Hiç unutmam, bir bayram günü yol ortasında ikibuçukluk bulmuştum, en büyük madeni paraydı o zaman, kaşlarını çattı, götürüp bulduğum yere koydurttu. Heybetli olmasına karşın yabancı birini görse duvağını yüzüne dolardı. O koca bir sülalenin biricik “bibi”si, evimizin bel direğiydi. O yüzden misafirimiz hiç eksik olmazdı.

Henüz televizyon seyredilemezken Malatya’da, akşam gezmeleri, sohbetleri, çok revaçtaydı. Uzun kış akşamlarında büyüklerin hikâyelerini ağzı açık dinlerdik. Yaz akşamları çocuklar için kısa olurdu eyvanlarda. Büyükler henüz sohbeti bitirmese de bizler gecenin koynunda uykuya dalar, uzaktan uzağa geceyi yaran kara trenin dalgalı ıslık sesiyle uyanır gibi olurduk.

Mahallede güvercin uçurup, takla attıran ağabeyler, çeyiz yapan, nakış işleyen ablalar vardı. Komşuluk bağları güçlüydü. Zaten burada komşuluk bir aile demekti. Bilhassa kadınlar bu ortamı yaşatırdı. Toplu gezmelere, sormalara gidilirdi. Ramazan ayında yemek hazırlıkları, sarmalar, dolmalar, bir araya gelmelerin en iyi bahanesiydi. Bayram arifelerinde imece usulü baklavalar açılırdı.

68 yazıydı. O yaz, Sıtmapınarı camiinde hocaya gittim. Yan kapıdan merdivenle çıkılan geniş odada öğlene kadar mırıl mırıl herkes elifba okur, sırası gelen hocanın karşısına geçip, dersini talim eylerdi. Buradan caminin iç balkonuna bir kapı açılır, bazen ders arasında o tarafa geçer, kubbeyi, güzelim işlemeleri, renkli camları, yeşil halıları, minberi, mihrabı seyreder, mabedin huzur veren sessizliğini dinlerdik.

Yaz biterken, İstasyon caddesinin karşı sırasındaki bir terziden elbise, aynı sıradaki gömlekçiden gömlekler diktirildi. Yolun bu tarafındaki çapraz köşede büyükçe bir ayakkabı mağazasından kundura alındı. Bunlar okul hazırlığıydı. Derken bir Eylül günü, okullar açıldı. Caminin hemen karşısındaki okula kaydolduk. Çocuklar, veliler, her taraf cıvıl cıvıl insan kaynıyor. Sınıflar aranıyor, öğretmenlerle tanışmalar, bir telaş bir telaş. Bina henüz yeni yapılmış, her yer kireç ve boya kokusu. Eski kerpiç bir bina arka tarafta yıkılmayı bekliyordu. Birinci sınıflar hemen girişte soldaki sınıfa doluştuk. Deftere çizgiler çiziliyor. Öğretmen hanım her sırayı tek tek dolaşıp, kalem uçlarını açıyor, kalem tutmasını öğretiyordu. Bu okulda değişik öğretmenlerle tam beş yıl okuduk. Hemen her sene farklı bir öğretmende okuduk. İşte bu gün onların günü, daima hayırla yâd etmeli, ellerinden öpmeli.

Şanslıydık, belki de okulun en seçkin, en iyi, en çalışkan öğrencileri hep bizim sınıfımızdaydı. Gurur kaynağımız, çok başarılı arkadaşlarımız vardı. Bana göre, arkadaşlıktan öte, bir sevgi pınarının, aynı şefkat annesinin çocukları, kısaca kardeş gibiydik. Çılgınlar gibi koşup, yakalamaca oynardık. Yerli malı haftaları, 23 Nisan’lar ve diğer milli bayramlar, o bayramlarda İmam Hatibin Mehter bölüğü, tarihin içinden çıkıp gelmiş gibi, herkesi büyülerdi.

Daha sonraki yıllarda doğrusu bu semtin yıllar boyu nasıl değiştiğine yakinen tanık olamadım. Okul, iş derken aradan upuzun yıllar geçmiş. Şimdilerde ne zaman o okulun önünden geçsem, çocukluğumu hatırlarım. O Sıtmapınarı, o okul, benim ilk göz ağrım. Yakını değil uzağı hissetmek, dünü değil geçmişi hatırlamak, eskiye özlem duymak, yani nostalji, eğer bir zaafsa, evet ben gerçekten çok zayıfım. Ruhum hâlâ geçmişin o eski sokaklarında dolaşır, oradan namütenahi ufuklara ulaşır.

Bu gün o asude Sıtmapınarı yok artık. Kat kat yükselip değişmiş, yabancılaşmış. Cumbalı pencereler, çiçekli avlular, bahçeli evler, yüksek eyvanlar, parke taşlı yollar, taş işçiliği binalar, neredeyse kalmamış. Yerine devasa yapılar dikilmiş, hiçbir ölçüye uyulmadan. Upuzun kavak ağaçları, serviler vardı hani, örgülü saçlar gibi salınırdı. Şimdiyse o güzellikler kökünden kazınmış. Burada eskiye dair ne varsa yok edilmiş. Asıl üzücü olan, o okul, okuduğumuz, hayatı öğrendiğimiz o kurum, o da yok artık.

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız