SON DAKİKA
SON DEPREMLER

'Çağırırdım Ulusoy'u..'

A- A+ PAYLAŞ

Yeraltı dünyasının ünlü isimlerinden, "baba"lardan Fevzi Öz, Doğanyol'un Gökçe beldesindeki konutunda, Hasan Koç'un sahipliğini yaptığı, Malatya merkezli "Anadolu Life" adlı derginin ilk sayısında "Ben çocuklarımın babasıyım.." başlığıyla ilk bölümü yayınlanan röportajında ilginç açıklamalar ve değerlendirmeler yaptı.

 

Öz'ün "yeğenlerim" dediği iki milletvekili; AKP'li Öznur Çalık ve Ömer Faruk Öz..

 

İşte, Hasan Koç imzasıyla derginin bu sayısında yayınlanan röportajın ilk bölümü:

 

.....

 "Ben çocuklarımın babasıyım.."

"Tatilini geçirmek üzere geldiği köyünde, amcasının oğlunun öldürülmesi ve onu öldüreni vurması sonrası normal yaşamının dışında bir hayat sürdüren Fevzi Öz, hayatındaki ender röportajlardan birini de Anadolu Life dergisine verdi.

 

Yine tatilini geçirmek üzere geldiği Doğanyol’a bağlı Gökçe Beldesinde görüştüğümüz Fevzi Öz, Cezaevi yaşamından Mafyanın bugünkü durumuna, bir dönem mafya ile başı derde giren Özal ailesine sahip çıkışından, yeğenleri olan milletvekillerine ve Malatyaspor’a dair birçok konuda açıklamalarda bulundu.

 

İşte, kendisini  “Ben Mafya Babası değil, çocuklarımın babasıyım” diye tanımlayan Fevzi Öz’ün röportajı:

 

…18 yıl önce bu alemden çekildim. Ben hayatımda ezilmedim, bozulmadım. Kimse de benim karşımda beni bozacak bir kelime konuşamadı. Haysiyetimle geçip oturayım yerimde, haysiyetimle de öbür dünyaya gideyim dedim. Benim şimdi tek arzum bu.

 

…Hükümetten memnun olmadığım bir konu Malatya’nın bir bakanı yok. Malatya Türkiye’de Ak Partiye en fazla oy veren üçüncü il. Yüzde 67 oy aldı, ama bir bakanı yok Malatya’nın. Malatya halen lidersiz, Malatya halen sahipsiz.

 

…Oraya gelen kişiler isim yapmak niyetiyle geliyor, bir takım beklentileri var, her gelen de topu Belediye Başkanının üstüne atıyor. Ben Malatyaspor’un bu yönetiminin de bu işin altından çıkacağını ve destek göreceğini zannetmiyorum.

 

…Bizimkiler bana diyorlar ki “Amca ya, sen öyle bir şey istiyorsun ki, sana mafya babası diyorlar ama adliyeyi sen istiyorsun, polisi sen istiyorsun. Ne kadar çelişki bu”. Ben kötü bir şey yapmıyorum ki, yaparsam o adliye versin benim cezamı.

 

-Öncelikle bize yaşam öykünüzü anlatabilir misiniz?

-Ben 1943 yılında Doğanyol’da dünyaya geldim. İlkokulu burada okudum daha sonra ortaokulun bir kısmını Pütürge’de bir kısmını da İstanbul’da okudum. Ondan sonra okuldan ayrıldım ve İstanbul’da ticaret hayatına başladım. Tekstil sektöründe ticaret yapmaya başladım, yani ilk mesleğim tekstil. Bu arada buraya (Gökçe Beldesi) misafirliğe gelmiştim. O gün amcamın oğlunu camide abdest alırken arkadan sıkıp öldürdüler. Böylece bu olayların içine girdik. Bende bu defa amcamın oğlunu vuranı bulup vurdum Malatya’da. Öylelikle kan davası başladı. Tabi ben hapishaneye girdim. Cezaevinden kaçtım tekrar girdim. Bu birkaç defa böyle sürdü. Sonunda 1974 affında o ceza bitti. 11 ayda alacaklı kaldım hükümetten.  Çıktıktan sonra bir sene geçmedi bir cinayet olayı daha geldi başıma. O da nefsi müdafaya girmişti, öyle kurtulduk, 55 gün ceza yattım o zaman. Sonra başımıza birçok işler geldi bu şekilde. Gayri ihtiyari bazı kaçakçılık olaylarına girdik. Yani bunları inkar edecek halim yok.

 

Şimdi diyeceksiniz ki cezaevlerinde nasıl isim yaptınız. Cezaevlerinde yatmak  kolay değil, herkes cezaevinde yatar ama ispiyoncu olmayan, yiğit olan, mert olan, garibana yardım eden, fakir fukaraya yardım eden, orada kimseyi kimseye ezdirmeyen, bileğine yüreğine sağlam olan arkadaşlara saygı duyuluyordu. Öyle olunca oradakiler için bu kişiler abi oluyordu. Sonra da bir baba adı taktılar, bunu da filmlerden esinlenerek yaptılar. Yoksa ne babası Türkiye’de öyle baba falan yok.

 

Ben şahsen kendi çocuklarımın babasıyım. Öyle babalık falan kabul eden bir insan değilim. Sonra ben bu konuda şunu söyleyebilirim, en büyük kabadayı en büyük beyefendi insandır. Beyefendi insanda yeri geldiği zaman, gerekeni yaptığı zaman kabadayıdır. Ben gerçek kabadayıyım, bu anlamda bunu da inkar etmiyorum. Biz haksızlık yapmayız, kimsenin namusuna bakmayız, kimsenin hakkını yemeyiz, kimsenin parasına puluna tenezzül etmeyiz. Birisine de yapıldığında o kişi ricaya geldiğinde, ona yardım ettiğimizde kesinlikle karşılık almayız. Şu tahsilatçılar falan çıktı ya son zamanlarda, onlar gibi “Bak paranı kurtardık, yarısını bize ver” falan gibi şeyler yok bizim kitabımızda. Bu yalnız bende değil benim jenerasyonumda olan arkadaşlarda da yok. Bizim jenerasyonumuzdaki insanlar böyle şeylere tenezzül etmezler. Biz kimsenin tahsildarı olmadık, kimsenin adamı olmadık. 

 

Bizde şöyle oluyordu, bir şeriat kuruluyor. Üç arkadaş birbirlerine girmişler anlaşamıyorlar, bu olayların bir kısmı da gayrimeşru. Mahkemeye gidemiyorlar, ne diyorlar üç tane düzgün, namuslu adam bizim şeriatımızı kessin kabulümüz. Ben 26-27 yaşından beri şeriata otururum. Kendim gidip oturmadım, dediler ki arkadaş bizim şeriatımızda sen de bulun. Orada benim oğlumda olsa, Muhsin’de (Amcasının Oğlu) olsa derim ki neyse Allah rızası neyse doğru odur. Haksızsa haksız haklıysa haklı. Bir defa haksızlık yapsan bitersin. Bizim saygı duyulmamızın ve sevilmemizin sebebi budur. Bu yaşa geldim hala ben şeriata oturuyorum.

 

-Cezaevi yaşamınız nasıl geçti?

-Zamanında hepsinde de güzel cezalar yattım. Yani nereye gittiysem bir saygı gördüm. Bir tek Avrupa’da sıkıntı yaşadım, orada da ne Fevzi Öz’ü tanıyorlar, ne Ahmet’i ne de Mehmet’i. Orada büyük bir malla yakalandım. 2.5 ton. O zamanlar kimse 2.5 kilo götüremiyor. İsim büyük, basında şişirdi, adamlar korktular ve aldılar beni bir hücreye koydular. Oradaki cezaevi hayatım çok kötü geçti. Küçük bir hücrede kimseyle görüşemeden, buzlu cam aralığından dışarıya bakardım. Üç ay boyunca bana gazete, dergi vermediler. Mahkemeden üç defa karar çıkarttım öylelikle kitap, gazete alabildim. Limon çekirdeğinden, limon, çiçek dikip yetiştirdim, onlar benim arkadaşlarımdı, çiçeklerle konuşuyordum. Ben tam 26 ay insan görmeden yaşadım orada, bir tek gardiyanı tanıyordum. Herkes cezaevi avlusunda hava alıp döndükten sonra bana hava almam için izin veriyorlardı. Onu da hücremi aramak için yapıyorlardı.

 

-Türkiye’de bugün mafyanın durumu ve etkisi nedir?

-Bizim zamanımızda gerçek bir kabadayılık vardı, hani bir kumar alemi vardı, bir de kaçakçılık alemi vardı. Şimdiki jenerasyon değişti, sistem değişti. Şimdi mafya babası dediğin zaman akla şu gelir, Avrupa’da Dünya’da böyledir. Mafya babası dediğin vakit, İçişleri Bakanlığında adamın olacak, Adalet Bakanlığında adamın olacak, mahkemelerdeki hakimlerden adamın olacak, emniyetteki müdürlerden adamın olacak, vali’den olacak. Bak şimdi, herkesten adamın olacak. Bunlara da gerek maddi gerek manevi bakacaksın. Oralarda bölgeler ayrılıyor. Her bölgenin bir babası var. Mafya, mafya babalığı böyle oluyor oralarda.

 

Bu alemde bizim jenerasyonda olan herkes şimdi meşru bir işe yöneldiler. Herkes bir şirket kurup meşru bir işe başladı, kimse çoluğunu çocuğunu sokmadı bu işe. Yeni jenerasyon böyle değil. Kimi MİT'in adamı, kimi JİTEM’in adamı, kimisi emniyet istihbaratın adamı. Bunlar maşa gibi kullanıldılar. Hani nasıl ki Hizbullah PKK’ya karşı kuruldu. Onları öne sürenlerin asıl hedefi de, onları bize karşı saldırtarak bizi yok etmekti. Ama o yeni kurdukları, destek verdikleri, kabadayı dedikleri adamlar ne yaptı, yanlarına üçer beşer adam aldı, üstlerine birer siyah takım elbise giydirip saçlarını üçe verdirtti, tahsilat işlerine yollarına bakmaya başladılar. Bunlarda baktı ki onlar bizle kötü değiller, bizi bir yerde görseler saygı gösterir, elimizi öperler, bizler yaşlı insanlarız. O zaman dediler  "Tamam, bunların pili bitti”. Şimdi tek tek içeri aldılar. Bu arada adamların kazandıklarını da adamlara yedirmiyorlar. Kimine 20, kimine 30 sene durmadan ceza veriyorlar.

 

Kabadayılık Osmanlı döneminde gelen bir süreçti ve o süreç bizim dönemimizden sonra bitti. Bizim zamanımızda kimsenin namusuna bakılmazdı, tahsilatçılık yapmazdık biz. Bir olay varsa en önde biz giderdik. Şimdi öyle değil adam oturduğu yerden beş genci gönderiyor. Bizim zamanda hepimizin milliyetçi, vatanperver bir kimliği vardı. Solcumuzun da, sağcımızın da. Bakın şimdi solculara bakın, etüt edin, ne için savaşmışlar, Türkiye Cumhuriyeti için, laiklik için, Atatürk ilkeleri için. Daha önce solcuyu komünist, vatan haini biliyordu insanlar. Sağcı yine aynı şekilde.  

 

-Fevzi bey, Malatyalı olmanız nedeniyle Özal ailesine de yakınlığınız vardı. Hatta zor bir anlarında onlara yardımcı olduğunuzda basında yer almıştı. Bunu anlatır mısınız?

-Rahmetli Özal’ın sağlığında kendisiyle ne bir gün oturmuşluğumuz var, ne de tanışıklığımız. Ne bir gün gidip bir istekte bulunmuşum nede bir işim düşmüş. Birçok Malatyalı Özal’ın arkasında önünde geziyordu, dört dönüp duruyorlardı. Bunların kimi iş aldı, kimi zengin oldu.

 

Bunlar Dündar Kılıç’la takıştılar. O da bizim arkadaşımız. Hatta o dönem istihbaratta olan Mehmet Eymür’le de takıştılar. Öyle bir duruma düştüler ki bunlar, mahkemelik oldular. Bunlar evlerinden sokağa çıkamayacak duruma geldiler.  Selahattin Alpay geldi bana. Abi dedi, Semra Özal, Ahmet Özal, Zeynep Özal seninle görüşmek istiyorlar dedi. Evime geldiler görüştük, baktım çok dardalar. Şimdi ben bir Malatyalı olarak, Türkiye Cumhuriyetinin başbakanlığını, cumhurbaşkanlığını yapmış rahmetli Özal’ın hemşerisi olarak, çoluğu çocuğu ortada kalmış, nasıl yardım etmeyeyim. Bunlara da eziyet eden kabadayı aleminden insanlar. Yani iş bu kadar ayağa düşmüş, zor durumda kalmışlar. Semra Hanım, Ahmet, Zeynep evime geldiler oturduk, konuştuk. Mahkeme olayı vardı, dedim ki tamam ben geliyorum, ben varım. Aldım Zeynep’i gittik mahkemeye. Semra hanımda benim evimde oturuyordu. Ben bunlara sahip çıktım. Hodri medyan, kim gelirse gelsin, kim dokunacaksa dokunsun dedim. Bunlar rahatladılar. Dündar Kılıç’ta benim 20-30 senelik arkadaşımdı. Halen konuşmuyoruz, birbirimizin cenazesine de gitmedik. O zaman bunu bir hemşehri olarak kendime görev kabul ettim, bir iyilikte değil. Üstüme düşeni yaptım. Kimse kıllarına bile dokunamadı. Bunlar Karadeniz’in en büyük grubuydu. Bana da haber gönderdiler biz çekiliyoruz sen varsan diye. O zaman her şeyi de göze aldık, yani nasıl anlatayım.

 

-Fevzi bey burada şunu sormak istiyorum. Semra hanım Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı, Cumhurbaşkanlığı yapmış Turgut Özal’ın eşi. O olaylar da devletin desteğini alamadı mı da size gelmek zorunda kaldılar?

-Alamadılar. MİT bile sahip çıkmadı. Yanlarındaki koruma polisleri bile korkuyorlardı, kaçacaklardı.  Biz kendilerine aile olarak gereken desteği verdik. Sonra bu milletvekilliği olayı vardı Ahmet Özal’ın. O zaman yanıma geldi. Dedim ki bak kardeşim, senin babana oy verecek Malatya. Bağımsız aday çıkmak kolay değil. Kesin seçileceksin ama çalış, layık ol babana, Malatya halkına. Sana oy vermeyecek Malatya, babana verecek oylarını. Bizi de mahcup etme.

 

Çocuklarımı, akrabalarımı herkesi gönderdim Malatya’ya. Allah razı olsun Malatya halkı beni seviyor, bende çok seviyorum Malatya halkını. O zaman mecburiyetten bağımsız aday oldu. ANAP’da DYP’de kabul etmediler bunu partiye. Ama Ahmet ne yaptı, ortada. Meclis’e, Malatya’ya doğru düzgün gitmedi. Kendi kendilerini yok ettiler. Rahmetli Özal’a şu kadar bir parça benzememişler.

 

-Bu günkü hükümetle ilgili neler söyleyebilirsiniz?

-Bu günkü hükümetle ilgili ne söyleyeyim. Gerçeğini söylersem bu benim işime gelmiyor, yalanını da hiç söylemeyeyim. Bu günkü hükümet tek başına iktidara geldi. Bir istikrar yakaladı, fakat öyle bir iş çıkardı ki bu hükümet bir başörtüsü olayı tutturmuş yani o olayı da bitirmez, yani anlaşsaydı bu başörtüsü olayı biterdi. Onu bir sermaye olarak kullanıyorlar. İkinci bir huyları var hemen devletle kavga ediyorlar, mağdurları oynuyorlar. Biz mağduruz. Bunları yapmasalar daha iyi olacak. Tek başlarına ikinci defa geldiler, benim iki tane yeğenim var. Şimdi ben nasıl kötü diyeyim.  

 

-Fevzi bey, Turan Çevik’in Malatyaspor başkanlığı döneminde sizin gizli başkan olduğunuz konuşuluyordu. Onunla ilgili ve Malatyaspor’un şu anki durumu ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?

-Şimdi ondan daha öncesi var. Malatyaspor’a, Saka Şükrü’nün oğlu başkanlık yaparken, İstanbul’a geldiklerinde biz mücadele ettik, eşimizden dostumuzdan para topladık. O zamanlar emrivaki gibi bir şey yaptık İstanbul’da ki dostlarımıza, onlarda sağ olsunlar kırmadılar bizi. Ondan sonra bir ara Malatyaspor bunaldı.

 

Ben Turan Çevik’le ortaklık yapıyordum, Malatyaspor gündeme geldi, Turan bana “Dayı başkan ol” dedi. Bende dedim ki bak oğlum, ben başkan olursam bir sürü dedikodusu çıkar, benim bir ismim var, milletin hepsi beni yakından tanımıyor ki. Nasıl bir insan olduğumu, ne kadar mütevazi bir insan olduğumu bilsin. Sen daha gençsin daha bir ismin yok, ticareti de biliyorsun, gel sen başkan ol, ben seni destekleyeyim arkandayım dedim. Dedi ki dayı nasıl yapacağız. Bak dedim biz Malatya’dan kimseden bir lira alamayız. Malatya milletinin çoğu goy goya geldi mi herkes toplanır. Bir dernek toplantısı oldu mu herkes ordadır. Herkesi zannedersin ki en çok çalışan onlardır, bunların çoğu beleşçi. Kimse para vermez, bu işin içine girersek kazancımızdan bir kısmını çıkarıp vereceğiz. O sırada yanımızda başka ortaklarımızda vardı onlara dedim ki siz de verecek misiniz? Dayı canın sağolsun dediler. Bir iki işte Malatya için yapalım, ne olur ki dediler. Hepimiz o zaman ne koyalım, işte birimiz iki milyon dolar koyalım birimiz üç milyon dolar koyalım ve geri dönüşümü olmadan, hibe ederek, almamak kaydıyla. O zaman güzel bir takım kurduk. Bir tek kalecimizi sağ olsun Emin Cankurtaran aldı Yaşar’ı. O sene namaglup şampiyonluğa çıktık, ikinci sene ligdeki durumumuzu biliyorsunuz. O zaman benim gizli başkan olmamın nedeni buydu, bir ismimiz var ya, hemen bir kulp takarlar. Bir de ben gösterişe meraklı değilim, doymuşum.  Maksat Malatya’nın takımı çıksın, ben ne yapayım, benim derdim Malatya, şahsım değil ki. İşte öyle bir mücadele verdik, sonra rahmetli Yusuf Özal’la ters düştük, ticari bir konuda, o da Devlet Planlamadaydı o zaman. Biz, o zaman bırakıyoruz dedik, o da bırakın kardeşim dedi. Aslında Yusuf Özal takımı başka birine vermeye niyetlenmişti. Biz de onun dediğini yapmadık. Burada Malatya’ya en büyük kötülüğü Yusuf Özal yapmıştır. Bizi kızdırıp, bize yönetimi bıraktıran Yusuf Özal’dır. Sonra Nurettin geldi (Güven) bize. Abi bana verin ben yapayım dedi. P eki dedik al Nurettin. Onu da seviyorduk, terbiyeli bir çocuktu, o da epey mücadelede etti Malatyaspor için. Ondan sonra işte Malatyaspor gele gele bu zamana geldi. Bizim zamanımızda Malatyaspor AŞ değildi, bizden sonra kuruldu. Biz bir tek lirasını ne geri aldık, ne bir borç yazdık, haram olsun. Hani bu günün parasıyla o takımı bir hesap edin, neye kurulur öyle bir takım, takdir Malatyalıların. Kendim eski Beşiktaşlıyım, Beşiktaş’ı burada yendik o zaman, Galatasaray’ı şampiyon oldu. O zaman Malatyalı bir hemşerimiz geldi ki maçı verelim, Semra Özal yollamış. Bende sinirlendim, çocuklara, beşer milyon daha prim size, yenin Beşiktaş’ı dedim. Bünyamin’in neredeyse beli kırılıyordu, topu içeriden aldı. Yendik o maçı. Biz Malatyaspor’u böyle yerlere getirdik.

 

Şimdiki başkanlar için bir şey söyleyecek halim yok, pekte tanımıyorum zaten. Ama o bizim yeğen Hikmet Tanrıverdi beyefendi biri. Tanrıverdi’ye arkadaşları destek olsaydı, layık bir başkandı, hani şeref tribününde oturmasını kalkmasını da bilirdi. Fakat Hikmet’e kendi arkadaşları, Valiyi, Belediye Başkanını demiyorum, evvela kendi arkadaşları doğru dürüst destek olsalardı, Vali bey de, Belediye Başkanı da daha fazla yardımcı olurlardı. Malatyaspor’da bu durumlara düşmezdi.

 

Şimdi benim gördüğüm kadarıyla, buradan kimseyi de kötülemek istemiyorum. Oraya gelen kişiler isim yapmak niyetiyle geliyor, bir takım beklentileri var, her gelen topu da Belediye Başkanının üstüne atıyor. Ben Malatyaspor’un bu yönetiminin de bu işin altından çıkacağını ve destek göreceğini zannetmiyorum.

 

Eğer ben olsaydım şahsen, veya bana sorulsaydı, yine Hikmet Tanrıverdi’nin kafasına vururdum. Geç kulübün başına, öteki bazı televizyonlarda konuşan arkadaşlar var ya, İstanbul’da toplardım onları gelin bakalım buraya, 20-30 kişi toplardım. Bu kulübü bir yere mi getirmek istiyorsunuz Malatya’ya, Malatyaspor’a sahip mi çıkmak istiyorsunuz, verin bakalım üç yüz bin dolar, beş yüz bin dolar. Borç versinler, hibe de değil, hibe veren elli milyar, yüz milyar versin. Verebilecek kişiler de çıkar. En az beş, altı milyon dolar toplanırdı. Verirdim bu parayı Hikmet’in eline, al kardeşim, alacağını da sileceksin almayacaksın. Kenetlenin. Hikmet bu işte tecrübeli oldu, bilinçli oldu, sosyal yönü oldu. Bak futbol federasyonuyla ters bile düştü, düşebilir. Hani Hikmet deseydi ki böyle bir durum var. Ben Haluk Ulusoy’u Federasyon Başkanı olarak değil, teke tek bir yere çağırırdım. Alırdım bir kenara “Haluk bak kardeşim, niye Malatyaspor’la uğraşıyorsun” derdim. İnan ki faydalı da olurdum. Belediye Başkanına gider, biz senden para istemiyoruz, kulübe gelir getiren yer ve bunun üstüne de şart koy. De ki ben bunu size veriyorum, siz beş yüz milyar kar getirecek yeri gider başkasına iki yüz milyara verirseniz, bunu sizden geri alırım. Öyle gelip de burayı alacak, sonra kendi adamına, amigosuna, taraftarına peşkeş çekecek. Buna müsaade ettirmezdim yani. Belediye Başkanı bu yardımları yapıyor ama senede dört trilyon toplamak var, bir de senede iki trilyon toplamak var. O zaman Belediye başkanı orada söz sahibi olursa, istediği zaman müdahale edebilirse seve seve yer verir kulübe. Belediye Başkanına git “hazır para ver bize” ne kadar hazır para versin Başkan. O da yıpranır o zaman. Benim önerim bu olurdu. Ben Hikmet’i niye söylüyorum. Hikmet, beyefendi, ağırbaşlı, layık bir çocuk. İnanın o zaman Hikmet yine cebinden bir iki milyon dolar koyardı.

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız