SON DAKİKA
SON DEPREMLER

En Yaygın Resmi Yalanlar...

A- A+ PAYLAŞ

En tehlikeli yalan iletişim kanallarıyla üretilen yalanlardır. Pearl Harbor baskınından hakikaten Amerikalılar'ın haberi yok muydu? Bilmem ne vitamini saçları besler mi, diş macunlarının, enerji içiklerinin yalanları ve diğerleri...

Çocukluğumdan hatırlarım, bazı arkadaşlarımızı "Oğlum aslında kaşar peyniri patatesten yapılıyor, vallahi" diye kandırdığımızı hatırlıyorum. Her nedense patatesle kaşar peyniri arasındaki bu ilişkiye köy tecrübesi yaşamamış arkadaşlar hemen inanırdı, inanmakta zorlananlara da "Elbette süt kullanılıyor ama aslı patates" derdik. Ya da "Bruce Lee'yi mafya öldürmek istemiş, pusuya düşürmüşler ama Bruce Lee kurşunları avuçlarıyla durdurmuş ama yaklaşık 500 kurşun yediği için sonunda dayanamamış". Kendinden emin bir tavırla söylendiğinde en abuk sabuk şeylere bile arkadaşları inandırırdık. Yalan, sadece, olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi göstermeyi, değil, çarpıtmayı, gizlemeyi, yanlış yönlendirmeyi de içeriyor.

Bu söylediğimi en iyi şekilde iki film anlatıyor; Barry Levinson'ın "Başkan'ın Adamları" (Wag The Dog, 1997) ve John Carpenter'ın "Yaşıyorlar" (They Live, 1988) filmleridir. Başkan'ın Adamları'nda Amerikan başkanının seks skandalını örtbas etmek için Arnavutluk'ta hayali bir savaş icat edilir, bu savaşın görüntüleri bir Hollywood yönetmeni tarafından üretilir, hiç var olmamış "eski şarkılar" yaratılır, aklı hastası savaş esiri gibi gösterilir vs... "Yaşıyorlar" ise simgesel düzlemde liberal iktisada müthiş bir eleştiridir. Uzaylılar dünyayı işgal etmiş ve televizyon sinyalleri aracılığıyla kendi kimliklerini gizlemekte ve insanları "kullanmaktadırlar". Bu özel gözlükle uzaylıları insanlardan ayırt etmek mümkün olduğu gibi ieletişim kanallarındaki gizli mesajlar da görülebilmektedir, örneğin bir reklam panosundaki ya da gazetedeki gizli mesajlar; "Tüket!", "İtaat et". Ya Amerikan Doları'nın üzerindeki gizli mesaja ne demeli; "Senin Allah'ın budur!"

SAÇLAR GÜR MÜ DİŞLER KUVVETLİ Mİ?
Şurası biyolojik bir gerçektir ki insan tırnağı ve saçı "ölüdür". Dokusu ölü olduğu için ikisi de "kökten" uzar. Büyüme işlevi uçtan değil de kökten olan iki organ dokusu sadece ve sadece saç ve tırnaktır. Aksi olsaydı ne saçınızı ne de tırnağınızı kesemezdiniz. Eh, ölüyü diriltmek mümkün olmadığı gibi bu "ölü" dokuları da "beslemek" mümkün değildir. Tırnak kırılmasını azaltmak, tırnağın dokusunu güçlendirmek istiyorsanız yapmanız gereken şey tırnağı cilâlamak değil, yediklerinize dikkat etmek (örneğin A vitaminini gerektiği kadar almak deri için faydalıdır) yani dengeli beslenmektir. Aynı şey saç için de geçerlidir.

Şimdi şu işi bir açalım, evet keratin, dahası keratine dönüşmüş ölü hücreler saçın esasını oluşturuyor, diğer taraftan saçın sağlamlığını sağlayan kısmı ise kortekstir, yani orta tabakasıdır. Dış yüzeyde bulunan kütikül, kortekse 610 kat dolanarak koruyucu işlev görev bir katmandır (balık pulları gibi düşünün). Şimdi, şampuan firmaları söz konusu şampuanlar kullanıldığında saçın yüzde bilmem kaç güçlendiğini, kırıklarının yüzde bilmem kaç azaldığından dem vururlar. Buradaki yüzde yüzden kastedilen nedir? "Normal" saçın ölçütleri nedir? Hangi tür saç esas alınmıştır? Hangi tür saçın hangi koşullarda ne kadar süreyle yıprandığının laboratuar koşullarındaki eşdeğerinden ne kastedilir? Keratinin saç dokusuna tutunmasından kasıt nedir?
Bu tutunmanın ya da emilimin hangi tür saçta hangi koşullardaki yüzdesi nedir? Pekiyi aynı "sağlıklı saçın" zeytinyağlı sabun (zeytinyağı çok iyi bir taşıyıcı yağdır) ve dağ suyu ile elde edilmesi mümkün değil mi? İşin gülünç tarafı Max Planck gibi saygın enstitülerden mezun olan insanların daha sonra bilmem ne firmasının bilmem ne bölümünün başına geçmesi. Aman canım, bu insanlar yalan mı söylüyor? Hayır, yalan değil ama gelin buna verili saptırma diyelim, diş örneğini de vereyim, topluca açıklarım. Diş minesi kalsiyum içerir, doğru ama dışarıdan ne uygularsanız uygulayın, diş minesi de "onarılamaz" ve "güçlendirilemez", diş macunlarının da en önemli işlevi ağza hoş koku vermektir, kullanmasanız da olur, şart değil. Yani kalkıp yumurtayı fırçalamakla olmaz bu işler, yumurtanın kalsiyumuyla diş minesinin kalsiyumunu bir tutanlar için söylüyorum, insan da bir karbon türevi ama kömür değil. Verili saptırmada bu tür konularda uygulanan deney yöntemleri illa da bilim dışı olmak zorunda değildir, gayet "bilimsel" yöntemler de kullanılabilir. Örneğin saç teli batırkaydır (stickslip) yöntemiyle (yerim dar, ayrıntı veremeyeceğim) incelenebilir, bu yöntem size belli aralıklarla saçın dokusunu gayet iyi gösterir. Yöntemin bilimsel olması demek sadece mikroskop kullanmak değildir, bilimsel yöntemde hangi ölçütleri esas aldığınız ve bunları nasıl yorumladığınız önemlidir.
Laboratuar deneyleri denetimli deneylerdir, yani belli sabitler ve belli değişkenler göz önüne alınarak yapılır, yani hangi sabitleri ve hangi değişkenleri göz önüne aldığınıza bağlı olarak aynı konuda birbirine karşıtmış gibi görünen pek çok veri elde edebilirsiniz. Carl Sagan'dan Fayerabend'e uzanan bir çizgide "bilimsel bilgi" ve "bilim felsefesi"yle uğraşmak bu tür kandırmacalara karşı bağışıklık sağlar.

FENİLALANİN İÇERİR!
Böyle ilk bakışta anlaşılmıyor tabii... Ne demek "fenilalanin içerir". Üzerinde "Light" yazan bütün kola markalarında bu ibare vardır. Pekiyi şöyle dense daha anlamlı olmaz mıydı: "Hamilelere zararlıdır". Evet,
Bilimsel yalandan bahsetmek pek mümkün değildir gibi görünse de asıl yalanı söyleyen bilimin kendisi değil satın alınmış bilimadamlarının çarpıtılmış deneyleridir. bağımlılık yapan aspartam içeren (şekersiz tatlandırıcıların kullanıldığı milyon dolarlık sektörler aspartam kullanır) "light" kolalar bir taraftan bağımlılık yaparken (arkadaşlarımız arasında "light" bilmem ne bağımlısı olan, günde 2.5 litre içenler var değil mi?) diğer taraftan sadece "fenilalanin içerir" diye dolaylı bir uyarı yazmakta beis görmemektedir. E tabii, sizin yetkili kurumlarınız "Hayır kardeşim, açıkça hamilelere zararlı olduğu yazılacak" demezse sonuç böyle olur.

