SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

'Dünyaca Ünsüz' Kayısımız

'Dünyaca Ünsüz' Kayısımız
A- A+ PAYLAŞ

Bülent KORKMAZ

korkmazbulent@gmail.com

Malatya ve kayısı…

Neredeyse dünyanın her tarafında yetişebilen bu meyvenin Malatya için ne anlama geldiğini, bu satırlarda, anlatmaya gerek olduğunu sanmıyorum. Binlerce insanın ekmek kapısı kayısının bu kadim şehrin ekonomisinin temel direği olduğu 2014 Mart ayı sonu yaşanan iklim felaketi (don) sonrası bariz bir şekilde anlaşıldı. Bu yazının kaleme alındığı dakikalarda 2015 kayısısının başına ne geldiği veya geleceği henüz belli değildi. Kışın sert geçmesi kayısı açısından sorun değildi ama ilkbaharın bahardan çok kış özelliği göstermesi, zaman zaman bastıran kar ve soğuğun etkisiyle ortaya çıkan donun yıllık ürün miktarını ne ölçüde etkileyeceğini bilemiyoruz. Malatyalılar bilir ki, kayısı için 23 Nisan’a kadar her zaman risk vardır. 

Kayısı, yetiştirilmesi, bakımı, piyasaya sürülmesi, ihracatı, ekonomik ve sosyal hayata katkıları konusunda fazla bilgiye sahip değilim. 

Ancak…

“Organik” her Çırmıhtılı gibi ağacı çok severim, meyve ağacını daha çok severim. Haksızlık olmasın; ağacı, özellikle meyve ağacını, sadece Çırmıhtılılar çok sevmez. Diğer “bağköylüleri”, yani Derme’nin binlerce yıldır can verdiği Kündübek, Kileyik, Barguzu, Tecde, Adafı ve Banazının “organik” insanlarının hepsi çok sever. 100 metrekare bahçesi olan – bahçecik desek daha doğru- elinden gelse 100 çeşit ağaç diker. İster ki sezon “hüdayi nabit” (doğal yolla kendi kendine yetişen) mişmişle açılsın, erik, kiraz ile devam etsin, sonra bağlardan üzüm gelsin, vişneydi, yaz elması-kış elması, armudu, cevizi derken kış gelene kadar çeşit çeşit meyve sofrasını şenlendirsin. Bahçenin bir yerine soğan, maydanoz, nane, mümkünse domates-biber ekmeyi de ihmal etmez yurdumun güzel insanları. 

Niye “özellikle meyve ağacı” derseniz yanıtını ekonomik gerçeklikte aramak gerekir. Bizim emekçi atalarımız yoksul insanlardı; gün bulur, gün yerlerdi ve o yüzden önce “canı” düşünmek zorundaydılar.

Ne hikmetse bağköylerinden biraz ileriye, tarım arazilerinin çok daha fazla olduğu kuzeye yaklaştığınızda tek bir ağaç görürsünüz: Kayısı. 

Kuantum fiziğini anlayabileceğimi sanıyorum da bu “kuzey” Malatyalıların neden onlarca, hatta bazen yüzlerce, dönüm bahçelerine kayısıdan başka ağaç dikmediğini anlayacağımı sanmıyorum. Eskiden derlerdi ya… Bir sabinin, hamile kadının, can veren yaşlının canı çeker. Sadece bunun için bile olsa üç-beş farklı meyve ağacı dikilmez miymiş? Dikilmiyormuş arkadaş. 

***

Aslında haddim olmadığından kayısı işine girmez, bu yazıyı hiç kaleme almazdım ama beni buna 2* sevimli kayısı ağacı zorladı.

Söylemesi ayıp fakirhanemizin ön ve arka cephesinde 90 metrekare kadar bir bahçemiz var. 10 metre kadarı odun ateşinde çay demlerken oturacağımız yere gitti, kaldı 80. Birkaç ağaç dikelim dedik; bir baktık, ayva, armut, vişne, kiraz, elma, karadut, şeftali derken 9 ağaç dikmişiz. Her taraf kayısıdır diye dikmek istemedim ama bahar gelince ne göreyim? Bahçenin hem ön hem arka cephesinde kendiliğinden 1’er ağaç kayısı çıkmasın mı? 

Bu sevimli bücürleri görünce anladım ki kayısıya ayıp etmişiz. O da bizim evladımız, canımız-ciğerimiz, hoş geldin sefa geldin dedik ve ikisini de diğer ağaçlarla beraber büyütmeye başladık. 

Başıma bu güzel tesadüf gelince kayısı hakkında naçizane bir deneyimimi, belki bu muhteşem meyvenin Malatya’ya katkısına katkım olur diye, paylaşmam gerektiğini düşündüm.  

***

Yapmış olduğum iş gereği yıllardan beri, Malatya dışından, yerli ve yabancı birçok insanla muhatap oluyor, onları gezdiriyor, memleket hakkında bildiklerimi paylaşıyorum. İşçi, memur, gazeteci, ev hanımı, doktor, hemşire, asker, büyükelçi, siyaset adamı, akademisyen, sporcu; birçok milletten birçok farklı insanı dolaştırmışlığım var.

Kayısı, Türkiye içinde Malatya adıyla özdeşleşmiş bir meyve. Yerli ziyaretçiler kesinlikle Şire Pazarına uğramadan, kayısı almadan Malatya’dan ayrılmıyorlar. Çünkü kayısıyı biliyor, kayısıyı seviyorlar. Siz de Malatya dışına gittiğinizde Malatyalı olmayanlara kayısı götürdüğünüzde makbule geçtiğini bilirsiniz.

Ancak kayısının bilinirliği konusunda aynı şeyi yabancılar için söylemek mümkün değil. Rastladığım her milletten yabancıya, aklıma geldiğinde, buna bir çeşit anket diyebilirsiniz, “Malatya kayısısını tanıyor musunuz?” sorusunu yöneltiyorum. İnanın yabancı ziyaretçilerin neredeyse tamamına yakını Malatya kayısısından haberdar değil. Bir-ikisi “Türk kayısısını biliyoruz” karşılığını veriyor; o kadar.

Birkaç yurtdışı seyahatimde yanımda ikram için kayısı götürmüştüm, hatta bunların ikisi uluslararası yemek şampiyonaları idi, aynı tanınırlık sorusunu kayısımızı tadanlara yönelttim ve benzer cevabı aldım: “…Çok lezzetli. Malatya kayısısı mı? Duymadık. Malatya nerede?”

Yabancılar kayısıyı tattıktan sonra bilhassa günkurusunu beğeniyor, ondan satın almak istiyor. Kayısının - günkurusu veya islimli - fiyatını öğrenince şaşkına dönüyorlar. Çünkü aynı ürün kendi ülkelerinin süpermarketlerinde Malatya’daki satış fiyatının neredeyse 20 katına satılıyormuş. 

Hal böyleyken, yani kayısımız dışarıda tanınmıyorsa, neden ürünün ezici çoğunluğu ihraç ediliyor? 

Sanıyorum cevabı şu: İthalatçı işi gereği piyasayı iyi biliyor; hangi ülkenin/bölgenin ürünü daha kaliteli, bundan haberdar ama bu durum tüketici için bir şey ifade etmiyor. O, sadece marketten şu veya bu fiyata aldığı kayısıyı biliyor. Bu durumda fiyatı son kullanıcı değil aradaki ithalatçı belirliyor. 

Anlaşılan o ki Malatya kayısısının “marka” ve “tanınırlık” anlamında yurtdışında, bireysel müşteri bazında, çok ciddi bir sorunu var. Yani, başlıkta belirtildiği gibi, bizim mişmiş “dünyaca ünsüz”. 

Markalaşma ve/veya tanınırlık nasıl sağlanır, o konuda bilgi sahibi değilim. Kısıtlı bilgime dayanarak bunun “söylemesi kolay ama yapması çok zor” bir iş olduğunu söyleyebilirim. Klasik markalaşma sürecinde etkenlerin çoğu o markayı yaratan firma veya kişinin kontrolündedir. Markayı yaratan imajının bozulmasına izin vermez. Kayısı, tek kaynaktan piyasaya arz edilen bir şey değil. Çok rahat bir şekilde başka yerlerin kayısısıyla karıştırılıp satılabilir; bunun önüne geçemezsiniz. Ayrıca “Malatya kayısısı” diye bir marka oluşturmada yasal ve bürokratik zorluklar da çıkabilecektir (kim, hangi sıfatla marka başvurusu yapacaktır gibi).

Yine de Malatya kayısısı tanınırlık anlamında bir çıkış bulabilir. Hepimiz biliyoruz ki, uzun süre dayansın diye kayısı islime veriliyor, yani kükürtleniyor. Kayısı kükürtlendikten sonra bence özelliğini yitiriyor, başka yerlerin ürününden farkı olmuyor. Ama günkurusu dediğimiz kayısımızın fark yaratabileceğini –sadece deneyimim ve yabancıların günkurusuna verdiği tepkiyi esas alan sezgime dayanarak- ileri sürebilirim. 

İslime sokulmadan, güneşte kurutularak tüketime hazır hale getirilen bu kayısı müşteriye “Evet… Bu Malatya kayısısı” dedirtebilir. Günkurusu kayısı, korunması zor olduğu ve zamanla güvelendiği için üretici ve tedarikçi tarafından tercih edilmeyebilir ama günümüzde gıda koruma teknolojilerinin (derin dondurucular, soğuk hava depoları vb) geldiği noktayı göz önüne alırsak, bu korumayı sağlamanın o kadar zor olmayacağını söyleyebiliriz. 

__________________

*Bu yazıyı kaleme alırken “doğa çocuğu” kayısı ağacı varlığım 2 idi; kış bitti, kar kalktı ve görüldü ki 3 olmuş. Lütfen her kimseniz yediğiniz mişmişin çekirdeğini benim bahçeye atmayın 

*Ayrıca aile büyükleri uyardı; niye erik dikmemişim? Eriksiz bahçe mi olurmuş?

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Bülent Korkmaz yazıları