SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Bu Malatya'da Bir İlk İdi

0
Güncellendi - 2016-03-14 22:24:25
Bu Malatya'da Bir İlk İdi
A- A+ PAYLAŞ

Aziz Azmi FENERCİOĞLU(*)

Malatya’nın Kernek Suyunu içmiş, Derme Suyunun eski güzergâhını bilen,  Malatya’nın doksan yıllık yapısını bilen dedeniz olarak Malatya adına yazmak durumundayım. Yoksa bu zaman dilimi sonraki kuşak tarafından yeterli ölçüde aydınlanamaz. 1919 yılında doğmam, köken itibari ile özellikle de ana tarafından kadim Malatyalı olmam, tarih ve kültür kollarında Malatya adına araştırmalar yapmam ve de geçmişe önem vermem, bu yaşta beni bu yazıları yazmama vesile kılıyor. Çünkü: Malatyalı hemşehrilerim Malatya’nın geçmişini bilemiyor. Meşhur bir laf vardır. Geçmişini bilemeyen geleceğini bilemez diye. İşte Malatya bu yolun ayırım noktasında, yani geçmişle gelecek arasında kopma noktasında.  Bana da onları bilgilendirmek ve de geçmişten izlenimler anlatmak düşüyor. Ara sıra tansiyonum yükselse de Malatya’ya hizmet her zaman boynumun borcudur.  Gelelim miş ve mış’lara.

MALATYA’DA EĞİTİM (1900 LÜ YILLAR) :

Malatya’nın gençleri pek okumazdı. Okul da yoktu. Ortaokul 1907 yılında İrade-i Seniye ile yani padişah fermanı ile açıldı. Ondan önce medreseler vardı. Bu medreselerde dine dayalı eğitim verilirdi. Malatya’da okumak isteyenler idadiye giderdi; daha çok askeri İdadiye. Mesela Mahmut Nedim (Zabcı) Bey, Fenercilerin Behçet Bey, Hacınebizade Fazıl Bey ile kardeşi, gibi.

Behçet Bey, Ahmet Fırat’ın kayınbabasıdır. Hikmet Bey doktordu. O zamanlar Malatya’da yüksek okulu bitirenlerin sayısı onu geçmezdi. Daha sonra da Mehmet Bey dişçi oldu, Lütfi Bey de eczacı oldu. Babamı da oraya göndermişler ama babam kovulmuş. Babam Elazığ idadisinde okuyormuş, yaramaz bir çocukmuş, idadiden atılmış. 

Babamın dedesi Hasan Efendi'dir. Hasan Efendi Malatya’nın Defter-i Hakani’sidir . Malatya mutasarrıflık olduğu için müdür denmezdi, şimdiki tabirle Malatya defterdarıdır. Malatya’nın kazalarında mal müdürlükleri görevlerinde bulunduktan sonra 1830’larda Malatya defterdarlığı görevine getirilmiştir. Üç oğlu vardır: Tevfik Efendi. Meclis İdare azasıdır. Kazalarda da müstantiklik (Sorgu hâkimi) yapmıştır. Diğer oğlu da Şefik Efendi’dir. Şefik Efendi de Malatya’da bankacıdır.  Hasan Efendi'nin üç oğlu olmuş. Baki Efendi, Fazıl Efendi ve Şekip Efendi. Dedem de Ser Komiserdir, Malatya’nın ser komiseridir, şimdiki anlamı ile emniyetin başı. O zaman müdürlük yoktu. Şefik Efendi’nin çocuğu olmamış. Tevfik Efendi’nin iki oğlu var, birisi subay. Elazığ’da okumuş ondan sonra harbiyeyi bitirmiş. Diğer oğlu ise öğretmen olmuş. Diğer oğlu hukuku bitirmiş ama genç yaşta vefat etmiş. Dedeme sıra gelince. Dedemin tek oğlu olmuş, o da benim babam. Gece gündüz içki içer,  eşribe  leylin nehar, gece gündüz içki içer, zampara, keyf ehli. 

Hamiyet Yüceses sahneye çıkıyordu. Anamın dayısının oğlu vardı; Şahin Karacabey, belediye reis muavini idi. Onun babası seferberliğe gitmiş. Şahin; evlenene kadar bizde kaldı. Babam ikimizi de aldı, Hamiyet’i seyretmeye götürdü. Daha sonra Barbaros Okulu oldu, cadde üzerinde değil mezarlığa doğru, işte o konağın bahçesinde tiyatro vardı. Gittik locaya oturduk. Hamiyet sahneye çıktı, sazlar çaldı Hamiyet söyledi. O zamanlar sahneye çıkanlar şarkılarını söyledikten sonra ellerine bir tepsi alarak masa masa dolaşırlardı. Bizim locaya da geldi.  Babam; oğlum Hamiyet’i öp dedi. Ben çekindim. Öp ulan dedi. Ben de öptüm. Ondan sonra, oğluma öptürttüm, bir de ben öpeyim dedi. Babam Arakir ile Leyleğin oğlunu eve çağırır, onlara çaldırtır söylettirir,  kendisi de rakısını içerdi. 

Adil Bey 1920’lerden itibaren Malatya Milli Eğitim Müdürlüğü görevini icra etmişti. Eskiden Malatya’da kız ve erkek okulları ayrıydı. İnas mektepleri var idi. Derme Okulu’nun bulunduğu binalarda kızlar okurdu. Hatice Hanım mektebin müdürüydü. Erkek çocuklar da İzzetiye, Hidayet, Çarşı Mektebi gibi mekteplerde okurlardı. Cumhuriyetten sonra kız ve erkek mekteplerine son verilerek kız ve erkek öğrencilerin bir arada okunması sistemi getirildi. Milli Eğitim Müdürü Adil Bey istifa etti. 

Bedri Bey 1920’lerde Mülkiye’yi bitirmiş, stajyer maiyet memuru (Kaymakam stajyeri) olarak Malatya’ya gelmişti. Bedri Bey de diğer abileri gibi modern şekilde giyer, kravat takar, ceket pantolonla dolaşırdı. Bu günler Cumhuriyetin kurulduğu yıllardı. Vali Nevzat Tandoğan’dı. Bu yıllarda arka arkaya devrim yasaları çıktı. Fes giyerken fesin yerine biz şapkayı taktık. Ben fes de giydim. Her berber dükkânının yanında fes kalıpları vardı. Saçımızı keserken fesimizi de kalıba sokarlar,  bir biçim verirlerdi. Eski yazı kalktı, yeni yazı çıktı. Eski mekteplerin yanına yeni mahalle mektepleri açıldı. Yeni yazıyı halka, memurlara öğretmeye başladılar. Kıyafet Kanunu çıktı. Şalvarla, zıbınla, beyaz don, aba ve şalvarla gezen erkekler, pantolon ceketlerle ve kravatlarla dolaşmaya başladılar. Malatya’da bir değişim yarışı başladı.

Bedri Bey’in gelişi işte bu tarihlere rastladı. Bedri Bey’in annesi Mumculardan Zahide Bacı idi. Zahide Bacı oğlunu evlendirmeye çalışıyordu.  Bedri Bey, Malatya kızları ile evlenmeyi düşünmüyordu. İlerde kaymakam veya vali olacaktı. Görevini düşünüyordu. Batıya dönük bir yapısı vardı. O zamanlar Malatya kızlarının en tahsillisi ilkokul mezunu idi. Malatyalılar birbirlerinden kız alırlar birbirlerine kız verirlerdi, yani tüm Malatya akraba idi. 

O yıllarda Malatya’da askeriyenin başında kurmay Binbaşı Şefik Bey vardı. O; Atatürk devrimlerinin ilk temsilcilerinden idi. Üç kızı vardı.  Malatyalı bayanların yüzleri kapalı iken bunların saçları kesik, yüzleri açıktı. Bunlar bisiklete biner Sivas Caddesi’nde yani Papur Yolu'nda (**) bisikletle dolaşırlardı. Kısa elbise ve etek giyerlerdi. Erkek arkadaşları ile medeni ölçüler içerisinde konuşurlardı. 

Bedri Bey, Şefik beyin kızlarından biri ile evlenmeye karar verdi. Şefik Bey’in bir kızının adı Ruhsar, bir kızının adı Jale, diğerinin adı da Sabahat’tı.  Malatyalılar bu isimleri doğan çocuklarına verdiler. Ruhsar hanımla Bedri Bey’in evlenmesine karar verildi. Bedri Bey, Özer soyadını aldı. 

Bu düğün Malatya’nın davullu zurnalı geleneksel düğünlerine hiç benzemiyordu, balo diyorlardı. Orta Mektebin altında matbaanın olduğu yerde bir salon vardı. İşte balo yani düğün o salonda yapıldı. Mektep yangınından sonra matbaa Tekke Camisine gitmişti. Düğünde davul zurna yoktu. Düğünde keman, kornet, saksafon,  bir de bateri vardı. Buradakilere de Malatyalılar tango derlerdi. Tango müziği aslında Güney Amerika müziğidir. O yıllarda esintisi Malatya’ya kadar uzanmıştı. Başını açan, manto giyen hanımlara da, tango olmuş derlerdi. Mesela; Fatma’dan bahsedilirse tango Fatma mı? derlerdi.  Düğünde dans ve içki de vardı. Düğüne askeri zevat ve Malatya’nın mutaassıp olmayan aileleri iştirak etmişti. Bizi de davet etmişlerdi, ancak kadın erkek bir arada olduğu için anam düğüne iştirak etmedi. Komşular beni de aldılar öylece düğüne katıldım. Düğüne gittim ki orada İlkokul öğretmenim Muammer Bey de var. 

Düğünde Malatya’nın gelenekselliğinin hiçbir özelliği yoktu. Söz kesme, gelin alayı, dini nikâh yoktu. Herkes kravatlı pantolonlu bir şekilde düğüne katılmıştı. Bedri Bey Ankara’nın Çubuk Kazasında kaymakammış. Sonra vefat ettiğini duydum. 

ŞEFİK BEY

Gelelim Şefik Beye;  o zaman yarbaydı, Atatürkçü idi.  Atatürk’ün Kastamonu’da açtığı şapka devriminden bir gün sonra da belli bir kesim şapka giymeye başladı. Terziler bile şapka dikiyorlardı. Hatta birisi Yahudilerin giydiği melon şapka giymişti. Askerler de kalpakları attılar, şapkaları geçirdiler. Yeni yazı öğrenmek için okullar açıldı. 1940’ların başında öğretmendim, halka para almadan geceleri yağmur çamur demeden okuma yazma öğretirdik. Amacımız Atatürk’ün inkılaplarını hemşehrilerimize öğretmekti.

Analarımız kırmızı, sarı, yeşil çarşaflar giyerler, peçe takarlardı. Erkeklerin olmadığı zaman peçeyi kaldırırlar, erkek görünce peçeyi indirirlerdi.  Bazı kadınlar ihram giyerlerdi. İhram ince yünden yapılmış beyaz bir başörtüsü idi. Kadınlar ihrama sarınırlardı, sadece gözleri ve burunları görünürdü. 

Subay hanımları ata binerler, atla dolaşırlardı. Hatta yakınımın biri ile Çöşnük’e giderken süvarilere rastladık. Süvariler ata binmişler, çizmeleri çekmişler ve de şapkaları takmışlardı. Yaklaştılar, onların subay hanımları olduğunu anladım. Bunları gören yanımdaki Hatçe Bacı yüzünü kapattı. Bunun üzerine Hatçe Bacı niçin yüzünü kapatıyorsun? Dediğimde, ‘Namahrem’, dedi, bunların kadın olduğuna inanmadı, yüzünü açmadı. 

Anam da dahil Malatyalılar çarşafı atarak manto giymeye başladılar. Anam başına eşarp geçirirdi. Kadınlar yüzlerini gere gere çarşılarda dolaşmaya başladılar. Eskiden bayanlar hamama gidişlerinin dışında çarşıya inmezlerdi. Hamamdan çıkarken peçelerini kapatırlardı. Hatta bazı erkekler çarşaflı kadınlar giderken onların topuklarına bakar güzel mi çirkin mi olduklarına karar verirler, bayanları dikiz ederlermiş. Böylece 1928’den sonra da düğünlerimiz ikiye ayrıldı. İşte Malatya’da davulsuz düğüne Bedri Beyin düğünü bir başlangıç oldu. İşte böyle düğünlerimiz böyle başladı. Bu günkü salon düğünlerine Bedri Bey’in düğünü yani balosu başlangıç oldu. 

Bana kalırsa eski davullu zurnalı düğünümüz daha güzeldi ve de daha samimi idi.

FOTOĞRAFLAR: A.Azmi Fenercioğlu Arşivi

_____

(*)- Aziz Azmi FENERCİOĞLU ile ilgili arşivimizdeki yazılara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

http://www.malatyahaber.com/makale/azmi-amca-ve-aniko

http://www.malatyahaber.com/makale/ami-ben-geldim

(**)- O yıllarda Malatya’nın dışarı ile irtibatı yoktu. Şehir halkı örf ve ananesini yaşıyor böylece hayat devamediyordu. Sadece Sivas şosesi vardı, yol kırma taşlar üzerine toprak serilerek düzenlenirdi. Ulaşım demir tekerlekli Furgonlar veya yaylılarla yapılırdı. Furgonlarla daha çok yük taşınırdı. (Furgon: Taş arabaları idi). Ancak bu arabaların üzeri yay şeklindeki demirlerle döşenmiş, tavanına da bez çekilmişti. Yaylı ise tekerlerin taşınması yaylarla desteklenmiş arabalardı. Bunların içi süslü olup üzerleri muşamba ile kaplı, furgona göre daha modern taşıma araçlarıydı. Yol Sivas’a  ve Samsun’a bağlanırdı. Malatyalılar, Sivas Caddesi'ne yani  bu yola “Papur (vapur) Yolu” da derlerdi. Dışarıya açılan en geniş yolumuz bu yoldu,  İstanbul’a gitmek isteyenler arabalarla Sivas üzerinden Samsun’a giderler ve oradan da vapurla İstanbul’a geçerlerdi. (A.Azmi Fenercioğlu)

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

3 yorum yapılmış

  • Adil (7 yıl önce)
    Tamamen gerçek olmayan sadece hikaye
    0
    0
    Yanıtla
  • mustafa (7 yıl önce)Adil isimli kullanıcı yorumuna
    çok bilmiş.
    0
    0
    Yanıtla
  • murat44 (7 yıl önce)
    anlatım tarzınız çok iyi,o yılları bilmem ama yılları gözümde canlandırdınız teşekkür ederim emekleriniz için...
    0
    0
    Yanıtla