Fazla fenilalanin ne yapar?

Bebeğinizde fenilketonüri çıkıp doktor doktor dolaşınca anlarsınız. Aspartam özellikle şeker hastaları için tehlikeli. Kan şekerinin dengesinin bozulmasına yol açıyor. Aspartik asit ve fenilalanin (beyinde doğal olarak bulunur) beyin nötronlarını harap ediyor, şeker hastalarında (şeker hastası olmayan hastalarda da) çeşitli tipte beyin hasarı, nöbet hali, depresyon, manik depresyon, panik ataklar, öfke ve şiddete neden oluyor. Amerikan Yemek ve İlaç İdaresi (FDA) 15 yılı aşkın onaylamadığı aspartamı 1993'te ihtiva eden ürünün 30 derecenin altında olması koşuluyla serbest bırakırken 27 Haziran 1996'ta hiçbir açıklama yapmadan bütünüyle serbest bıraktı. Üstelik Şubat 1994'te (ve 20 Nisan 1995'te) Amerikan İnsan Sağlığı İdaresi'nin (U.S. Department of Health and Human Services, DHHS) FDA'ya tam da aksini söyleyen bir raporu olmasına rağmen. Ancak 20 Nisan 1995'te aspartamdan kaynaklanan şikayetlerdeki 92 semptom DHHS tarafından FDA'ya listelenmiştir.

Uzman bir dahiliyeci olarak pek çok kuruluşta adı saygın bir isim olarak geçen, Palm Beach Tıbbi Araştırmalar Enstitüsü yöneticisi olan ve aspartamın zararları üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan H. J. Roberts bu alanda önde gelen isimlerden. Canım FDA niye boş oturuyor? E bunlar milyar dolarlık şirket ve çok güçlüler, ürünün üzerine "fazla tüketmeyin" gibi abuk sabuk ibareleri şart koşan yasal düzenlemeleri çıkarıp izin koparıp paraya para demiyor, milyar dolar diyorlar.

ENERJİ NEDİR?
Kutuda satılan enerji içeceklerinde ortalama 80 miligram kafein bulunur, aslında bir kahvedekine eşittir bu rakam, ancak sıcak kafeinin etkisi 3045 dakika iken bu tür içeceklerdeki soğuk kafein glukoronolakton ile birleştiği için etkisi beş saate kadar uzayabilir. Bu tür içecekleri alkolle birlikte almak (örneğin barda pek çok insanın votkayla karıştırması) ise hayati bir yanlıştır. Eğer aldığınız bir madde sizi uyarıyorsa bunun adı enerji değildir. Buna enerji denecekse o zaman streoit ya da eferdinin de enerji verdiği kabul edilmelidir (hormonlarla ilgili, "sentetik" olarak geçen kimyasal maddeler bunlar, özellikle kas yapmak için kullanılır, bağımlılık yapar, ailenizi dağıtır, yuva yıkar).

Pearl Harbor'a Japon saldırısı biliniyordu. Nedeni basit aslında; ABD bütün Japon şifrelerini çözebiliyordu.

PEARL HARBOR GERÇEĞİ
Sürekli olarak yapılan iki tarihi propaganda vardır: 1) Japonlar Pearl Harbor'a ani bir baskın düzenlemişler ve ABD savaşa girmek zorunda kalmışlardır. 2) ABD, savaşı bitirmek için zorunlu olarak Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atmıştır. Şimdi bunlara göz atalım. 7 Aralık 1941'deki Pearl Harbor baskını, böyle bir baskın ihtimalini bilen ama bile isteye gerekli önlemleri almayarak Dünya Savaşı'na Amerika'yı etkin bir biçimde sokmak isteyen Roosevelt ile adamlarının nefis bir planıdır. İşsizlikle ve dengesiz ekonomisiyle uğraşan ABD, savaş ekonomisinin hayli yararı olacağını hesap etmiş ve sonuçta da zaten hem yurtiçi planlamasıyla hem de Almanya'nın ve Japonya'nın işgaliyle bundan azami ölçüde faydalanmıştır. ABD bugünkü durumunu dünya savaşına etkin olarak girmesine borçludur açıkçası. Amiral Richmond Turner'ın 22 Haziran 1941 tarihli raporu ayrıca ABD'nin Avrupa'daki savaşı yönlendirmeye yönelik petrol oyunları hakkında bilgi de vermektedir. Hitler'in ilk atışı yapmayacağını bilen Roosevelt, Pearl Harbor'ı açık bir hedef olarak bırakmıştır.
Böyle bir baskında ölen 2 000 Amerikalı olmasaydı halk nasıl ikna olurdu? 1932'de Amiral Yarnell komutasında düzenlenen bir donanma tatbikatında 152 uçakla sürpriz bir Pearl Harbor baskını canlandırılmıştır. Aynı tatbikat 1938 yılında Amiral Ernst King tarafından gerçekleştirilmiştir. Roosevelt, 1940'ta Hawaii'deki Pearl Harbor üssüne donanmanın gönderilmesini bizzat emretmiş, "uçak akını ve torpido saldırısına karşı korunmasız" olduğu gerekçesiyle buna iki kere karşı çıkan Amiral Richardson'u alıp yerine Amiral Kimmel'i geçirmiştir. ABD Kasım 1940'ta Japon şifrelerinin tamamını kırabilmiştir.

Code, Magic Code, Ultra Code ve Japon donanmasının şifre sistemine verilen ad olarak JN25 olarak adlandırılmıştır. Japon donanması JN25'in şifre sözlüğünü (sistem iki kısımlı, sözlük ve rastlantılı sayılar kitapçığı, bu ikincisi 3 ilâ 6 ayda bir değişiyordu) bir kez, 1 Aralık 1940'ta değiştirmiş, Japonlar'ın genişletilmiş bu şifre sistemi yine aynı ay içinde OP20G tarafından (Japon şifrelerini çözen, 738 kişiden oluşan şifre kırıcı ekip) çözülmüştür (bu bilgiyi bizzat NSA 1994 yılında doğrulamıştır).

Bu çözümlerin ayrıntıları İngilizler'e de verilmiştir. İşin en önemli kısmı, Pearl Harbor'daki savaş gemilerinin hepsi de eski gemilerdir, örneğin USS Arizona'nın yapım yılı 1918'dir. Yani cimcoz Roosevelt ıskartaya çıkarılması yaklaşmış gemileri atmıştır Japon'un önüne. Bu konuda binlerce sayfalık hem Kongre tutanağı hem de askeri tutanaklar mevcut. Bu tutanakların dökümleri (transkript) Amerika Indianapolis'teki Purdue Üniversitesi'nde mevcut. Bunların en önemlisi de yetkisini Kongre'den alan ve 15 Kasım 1945 ilâ 31 Mayıs 1946 arasında süren Pearl Harbor soruşturmasını yürüten Birleşik Heyet'in (Joint Committee ) raporudur (bizim Susurluk Raporu bunun yanında el kitapçığı gibi kalıyor). 1979'da NSA (Amerika Güvenlik Teşkilatı) Eylül ve Kasım 4 1941 arasındaki 26. 581 "JN25" emrinden 2.413'ünü yayınladı ve sırf bunlar bile ABD'nin Japonya'nın planlarından haberdar olduğunu gösteriyor. Bu arada ilk ateşi Japonlar değil Amerikalılar etmiştir.

Baskından birkaç saat önce Japon casus denizaltıları Bishop's Point'te Amerikan donanma devriyelerince vurulmuş, ancak üsse gönderilen bu mesajlardan sonra bile genel alarm verilmemiştir.

1 milyona yakın sivili şu ya da bu şekilde katletmenin adına insanlık suçundan başka ne demek mümkündür?

İNSANLIK SUÇLUSU ABD BAŞKANI: Harry S.Truman
Diyelim ki karşı dairedeki komşunuz küçük oğlunu dövüyor. Küçük çocuğu kurtarmak için operasyon düzenleyip eve bomba atar mısınız? İki şehre atom bombası atıp 1 milyona yakın sivili göz göre katletmenin gerekçesi olarak "savaşı bitirmek" demek de o kadar saçmadır. Almanya'dan ve Japonya'dan önce atom bombası yapıp dünya barışını koruyacağız diyen Amerika'nın Nagasaki ve Hiroşima'ya atom bombası atmasıyla Saddam'da nükleer silah olursa dünya barışı tehlikeye girer diyip Bağdat'ı seyreltilmiş uranyum (atom bombasının küçük kardeşi) füzeleriyle bombalayıp iki körfez savaşında 150'ini aşkın sivili öldürmesi birbirine ne kadar çok benziyor değil mi? (bu rakamlar Dünya Af Örgütü'nün ve Amerika'nın kendi resmi beyanlarında mevcuttur) ABD böyle "kurtarıyor" ve "koruyor", öldürerek...

Truman, 6 Ağustos 1945'te Hiroşima'ya ve 9 Ağustos'ta da Nagasaki'ye Manhattan Projesi olarak bilinen nükleer araştırma programının kanlı meyvesi olan iki atom bombası attı ve yıllarca dünyayı "savaşı bitirmek" yollu iğrenç propagandası ve bu propagandanın satılık kalemleriyle uyuttu. Oysa Japonya 11 Haziran'dan itibaren, yani bombalamadan iki ay kadar önce diplomatik girişimlere başlamıştır. Bu diplomatik girişimlerin Japonya tarafındaki şifreli yazışmaları da ABD'nin elinde mevcuttur (NSA'nın Magic lakaplı diplomatik Japon şifrelerinin çözümü: İşte bir tanesi: 7/18/1945 tarihle NSA'da kayıtlı Japon diplomatik şifresi; Magic RG 457, Box 18). Bu diplomatik girişimler iki nokta üzerinde durmaktadır; Japonya kayıtsız şartsız teslim olacaktır ancak tek bir şartla; monarşik hükümranlığı devam edecektir. İmparator Hirohito görevden ayrılacak, yerine kardeşi geçecektir. ABD, Japonya'nın teslim koşullarını görüşme önerilerine hiçbir ciddi cevap vermemiştir. Japonya'nın teslim olma görüşmesi yapmak istemesinin en önemli nedeni Pasifik'te yenilmiş olmasıdır. Japon Donanması'nın elinde o sırda biri büyük hasarlı olmak üzere iki uçak gemisi (uçakları yoktur), 3 tahrip edilmiş kruvazör, çeşitli derecelerde hasarlı 41 destroyer ve 59 denizaltı vardır.

Tam 827 gemisi ise tamamen kullanılamaz durumdadır. Postdam (Berlin) Konferansı'nın belgelerinde konunun ayrıntıları mevcuttur. Japonya'nın teslim için Pekâlâ sebebi neydi bu bombaların? İsterseniz sonuçlarına bakalım; ABD, Japonya'yı işgal etmiştir, Sovyetler Avrupa'da daha fazla harekat kabiliyetine kavuşurken savaşan taraflar (hem Avrupa'da hem Asya'da) Marshall yardımları kisvesi altında palazlanmış (30 Nisan 1946 tarihli War Department's Military Intelligence Division'ın Savaş Bakanlığı Askeri İstihbarat Birimive U.S Strategic Bombing Survey'in Amerikan Stratejik Bombalama ve Gözlem BirimiHaziran 1946 tarihli raporları Amerika'nın savaşın sürmesi yolunda istekli olduğuna bariz delildir), ABD ise savaş sonrasında ulusal pazarlarda söz sahibi (alemin kralı tabir edilir argoda) olmuştur. Benim bu basit çerçevem elbette tüm bir uluslararası ve ulusal siyasetin çapraşık ve kaypak zeminini çizmeye yeterli değil ancak, üç gün arayla atılan iki atom bombası (Neden iki tane? Tam imha!) zaten bizzat insanlık suçu.

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız