SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Bülent Arınç Olayı...

0
Güncellendi - 2015-12-27 19:29:35
Bülent Arınç Olayı...
A- A+ PAYLAŞ

Tayyip Erdoğan ve AK Parti, 2000’li yıllarda ‘toplum mühendisliği’ne karşı mücadele verdi. Özellikle ‘askeri vesayet’i gerileterek demokrasiye açılan kanalları genişletti. Ama bir nokta geldi durdu. ‘Toplum mühendisliği’ne bu defa Erdoğan’ın kendisi sahip çıkmaya başladı. Nasıl bir toplum? Nasıl bir aile? Nasıl bir kadın-erkek ilişkisi? Nasıl bir ahlak anlayışı?..

“Türkiye yavaş yavaş değişiyor ama artık bir AK Parti 2.0 gerekiyor; AK Parti 1.0 iş gördü ama artık tıkanıyor” diyen de oldu, “Artık İslam içi siyaset olacak. Yani mukaddesatçı İslamcılığa karşı liberal Müslümanlık çıkacak” diyen de… Ve son olarak Bülent Arınç, siyaset meydanının yakın geleceği açısından büyük önem taşıyan o konuşmayı yaptı…

Perşembe günü İstanbul’dan New York’a uçarken bazı birikmiş yazıları okuyordum. Çoğunluğu, Tayyip Erdoğan ve AK Parti’yle ilgiliydi.

Arada notlar alıyordum.

Biri şöyle:

Türkiye ‘toplum mühendisliği’nden çok çekti. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren devlet eliyle, tepeden inmeci bir tarzda neyin, nasıl olması gerektiği konusunda topluma nizamat verilmek istendi.

Kılık kıyafet nasıl olacaktı?

Hangi müzik dinlenecekti?

Herkes nasıl Türk olacaktı?

Herkes nasıl Müslüman olacaktı?

Kürtler nasıl Kürtlüklerini unutacaktı?

Aleviler nasıl Sünnileşecekti?

Ermeniler nasıl geçmişlerini unutacaklardı?

Bunun gibi birçok konuda Kemalist devlet, tepeden inmeci Jakoben devlet Batılılaşma, modernleşme adına tüm farklılıkları silmek isteyen bir ‘toplum mühendisliği’yle sahne almıştı.

Bu ‘mühendislik’ten muhafazakârlar, dindar Müslümanlar da yıllar yılı çok çekti. Devlet, onların inançlarına, ‘hayat tarzları’na yıllar yılı hoyratça karıştı.

Ayrıntıya girmek gereksiz.

Toplum mühendisliği yok olmuyor, el değiştiriyor

Tayyip Erdoğan ve AK Parti, 2000’li yıllarda bu ‘toplum mühendisliği’ne karşı mücadele verdi.

Bu açıdan özellikle ‘askeri vesayet’i gerileterek demokrasiye açılan kanalları genişletti.

Ama bir nokta geldi durdu.

Bir zamanlar çok çektiği ‘toplum mühendisliği’ne bu defa Tayyip Erdoğan’ın kendisi sahip çıkmaya başladı.

Nasıl bir toplum?

Nasıl bir aile?

Nasıl bir kadın-erkek ilişkisi?

Nasıl bir ahlak anlayışı?

Kız-erkek öğrenciler nasıl yaşayacaklar?

Meşru-gayrimeşru ne demek?

Tayyip Erdoğan buna benzer konularda, kendi muhafazakâr hayat tarzı anlayışını devleti de kullanarak dayatmaya ve Jakobenci bir raya oturmaya başladı.

Sorulabilir:

Laik Kemalist toplum mühendisliğinden dindar Kemalist toplum mühendisliğine doğru kayış mı?

Ya da Murat Belge’nin deyişiyle:

Askeri vesayetten Müslüman vesayete mi?.. 

‘AK Parti’ye yeni sürüm gerek’ 

Uçakta bu notları alırken iki tane de zihin açıcı konuşma okudum. İkisi de AK Parti’yle ilgiliydi ve AGOS’ta çıkmıştı.

Ve ikisi de, AK Parti’nin yakın gelecekte nasıl bir değişime uğrayabileceği konusunda ipuçları taşıyordu.

Mustafa Akyol’un şu sözleri ilginçti:

“Türkiye yavaş yavaş değişiyor ama artık bir AK Parti 2.0 gerekiyor. AK Parti 1.0 iş gördü ama artık tıkanıyor. Bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan söylemi Cumhurbaşkanı Gül’de görüyorum. Gül’ün siyasi perspektifi Türkiye’nin önünü çok açar.” (11 Ekim 2013 tarihli AGOS’ta Emre Ertani’nin söyleşisinden)

‘Demokrasinin dindarları fethi tamamlanmadı’

Yine aynı gazetede (1 Kasım 2013) Mücahit Bilici’ye Ferda Balancar soruyor:

“Gezi sürecinde AK Parti’ye karşı mesafeli tutum takınan dindar kesimlerin başında Gülen cemaati geliyordu. Cemaatin yayın organlarında hükümetin ve Başbakan Erdoğan’ın tutumunu eleştiren haber ve yorumlar gözlemledik. Gezi’den önce ve sonra Gülen Cemaati ile AK Parti arasında bir gerilim olduğunu gözlemliyoruz. Neden böyle bir gerilim var?”

Taraf’ta da yazıları çıkan, New York Şehir Üniversitesi’nden Mücahit Bilici’nin düşündürücü yanıtı şöyle:

“AK Parti ve Gülen Cemaati arasındaki makas farkı açılırken, bunun bir kısmı Gezi’ye tesadüf etti ve orada ayrışma için somut bir dil görünür hale geldi. Aradaki ayrışma, MİT gibi kurumlar üzerindeki kavga olarak yaşansa da, temelde iki vizyonun çatışması diye görüyorum.

Sivilleşmiş siyasal İslam ile siyasallaşmış sivil İslam’ın Türkiye’de devrim yapan sinerjisi bozuldu. Bu iki gücün de birbirlerini dengelemeye, işbirliği yapmaya ve toplumun bütünüyle çalışma kıvamına gelmeye ihtiyacı var.

Bu kavga aslında Türkiye’de demokrasinin (laiklik duvarı yıkıldıktan sonraki) ikinci aşamasının başlangıcıdır.

Artık İslam içi siyaset olacak. Yani mukaddesatçı İslamcılığa karşı liberal Müslümanlık çıkacak. Bunun siyasi somutlaşmasını henüz görmedik ama olacak diye düşünüyorum.”

Soru: AK Parti-Gülen Cemaati arasındaki gerilim ve mücadelenin ne tür sonuçları olabilir?

Mücahit Bilici: Birbirlerine ve ülkeye zarar vermeden ayrışma ve rekabet etme ustalığını gösterirlerse aslında herkes kazanacak. Bu demokrasinin dindarlar arası münasebete nüfuz etmesi anlamına gelecek. Yani bu tarz bir ayrışma kaçınılmazdı.

Kemalist duvar yıkıldıktan sonra dindarlar arası ayrımların siyasileşmesi ve partilerin çoklaşması gerekecekti. AK Parti iktidarı ve Kemalizm’in devrilmesi ile birlikte ‘tarihin sonu’na varmış değildik. Diyalektiği mümkün kılacak bir ayrışma, bir mücadele mutlaka olacaktı.”

Mücahit Bilici’nin altını özellikle çizdiğim cümlesine gelince:

“Cumhuriyetin dindarlarca fethi gerçekleşti. Demokrasinin dindarları fethi ise daha tamamlanmadı.”

Bilici’nin cümlesinden aklıma bir kez daha özellikle yandaş kalemleri ilgilendirecek şu not düştü:

“Artık sadece Kemalizm eleştirisiyle demokrat olmak devri kapandı.”

Bülent Arınç vakası 

Uçaktaki notlarıma şu cümleyi de ekledim:

“Ak Parti, Erdoğan’ın malı değildir!”

Bu cümleyi özellikle ekledim, çünkü Tayyip Erdoğan’ın özellikle Gezi’yle birlikte, ama daha da öncesine giden üslup ve söyleminin AK Parti’nin tepelerinde, saflarında yaratmakta olduğu rahatsızlık sır değildi.

Ve New York’ta sabahın köründe telefonum çaldı. T24 beni Bülent Arınç olayı konusunda uyarıyordu.

Haklıydılar.

Bülent Arınç, AK Parti’nin Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’la birlikte ‘kurucu babalar’ından biridir. Partinin az sayıdaki ağır toplarından sayılır.

Arınç’ın son zamanlarda Erdoğan’la ilgili bazı huzursuzlukları su yüzüne vurmuştu. Önce Gezi, sonra öğrenci evleri konuları, anlaşılan o ki, suyu taşıran damlalar oldu.

Bugüne kadar tepkilerini daha çok kapalı kapılar arkasında vermiş olan Bülent Arınç’ın kamuoyu önündeki şu sözleri, AK Parti’nin ve siyaset meydanının yakın geleceği açısından büyük önem taşıyor:

“Pek çok insan ‘Başbakan'ın beni hiçe saydığını’ ileri sürdü. Başbakan'ın sözlerinden ben sorumlu değilim. Kendi düşünür.”

“Birlikteliğimizin bazen  zor günler geçirdiğini biliyorum, bazen münakaşa ettiğimiz oluyor.

Biz dava arkadaşıyız. Kader birliği yapıyoruz. Hükümetteki sorumluluğum sadece bakan olduğum anlamına gelmez. Futbol sadece futbol değildir diye bir kitap var.

Ben de sadece bakan değilim. Meclis Başkanlığı yapmışım, demokrasi yolunda gençliğimi, ailemi, siyasi hayatımı feda etmişim.

Ben çok şeyi temsil ediyorum. Benim yıpranmamam, hiçe sayılmamam lazım.

Başbakanımız buna dikkat eder.

Ama zaman zaman hepimiz hata yapabiliyoruz.”

“Benim saçlarımı beyazlatan, belimi büken ne biliyor musunuz? Başbakan'ı 24 saat takip ederim ben. Onun da böyle bir görevi olmalı, Hükümet Sözcüsü’nü açmaza düşürmemeli. (…) Birilerinin kum torbası haline getirilmek istemem.”

“Başbakan’ımıza dost, kardeş olarak seslenmek isterim, Başbakan ile Hükümet Sözcüsü arasındaki çelişkinin sorumlusu ben değilim. Bu çelişkinin izah edilmesi  dün, bugün, yarın kendisinden beklenir.”

“Üç dönem engeli var bizim düzenlememizde. Ben ne vekillik, ne belediye başkanlığı istemiyorum dedim daha önce. Başkası bir şey demiyor, ona da saygı duyarım.

Anadolu'da insanlar siz giderseniz ne olacak bu parti diyor, ben daha güçlüleri gelecek merak etmeyin diyorum. Çok sevgi, saygı duyduğum insanlar bu kararı nasıl verirsiniz diyor.

Eğer Sayın Başbakan izin verir, bu kararıma saygı gösterirse ben hiç aday değilim.

Manisa'dan aday olmuştum. Burada siyasete başladım ve burada bitireceğim dedim. Listeler ilan edildi, çok haklı çok yerinde gerekçeler söyledi Sayın Başbakan.

Bursa'dan milletvekili olduk.

Eşyanın da tabiatın da bir sınırı var.

Benim 19 yaşında başladığım siyaseti sürekli sürdüreceğim diye bir şeyim yok. Meclis Başkanlığı'na veda ettiğim gün 2007'de siyaseti de bırakayım istedim.

Ama bu milletin içinden, benim inancıma, davama layık birini Cumhurbaşkanı seçtiremedim. Ben tekrar ‘Böyle bir cumhurbaşkanı seçilmesine en azından bir oyumla katkı sağlamalıyım’ dedim ve aday oldum. Bundan sonra kimse bana güvenip siyasete yön vermeye çalışmasın.”

Sayın Arınç her zaman - bazen uzun da olsa - noktasıyla virgülüyle konuşur ve boş konuşmaz.

Yineliyorum:

AK Parti, Erdoğan’ın malı değildir!

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız