SON DAKİKA
SON DEPREMLER

"Devlet Nerede, Gösterdik.."

0
Güncellendi - 2015-12-28 04:00:06
A- A+ PAYLAŞ

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "13 yıl içinde neler gördük. Cumartesi Annelerini dinleyip Diyarbakır Annelerini unutanları gördük. Suruç'taki katliamları lanetleyip Ceylanpınar'da gece yarısı uykusunda şehit edilen polisleri gözardı edenleri gördük. Allah aşkına herkes elini vicdanına koysun" dedi. 

Başbakan Davutoğlu, Doğu ve Güneydoğu illerinden gelen sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle Çankaya Köşkü'nde buluştu. Davutoğlu, bugüne kadar geçen sürede farklı kesimleri bir araya getirerek ortak bir ruh hali oluşturduklarını belirtti. Davutoğlu, "Ramazan'ın hemen akabinde daha bayramın sevincini üzerimizden atmamışken 20 Temmuz'da Suruç'ta yaşanan katliamla, alçakça yapılan bir terör saldırısında hepimizin yüreğine bir ateş düştü. O günden bu yana Türkiye'de şiddet sarmalını derinleştirmek isteyenlerle bu şiddet sarmalına karşı insan hak ve özgürlüklerini, kamu düzenini savunanlar arasında çok ciddi bir mücadele seyrediyor" dedi. 

Yaşananların ardından sivil toplum kuruluşlarıyla bir araya gelerek bir muhasebe yapma gereği hissettiklerini vurgulayan Davutoğlu, "7 Haziran'dan bu yana yaşanan süreçte hükümet olarak, AK Parti Genel Başkanı olarak istişare zemininde yeni durumu anlamak için toplum kesimlerinin değişik kesimleriyle bir araya gelmeye özen gösterdim" diye konuştu. 

"Biz farklı olmakla birlikte ortak kültürel mayanın eserleriyiz" diyen Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Modern dönemde kadim ortak kültürel maya konusunda iki farklı yaklaşım çıktı: Bir, tektipleştirenler ve 'Herkes bizim gibi olacak, bizim tasnif ettiğimiz kimliklere sahip olacaklar.' Bunun en son ve çarpıcı örneği 12 Eylül rejiminin getirdiği tektipleştirmeydi. Öncesi de vardı sonrası da oldu 28 Şubat'ta. Ama bugünkü meselelerin çıkışında bu tektipleştirmenin yoğun psikolojik travmasını Türkler, Kürtler, Sünniler, Aleviler hep beraber yaşadık. Hep beraber o dönemde genç üniversiteliler olarak bu yaklaşıma karşı farklı ideolojilerle ayakta durduk. Bu tektipleştirenler karşısında bu kez ayrıştıranlar çıktı. 'Madem biz Mezopotamya çocuklarıyız, diğer çocuklardan ayrılmalıyız' diyenler çıktı, 'madem biz Anadolu çocuklarıyız, diğerleri ya sevsinler ya terk etsinler' çıktı. Biz son 13 yıl içinde bu tektipleştirme ve ayrıştırma çabalarına karşı hep birleştirmeyi farklılara saygı duyarak o farklılıklar üzerinden çatışma çıkarmadan gönülleri birleştirmeyi hedefledik. Çözüm sürecinin esas itibarıyla özünde de bu vardı, 'Milli Birlik Kardeşlik Projesi' ve demokratikleşmenin özünde bu vardı. Yasaklar vardı. Ben dahi kendi çocuğuma ismini koyarken Meymune isminin Türkçe olmaması sebebiyle nüfus müdürünün 1988 yılında nasıl gözümün içine bakıp 'Bunu değiştirmeniz gerekir' dediğini halen hatırlıyorum. Herhalde olaya bir adalet perspektifinden bakanlar görürler ki son 13 yıl içinde biz bütün farklılaştırma, çatışma ve tektipleştirme çabalarına karşı çok büyük mesafeler kat ettik. Bugün kimse konuştuğu dil, ait olduğu coğrafya, benimsediği kültür, okuduğu şiir, terennüm ettiği türkü ya da şarkı dolayısıyla herhangi bir muaheze altında tutulmuyor. Ahmet Kaya'nın şarkılarının yasaklandığını, Türkiye'de her güzel şarkının, Tuna kenarında söylenen Rumeli havasıyla Fırat-Dicle kenarında söylenen Mezopotamya havasının rahatlıkla birlikte aynı ahenk içinde dile getirildiğini hep beraber görüyoruz. Bunun aksine bir uygulama varsa karşısında bizi bulur."

"KRİTİK DÖNEMLERDE VİCDANLARIN PARÇALANDIĞINA ŞAHİT OLUYORUZ"

Başbakan Davutoğlu, kritik dönemlerde vicdanların parçalandığına şahit olunduğunu belirterek, "Her şey parçalanabilir ama bir insanın vicdanı, yüreği parçalanamaz. Bir insan her şeye farklı bakabilir ama masum iki çocuğun birinin Türk, birinin Kürt, birinin Kafkas, birinin Mezopotamya çocuğu olduğuna bakmaz. Çocuk çocuktur, insan insandır ve insanlık vicdanı parçalanamaz. Ama 13 yıl içinde neler gördük. Cumartesi Annelerini dinleyip Diyarbakır annelerini unutanları gördük. Suruç'taki katliamları lanetleyip Ceylanpınar'da gece yarısı uykusunda şehit edilen polisleri gözardı edenleri gördük, Suriye'den gelenler Türkmense onlara sahip çıkıp Kürtleri unutanları gördüğümüz gibi Suriye'den gelenler Arap ve Türkmense onlara bakmayıp Kobani'den gelenlere ağıt yakanları gördük. Allah aşkına herkes elini vicdanına koysun" ifadelerini kullandı. 

Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bizim hükümetlerimiz döneminde acıların ayrıştırıldığı, şu acının diğerine göre daha fazla saygı gördüğü, şu veya bu katilin diğerine göre daha az lanetlendiğini gören varsa işte meydan burası. Biz Suruç'ta katliam yapan DEAŞ'a karşı da en sert lanetlemeyi yaptığımız gibi orada belki siyasi görüş olarak bize karşı olmuş olsa bile 'Her vatandaşımızın gözünden dökülen yaş, vücudundan damlayan tek damla kan dahi bizim gözyaşımız, bizim kanımızdır' diyerek Suruç'taki bütün vatandaşlarımıza taziye diledik ve yaralıları hastanede ziyaret ederek acılarını paylaştık. 7 Haziran'da hükümetimize oy vermiş olsun ya da olmasın, sonrasında AK Parti'ye tavır almış olsun veya olmasın, buradan tekrar söylüyorum, ortak vicdanımızın gereği olarak bütün acılara aynı ölçüde yaklaştık. Herkes gördü ve şahit oldu; barıştan, demokrasiden, teröre karşı mücadeleden bahsedenler Ceylanpınar'da iki polisimiz ensesinden şehit edilmişken onu yapanlara dönüp herhangi bir kınamada dahi bulunamadılar. Ve o kadar acı ki yıllarca vicdanı temsil ettiğini söyleyen bazı aydınlar 'İki polis için böyle bir operasyona değer miydi?' diyerek iki polisin katlini küçük görmeye, iki polisin annesinin, bacısının, eşinin, çocuklarının acısına vicdanlarını kapatmaya çalıştılar. Mesele bizim için sadece bir olay meselesi değil ortak vicdanın katledilmesiydi. 78 milyona ifade etmek istiyorum, biz ortak vicdanı temsil etmeye devam etmek zorundayız. Hükümetler, sivil toplum kuruluşları, her bir fert olarak eğer ortak vicdanı savunmaktan imtina edersek Cumartesi Annelerinin yaşadığı kayıpları, kayıp vatandaşlara günlerce, yıllarca gözünü kapatanlar ne kadar suçluysa Ankara'ya gelip gözyaşlarıyla 'Oğlumu, kızımı kurtarın' diyen Diyarbakır Annelerinin acısına gözlerini kapatanlar da o derece suçludur. Ortak vicdanı temsil eden herkese sesleniyorum: Diyarbakır Annelerinin gözyaşlarına sebebiyet veren çocukların dağa kaldırılmasına -ki çözüm süreci içinde oldu- karşı seslerini yükseltebilecekler mi?"

Ortak aklın tanımını yapan Davutoğlu, "Herkesin farklı aklı olur ama bir araya gelinir, tartışılır, konuşulur ve ortak bir yol bulunur. Ama bakınız, nasıl 12 Eylül rejimi dindarına, solcusuna, sağcısına, ateistine... Hangisine bakarsanız bakın 'Şöyle olacaksınız' diye bir dörtgen içine insanların aklını hapsetmişse bugün Doğu'da, Güneydoğu'da PKK'nın ortaya çıkarmaya çalıştığı, bölücü terör örgütünün gerçekleştirmeye çalıştığı, 'Siyasi ortam da bizim dışımızda hiçbir siyasi partinin burada hayat hakkı yoktur, bizim dışımızda hiçbir sivil toplum kuruluşunun hayat hakkı yoktur, neyin doğru olduğuna biz karar veririz.' Hatta 'biz' derken seçilmiş HDP'den belediye başkanları dahil değil. Onlar dahi ortak akıl üretemezler, oraya görevlendirdikleri paralel belediye başkanı ya da Kandil bilir neyin doğru olduğunu" ifadelerini kullandı.

"12 EYLÜL REJİMİ İLE KANDİL ZİHNİYETİNİN HİÇBİR FARKI YOK" 

Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın yaptığı her açıklamanın yukarıdan bir yerlerden tekzip edildi, şu denilmeye çalışıldı, 'Sen siyaset oyunu oynayabilirsin ama aklı ben üretirim, senin söz söyleme hakkın yok.' Her açıklama ertesi gün Kandil'den tekzip edildi. Şimdi akıllarına, vicdanlarına saygı duyan HDP'lilerin buna isyan etmesi lazım. Ha 12 Eylül rejimi partilere dönüp 'hizaya girin' demiş, ha Kandil'den birileri HDP'ye dönüp 'hizaya girin' demiş. Aynı mantık aynı zihniyettir, hiçbir farkı yok. Neden AK Parti binalarına saldırıldı, neden farklı düşünen bütün sivil toplum kuruluşları baskı altına alındı? Hani çok efsaneleştirilmesi anlamında söylüyorum, Suriye'de Rojava veya Kobani, Haseke bölgelerinde PKK'nın olduğu yerde herhangi başka Kürt hareketinin olmasına dahi izin vermediler. Türkiye'ye Kobani, Haseke'den gelen ilk mülteciler DEAŞ'tan kaçarak gelmedi, oradaki baskılardan kaçarak geldi. Bunu da Irak Kürt Bölgesi'nin yöneticilerine gidiniz, bir sorunuz. Mesele Kürt meselesi değil 'Kürtler için ne doğruysa sadece ben bilirim' diyen ve aynen 12 Eylül'de 'Türkler için ne doğruysa sadece ben bilirim' diyen zihniyet paralelliğidir."

"BEN DEMİRTAŞ İLE KONUŞURKEN KCK TALİMAT VERDİ"

"Biz burada demokrasi içinde yaşıyoruz, farklı akıllar olacak. Hep beraber konuşacağız" diyen Davutoğlu, "Peki demokrasilerde farklı akılların konuşulacağı yer neresidir? TBMM'dir. TBMM'ne büyük zafer psikolojisi içinde 80 milletvekili gönderdikten sonra bu 80 milletvekilinin dönüp Kandil'e doğru artık ortak aklın üretileceği yerdeyiz, silahları indirin, tehditlerinize son verin' deme kararlılığını gösterebildiler mi? Şimdi bizi çatışmasızlığı sona erdirmekle suçluyorlar" dedi.

7 Haziran Milletvekili Genel Seçimi'nden bugüne gelen süreçte yaşanan olayları sıralayan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Sıralamayı veriyorum, 7 Haziran seçimlerinden 3 veya 4 gün sonra açıklama yapıldı, 'Çatışmasızlık konusunda sadece biz karar veririz, kimse de karar veremez silahların bırakılması konusunda.' 9 Temmuz Sayın Cumhurbaşkanımız bana hükümeti kurma görevi verdi, 11 Temmuz'da KCK açıklama yaptı, 'ateşkes dönemi bitmiştir' diye. Daha ortada Suruç yok, herhangi bir operasyon beklentisi ya da bunu gerektirecek şartlar yok. 15 Temmuz, ben Demirtaş ile görüşürken aynı saatlerde dikkat çekici, KCK 'sözde halk savaşını başlatma talimatı' verdi. 19 Temmuz'da, Suruç'tan bir gün önce KCK Cemil Bayık açıklama yaptı, 'Silahlanın ve halk savaşına hazır olun' diye. Kime karşı, kiminle savaşıyorsunuz? Kim adına, hangi savaşı başlatıyorsunuz? Size kim talimat verdi? Türkiye'yi Suriye ya da Irak'a benzetme yönünde nereden talimat aldınız?" 

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Eğer biz o gün 'ben buradayım' diye ayağa kalkan terör örgütlerine karşı 'millet de devlet de burada' diyerek aynı anda hem DAEŞ hem PKK hem de DHKP-C'ye şehirlerde ve Türkiye sınırları ötesinde mukabelede bulunmamış olsaydık; bu terör örgütleri birbirleriyle işbirliği halinde perde gerisindeki şahları, vezirleriyle birlikte oynadıkları satranç oyununda bugün Türkiye'yi Kobani olaylarından çok daha ağır bir şiddet sarmalının içinde bütün şehirlerimizde kargaşaya sebebiyet vereceklerdi. Biz bu oyunu gördük" dedi. 

Başbakan Davutoğlu, Doğu ve Güneydoğu illerinden gelen sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle Çankaya Köşkü'nde kahvaltıda buluştu. Kahvaltıda konuşan Davutoğlu, Türkiye'nin her köşesinde çeşitli etnik grupların bir arada yaşadığını belirterek, "İstanbul'da herhangi bir apartmana girin, bir katı Rumeli göçmeni bir Boşnak, üstünde bir Azeri, Kafkas göçmeni bir Çeçen, Çerkez, yanı başında bir Kürt, öbür tarafta bir manav, bir yörük. Bir apartmanı parçalayabilir misiniz? O ülkeyi böldüğünüz gibi bir apartmanı daire daire bölmeyi düşünebilir misiniz? Türkiye büyük kadim düzenin devamı olan bir ülkedir. Her bir vatandaşın her bir köşede hakkı vardır. Edirneli'nin Edirne'de olduğu kadar Hakkari'de, Hakkarili'nin Hakkari'de olduğu kadar Edirne'de hakkı vardır. Bir Edirneli çocuk Hakkari'de askerlik yaparken ne hissederse Edirne'de askerlik yaparken aynı şeyi hisseder. İşte kader bilinci bu. 12 Eylül bu kader bilincini yok etmek için tektipleşmeye gitti, PKK ideolojisi de dışarıdan aldıkları talimatlarla bu kader birliğini yok edip Ortadoğu'nun parçalanmasına benzer şekilde Anadolu'nun, Rumeli'nin parçalanması için çabalar gösterdiler. Sonra da demokrasiden, barıştan bahsediyorlar" diye konuştu.

13 yıllık AK Parti iktidarı döneminde ilkeli ve tutarlı bir strateji izlediklerini vurgulayan Davutoğlu, "ortak kültürel maya", "ortak akıl" ve "ortak kader bilinci"ni hayata geçirmek için demokratik hamleler yaptıklarına dikkat çekti. Davutoğlu, "O dönemden bu döneme farklı isimler verdik, demokratik açılım, Milli Birlik ve Kardeşlik süreci ama hep iki şeyi hedefledik: Bir, demokrasimiz derinleşsin, kökleşsin, insan hak ve özgürlükleri en derin kapsamda uygulansın. Buna özgürlük alanı diyelim. İkincisi Türkiye'de silahların, şiddetin, terörün sonu gelsin. Buna da güvenlik ya da kamu düzeni alanı diyelim" ifadelerini kullandı.

PKK'nın Irak Savaşı'ndan istifade ederek 2005 yılında tekrar hayata geçtiğini hatırlatan Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır'da yaptığı konuşmada "şiddetin karşısında bir deva olarak demokrasiyi teklif ettiğine" dikkat çekti.

"MİLLETİN HAFIZASI İLE ALAY EDİYORLAR"

Çözüm süreci kapsamında hayata geçirilen faaliyetleri anlatan Davutoğlu, "Bütün bunları demokratikleşme, özgürlük alanının genişlemesi için yaptık. Biz bunları yaparken önce Irak'taki gelişmeler bahane edilerek veya ordan yeni bir düzen bozması, 2005'te bir terör dalgası başlatıldı, 2007 Dağlıca, Çukurca saldırılarıyla bu tırmandı. Biz buna karşı 2009'da bu sefer Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'ni ilan ettik ve çok büyük baskılar, eleştirilere karşı bunu sürdürdük. Ama uluslararası çevreler, içerideki unsurlar bir baktınız, tam da dağdan inip herkesin şehirlerde siyaset yapacağı ve Habur üzerinden bunların gerçekleşeceği bir atmosfer ortaya çıkmışken sabote ettiler. Bunu da sabote eden yine aynı terör unsurlarıydı. Tahriklerle sabote ettiler, tekrar bir şiddet dalgasını gündeme getirdiler. Bu sefer de Suriye'deki gelişmelerden güç aldığını zannederek Türkiye'ye benzer bir ayrıştırmayı getirmek için 2011'den itibaren bir şiddet dalgası başladı. Yine biz soğukkanlılıkla sükunetle suhuletle bu sefer 2012 Aralık ayından itibaren çözüm süreci başlatıldı. Şimdi yeni şartlar öngörenler, yeni yeni bir takım konuları gündeme getirenler bu milletin hafızası ile alay ediyorlar. 2013 Mart'ında Nevruz'da verilen mesaj açıktı. 'Silah mücadele dönemi bitmiştir, demokratik mücadele dönemi başlamıştır ve bütün silahlı unsurlar Türkiye'den çekilecekler.' Tarih 21 Mart 2013. Şimdi Ağustos 2015'teyiz, silahlı unsurlar Türkiye'den çekildi mi? Silahlar bırakıldı mı?" açıklamasında bulundu.

"ŞİMDİ TEKRAR TEKRAR SİLAHLARI BIRAKMAK İÇİN ŞART KOŞUYORLAR"

"Şimdi tekrar tekrar şart koşuyorlar silahları bırakmak için" diyen Davutoğlu, şunları kaydetti:

"8 Mayıs'ta açıklama yapıldı, 'İlk unsurlar çekiliyor' diye, 26 Haziran'da geri adım atıldı. Çünkü arada Gezi olayları yaşandı. Türkiye'de kardeşliği, milli birliği, beraberliği, ortak kader bilincinin gelişmesini istemeyenler provokatif eylemlerle Gezi olaylarında, bir çevre meselesi gibi başlayan bir olayı güya istismar ederek büyük bir toplumsal anarşiye dönüştürdüklerinde çözüm sürecine en büyük darbe vurulmuş oldu. Aynen 1993'te rahmetli Özal'ın çabalarına son verilmesi gibi Rahmetli Özal da benzer bir çabaya girdiğinde Uğur Mumcu, Eşref Bitlis suikasti, 33 erin şehadeti arkasından Özal'ın vefatı ve sonra Madımak ve Başbağlar katliamıyla bir baktınız ülke barış atmosferinden çatışma atmosferine dönüştürüldü. 2013'te de biz bunu yaşadık. Yine sükunet, suhuletle verilen hiçbir söz tutulmamasına rağmen kendi programımızı, kendi felsefenize dayalı siyasi eylem planımızı uygulamaya devam ettik. Yolumuzdan hiç şaşmadık. 30 Eylül 2013'te Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakan olarak çok geniş kapsamlı demokratikleşme paketini ilan etti. 26 Kasım'da Diyarbakır'da Sayın Barzani'nin ziyareti esnasında yeni bir atmosfer yaşandı ama arkasından 17-25 Aralık operasyonlarıyla Türkiye'de bir siyasi belirsizlik atmosferi içinde bütün bu sürecin durdurulmasına çalışanlar söz konusu oldu. Yılmadık... 1 Ekim'de bu çerçevede Demirtaş'ı Başbakanlık'ta kabul ettiğimden 3 gün sonra yine bir Kurban Bayramına girdik, gayet olumlu bir atmosferle bütün vilayetlerimizi kaosa, belirsizliğe, şiddete götürecek bir eylemin çağrısını da Demirtaş yaptı. Kalkışma çağrısı yaptı. Hangi demokratik ülkede Cumhurbaşkanlığı'na aday olmuş bir lider 'silahlanın ve sokaklara çıkın' çağrısı yapabilir. Bir örneği gösterilebilir mi?" açıklamasında bulundu.

"ÖYLE BİR İKİLİ OYUN Kİ ANKARA'DA DEMOKRASİ DİYARBAKIR, BATMAN, HAKKARİ'DE TERÖR"

Başbakan Davutoğlu, "7 Haziran'dan sonra yeni bir dönem başlatma imkanı varken temsil kabiliyeti çok yüksek bir Meclis'te çözüm sürecini de her konuyu da tartışma imkanı varken tam bir küstahlıkla tam bir aymazlıkla öyle mesajlar verildi ki Türkiye'de şöyle bir kanaat doğdu: İki alternatif için de hazırlık vardı sanki. Eğer barajın altında kalınsaydı 'haksızlık yapıldı' diye bir başka şiddet sarmalına girilecekti, baraj aşılınca bu sefer aşırı kibir, Mesut Barzani'nin ifadesiyle söylüyorum 'aşırı kibirle Ortadoğu'daki kargaşadan aldıkları cesaretle bu sefer da başka bir şiddet sarmalı çağrısında bulundular. Öyle ikili bir oyun ki Ankara'da demokrasi, Diyarbakır, Batman, Hakkari'de terör. Öyle bir ikili oyun ki İstanbul'da Türk-Kürt kardeşliğinden bahsetmek ama Doğu ve Güneydoğu'da kendisinde farklı düşünen herkesin demografik bir yapı değişimine yol açabilecek şekilde şehirlerden sürülmesi için baskıda bulunmak" ifadelerini kullandı.

"BİR ANDA BARIŞI HATIRLADILAR"

Son 15 gün içerisinde yaşananların gözden geçirilmesi gerektiğini belirten Davutoğlu, "Bir anda barışı hatırladılar, bir anda tekrar daha önceki döneme dönelim, çatışmasızlığı hatırladılar. Çatışmasızlığı niye polislerimiz, askerlerimiz şehit olduğunda hatırlamadılar? Oyun çok açıktı, üç terör örgütü, üç maşa Türkiye'nin özgürlüklerini, demokrasisini, kamu düzenini ve ortak kaderini hedef haline getirdi. Neredeyse bir savaş deklarasyonu gibi üç terör örgütü de üç mesajı bize 20, 21, 22 Temmuz günlerinde verdi. Kimse tarihi 23 Temmuz'dan başlatmasın. Yani bu üç terör örgütüne karşı özgürlüklerin, demokrasinin korunması için harekete başlattığımız günü milat görmesin. Milat eğer bir başlangıç yapacaklarsa ondan sonraki üç güne iyi bakın.

"78 MİLYON 'DEVLET NEREDE?' DİYE SORDU"

Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

"9 Temmuz 'ateşkes bitti' çağrısı, 11 Temmuz 'silahlı halk devrimi' çağrısı, 19 Temmuz 'silahlanma' çağrısı, 20 Temmuz Suruç'taki katliam. Tekrar tekrar lanetliyorum DAEŞ denilen bütün çevre örgüt ülkelere olduğu gibi Türkiye'ye tehdittir, DEAŞ denilen terör örgütü Hristiyanlardan daha çok Müslümanlara tehdittir, insanlığa tehdittir. Bunu yüzlerce, binlerce kez tekrar ettik ama bizi hala DAEŞ'la birlikte anmaya çalışıp uluslararası bir komplonun içine girenler var. Tekrar tekrar söylüyorum, bir tek belge göstersinler DAEŞ terör örgütünün Türkiye'den destek aldığına dair. Yok böyle bir şey. Buradan lanetliyorum ve her türlü mücadeleyi vereceğimizi söylüyorum. DAEŞ düğmeye bastı ama aynı gün PKK Adıyaman'da 'ben de buradayım' diye mesaj verdi ve bir askerimizi şehit etti. Ertesi gün 21 Temmuz'da Suruç'tan gelen bir vatandaşımızın cenazesi bahane edilerek DHKP-C 'ben de buradayım' dedi, elinde kaleşnikoflarla, yüzleri örtülü bir şekilde. Bir gün sonra PKK bu sefer Ceylanpınar'dan ses verdi, 'Ben sizden daha fazlasını yaparım. Bakın kamu görevlilerini evlerinde öldürebilirim. Ben burayım sizin gibi' dedi... Üç gün üst üste her bir terör örgütü ayağa kalkıp 'ben burdayım' dedi. 78 milyon vatandaş da 'devlet nerde' diye sordu. Biz de o üç gün sonunda Çankaya Köşkü'nde yaptığımız toplantıyla arkadaşlara verdiğimiz talimat açıktı ve bu talimat bugün de geçerlidir. Madem ki onlar 'biz buradayız' diye ayağa kalktılar ve halk 'devlet nerede' dedi. Devletin burada olduğunu göstermemiz gerekiyordu, gösterdik. Çünkü devlet değildi mesele olan milletin de burada olmasıydı.

Eğer biz o gün 'ben buradayım' diye ayağa kalkan terör örgütlerine karşı 'millet de devlet de burada' diyerek aynı anda hem DAEŞ hem PKK hem de DHKP-C'ye şehirlerde ve Türkiye sınırları ötesinde mukabelede bulunmamış olsaydık, bu terör örgütleri birbirleriyle işbirliği halinde perde gerisindeki şahları, vezirleriyle birlikte oynadıkları satranç oyununda bugün Türkiye'yi Kobani olaylarından çok daha ağır bir şiddet sarmalının içinde bütün şehirlerimizde kargaşaya sebebiyet vereceklerdi. Biz bu oyunu gördük. Şunu da biliyoruz, ortak vicdan, ortak akıl, ortak kültürel mayayı korumak için ortak bir kamu düzenine de sahip olmak lazım. Devlet hiyerarşisi, devlet otoritesi demiyorum, kamu düzeni. Kamu herkesin malıdır. Hepimizin kamu düzenini korumamız halinde bütün diğer özgürlükler hayat alanı bulurlar. Eğer biz bunları koruyamazsak, kamu düzeni sarsılırsa ne bireylerin ne sivil toplumun özgürlük alanı kalır. Gün bugündür, omuz omuza verme günüdür, ortak kültürel maya zemininde ortak vicdanımızdan hareket ederek ortak aklımızı hayata geçirerek ortak kaderimizi belirleme günüdür. Onun için bu meselenin sadece bir devlet meselesi olmadığını bildiğimiz için on gündür hem bütün bu huzur operasyonunu bizzat yönetmeye çalışıyorum hem de her fırsatı değerlendirerek sivil toplum kuruluşlarımızla bir araya gelmeye gayret ediyoruz." 

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız