SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Deliye Hergün Bayram

A- A+ PAYLAŞ

Necati GÜNGÖR

 

Şimdiki çocuklar bayramı nasıl algılıyor, bilemiyorum; bizim çocukluğumuzda bayramlar tam anlamıyla bir sevinç kaynağıydı! Bana öyle geliyor ki, çocukluğunu yaşamamış büyüklerimiz de koca koca çocuklardı. Bayram günlerinde sokaklara dökülür, herkes herkesin bayramını içtenlikle kutlar, yediden yetmişe insanlar dolap yerine doluşur, bir şenlik,  curcuna içinde, seyyar satıcı şamatalarının davul zurna sesine karıştığı gün boyunca  bayramın tadını çıkarırlardı.

 

Düşünüyorum da, o yıllarda, dolap eğlencesinden başka ne eğlencesi vardı ki Malatya’nın? Ellili yıllardan yetmişli yıllara kadar, dolaptan, luna parktan, cambazlardan, sinemalardan başka bir şeyi yoktu insanımızın… (Daha sonraki yıllarda oldu mu sanki!)

 

Kernek’teki, Kilise civarındaki (Çavuşoğlu Mahallesi) dolapları hatırlamıyorum. Benim çocukluğumda oralar, yeni yeni evler yapılan boş alanlardı. Dolap yeri denilen eğlence panayırları da zaten boş ve geniş alanlara kurulur… Ninem yaşındaki bir yakınımızdan dinlerdim, Kilise civarında kurulan dolabı. Bizim mahallenin (İlyas Mahallesi) yaşlıları, kendi çocukluklarında giderler ya da götürülürlermiş oraya, bayramlarda.

 

Benim küçüklüğümdeyse, (ellili yıllar) dolap Küçük İstasyon’un üst yanına kurulurdu. Küçük İstasyon dediğim, banliyö treninin kalktığı yer. Tren yolunun çevresi boş arsalarla (Malatyalıların deyişiyle “Dutluk”) doluydu. Çingeneler çadır kurardı kimi arsalara. Söğütlerin gölgesinde kalbur, elek yaparlardı yazları. Kışın iki üç karış çamur deryası olur, yazları da kalın bir toz tabakasıyla örtülürdü. Dolap yerinin hemen yanı başında Hayvan Pazarı yer alır, onun çevresinde de müşteri bekleyen at arabaları sıralanırdı. Atların, sığırların, koyun ve keçilerin sürekli gübrelediği bu bölgeden buğu buğu kokular yükselirdi! Tabii bayram günleri boyunca kokmazdı.

 

Bir yere dolap kurulduğu, davul zurna nağmeleriyle ilan edilirdi. Davulcu ve zurnacı, gün boyunca icra-i sanat ederler, milleti coşturur, eğlenmeye çağırırlardı. Bütün gün süren beleş bir konser gibi…  Yalnızca o davul zurnadan oluşan mini orkestranın çaldığı neşeli havaları içlerine sindirerek dinlemek bile bir mutluluk kaynağıydı insanlarımız için. O yıllarda öyle her evde radyo bile yoktu. Doyasıya kendi yerel müziğini dinlemek için, düğünleri ve bayram eğlencelerini beklemek gerekiyordu. Pek pek zengin konaklarında taş plakların çalındığı gramofonlar vardı o yıllarda…

 

Dolap yerinde davul zurna eşliğinde, halay çekmek (Malatyalılar buna “dillan çekme” diyordu) için ya da o halayda güzel oyunlar sergileyenleri seyretmek için sabırsızlanan insanları görürdünüz. Davul gün boyunca gümbürder, zurna ince nağmelerle öter,  “dillan” meraklıları da bıkıp usanmadan onları seyrederdi. Tabii bir yandan da dolap, uzun gıcırtılarla dönmeyi sürdürürdü. Dolaba binmek başlıbaşına  bir coşku kaynağıydı! Kaç kuruştu dolaba binmenin ücreti? Ya yirmi beş, ya da elli kuruş diye düşünüyorum şimdi… Sarı yirmi beşlik de, gümüşlü elli kuruşluk da önemli bir paraydı o zaman için! Öyle değme adamın cebinde bulunmazdı. Önemli bir satın alma gücü vardı bu paraların. Mesela bir lira, o zamanın hükmüyle, bütün gün harcamakla bitiremeyeceğiniz bir paraydı!

 

O nedenle dolaba binmek, ancak bayram coşkusu ve bolluğu içinde göze alınan bir masraf kapısıydı!

 

Dolap, tümüyle ahşap malzemeden yapılan yerel bir düzenekti. Uzun, yüksek, bir çark düşünün; bu çarkın çevresine dizilen sandıkların içine birer ikişer kişi oturuyorsunuz, aşağıdaki iriyarı dolapçı, bilek gücüyle bu çarkı çevirip hareketlendiriyordu… İçinde bulunduğunuz sandık en tepeye ulaştığında, heyecandan, korkudan yüreğiniz ağzınıza geliyor, hem sevinç, hem de korku çığlıkları attırıyordu size. Her şey, o birkaç saniyelik heyecan içindi dersem, yalan olmaz. Kimileri de korkudan gözlerini yumar, aşağılara bakamazdı zirve noktaya vardığında. “Anam ben korkarım, bakamam!” itirazlarını çokça duyardınız dolap yerinde. Dolaba binmekten korkmamak, daha çok erkeklerin işiydi pek tabii.

 

Şimdilerde yaşı elliye varmış herkesin bir dolap anısı vardır sanıyorum, Malatyalı olarak…

 

Dolap öyle her dakika binilen bir şey değildi elbet. Dolapçı, o devirde yine herkeste bulunmayan kol saatine bakardı, dolabı çevirmek için. Bu yüzden, dolaba binip dakikalarca, dönmesini beklemeniz gerekirdi. Bir defa dönmeye başladı mı, birkaç tur atmadan durmazdı çünkü; belli hıza erişmiş olurdu. Dolapçı için de önemli olan, bütün dolapların dolmasıydı. Harcayacağı çaba, alacağı paraya değmeliydi…

 

Dolaba binip de dönmesini beklemekse, can sıkıcı bir bekleyişti, biz çocuklar ya da çocuk kalmış büyükler için!

 

Şunu da söylemek gerekir: Öyle herkes çoluk çocuğunu toplayıp dolap yerine gitmezdi. Çünkü böylesi kalabalık ve beleş eğlence yerlerinde ipsiz sapsız adamlar, kendini bilmez sarhoşlar da olurdu. Buraya eğlenmeye gelen genç kızlar, daha çok, gecekondu semtlerinin kızlarıydı. (Yanlış mı hatırlıyorum?) Ama erkek çocuklar, her aileden, her mahalleden olabilirdi. Saygın (köklü) ailelerin kızları olsa olsa, bu tür eğlence yerlerini uzaktan seyrederlerdi.

 

Dolap yerinin vazgeçilmez renklerinden ve curcuna kaynağından biri de seyyar satıcılardı kuşkusuz. Şerbetçiler, dondurmacılar, gazozcular, çekirdekçiler, baloncular, köfteciler, şamtatlıcılar, kurabiyeciler, simitçiler, tavuksütü satanlar, pandispanyacılar… Hatırlayabildiğim, satıcıların bazıları. Hatta silik soluk yüzlerini kafamda canlandırabildiklerimden bazıları. Satıcıların bağırtıları, dolabın uzun kağnı gıcırtısı, dolaba binen nazenin kadınların çığlıkları, davul zurnanın keyifli, oynak havaları, çocukların ellerindeki mantar tabancalarının, çatpatların patlama sesleri, dolapçının narası, o bayram günlerini unutulmaz, akıllardan silinmez birer mutluluk tablosuna çeviren bir şeydi. Uzak yakın mahallelerden insanlar gün boyunca akın akın gelirlerdi.

 

Bayram kaç günse o kadar sürerdi dolap. Çocuk gönlüm, hiç bitmesin isterdi bu şenliği… Ama her güzel şey gibi, adeta göz açıp kapayana kadar kısa sürede biterdi bayram. Daha doğrusu bana öyle gelirdi. Bir gün dolap iskeletinin sökülüşüne tanık olmuş, sevdiğim birinin ölümü gibi üzüntü duymuştum, hiç unutmam!

 

FOTOĞRAFLAR: 1950'li ve 1960'lı yıllarda Malatya'dan görüntüler; (En üstte) Hükümet Meydanı'ndan Yeni Cami, (Ortada) Gazi İlköğretim Okulu (soldaki) civarı Atatürk (Kışla) Caddesi üst kavşağı, (Altta), Orduevi Civarı Atatürk Anıtı arkasından genel bir görüntü.. (KAYNAK: Yrd. Doç.Dr. Göknur Akçadağ Göğebakan Arşivi)

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız