SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Evet.. Bu Gerçek Bir Bombadır!

A- A+ PAYLAŞ

İsmet YALVAÇ

Geçtiğimiz hafta içerisinde, genellikle görsel medyanın kullandığı jargonla söyleyecek olursak, Tıp Fakültesi’nde görevli Prof. Dr. Önder Ç. ile özel bir hastanede başhekim olarak görev yapan Doç. Dr. Şeyma H.’nin de tutuklu sanıkları arasında bulunduğu, “Rüşvet ve Yasadışı Kürtaj” davasının iddianamesi gündeme “bomba gibi” düştü.

1 Nisan 2013 tarihini taşıyan iddianameyi incelediğimizde, gördüğümüz ayrıntılar, “sansasyonel” habercilik açısından çok çarpıcı malzemeler içeriyor. Üniversitede görevli olan ve piyasayla da yasadışı olarak iş yaptığı anlaşılan profesörün kahramanı olduğu rüşvet, cinsel taciz ve “zorlamayla” gerçekleştiği için tecavüz diye de nitelendirilebilecek olaylara ilişkin ayrıntılar vs.vs.

Ancak, sorumlu yayıncılık anlayışı gereği; özellikle cinsel taciz ve tecavüz mağdurlarını deşifre edebilecek ve onları daha da sıkıntıya sokacak ayrıntılara girmeyi doğru bulmadığımız için, bu konudaki haberi detaylı olarak vermeyi uygun görmedik.

Malatya Cumhuriyet Başsavcı Vekili Şehmus Şat tarafından hazırlanan ve Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edilen 82 sayfalık iddianame, bilinen klasik rüşvet vs. olaylarının dışında “korkunç” detaylar içeriyor. Üniversitede görevli Prof. Dr. Önder Ç.’nin, makam ve mevkiini, mesleki yeteneklerini kullanarak, hastası olan bazı kadınlara, hem de Turgut Özal Tıp Merkezi’ndeki odasında, baskıyla “taciz ve tecavüz”de bulunmasına ve üste de “parasal rüşvet” almasına dair tüm ayrıntıları var.

Bunlar, adı üstünde “iddianame”deki iddialar ama; daha önce savcılıktan alınmış karar doğrultusunda teknik görüntüleme ve dinlemeyle de saptandığı, kaydedildiği için, sıyrılabilme olasılığı bulunmayan bu kanıtlar doğrultusunda dava konusu yapılmış.

Yine yasanın, yapılabilirlik süresini ve koşullarını belirlediği “kürtaj” uygulamasının, gayri meşru ilişkilerle oluşmuş ilerlemiş hamileliklerde ve yasal koşullar içermeyen bir şekilde sonlandırılmasına ilişkin detaylar olduğu gibi, ileri yaşına ve başarı olasılığının düşüklüğüne rağmen sadece “para kazanmak için” tüp bebek uygulaması yapılarak, tüp bebek umudu taşıyan ailelerin nasıl sömürüldüğüne ilişkin bir örnek de iddianamede bulunuyor.

Şüpheli profesörün, üniversitede tüp bebek tedavisi yapılmadığı için, adları iddianamede yeralan 3 özel tüp bebek merkezini de “kendine ait merkezmiş gibi kullandığı” da yine iddianamede yeralan bir başka konu.

Devlete ait bir kurumda “kayıtsız” olarak ya da bir başka teşhisle kaydedilerek yapılan kürtajlar sırasında, anne karnında öldürülen ceninlerin, kürtaj yaptıranlara teslim edilip, gizlice gömülmesinin sıkı sıkıya tembihlenmesi ve bunlardan birinin, bir mezarlıktaki çukura atılmış olduğu itirafı gibi “korkunç” ayrıntılara yer verilen iddianamede, 4’ü tutuklu, toplam 12 şüpheli suçlanıyor.

Tutuklulardan biri İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi ve Kadın Doğum Ana Bilim dalı başkanı bir profesör. Diğeri, savcının iddianamesinde, bu profesörle ilişkisi olduğu iddiasına da yer verilen, aynı fakülteden daha önce ayrılmış, özel bir hastanenin başhekimliği görevini üstlenmiş bir doçent bayan.

Bu olayların geçtiği “resmi ve özel” kurumlar, detaylarda anlatılan ilişkilerde adı geçen diğer bazı özel sağlık kuruluşlarına ilişkin iddialar ve ilişkiler yumağı, gerek resmi gerekse özel olan bu kuruluşların sorumlu ve üst makamlarca yeterince denetlenmediği, yasadışı olarak “istenilen her şeyin yapılabildiği” yerler haline geldiği izlenimini veriyor.

Çünkü iddianameden anlaşıldığı kadarıyla, üniversiteye bağlı tıp merkezinde, iddianameye dahil edilmeyen, aralarında doktor, ebe, hemşire ve sekreterlerin de bulunduğu bazı çalışanların bu olaylardan bilgi sahibi olduklarını gösteriyor.

Öncelikle, davanın bir numaralı sanığı olan ve hakkında “korkunç” iddialar bulunan profesörün görev yaptığı İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi ile bu fakültenin araştırma ve uygulama hastanesi olan Turgut Özal Tıp Merkezi’ni yönetenlerin bize göre ciddi sorumlulukları var. Yasadışı kürtajların yanı sıra taciz ve tecavüzler bu kurumda gerçekleşmiş. Kürtajlar, bu kurumun ilgili servisinde yapılmış. Bazı asistanlar, ebeler ve hemşireler, profesörün yaptığı yasadışı işleri kanıksamışlar, dahil olmuşlar ve bilgisi olup dahil olmayanlar da engellemek için bir girişimde bulunmamışlar. Bunlar iddianamede sanık bile değiller.

Olayı bilmesine rağmen, bölüm başkanı profesör tarafından yasadışı bir şekilde gizlice kürtajı yapılan hastayla ilgili bazı işlemleri yapan bir kadın asistan doktorun, polisin olayla ilgili operasyonun ardından alınan ifadesine dair bölüm, iddianamede; “...Tıp Fakültesindeki asistanların kariyer durumunun hocaların iki dudağı arasında olduğunu, asistanların hocaların eylem ve işlemlerini sorgulama yetkilerinin olmadığını, hocaların kendilerine sürekli "asistanlığı siz alamazsınız, biz verirsek  olur" diyerek üstü kapalı konumlarının ne kadar güçlü olduğunu ifade ettikleri, asistan doktorun hocanın getirmiş olduğu hastanın giriş kaydının olmamasını sorgulama ve araştırmasının mümkün olmadığı, zaman zaman hocaların bu şekilde yani bazen ‘Down sendromlu’ yada ‘anomali bebek" diyerek hocaların hasta getirdiklerini, gebeliklerinin sonlandırıldığını, ancak asistan doktorun bunu sorgulayamadığını ifade ettiği..” satırlarıyla yeralıyor.

Bu, söz konusu kurumda, denetimsizliği, kuruma değil güçlü durumdaki amire bağımlılığı ve bundan kaynaklanan disiplinsizliğin boyutunu anlatmıyor mu? Gerek fakülte, gerek tıp merkezi yöneticileri, bunun sorumlusu değiller mi? Anlaşıldığı kadarıyla disiplini sağlayacak denetim mekanizması işlemiyor. Üst makamların yasadışılıklardan bilgi sahibi olabileceği, yanlış yapandan hesap sorabileceği ve dolayısıyla caydırıcılığı, disiplini sağlayacağı bir irade, bir bilgi akışı yok. Bu bilgi akışı, son derece önemli olan sağlık hizmetindeki bir aksamada, kimseyi ayırt etmeksizin hesap sorulmasını sağlayacak inanç ve güven ortamının yaratılmasıyla olabilir. Böyle bir yolun, orada açık olmadığı anlaşılıyor.

Elbette yargı gereğini yapacaktır.

Ancak.. Bu olaydan hareketle, gereken yapılarak, kimsenin gözünün yaşına bakılmayacağı, hiçbir yasadışılığa izin verilmeyeceği, bizatihi olaya karışanların yanı sıra onları denetlemek durumunda olanların “gaflet ve duyarsızlığının” da hesabının sorulacağı mesajlarını içeren iradeyi de İnönü Üniversitesi Rektörlüğü ortaya koymalıdır.

En tepedeki yetkili olarak rektör, bunun hesabını, bize göre, hem Tıp Fakültesi dekanından, hem Turgut Özal Tıp Merkezi başhekiminden sormalı; hatta istifalarını istemelidir.

Oysa, Ocak ayı başında yapılan operasyondan bu yana aylar geçmesine rağmen, İnönü Üniversitesi bünyesinde, sorumlu olması gereken yetkili personelden hesap sorulduğuna, haklarında işlem yapıldığına dair bilgimiz yok.

Üniversite rektörü, ilk etapta bu olayla ilgili davanın iddianamesinden edinmeli, hatta davaya, tıpkı bayan doçentin çalıştığı özel hastane gibi taraf olarak katılmak üzere girişimlerde bulunmalıdır. Çünkü olanlar, herkesin başarısıyla “zirvede” olmasını arzu ettiği hem üniversitenin hem de Turgut Özal Tıp Merkezi’nin adına leke sürmektir.

Yine, özel sağlık kuruluşlarını denetlemekle görevli olan Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurumlar da, bu olayda görüldüğü kadarıyla, denetim görevlerini yapmıyorlar ya da yeterince yapmıyorlar. İddianamede belirtildiği gibi, hasta kayıtlarının silinmesi, kamu hastanesinde görev yapanlarla işbirliği içerisinde “yasal olmayan” şekilde işler yapılması vs. bunu gösteriyor.

Daha önceki Sağlık Müdürlüğü yöneticilerinin, bazı özel sağlık kuruluşlarıyla çok yakın ilişkisi biliniyordu. Bu kişiler artık görevde değiller. Mevcut yöneticilerin, olabilecek “siyasi baskı”ları göze alarak, özel sağlık kuruluşlarına ilişkin denetimlerini artırmalarının gerektiği gün gibi aşikâr.

(Bu yazı 8 Nisan 2013'te malatyahaber.com'da yayınlanmıştır)

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız