SON DAKİKA
SON DEPREMLER

'Bu Üniversite Bütün Malatya'nın'

0
Güncellendi - 2015-12-27 21:35:55
'Bu Üniversite Bütün Malatya'nın'
A- A+ PAYLAŞ

RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: Güler HAZAR, Yeni Malatya Gazetesi

(NOT: İnönü Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Cemil Çelik'le yaptığımız ve aşağıda okuyacağınız röportaj, Çelik'in rahatsızlığından önce, geçtiğimiz hafta yapılmış ve Yeni Malatya Gazetesi'nde de yayınlanmıştır. Salı günü By-pass ameliyatı geçiren Sayın Çelik'e acil şifalar diliyoruz)

* İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik, görev yaptığı süre boyunca üniversitesinin akademik performansının evrensel düzeye çıkarılması için çaba gösterdiğini vurgulayarak, İnönü Üniversitesi’nin temel misyonlarından birinin de toplumsal sorunlara çözüm üretmek konusunda öncü rol oynamak olduğunu söyledi. 

* İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik, ODTÜ ve Bilim-Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın açıkladığı ‘Üniversitelerin akademik performans ve yenilikçi-girişimcilik endeksi’ sıralamasının 20 yıl öncesinin ölçüleri ile yapıldığına dikkat çekti ve şu eleştirileri getirdi:  “Dünyada üniversitelerin her alandaki performans kriterleri sürekli bir değişim içinde. Yani kesinlikle statik bir şablondan söz edemeyiz. Dünyada böyle iken Türkiye’de anakronik bir tutum içinde olunması üniversitelerin ve bilim-teknoloji kuruluşlarının evrensellik boyutu ile örtüşen bir tutum değildir. Çünkü artık o günkü, yani 20 yıl 10 yıl öncesinin bakış açısı artık bugünkü bakış açısıyla aynı değil. Bu nedenle biz o tür sıralamaları önemsemiyoruz ve hedeflerimize ilerliyoruz”. 

* Rektör Prof. Dr. Cemil Çelik ile üniversitedeki gelişme ve değişmelerin A’dan Z’ye konuştuğumuz söyleşinin bizim açımızdan dikkat çeken ve altı çizilmesi gereken vurgusu ise şuydu: “Biz Amerika, İngiltere veya Almanya değiliz. Bizim toplumumuzun bizden beklediği, üniversitelerden beklediği sosyal sorumluluklar var. İnönü Üniversitesi bu sosyal sorumlulukları önceleyen bir üniversitedir. Biz toplumun kalitesini, refah düzeyini, mutluluğunu, bilgi düzeyini arttırıcı çalışmalarını bırakıp, sadece çöreklenip research (araştırma) üniversiteleri gibi olamayız”. 

İşte Türkiye kamuoyunda ve akademik camiada yeni ve sıcak bir tartışma gündemi yaratan ‘Üniversitelerin Akademik Performans ya da Yenilikçi- Girişimci Üniversite Puanlaması’ konusunu konuşmak, yayınlanan performans listelerindeki çelişkilerin nedenini öğrenmek üzere İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik’le konuştuk. 

Rektör Prof. Dr. Cemil Çelik’e bazı konularda yöneltilen eleştirileri de soru konusu yaptık elbette. Örneğin; üniversitenin enerji ve kaynaklarının önemli bir bölümünün tıbbi bilimlere kanalize edilip, diğer alanların ikinci planda kaldığı iddiasını da konuştuk.

*Bir öğrenci velisi iseniz bu yıl üniversite sınavlarına giren ve başarılı bir sonuç alarak hedeflediği üniversiteyi kazanmak isteyen kızınız ya da oğlunuzun Galatasaray Üniversitesi’ni mi yoksa Şırnak Üniversitesi’ni mi tercih edip kazanmasını istersiniz? 

Ya da üniversiteye girmek için gece-gündüz, hafta içi – hafta sonu demeden ter akıtan öğrenciye doğrudan soralım: Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nde mi okumak istersiniz yoksa İstanbul Üniversitesi’nde ya da Ankara Üniversitesi’nde mi? 

Aslında bu soruların cevapları çok açık. Cevaplar açık olduğu için de muhtemelen bu soruların da anlamlı sorular olmadığını düşünüyorsunuz. 

Fakat, TÜBİTAK, Bilim-Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve ODTÜ’nün öncülük ettiği, Türkiye’deki üniversiteleri ‘Akademik Performans’a ve ‘Yenilikçilik – Girişimcilik’ yeteneklerine göre sıralayan, yarıştıran ‘Genel Üniversite Sıralaması’ bu soruların sorulmasını ve gündeme taşınmasını zorunlu kılıyor. 

Çünkü ODTÜ Enformatik Enstitüsü tarafından yapılan ‘Üniversitelerin Akademik Performansa Dayalı Genel Sıralaması’ listesinde Şırnak Üniversitesi Galatasaray Üniversitesi’nden akademik performans bakımından çok daha ileri bir noktada görünüyor. Bilim-Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile TÜBİTAk tarafından açıklanan 2013 tarihli ‘Yenilikçi ve Girişimci Üniversite’ puanlamasında ise Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Türkiye’nin en köklü ve en büyük üniversitesi olan, hemşehrimiz Prof. Dr. Mesut Parlak’ın rektör olduğu 2004-2009 döneminde 3 yıl üst üste Dünyanın En İyi 500 Üniversitesi listesine girmeyi başaran Türkiye’deki tek üniversite olan İstanbul Üniversitesi’nden çok daha başarılı ve çok daha yenilikçi…

Başından itibaren söz konusu puanlama, sıralama ve akademik performans değerlendirmesinin objektif ve doğru kriterlerle yapılmadığını savunan, üniversitelerin başarısını değerlendirmek üzere 20 yıl önce konulan ölçülerle bugün üniversitelerin performansının değerlendirmenin tümüyle bilimsellikten uzak, evrensel üniversite algısındaki değişime gözünü kapayan, manüplatif bir çaba olduğunu vurgulayan İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik, bu listelerde İnönü Üniversitesi’nin gösterildiği sıralamayı da hiçbir zaman önemsemediklerini kaydediyor. 

“Bir üniversite karaciğer nakli konusunda dünyanın en çok nakil yapan ikinci büyük merkezi konumuna gelmişse, Türkiye’de güneş enerjisi ile üretilen elektriğin % 68’ini tek başına elde edecek santrali Ağustos ayında faaliyete geçirmek üzere ise ve bunun da mevcut endekste bir karşılığı yoksa yapılan değerlendirmenin doğru ve sağlıklı olduğunu nasıl ileri sürebiliriz” sözleri ile üniversitelerin başarı sırlamasına ilişkin çelişkileri dile getiren Rektör Prof. Dr. Çelik ile sadece bu konuda değil, İnönü Üniversitesi’ndeki diğer gelişme ve değişmeleri de konuştuk. 

Bu yılın Eylül ayında hizmete girmesi planlanan ve Türkiye’de bir ilk niteliğinde olan Karaciğer Nakil Hastanesi’nden, Kanser Hastanesi inşa projesine, turizm odaklı olarak yapılandırılan Kale Meslek Yüksek Okulu’nun uygulama oteli görevini de üstlenecek olan 5 yıldız düzeyindeki Kale Göl Oteli’nden Malatya ve bölgesinde sanayi-üniversite işbirliğini güçlendirerek bilgi teknolojisi üretmesi hedeflenen Teknoparka’a kadar hemen her konuda konuştuk, soru yönelttik ve cevaplarını aldık. 

İşte; İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik ile üniversite kampüsünden başlayıp Kale Meslek Yüksek Okulu’nun Kale’deki yeni kampüsüne kadar uzanan söyleşimiz: 

* * *

- Her yıl ODTÜ tarafından yapılan ve yayınlanan  "Üniversitelerin Akademik Performansa Dayalı Genel Sıralaması" listesinde 2010 yılında 25, 2011 yılında 28, 2013 yılında ise 44. Sırada yer aldı. Daha önce de Bilim Teknoloji ve Sanayi Bakanı Nihat Ergün’ün açıkladığı bir başka sıralamada ise, İnönü Üniversitesi Girişimci ve Yenilikçi Üniversiteler sıralamasında bir hayli geriye düşmüştü. Siz bu listelerin doğru ve bilimsel kriterlerle oluşturulduğunu düşünüyor musunuz? 

- Üniversite algısı, üniversite kavramı o kadar değişiyor ki, siz 30 yıl veya 50 yıl öncenin kriterleri ile üniversiteleri değerlendirirseniz o ölçü ortadan kalkmış oluyor. Size şunu söyleyeyim: Ben ilk asistanlığa başladığımda, ilk yardımcı doçent olmak için denildi ki, herkesin uluslararası yayını olması lazım. Uluslararası yayını olmayan yardımcı doçent olamayacak. Sonra herkes harıl harıl uluslararası makale yazmaya başladı.  Ne olursa olsun. Kim ne bulduysa yazmaya çalıştı. Kimisi Hindistan’da buldu, kimsi Pakistan’da,  orda burada buldu. Belli bir müddet sonra da denildi ki, ‘Tamam herkes uluslararası makale yazsın ama acaba bu yazdığımız makalelerin işe yararlılık endeksi nedir? Yani kaç kişi bizim bu makalelerimizi alıp da uluslararası referans gösterip atıfta bulunuyor?’ Sonra herkes birbirine şunu sormaya başladı: Senin kaç atıfın var? Öyle oldu ki, profesör atamalarında atıfı olmayanlar, profesör olarak atanmadılar. Bu dediğim 1989-1990 yılları arasında. Bir müddet böyle gittik.  Şimdi yeni bir trende girdik. ‘Senin 300 veya 500 makalen var da bunun katma değeri nedir?’ Yani bu ekonomik değeri olan bir ürüne mi dönüşüyor? Bir patent mi? Bir yenilik mi? İçinde yaşadığın toplumun sosyal dokusunun problemini çözmeye yönelik bir karşılığı var mı? Siyaset veya güvenlik kurumu veya bir başka kurum bunu alıp kullanıyor mu? Bu da yetmedi, ilave olarak yeni ve farklı faktörler çıktı. Senin makalenin yayınlandığı dergilerin kıstası ne? Kaçıncı derecede takdiri olan bir dergi? İşte durum bu çizgiye geldi. Bilginin ticari ürüne ve sosyal problemleri çözmeye dönük yönü ne? O çizgiye geldi. Şimdi bu anlattığım süreç içerisinde siz, 1990’lı yılların ölçütleriyle, üniversiteleri sıralarsanız üniversiteler hakkında doğru bilgi ortaya koymamış olursunuz. Çünkü o kriterler o zaman için geçerliydi. 

-Peki sizce üniversitelerin performans değerlendirmesi nasıl yapılmalıdır? 

-Üniversitelerin birçok bölümü var. Bazı üniversiteler sağlık ağırlıklı üniversiteler, bazı üniversiteler sosyal bilimler ağırlıklı üniversiteler, bazıları ise mühendislik ağırlıklı üniversiteler. Şimdi üniversiteleri kategorize ederken, eğer üniversitelerin yaptıklarını, yani mühendislik ağırlıklı çalışmalarını ayrı, sağlık ağırlıklı çalışmalarını ayrı veya sosyal bilimler ağırlıklı çalışmalarını ayrı yapmaz, hepsini aynı kriterleyapars ve hepsini bir torbaya doldurursanız elde edeceğiniz sonuçlar bilimsellik temelinde bir anlam ifade etmez. Hatırlarsanız, bu nedenle Bilim Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı’nın Üniversiteler için Girişimcilik ve Yenilikçilik Göstergesi’nin gerçekçi bir temele dayanmadığını iki yıl önce eleştiri konusu yapmıştım. Eğer bir gösterge yapacaksak, örneğin mühendislik ağırlıklı, Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) veya Karadeniz Teknik Üniversitesi (KATÜ), Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) gibi üniversiteler kendi aralarında değerlendirmek çok daha gerçekçi olacaktır. 

Bir başka kategoride ise sağlık ağırlıklı üniversiteler değerlendirmeye tabi tutulabilir. Biz İnönü Üniversitesi olarak sağlık ağırlıklı bir üniversiteyiz. Hacettepe, İstanbul Üniversitesi, (Cerrahpaşa ve Çapa Tıp Fakültesi nedeniyle) de sağlık alanı üzerinden yükselen üniversiteler. Bizim de içinde olduğumuz ve adını saydığım üniversitelerin yanı sıra yine Türkiye’de sağlık ağırlıklı hangi üniversite varsa hepsi bu başlık atında toplanır ve akademik performans ya da objektif biçimde belirlenecek diğer kriterlerle sıralamaya tabi tutulabilir. 

Belirli bir alan yerine karma eğitim veren üniversiteleri de ayrı bir kategoride puanlayıp kendi aralarında bir değerlendirmeye tabi tutmak lazım. 

‘Üniversiteleri 20 yıl öncesinin kriterleri ile ölçmek dünyadaki, bilimdeki değişimi algılayamamaktır. Değişim yönetiminden haberdar olmamaktır’

Dolayısıyla ‘Bundan 20 sene önce biz şuradaydık buradaydık’ demek bizi gerçekçi bir sonuca ulaştırmaz. Çünkü, bırakın 20 yılı, 10 yıl öncesinin, 5 yıl öncesinin ölçüler ile bugünkü ölçüler aynı değil. 

Üniversiteler dünyadaki değişimi ve değişim yönetimini sıklıkla vurgulayan kurumların başında geliyor. Ama sıra üniversitelerin kendilerini değerlendirmeye gelince, 20 yıl öncesinin kriterleri ile performans ölçümü yapılması ironik bir durum oluşturuyor. Dünyada üniversitelerin her alandaki performans kriterleri sürekli bir değişim içinde. Yani kesinlikle statik bir şablondan söz edemeyiz. Dünyada böyle iken Türkiye’de anakronik bir tutum içinde olunması üniversitelerin ve bilim-teknoloji kuruluşlarının evrensellik boyutu ile örtüşen bir tutum değildir. Çünkü artık o günkü, yani 20 yıl 10 yıl öncesinin bakış açısı artık bugünkü bakış açısıyla aynı değil. 

-Üniversiteleri sıralamaya sokan bu değerlendirmelerde bilimsel kriterler belirleyici olmuyorsa, burada bir ilişkiler yumağının ve bazı siyasal birlikteliklerin de tayin edici unsurlardan biri olduğunu söyleyebilir miyiz? 

-Tabii, maalesef kayırmacılık ve manüplasyonlar da söz konusu. Kayırmacılık dün de vardı bugün de var. Ben TÜBİTAK’da bilim insanı yetiştirme programlarında yöneticilik yaptım ve biliyorum. Siz de sorunuzda belirttiniz. Mesela daha birkaç yıl önce tabela asılarak kurulmuş bazı üniversiteler, Türkiye’nin birçok köklü üniversitesinin önünde. Şimdi soruyorum size, bu durum, objektif kriterlerle izah edilebilir durum mudur? Ama bunu yapanların, orada tanıdıkları eşi dostu olanların… Bu son yaşanan siyaseten bazı sıkıntılar var ya, işte ben bir takım manipülasyonların da olduğunu düşünüyorum. 

Asıl söylemek istediğim şu: Göreve başladığımda yaptığımız ilk işlerden biri olarak burada Üstün Yetenekli Çocuklar ve Engelliler Merkezi’ni açtık. Çocuk Üniversitesi’nikurduk. Bu çalışmalarımız sayesinde İnönü Üniversitesi, Avrupa Çocuk Üniversiteleri Birliği’nin 12 kurucu üyesinden biri pozisyonuna yükseldi. 

Şimdi Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin bitişiğinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir Bilim Sanat Merkezi var. O kurumun öğretim kadrosuna baktım, son derece şaşırtıcı ama gerçek,  sadece müzik öğretmeni ve beden eğitimi öğretmeni var. Şimdi Ortadoğu Teknik Üniversitesi gibi ileri düzeyde mühendislik ve teknik alanda çalışma yapan bir üniversite bir sosyal sorumluluk duyarak yanındaki Bilim Sanat Merkezi’ne gelen üstün yetenekli çocuklara her gün bir asistanını veya bir hocasını ders anlatmaya gönderse orayı abad eder. Fakat maalesef böyle bir algı yok o üniversitelerde. Bakın İnönü Üniversitesi yönetimi olarak sahip olduğumuz evrensel bir yaklaşımdan söz edeyim: Biz, üniversite olarak sadece eğitim ve bilimsel araştırma değil, aynı zamanda toplumun sosyal problemlerinin çözümüne katkı yapmakla mükellef görüyoruz kendimizi. Üniversite olarak şayet ürettiğimiz bilimsel, eğitsel, sosyal ve kültürel faaliyetlerle toplumumuzun sosyal problemlerinin çözümüne katkıda bulunmuyorsak, 500 tane yayınımız olsa ne fark eder ki? 

-ODTÜ’nün "Üniversitelerin Akademik Performansa Dayalı Genel Sıralaması" listesinde Türkiye’nin en eski ve en prestijli üniversitelerinden biri olan Galatasaray Üniversitesi’nin 77. Sırada yer almasını, buna karşılık 5 ya da 10 yıllık yeni kurulan ve bir kampusu bile olmayan bazı üniversitelerin 30, 40 ya da 50. Sırada yer almasındaki çelişkiyi nasıl izah edebiliriz? Ya da bu bir çelişki değilse, bu sıralamayı nasıl yorumlamalıyız? 

Bizim ODTÜ’ye göre 25. sıralarda olduğumuz dönemlerdeki bilimsel yayınlarımız ağırlık olarak tıp fakültesindeki hocalarımızın bilimsel çalışmalarıydı. Ama dünyada da Türkiye’de de tıp doktorları, uzmanlığın dışında 1960’lı yıllardan itibaren doktora eğitimi almaya başladılar. Yazdıkları makaleler, yaptıkları araştırmalar kaale alınmaya başlandı. Türkiye’de katma değeri en düşük yayınlar kimin yayınlarıdır biliyor musunuz? Tıp fakültelerinden çıkan yayınlarıdır. Şimdi bizim mühendislikte çıkan yayınlarımız sayı itibari ile azdır, Fen Edebiyat Fakültesi’nde çıkan yayınlarımız sayı itibari ile azdır, ama bunların akademik değeri 10 kat daha yüksektir. Şimdi siz akademik değeri 10 kat daha yüksek olan yayını 1 olarak kabul edip tıp fakültelerinden çıkan ama katma değeri düşük yayınların sayısını dikkate alırsanız doğru bir klasifikasyon (Sınıflama) yapamazsınız. Bu açıdan değerlendirdiğimizde ne Bilim Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı’nın Girişimcilik ve Yenilikçilik Endeksi çalışması, ne de ODTÜ’nün çalışması, üniversitelerimizin bilim ve teknoloji alanındaki mevcut durumunu doğru, sahici ve objektif biçimde ortaya koymuyor. Çünkü, her iki çalışma da doğru değerlendirme, doğru kriterler ve doğru konumlandırma içermekten bir hayli uzaktır.. 

-İnönü Üniversitesi’nin yenilikçi ve girişimci bir karaktere sahip olduğunu somut biçimde hangi çalışmalarınızla örneklendirebilirsiniz? 

Şimdi bu noktada size çok çarpıcı ve somut inovasyon eksenli bir girişimcilik öykümüzü anlatayım: Biz, İnönü üniversitesi olarak çok yakın bir gelecekte Türkiye’de güneş enerjisi ile üretilen elektriğin % 68’ini üretiyor konumuna geleceğiz.  Türkiye güneş enerjisinin yüzde 68’ini oluşturan güneş santrali yapıyoruz. Santralimiz bu yılın Ağustos ayı sonunda bitecek. Bu güneş santrali Türkiye’nin yüzde 68’ine tekabül edecek, bakın tek bir sektör demiyorum, Türkiye’nin yüzde 68’ine denk gelecek şekilde 100 birim elektriğin biz güneşten 68 birimini üreteceğiz.Bu nedir? 6.5 yılda kendini amorti edecek, 20 yılda da 100 milyon dolar üniversiteye ve dolayısıyla ülkemize katkı sağlayacak. Soruyorum size? Biz yılda 85 milyar lira yurt dışına enerji için para vermiyor muyuz, dışa bağımlı değil miyiz?  Türkiye’de bir üniversite, -ki bu üniversite İnönü Üniversitesi- İnönü Üniversitesi tutuyor, güneş enerjisinden bu kadar yararlanan bu işi başarıyor. Şimdi soruyorum, mantıken düşünelim: Bu iş başlı başına yenilikçilik ve girişimcilik değil midir?  Bunun ne ODTÜ’nün kriterinde ne de Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın kriterinde puanı yoktur. Sıfırdır. Ama gerçekte anlamlıdır. Ben üniversitemi topluma yararlı işler yaparken şunun kriterinde puan alayım, bunun kriterinde üste çıkayım diye uğraşmıyorum. Ben toplumumun problemlerini çözmekle uğraşıyorum. 

İkinci konu, biz dünyada ilk kez bağımsız Karaciğer Nakil Hastanesi’ni kuruyoruz. Sadece Malatya’nın değil Ortadoğu, Rusya, Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Asya ülkelerinin ihtiyacını karşılamak üzere böyle bir hastane kuruyoruz. Bu da dünyada bir ilk. Şimdi bunun değeri ne?  Bu bir yenilikçilik değil mi? Adını andığınız listelere ve endekslere bakarsanız bunlar yenilikçilik değil…

Üniversitesinin döner sermaye gelirini 5 yılda 5.5 milyondan 20 milyona çıkarmanın girişimcilik ve yenilikçilik olmadan olması mümkün mü? Çalışan öğretim üyelerine en yüksek performansı ödeyen üniversite girişimci ve yenilikçi bir üniversite değil midir?

-İnönü Üniversitesi’nin Malatya’nın ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamına yeterince katkıda bulunduğunu düşünüyor musunuz? Siz bu alanlarda bugüne kadar neler yaptınız, hangi projeleri geliştirip hayata geçirdiniz? 

-Üniversiteler öncelikle bulundukları yerlerde rol model olacak projeler geliştirmelidir diye düşünüyoruz ve göreve başladığım ilk günden bu yana bu doğrultuda çalışıyoruz. Bakın size bir örnek vereyim: Diş Hekimliği Fakültesi’ni kurduk, eğitim ve öğretime açtık. İnönü Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi açıldıktan bir süre sonra Malatya’daki diğer ağız-diş sağlığı merkezleri yaptıkları işlerin kalitesini arttırmak zorunda kaldılar. Yani üniversitemizdeki bir gelişme ve yüksek kalite içeren bir hizmet Malatya halkının yaşam kalitesine yansımaya başladı böylece. 

‘DPT Engelsiz Üniversite konusunda biz örnek gösterdi’

Mesela engelliler konusunda Ankara’nın doğusunda tek olan bir merkez kuruyoruz. İnşallah önümüzdeki günlerde açılışını yapacağız. Engelliler Eğitim Merkezi. Üniversite 100-150 engelliyi eğittiğinde, engellilere hizmet veren elamanlara kurslarla, seminerlerle, sertifika programlarıyla yardım ettiğinde, bu konuyla ilgili araştırmalar yaptığında bu bölgeye katkı sağlamış olacak. Mesela diyelim ki biz Engelsiz Üniversite Projesinde Devlet Planlama Teşkilatı’nda rol model gösteriliyoruz. 

‘Türkiye’nin yakıt analizinin % 70’i İnönü Üniversitesi’nde yapılıyor’ 

‘Malatya ekonomisine katkı sunan projeleriniz, çalışmalarınız var mı?’ diye sordunuz.  İnönü Üniversitesi sadece Malatya değil, Türkiye ekonomisine de katkı ve yüksek düzeyde teknolojik hizmet sunuyor. Biliyorsunuz, üniversitemiz bünyesinde bir Yakıt Analiz Laboratuarı kurduk. Bu laboratuar Türkiye’nin akredite olmuş en başarılı laboratuarıdır. Geçtiğimiz yıl Türkiye’de 3 ay boyunca ne ODTÜ ne TÜBİTAK yakıt analiz laboratuarı çalıştırmadı. Peki bunun Türkiye ekonomisine nasıl bir faydası var?  Çok büyük bir faydası var. Şöyle ki; diyelim ki binlerce ton kaçak yakıt yakalanıyor. Bu yakıt nedir, ne değildir? Laboratuarda analiz yapıyorsunuz ve verdiğiniz rapor aynen Adli Tıp Raporu gibi mahkemelerde hâkimin kararını vermesinde en etkili belge olarak duruyor. İnönü Üniversitesi böyle bir laboratuara sahip. Türkiye’de yakıt analizinin yüzde 70’ini biz yapıyoruz. Bu bir yenilikçilik değil mi? Petrol ve yakıt analizinde biz TÜBİTAK’ın da ODTÜ’nün de önündeyiz. Benim demek istediğim şu: Biz üniversite olarak içinde yaşadığımız toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya öncelik veriyoruz. Bu şuna benziyor: Bir insanın iç çamaşırı, giyeceği takımı, pantolonu, ceketi yoksa papyon kravat ve fötr şapkasıyla uğraşmasını anlamsız görüyoruz. 

-Üniversitenin bilimsel, kültürel ve sosyal araştırmalara yönelik faaliyet düzeyi nedir? 

-Araştırmaya gelince: Ben TÜBİTAK’ta 5 yıl çalıştım. Araştırma bir kültürdür. Bu böyle patates domates ekerek elde edeceğiniz bir sonuç değildir. Ama İnönü Üniversitesi bu konuda da eskiye göre oldukça gelişme gösteren bir üniversite. Bakınız 2008 yılında geldiğimde 3 tane TÜBİTAK projesi vardı, 2013’te 20 TÜBİTAK projemiz oldu. Şimdi bizim 3 tane Avrupa Araştırma Fonu’ndan, Almanya’dan, Fransa’dan, İngiltere’den, Çek Cumhuriyeti’nden, Çin’den ortak paydaşı olan ve proje yürüten arkadaşlarımız var. 

Belli bir yaşın üzerindeki insanları yerinden oynatamıyorsunuz. Tabi çok başarılı arkadaşlarımız da var. Onları tenzih ederim. Geçtiğimiz sene, ‘TÜBİTAK’a, ulusal veya uluslararası kuruluşlara proje sunan arkadaşlarımızın projeleri onaylanırsa, o projenin yüzde 25’i kadar desteği de üniversite yönetimi olarak bizim vereceğiz’ diye taahhütte bulunduk. Mesela 300 bin TL bütçeli bir projesi onaylanan akademik personelimize 75 bin TL’lik bir desteği de biz veriyoruz. Ayrıca projede çalışan araştırma görevlilerinden ikisinin bursunu tedarik etmeye kadar teşvik edeceğimizi açıkladık. 

-Sizin özellikle bilimsel, kültürel ve sosyal araştırmacılığa yönelik hassasiyetiniz, patent üretme, buluş ve keşif çalışmaları konusundaki özendirici, teşvik edici tutumunuz üniversitenin akademik kadrosunda nasıl bir karşılık buluyor? 

-Teknik direktör ne kadar başarılı olursa olsun, takımda oyun oynayacak futbolcuların performansı çok iyi değilse istediğiniz kadar teknik bilgiye sahip olun, maç kazanmanız o kadar kolay olmuyor. Onun için ne yapacaksınız? Alt takımlar kuracaksınız, başka yerlerden transferler yapacaksınız, bilimsel çalışma yapan insan sayısını arttırmak için gayret edeceksiniz. O açıdan sözün özü şu: Biz Amerika, İngiltere veya Almanya değiliz. Bizim toplumumuzun bizden beklediği, üniversitelerden beklediği sosyal sorumluluklar var. İnönü Üniversitesi bu sosyal sorumlulukları önceleyen bir üniversitedir. Biz toplumun kalitesini, refah düzeyini, mutluluğunu, bilgi düzeyini arttırıcı çalışmalarını bırakıp, sadece çöreklenip research (araştırma) üniversiteleri gibi olamayız. Bizim konumumuz o değil. Gerek ülkemizin gerekse bu coğrafyanın bize yüklediği en büyük şey bu. İşte sağlık turizmi ile ilgili şirket kurduk, şu anda hastanemizde yer yok. Kendi vatandaşlarımızın ihtiyacını karşılamaya yetmiyoruz.  Ama inşallah ileride iki hastane daha planlıyoruz. Yani bizim öncelik dediğimiz alanlar bunlar. Malatya’da hastane içine bir alış veriş mağazası açtık. Bu benim için önemlidir. Burada 34 bin öğrenci var. 28 bini bu kampüste. 5 bin 500 çalışanımız var. Günlük 25 bin hasta yakını geliyor. 430 lojmanımız var ve burası bir yerleşim bölgesi. Düşünün, buraya geldiğimde arkadaşlarımız şehre ekmek almaya gidiyordu. Hasta yakınlarının kaldığı bir otel yaptık. 200 kişi kalıyor. Bunu girişimcilikle izah etmeyeceksiniz de neyle izah edeceksiniz? 

‘Malatya Türküleri’ne, folklorik oyunlarına özel bir önem veriyorsunuz. Her yıl Arguvan Türkü geceleri yapılıyor üniversitede ve büyük ilgi görüyor. Bu durum, Malatya halk kültürü, türküleri bazında bilimsel araştırmalarla da destekleniyor mu? 

Çok güzel bir konuya temas ettiniz. Bakın, üniversitenin araştırmacı karakterinin önemli bir boyutunu oluşturuyor bu çalışmalar. Ben geldiğimde Malatya halk türküleri kaybolmuştu. Benim çocukluğumda oynanan halk oyunları kaybolmuştu. Malatya’da, Malatya halk oyunları diye Adıyaman oyunları oynanıyordu. Bu durum karşısında peki biz ne yaptık? Gelip bunları araştırdık ve ortaya çıkardık.  Malatya Türküleri’ni bir albümde topladık. Bizim üniversitemizin çocukları yaptı. Bu alanda çalışan akademisyenlerimiz öğrencilerimiz seferber oldu. Onları köylere gönderdik, araştırma yaptılar, dedelerin elindeki beratları bizimkiler çalıştılar. Şimdi bunlar nedir? Bunların hepsi sosyal sorumluluktur. Sizin de dediğiniz gibi Arguvan Türkü geceleri Malatya halkından büyük ilgi gördü. Turgut Özal Kongre ve Kültür Merkezi hıncahınç doluyor. O konserleri izlemek isteyen insanlarımız saatler önce geliyor üniversite kampüsüne. Bu sadece bir türkü konseri değil, onu da aşan üniversite-şehir ilişkisini güçlendiren bir unsur aynı zamanda. 

-Üniversite-Şehir ilişkilerinin iyileştirilmesi hep gündemde oldu. Bu konuya nasıl bakıyorsunuz? 

-Göreve başlamamdan sonra, şehirde bulunan esnaf odaları geldi üniversitede esnaf bayramı yaptı ve blucinli kızlarla şalvarlı insanlar kol kola halay çektiler. Bu tablo, toplumsal barışın sağlanmasında da pekiştirici bir rol oynuyor. Esnaf Odaları burada üç gün boyunca Akçadağ’ın etli bulgur pilavını yapıp dağıttı. Nevruz kutlamalarında Malatya’nın sivil toplum kuruluşlarının hemen hepsi kutlamalara katılıyor burada. Az önce de örneğini verdiğimiz türkü geceleri yine bu konuda kültürel sanatsal alanda toplumsal bir ortak payda oluşturması açısından son derece zengin bir değer üretiyor. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde üniversitelerin sosyal sorumlulukları bilim ve teknoloji üretmesi kadar önemli olan bir sorumluluktur.

-Karaciğer Nakil Hastanesi’nin inşaatı ve geldiği son durum hakkında bilgi verir misiniz? Planlandığı zamanda hizmete girecek mi? 

-Karaciğer Nakil Hastanesi, kısmet olursa Ağustos sonunda bitmesi lazım. Belki bir süre uzatımı ile Eylül ayına sarkabilir.  Karaciğer Nakil Hastanesi bizim hastanemize prestij katacak. Tabi bu prestijin oluşmasında da, buradaki arkadaşlarımızın, parayı pulu düşünmeyen, iş yapmaktan mutluluk duyan Anadolu çocuklarının büyük başarısı var. Onlar bu başarıyı göstermeseydi biz böyle bir teşebbüs gösterip de Devlet Planlama Teşkilatı’na başvurup bu hastanenin kurulmasına destek alamazdık. Nerden baksanız şu anda 70-80 milyon TL’lik bir yatırımdır ve Turgut Özal Tıp Merkezi’nden sonra üniversitemizin devletten aldığı en büyük yatırımdır. Tabi inşallah bittiğinde hastanemizin de büyük ferahlama yaşayacağını biliyoruz. Nakil olacak hastaların Karaciğer Nakil Hastanesi’ne geçmesiyle hem daha çok nakil yapıp daha çok insanın sağlığına kavuşmasını sağlayacağız hem de yurt içi ve yurt dışında prestijimiz artacak. Bu sayede de daha çok hasta bizim hastanemize akın edecek. Bakın bu konuda çözülemeyen problemleri artık bize yönlendiriyorlar. Yani bunun bazen dedikodusu yapılıyor ama yüzde 1 veya yüzde 2 şansı olan hastalar bize yönlendiriliyor. Ya ölecek ya nakil olacak. Doktorlarımız imtina etmeden bunlara da müdahale ediyorlar. Ama Ankara ve İstanbul gibi şehirlerde müdahale etmiyorlar. Biz burada umut oluyoruz.  Şimdi buradan hareketle ilk sorunuza karşılık şunu söylemek istiyorum. Buradaki başarımızın bu sıralamadaki yeri nedir?  Bu nasıl yenilikçilik ve girişimcilik sıralaması. Ben bunu soruyorum ama bu sıralamayı yapan kurumlardan kimse cevap vermiyor. Ama bilinmesini istiyorum ki cevap verilmeyen bir konuyu çok da kaale almıyorum. Tıp eğitiminde arkadaşlarımız onlarca üniversiteye bilgi veriyorlar. Bilgilerini paylaşıyorlar. Kaale alınıyoruz yani. Özellikle Sağlık Bakanlığı bu noktada bizi çok arıyor.  Kısmet olursa bu ayın sonunda Arap –Türk Üniversiteleri Birliği’nin İstanbul’da 1. Rektörler Birliği toplantısı olacak ve ben de orada bir sunum yapacağım. Üniversitelerin sosyal sorumluluklardaki görevi nedir? Yani artık dünyada vizyon-misyon belirlenirken, stratejik planlar yapılırken yeni yeni kaale alıp bu çalışmalarımıza yer verdikleri bir alandır. Üniversitelerin sosyal sorumluluk bilinci ve buna dair yapılanlar dikkate alınıyor. 

-Karaciğer Nakil Hastanesi’nin temel atma töreninde ‘Bundan sonraki hedefimiz Kanser Hastanesi kurmaktır’ şeklinde bir açıklama yapmıştınız. Bu konuda yapılan çalışmalar, girişimler hakkında bilgi verir misiniz?

-Onkoloji Hastanesi ile ilgili hedefimizde bir sapma yok. Ama bununla ilgili istiyorum ki Malatyalı hayırsever iş adamlarımız bu hastanenin yükünün bir kısmını alsınlar. Yani siz gidip de bir devlet kurumunda ‘Bu hastanenin tamamını sizden istiyorum’ derseniz yüzünüz olmaz. Ama ‘Ben bunun yarısını finanse edeceğim, yarısını sizden istiyorum’ dediğiniz zaman sorun yaşamazsınız. İnşallah 100 kişilik bir hasta yakınları oteli ile Onkoloji Hastanesi’ni kısmet olursa üniversitemize kazandırmak amacındayız. Çünkü bu bölgenin insanının kanser hastalığı yaygınlığı gün geçtikte artıyor. Hatta, 30-40 yıl sonra ‘Kitle halinde, aynen bir salgın hastalık gibi kanser vakalarında ve bu vakalara bağlı ölümler olacak’ deniliyor. Burada benim insanım neden sağa-sola gitsin? Benim bakışım bu. Yani benim yenilikçilik ve girişimcilik anlayışım da bu. İnşallah birkaç ay içinde bunun kararını vereceğiz. Hiç bir şey olmazsa, dışarıdan bir yardım olmazsa bile ben üniversite olarak aldığım kira gelirlerinde kendi gücümüzle yapımına başlayacağız.

- Kale ilçesinde, Kale Meslek Yüksek Okulu’nun bir bakıma kampüsü niteliğinde bir merkez inşa ediliyor. Sizinle birlikte gezdiğimiz, aynı zamanda 5 Kale Meslek Yüksek Okulu Turizm ve Otelcilik Bölümü’nün uygulama oteli olan 5 yıldız standardındaki otel ve diğer sosyal tesislerin Malatya’nın kongre ve kültür turizmine nasıl bir katkı yapacağını düşünüyorsunuz? 

-Kale Göl Otel, Malatya’nın kongre ve kültür turizmine yeni bir soluk getirecek. Otelimizi inşallah Haziran ayında açmayı planlıyoruz. Çok güzel, estetik bir çevre düzenlemesi yapılıyor. Karakaya Baraj Gölü manzaralı. Hem Kale Meslek Yüksek Okulu’muzun Turizm ve Otel İşletmeciliği öğrencilerimizin uygulamalı eğitim merkezi niteliğinde bir işleve sahip olacak hem de üst düzey konaklama, kongre, toplantı, konferans merkezi hizmeti sunacak. Daha şimdiden iki önemli kongre için rezervasyon yapılmış durumda. Bu bizim üniversite olarak aldığımız kiralarla yaptığımız bir otel. Burası kampus otel kimliğine sahip olacak.  Yaklaşık 400-450 yataklı bizim otel varlığımız olacak. Kale’deki otel üst gelir düzeyine mensup insanlardan döviz cinsinden para alacağımız, üniversiteye gelir sağlayacak bir otel olacak. Bir de 100 yataklı bir otel daha yapacağız. Buralardan aldığımız parayı da üniversitenin ihtiyaçlarına harcayacağız. Kısaca, biz üniversite olarak bahsettiğiniz bu sıralamaların dışında bir üniversiteyiz. Bu sıralamaları çok dikkate almıyoruz ve burada kullanılan parametreler, bizim yaptıklarımıza yetmiyor.

-Teknokent konusundaki son durum nedir? Tam olarak ne zaman faaliyete geçecek? Tekonkent’in sık sık söz edilen ama bir türlü gerçek anlamda hayata geçemeyen üniversite-sanayi işbirliğini nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Teknokentler veya teknoparklar üniversite-sanayi işbirliğinin kuluçka merkezleridir. Bunun için hem üniversite olacak hem sanayi olacak.  Üzülerek ifade ediyorum ki, Türkiye’de herkes bir şey öğreniyor, işte deniliyor ki Tokat’ta da tekno kent açılıyor, Van’da tekno kent açıldı. Yani bunun olabilmesi için iki tarafında belli bir gelişmişlik düzeyine kavuşmuş olması lazım. Kasım ayında biz üniversite olarak Tayvan’a bir ziyaret yaptık. Önce onlar ziyaret etmişti ardından da biz gittik. Tayvan, nüfusu 30 milyon olan bir ada ülkesi. Türkiye’nin belki 20’de biri bir ülke. Tayvan’ın 3 tane teknoparkı var ve üniversitenin dahil olduğu teknoparkın 10 yılda kazandığı para 12 milyar dolar. 12 milyar dolar. Teknopark böyle bir şey. Dünyanın en büyük şirketleri o teknoparkta yer almışlar ve projelerini geliştirme imkanlarını orada yapıyorlar.  Bu büyük şirketler üniversite hocalarıyla masaya oturup, bilgisayar, iletişim, elektrik-elektronik ve daha birçok konuda ders yapıyorlar, hocalar ders anlatıyorlar. Şimdi biz bir taraftan ‘böyle teknopark diye bir şey var, Antep, Adana, Kayseri’den sonra iyi-kötü sanayisi olan bir şehiriz. Bu teknoparkı burada yapmamız lazım. Üniversiteler artık sadece makale yayınlayan kurumlar değil, buluşla, yenilikle, patentle ve bölgemizin insanının problemlerini çözecek işlere yoğunlaşmamız lazım. Mesela pekmezle uğraşan bir arkadaşımız var. Geldi ve bana dedi ki ‘Hocam ben pekmezdeki fruktoz (şeker) düzeyini şu düzeye düşürürsem Avrupa Birliği benden pekmez alacak. Üniversitenin yapacağı iş bu. Pekmezdeki fruktoz düzeyini yüzde 15’ten yüzde 11’e düşürüyorsan sen kimya bölümüsün, gıda bölümüsün.  Mesela geçtiğimiz günlerde gıda bölümü kaysıdan 14 çeşit ürün geliştirdi. O arkadaşlarımıza ‘Siz ürün geliştirme konusunda çalışırsanız bu konuda açacağınız laboratuara 300 bin TL para desteği sağlayacağım. Ayrıca iki arkadaşınızı 6’şar aylığına yurt dışında gıdadan ürün geliştiren laboratuarlar nerede varsa oraya eğitime göndereceğim. Eğitim alıp gelsinler’ dedim. Bu desteğimizi arkalarında hissedince daha bir heyecan ve motivasyonla çalışıyor bilim insanlarımız. Bunu yapmaktaki amacımız diğer hocalarımızın da bir şeyler yapmasını, kıpırdamasını sağlamak içindi. 

-Bugüne kadar kaç şirket teknoparkta yer aldı? 

Şimdi üniversitede sanıyorum teknoparkta 11 tane şirket var.  Şirket sayısı az gibi görünüyor olabilir, biz zaten fazla şirket almak istemiyoruz. Teknoparkların birçok alanda vergi muafiyeti ve avantajları var. Bundan yararlanmak isteyen bir sürü uyanık insan var. Teknoparktaki şirketin adını kullanacak ve toplumda yer edinecek. Sakın ha buraya katma değer sağlamayan, yenilikçi olmayan, bir prototip geliştirme niyeti olmayan şirketleri buraya sokmayın. Bir taraftan teknoparkı bitirdik ama teknoparkın bir miktar borcu var. Sanayi Bakanlığı bu borcun bir kısmını verdi. Bir kısmı duruyor.1 milyona yakın bir borcumuz var. Yakında sermaye artırımına gideceğiz. Zaten yüzde 51’i üniversitenin koyduğu sermaye. Yeri üniversite veriyor. Geçen de sermaye artırımına gitmiştik. Şimdi büyük ihtimalle de bu borcu da üniversite verecek. Halbu ki geldiğimizden bu yana üniversite olarak sektör sektör toplantı yapıyoruz. Tekstilcilerle toplandık, ihtiyaçlarını sorduk.  Hatta tekstilciler laboratuara ihtiyaçları olduğunu söyledi. Ankara’ya analiz için gittiklerini ve uzak olmasından şikayet ettiklerini ifade ettiler. Hadi beraber açalım diyoruz, yarısını üniversite olarak biz verelim yarısını siz tekstilciler aranızda toplanıp verin. Ses çıkmıyor. 

‘Tayvan Teknokentlerden 12 milyar dolar kazanırken, Türkiye’de 1 milyar bile kazanamıyor’

Bizim insanımız, sanayicimiz devletten para almaya alışkın. Şimdi birçok AR-GE birimi olacak düzeyde iş adamımız, tekstilcimiz var Malatya’da.  Ama böyle bir kültür yok. Ticaret Sanayi Odası’nda bir arkadaşımızla bizim bir rektör yardımcımız sürekli sektör sektör toplantı yapıyorlar.  Yani böyle bir kültürü Malatya’ya kazandırıp teknoparkın sanayinin gelişmesi için, ülkenin ihracatının arttırılması için daha çok para kazanmak için bir kuluçka merkezi bir konsept olduğu konusunda insanları öncelikle inandırmamız gerekiyor. Ticaret Sanayi Odası gayret ediyor ama inandırmak lazım. Bir kısım şirketlerin henüz alt yapısı buna uygun değil bir kısmı da inanmıyor. Önce inanacaklar sonra kendileri bir miktar sermaye koyacaklar ve bu konuya zaman ayıracaklar. Ama bütün bunlara rağmen teknoparkı önümüzdeki aylarda Bilim ve Teknoloji Bakanı’nı da davet ederek açılışını yapacağız. Çünkü bazı şirketler taşınmaya başladı. Bunu geliştirip devam ettireceğiz, başka yolu yok. Belki buna inanmayanlar 3-5 yıl sonra bunun faydasını anlayacaklar. Ama bütün bu olumsuzlukların yanında buna inanan, destekleyen genç girişimci arkadaşlarımız da var. Sanıyorum birkaç aya kadar teknoparkta 45’e yakın şirketin AR-GE biriminin taşınmış olacağını tahmin ediyorum. Ama önemli olan binayı yapmak tabelayı asmak değil, bunun işlerlik kazanması. İşte söyledim, Tayvan teknoparklarda 12 milyar dolar kazanıyor, Türkiye’deki bütün teknoparkları toplasan 1 milyar olduğunu sanmıyorum.

-Geçtiğimiz ay üniversite yurdunda kalan bazı öğrenci grupları arasında bir çatışma meydana geldi. Çatışmanın büyümeden önlenmiş olması kamuoyunda olumlu karşılandı. Öğrenciler arasındaki bu tür çatışmaların bir daha yaşanmaması için üniversite olarak ne tür çalışmalar yapıyorsunuz? Öğrencilerin ders dışı zamanlarının kültürel, sanatsal ve sosyal etkinliklerle değerlendirilmesi konusunda ne tür çalışmalar yapıyorsunuz? 

Türkiye’deki konjönktör ve dışarıdaki bir takım nedenlerin ben bu çatışmada etkili olduğunu söyleyebilirim. Bizim üniversitemizde öğrenciler kavga etmediği müddetçe her türlü fikirlerini, görüşlerini özgürce açıklayabilirler ve kendilerini ifade edebilirler. Benim naçizane gördüğüm, bizim 34 bin öğrencimiz var.  34 bin öğrenci arasında bu bir takım sosyal olaylara duyarlı olan öğrencilerin toplamı en fazla 250 öğrencidir.  Ya bu kadar farklı öğrencimiz de olsun yani. Birbirleriyle kavga etmedikleri müddetçe bunun bir zenginlik olduğunu da düşünüyorum. Çocuklarımızın birbirine zarar vermemesi için gerekli bütün tedbirleri alıyoruz. Türkiye’nin siyasi gelişmelerine paralel olarak çocuklar manüple edilmeye çalışılıyor.  Geçtiğimiz günlerde olan olaylarda orada hissi davranan birkaç çocuğun farklı görüşlerdeki öğrencilerin bulunduğu bir alana girmeye çalışmaları sonucunda esasında güvenlik güçleri ile öğrenciler arasında olan bir olay. Öğrenci grupları birbirleriyle çatışmadı. Türkiye’nin geneline baktığınızda biz üniversite olarak sakiniz ama kimseyi dışlama gibi bir anlayışımız da yok. Her görüşten, her düşünceden çocuklarımızın bu görüşlerini hür ve bağımsız olarak savunabilmelerini üniversite ortamının gereği olduğunu düşünüyoruz. Manüplasyonlara açık değiliz. Hiçbir siyasi partinin gelip burada çalışma yapmasına izin vermiyoruz. Okulda zaten çeşitli kulüpler var. Öğrenciler hangisine ilgi duyuyorsa o kulüplere girer ve ilgi alanına göre faaliyet gösterir. Edebiyata ilgi duyan bu kulübe gider, tiyatroya ilgi duyan tiyatro kulübüne gider. Ama ideolojik ve siyasi algılarına göre hareket edip yapılanırlarsa o da üniversite gerçeği ile bağdaşmaz diye düşünüyorum.

‘İnönü Üniversitesi bütün Malatya’nın üniversitesidir. En önemli hedefimiz bu üniversitenin evrensel düzeye çıkarılmasıdır’

Son olarak şu mesajı vermek istiyorum: Üniversite bütün Malatya’nın üniversitesidir. En önemli şeylerden bir tanesi üniversiteyi evrenselleştirip uluslararasılaştırmadır. Farklı görüşteki öğrencilerin, farlı ülkelerdeki öğrencilerin gelip bizim üniversitede eğitim görmesi bizim zenginliğimizdir.  Farklı öğretim üyelerinin üniversitemizde çalışması zenginliğimizdir. Bakın geldiğimde 5-6 yabancı uyruklu öğretim üyesi vardı şimdi 38 tane yabancı uyruklu öğretim üyemiz var. Almanya’dan, İngiltere’den, Amerika’dan tutun da Rusya’dan Orta Asya ve Arap ülkelerine varıncaya kadar yabancı uyruklu öğretim üyemiz var. Dolayısıyla bu üniversitenin ve şehrin dinamiğidir. Bunu şehir ne kadar fark ediyor bilemiyorum ama normal insanlarımızın bunun farkında olduğunu düşünüyorum. Bunu fark etmeyen insanlarımız da zamanı gelince anlayacaktır. Onlar anlamazlarsa onların çocukları kavrayacaktır. Biz kurumlarla, sivil toplum örgütleriyle üniversitenin yapısına ve algısına uygun olarak diyalog kurmaktan imtina etmiyoruz.  Bütün meslek gruplarıyla, sivil toplum örgütleriyle ilişki içerisindeyiz. Ama onun dışında günlük siyasetle uğraşanlarla onun parçası olma noktasında çok fazla açık değiliz. Konuşmamızın başında da söyledim. Geçen gün kaç tane üniversitenin rektörü seçim öncesi Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma ilişkin açıklama yapıyor. Ben bunlara baktığımda daha henüz üniversite olgusunun yerleşmemiş olmasının bir tezahürü olarak görüyorum. Üniversiteler, siyasi polemiklerin tarafı değildir. Bunların çok çok üzerindedir. Ama üniversiteler gerek siyaset gerek güvenlik kurumlarına bilimsel raporlar sunar, araştırmalar yapar, kitaplar yazar, dosyalar hazırlar. O noktada bu görevimizi de yaptığımızı düşünüyorum ama kurumsal bağlamda üniversite algısının yerelliğin üzerinde olması gerektiğini düşünüyorum. Henüz Malatya’da böyle bir durum var ve bu konuda endişe duyuyorum. Yerelleşme Malatya’nın önündeki en büyük engeldir. Yerelleştiği an üniversite üniversite olmaz. İbn-i Haldun’un kullandığı Hadarilik ve Bedevilik denilen kavramlar var. Hadarilik, yerleşik ve medenileşmiş toplumlar anlamına gelir. Bedevilik ise çölde oturan, çadırlarda yaşayan, yerleşik hayata geçmeyen insanların genel hayatı tarzı demektir. Hadariliğin tam karşıtı olarak tanımlanır. Biz hadari olmaya çalışıyoruz, bedevilikten etkilenmemeye çalışıyoruz. Hep söylerim: Köylü olmaktan iftihar ediyorum ama köylü kalmak istemiyorum. Kalmayacağız. Bir takım insanlarla aramızdaki algı mesafesi bu noktadan kaynaklanır. Malatya’nın ve ülkemizin gelişmesi için elimizden geleni yapıyoruz, yapacağız. Ama tabiî ki bulunduğumuz durumdan da çok hoşnut değiliz. Yeterli olmadığını hep ifade ediyorum. Kendinizi çok beğenirseniz bir adım ileriye daha gidemezsiniz ama şunu da söylemek istiyorum ki, Türkiye’de birçok üniversitenin de çok önündeyiz. Tabi bu ölçü bizim belirlediğimiz ölçülere göre. Yoksa filan bakanın falan üniversitenin ölçülerine göre değil.

-Zaman zaman üniversitenin bazı öğretim üyelerinden, sizin özellikle karaciğer nakli ve kalp hastalıkları alanındaki gelişmelere ve kadrolara büyük önem verdiğiniz, tıp fakültesine her tür desteği verdiğiniz fakat sosyal ve teknik bilimler alanındaki fakülteleri 2. Planda tutup gerektiği kadar önemsediğiniz yönünde eleştiriler duyuyoruz. Siz bu eleştiriler hakkında ne düşünüyorsunuz, gerçeklik payı nedir bu eleştiride? 

-Yok kesinlikle öyle değil. İnönü Üniversitesi Rektörü olarak , sosyal bilimler alanına özel bir önem verdiğimi her zaman vurgulaım. Bu önemin göstergesi olan çok önemli çalışmalar da hayata geçirdik. Yani önem verdiğimiz yönündeki mesaj sözde değil özde bir mesajdı. Mesela, ‘Sosyal bilimlerde kim yurt dışında bir bildiri yayımlarsa bütün masraflarını karşılayacağız’ diye teşvik edici, özendirici bir tutum geliştirdik. Üniversitemizin böyle bir kararı çıktı.  Fakat, Türkiye’nin en büyük problemlerinden birisi sosyal bilimlerdeki fakirliğimizdir.  Gözü kapalı yurt dışına gitmek isteyenleri, üniversite yönetim kurulu olarak gözü kapalı destekliyoruz. Geçen sene bütün zorlamalarımız sonucunda sosyal bilimlerde TÜBİTAK burada 5 proje toplantısı yaptı. TÜBİTAK Başkanı da geldi.  TÜBİTAK, proje üretilmesindeki eksiklere rağmen İnönü Üniversitesi’ni sosyal bilimler alanında da ‘Gelecek vaad eden bir üniversite’ olarak nitelendiriyor. Fakat bu kadar teşvike ve özendirmeye rağmen geçtiğimiz sene sosyal bilimlerde bir kişi bile bir TÜBİTAK projesi hazırlamadı. Şimdi nasıl yardımcı olacağız? Yani İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’ne diyoruz, Mühendislik Fakültesi’ne diyoruz, yani çalışan kim varsa, kim bir proje getirirse arkasındayız. Şimdi mesela Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nde Pembe Yol Projemiz var. Kırkıncı yılımızda Orhun Kitabeleri’nden başlayacak ve Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Aşık Veysel, Mevlana gibi bizim gönül erlerimizin fikirlerini yansıtan yazıtlar koyacağız. Bilim insanlardan ziyade bilge insanları önceliyoruz. Tarih Müzesini yapıyoruz. Kuruluşundan bu yana benim yaş kuşağımdaki jenerasyon gittiğinde kimse bu üniversite nasıl kuruldu, ne yapıldı bilmeyecek. Turgut Özal ve İsmet İnönü Müzesi’nin yanında bir de İnönü Üniversitesi Tarih Müzesi olacak. Sürekli söylediler Niyaz-i Mısrı diye. Zorladılar. Niyazi Mısr-i Araştırma Merkezi kurduk. Hatta bu konuda şimdi bizim üniversitemizde görev yapan arkadaşınız Niyazi Doğan’ın  ‘Niyazi Mısr-i ve At Sinekleri’ başlıklı bir yazısı vardı. Enfes bir yazıydı.  Niyaz-i Mısr-i denilince hiç unutmayacağım bir yazı. Bir arkadaşımızı oraya koyduk. Ama bir buçuk yıldır hiç bir şey yapmıyor. Doçentlik döneminden tanıyorum. Bir dönemde Diyanet İşleri Başkanlığını yapan  Prof. Dr. Süleyman Ateş’i davet ettik. Niyazi Mısr-i üzerinde çalışmış bir insan. Şehirde konuya ilgi duyacağını düşündüğümüz tüm insanlarımızı davet ettik. Gelsinler ve Süleyman Ateş gibi bir insandan Niyazi Mısri’yi dinlesinler istedik. Süleyman Ateş hoca, Niyazi Mısr-i’nin,  Arapça’dan çevirdiği bir kitabını bize hediye etti. Önümüzdeki günlerde de basacağız. Amerika’dan gelen Mehmet Toy adlı bir arkadaşımız var. Yazdığı Networking ile ilgili bir kitabı bana hediye etti. Mehmet Toy’a, ‘Bu kitabını Elektronik Mühendisliği’ndeki arkadaşlara hediye et. Kitabın Türkçe  çeviri telif hakkını da bu arkadaşlarımıza ver’ dedim. Sağolsun, kabul etti. Şimdi onu çeviriyorlar. Ama bütün bunlar benim zorlamamla. Mehmet Toy, arkadaşlarımıza ‘Bu Network ile ilgili yardım edeceğim, bu konuda bir laboratuar kurun, kullanılan aletler ve onların standardizasyonu ile ilgili bir sürü teknik üniversite var, onlar düşünemiyor’ diye uyardı ama benim heyecanımın onda birini bazı arkadaşlarımız taşımıyor. Sürekli koşun diyoruz ve koşuda başarılı olmaları için her tür desteği veriyoruz. 

Biz Peyzaj Mimarlığı’nda 3.5 dönümlük alana bir gölet yapıyoruz. Bülent Bey (Doç. Dr. Bülent Yılmaz) bu konu ile ilgileniyor. Şimdi onlar  ‘Hocam biz bunun etrafını farkındalık yaratacak şekilde nasıl yapacağız?’ diye sordular. Ben de onları Hollanda, Belçika, Almanya, İsviçre’yi gezerek bu alandaki peyzaj modellerini incelemelerini istedim. ‘Bu tip yapıların çevresi nasıl düzenleniyor, hangi ağaçlar kullanılıyor, nasıl yeşillendiriliyor?’  Gerekli araştırmaları, incelemeleri gerçekleştirip, burada uygulayacaklar. Yani şunu söylemek istiyorum. Çalışana gözü kapalı destek veriyoruz.  Ama şunu da söylemek lazım. Bir fakülte her konuda marka olmaz. Kayısı marka mı? Marka. Kayısının dışında ceviz, üzüm, armut var. Bunları inkâr edemeyiz ama marka olan kayısıdır. Biz de organ naklinde öndeyiz, sağlıkta öndeyiz. Fakat o alanlarda lideriz, öndeyiz diye diğer alanları da görmezden geldiğimiz yok. 

-Sayın hocam, yoğun çalışma temponuz arasında bize geniş bir zaman ayırdınız. Sadece İnönü Üniversitesi ana kampüsünden, Kale Meslek Yüksek Okulu’nun yer aldığı kampüse kadar geniş bir alanda yapılan çalışma ve yürütülen projeleri bizzat yerinde bize anlattınız. Çok teşekkür ediyorum. 

-Ben de size teşekkürlerimi iletiyorum. Yeni Malatya Gazetesi ve Malatyahaber.com ailesine ilkeli yayıncılık hayatında başarılarının devamını diliyorum. 

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız