SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Fransa'da Rest Çekti

A- A+ PAYLAŞ

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Konseyi (AK) ve Türkiye açısından son derece anlamlı bir yıldönümünde genel kurula hitap ettiğini belirterek, "TBMM 61 yıl önce bugün 13 Nisan 1950’de konseye üyelik protokülünü kabul etmiştir. 61 yıl sonra yine bir 13 Nisan gününde Avrupa Konseyi’nin kurucusu, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Dönem Başkanı Türkiye’nin başbakanı olarak, başkanlığını bir Türk parlamenterin yaptığı bu meclise hitap etmekten büyük bir mutluluk duyduğumu belirtmek istiyorum" dedi.

Başbakan Erdoğan 5 yıl önce AKMP Genel Kurulu’na ’Medeniyetler İttifakı’ girişimi konusunda hitap ettiğini hatırlatırken, şöyle dedi:

"Bugün de ’Kültürler Arası Diyaloğun Dini Boyutu’ konulu raporun ele alındığı bir ortamda sizlere hitap ediyorum. Türkiye ile İspanya’nın BM çatışı altında başlattıkları Medeniyetler İttifakı girişimi, çok kısa züre içerisinde yüzden ülkenin dostluk grubuna üye olmasıyla küresel ölçekte büyük ilgi gördü. Esasen Medeniyetler İttifakı girişimi bugün dünyamızın ihtiyacını hissettiği, daha doğrusu açlığını doldurma noktasında önemli bir girişim haline geldi. Hristiyan dünyası ile İslam dünyasının birbirine bakışı tarihsel süreçte büyük oranda Haçlı Seferleri ile şekillenmiştir. Yaklaşık bin yıl önceki bu karşılaşmalar, bin yıl boyunca ön yargılara, yanlış anlamalara, bloklaşma ve kutuplaşmalara, bir bahene bir gerekçe olarak görülmüştür. Oysa bugün Haçlı Seferleri’nin bir başka boyutunu görmek, artık farklı şekilde değerlendirmek durumundayız. Haçlı Seferleri, iki kültürün, iki iki medeniyetin, iki dinin karşı karşıya gelmesinden ziyade birbirini tanıması, birbirini anlaması ve birbirinden etkilenmesi sonucunu da doğurmuştur. Tarihi artık savaşlar, çatışmalar, kampalaşma ve kutuplaşmalar üzerinden okuyamayız. Tarihi savaşlar üzerinden okuyanlar, geleceği barış üzerine inşaa edemezler. Haçlı Seferleri’ni derin hafızasından silemeyenler, kendi toplumlarına da bölgelerine de dünyaya da barış ve hoşgörü vaat edemezler."

Başbakan Erdoğan AK ve AB’nin tarihin kutuplaşmalar üzerine okunamayacağının en somut göstergesi olduğunu vurgularken, "AK ve AB bugün dünyanın özlemini duyduğu evrensel barış ve evrensel değerlerin iyi bir örneğidir. Son dönemde Avrupa içinde yükselen ırkçılık, ayrımcılık ve hoşgörüsüzlük Avrupa halklarını tedirgin ettiğinden çok daha fazla çevre coğrafyadaki halkları tedirgin etmekte ve kaygılandırmaktadır. Üzülerek belirtmek istiyorum ki Avrupa içinde kutuplaşma giderek şiddetlenmektedir. Bu durumun bazı ülkelerde artık devlet kademelerde görünmesi, siyasi partilerin bu temelde prim yaparak oy kazanmaya çalışıyor olmaları olayın vehametini arttırmaktadır" diye konuştu.

Türkiye’nin bulunduğu coğraya içerisinde halkı Müslüman olan ama laikliği benimsemiş tek ülke olduğunu vurgulayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü:

"Fransa’dan uyarlardığımız laiklik Türkiye’de on yıllar boyunca tartışılmış yanlış uygulamalar nedeniyle özgürlükler üzerinde bir baskı aracı kullanılmış. Adeta demokratikleşme karşısında bir duvar olacak şekilde örülmüştür. Uzun bir sürecin ardından Türkiye özellikle de iktidarımız döneminde tüm bu tartışmaları geride bırakarak, islam, laiklik ve demokrasi gibi kavramların pekala bir arada varlığını sürdürebileceğini, somut uygulamalarla tüm dünyaya ispat etmiştir. Türkiye bu noktada içinde bulunduğu coğraya için son derece anlamlı bir model haline gelirken, laikliğin Avrupa’da yeniden tartışılıyor olması, özgürlükleri kısıtlamanın bir aracı haline dönüştürülüyor olması açık söylüyorum ironiktir."

Tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir yerde inanç, kültür, kimliklere yönelik baskı ve sindirmenin sonuç getirmediğini anlatan Recep Tayyip Erdoğan, hakların, özgürlük ve yaşam standartlarının yükseltilmesi beklentisinin bugün Avrupa sınırlarını aşarak çok geniş bir coğrafyada yankılanır hale geldiğini anlattı. Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:

"Bir kesimin sınırsız ölçüde zenginleştiği, refahını arttığırdı, yaşam standartlarını yükselttiği; bunun karşısında bir başka kesimin giderek yoksullaştığı, umutsuzlaştığı bir dünya, yaşanabilir bir dünya değildir. Kuzey Afrika’dan yükselen özgürlük ve hak taleplerine Avrupa kulağını tıkayamaz. Eğer evrensel değerler diyorsak, eğer insan ve insan hakları diyorsak, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan yükselen haykırışları duymak ve desteklemek zorundayız. Özellikle vurgulamak istiyorum. Halk hareketlerinin meşruyetinin korunması bakımından dışarıdan askeri müdahelede bulunulması, müdahelenin tamamen insanı boyut taşıması son derece önemlidir. yeni Afganistanlar, yeni Iraklar görmek istemiyoruz. Libya’da ve son günlerde Filistin’de yaşanan olaylara Avrupa’nın vicdan ölçeğiyle bakması, evrensel boyuttan bakmasını arzu ediyoruz. Bu süreçte, Avrupa Konseyi’nde oluşturduğumuz ortak değerlerin yakın çevredeki komşularımızla paylaşılması çok önemliydi. Mısır’da anayasal demokrasiye geçisin tüm bölge için yararlı olduğuna inanıyor, iktidarın en kısa zamanda sivil yönetimde geçmesini umuyorum. Otokratik düzenden demokratik düzene geçiş çok kolay olmayabilir. Libya’da 1973 sayılı BM kararlına saygı duyuyoruz. Libya halkının huzur ve güvenliğinin garanti altına alması önem taşıyor. Aynı zamanda Bahreyn’deki gelişmeleri önemle takip ediyor, bölgedeki taraflarla yakın temastayız. Sadece tek taraflı değil, karşılıklı münasebetleri sürdürüyoruz."

"ÇIKAR, ROL KAPMA YARIŞI İÇİNDE DEĞİLİZ"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin bu coğrafyada tüm ülkelerle, her etnik kökenle aktif ilişkide bulunabilen bir ülke olduğnu bildirirken, "Türkiye, AB ile katılım müzakerelerini sürdüren bir ülke olarak, bunlarla birlikte yakın tarihsel bağlarını sürdüren bir ülke olarak, bölgede barış için çaba sarf etmektedir. Çıkar, rol kapma yarışı içinde değiliz. Aktif ve ilkeli politikamızla, sadece ülkenin huzur barış ve istikbali için çözümler üretmeye çalışıyoruz" dedi.

Türkiye’nin, bölgenin barışı çok önemli bir ülke olduğunu vurgulayan Erdoğan, son denemde gelişmelerin, AB üyeliğimizin ne kadar önemli olduğunu gösterdiğini anlatırken şöyle dedi:

"Altını çizerek söylüyorum, AB üyeliğimiz, genel seçimlerde istismar edilemeyecek kadar önemlidir. Türkiye, son küresel finans krizini başarıyla atlatmış, ekonomisi son yılda yüzde 9.8 büyüme göstererek, OECD ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ülkesi olmuştur. 736 milyar dolarlık ekonomimizle, dünyanın en büyük 17.’inci ekonomisi olmuştur. Böyle bir Türkiye’nin, yapay bahanelerle, popülist gerekçelerle engellenmesi, müzakere sürecinde önüne yeni engeller çıkarılması anlaşılabilir değil. Bugün çok daha net olarak söylemek durumundayım, Türkiye’nin AB’ye, AB’nin de Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Türkiye’nin kendi iktidar hırsı için üyeliğini tartışma konusu yapanlar, aslında kendi ülkelerine zarar verirler. Türkiye’nin içinde yer aldığı Gümrük Birliği bile Türkiye’nin üyeliğinin önemini kanıtlamaya gerek bırakmamızdır. Özellikle değinmek istiyorum. Türkiye 2002 sonundan itibaren, bizim hükümetimizle birlikte, özellikle demokratikleşme konusunda tarihi reformları gerçekleştirdi. Üç konuda mücadele ettik. Yolsuzluk, yasaklar ve yoksulluk. Ve bu mücadeleyi de başarıyla sürdürmektedir. Hükümetimiz, yasaklarla mücadeleyi öngörmüş, son sekiz yılda önemli atılımlar yapmıştır. Sekiz yıl önce sözü dahi edilemeyen konular gündeme gelmiştir. İşkence engellenmiş, ifade özgürlüğüne karşı duran engeller ortadan kaldırılmıştır."

Basın özgürlüğüne de değinen Başbakan Erdoğan, herkesin özgür ve serbestçe eleştirilebildiğini, bazı tutuklama ve gözaltıların, Avrupa’da basın özgürlüğüne müdahale olarak görüldüğünü kaydederek şunları söyledi:

"Bir şeyin altını çizerek söylüyorum. Avrupa’da darbelerle ilişkiler içinde olmayan gazeteciler olmadığını belirtmek isterim. Şu anda Türkiye’de tutuklu bulunan 26 gazeteciden hiçbiri, gazetecilik suçundan dolayı içerde değildir. Son zamanlar Avrupa basınında yer alan değerlendirmelerin bunlar göz önüne alınarak yapılmasını isterim. Yerine gelin, bazı incelemeleri kaynağından yapın, bunların böyle olmadığını görün. Bunu gördükleri zaman, size gelecek olan bilgiler çok daha farklı olacaktır. Biz, insan haklarının, hukukun üstünlüğün tarafında olmalıyız. Üstünlüğün hukukunun değil. Zulmün değil, hakkın, adaletin yanında olmalıyız. Tüm küresel camianın, bu ilkelerin etrafında toplanması gerektiğine inanıyorum."

SORU-CEVAP BÖLÜMÜ

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan konuşmasının ardından parlamenterlerin sorularını yanıtladı. Bir parlamenterin "Akdeniz’de gördüğümüz ihtilaf ve Filistin konusunda Türkiye’nin oynaması gereken rol nedir" sorusuna Erdoğan şöyle yanıt verdi:

"Her şeyden önce Akdeniz havzasında önemli bir tarihe kültüre, birliğe sahip ülkeler bulunuyor. Burada dayanışma içersinde olacağımız ülkeler birinci derecede Avrupa Konseyi üyesi ülkeler, ikinci derecede, konsey üyesi olmayıp değişik uluslararası konsey üyeleri olan ülkeler olacak. Son olarak K. Afrika ve Ortadoğu’daki sorunların çözülmesinde, bu ülkelerin sıkıntıları aşmak için aktif rol almaları lazım. Bu son yıllarda yapılamadı. Libya’da BM kararlarıyla atılan adımlar, bu bölgedeki ülkelerin birinci derecede rol oynamasını sağlayarak güçlendirdi. Bizim teklifimiz şu oldu. NATO, burada rol almalı, yanına, Arap Birliği, Afrika Birliği’ni almalıyız, İslam örgütünü almalıyız, hatta Körfez işbirliği örgütünü almalıyız. Ve burayı Irak veya Afganistan gibi bir çözüme taşımamalıyız. Şu an Libya için görev üstlendik ve görev bilinciyle sürdürüyoruz. NATO’nun verdiği görev kapsamında insani yardımı sürdürüyoruz. Kasım ayında görevi devralacağız. Tüm Akdeniz ülkeleri olarak geleceği barış için tesis edelim diye düşünüyorum. Sonrası ekonomimizdir. Görevimiz bellidir. Filistin için de aynı şeyler geçerli. Aynı şekilde bölgedeki ülkelerin rol alması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin buralarda bir çıkarı yok. Bundan sonra da rol almaya devam ececeğiz."

BaşbakanErdoğan, "AB değerlerini savunmanızı büyük takdirle karşılıyoruz. Türk devletinin son 20-30 yıl içinde karanlık sayfalarını araştırmanızı takdir ediyoruz. İfade özgürlüğünden bahsettiniz, ancak yargıdaki bazı konular ifade özgürlüğünü kısıtlamakta kullanılmıyor mu? Orhan Pamuk örneğinde?" sorusu üzeririne şöyle konuştu:

"Ben değerli dostuma şunu söylemek isterim. Yargıya bir suç duyurusunda bulunduğu zaman yargı araştırmış ve iş olumlu bir şekilde sonuçlanmıştır. Diğerlerinde ise, belirttiğim gibi yazılarından dolayı değil, çeşitli suç örgütleri ve darbecilerle olan ilişkileri nedeniyle bir yargı süreci söz konusudur. Yargı tarafından değerlendirildiği için, yürütme söz konusudur. Gereği yapılmış, tutukluluk sürecinde ise daha yeni belgelerin ortaya çıktığını yargının yaptığı açıklamalardan duyuyoruz. Temenni ederim ki, böyle şeyler çıkmasın. Ancak şunu söylemeliyim ki, uzun süreli tutukluluk konusunda rahatsızlığımız var, en kısa zamanda çözümlenmesini istiyoruz."

AHMET ŞIK VE ’İMAMIN ORDUSU’

Başka bir parlamenterin heyette hiç kadın olmamasını hatırlatarak, basın özgürlüğünün önemini vurgulayarak, ’İmamın Ordusu’nun sansüre uğrayarak, gazeteci Ahmet Şık’ın tutuklanmasını hatırlatıp, "Sebebi nedir? Kitabın yayınlanmasından önce yapılan sansür ve tutuklama neden? sorusu üzerine Başbakan Erdoğan şöyle konuştu:

"Alkışlayanlara çok teşekkür ediyorum. Çünkü bizi alkışlıyorlar. Ben sadece şahsım ve iki bayan arkadaşımla geldim. Bayan milletvekili arkadaşlarım konsey üyesi olarak buradalar. Önyargılardan arındırılmış bir yaklaşım önemli. Bu basılmamış kitapla ilgili, işte az önce söylediğim gibi, tutuklanan medya mensuplarının belge ve bilgiler ve ardından neyin geldiğini gösteriyor ki, bir ülkedeki hazırlığın üzerine gidiyor. Bu hazırlığın üzerine gidildiğinde ortaya çıkıyor. Bomba yapmak suçtur, ama bombanın hazırlanmasında kullanılan malzemeleri yapmak da suçtur. Bunun ihbarı gelmişse, güvenlik güçleri gidip bunları toplamaz mı? Bunlar da suç. Daha önceki bilgilerin içinde bunlar varsa, yargı bununla ilgili kararını vermiştir ve bu adreste böyle bir hazırlık vardır diye bilgileri gelmiştir. Daha sonra bu bilgiler internette yayımlanmış ve herkes içinde ne olduğunu görmüştür. Bu yürütmenin yapmış olduğu bir eylem değil, yargının almış olduğu bir karardır. Bağımsız yargıyı her yerde savunuyorsunuz. Ama Türkiye’ye gelince yürütmeye bağımlı bir yargı istiyorsunuz."

"SİZE SORACAK DEĞİLİZ"

"Demokratik süreçlerden söz ettiniz, ancak neden yüzde 10’luk seçim barajını indirmediniz sorusu üzerine Başbakan, Erdoğan, "Bunun en güzel değerlendirmesini halkım yapıyor. Bunu böyle yaptığına göre, burada bir incelik var. Yüzde 10’u halk koymadı, bizde yüzde 10’la geldik. Partimizi kurduk, 16 ayda iktidar olduk. Yani bu bir gerçeği gösteriyor. Nasıl kurulduktan 16 ay sonra iktidar olduk? Sağ, sol kanatta kalmadık, merkezde yer aldık. Kürt’üyle, Abaza’sıyla, Roman’ıyla, Türkiye’de herkesi kucakladık. Ama Fransa’da Romanların sınır dışı edildiğini duyuyorum. Bu doğru mu? İnanç özgürlüğüne saygı gösterilmediğini duyuyorum. Bu inanç özgürlüğü mü? İlk önce kendilerini yargılasınlar, sonra bize baksınlar. Yüzde 10 barajını indirmek demokrasiyle ilintili değildir. Avrupa’da yüzde 7-8 de var. Bizden önce tek başına iktidarların olduğu dönemde Türkiye’nin çıtası yükselmiş, koalisyonların olduğu dönemde ise çıta düşmüştür. Türkiye’yi yargılama içinde olanlar kendilerine baksınlar. Seçim barajı demokrasiyle ilgili değil. Barajı gerekirse biz düşürürüz, halkımız isterse düşürürüz, isterse olduğu gibi tutarız. Size soracak değiliz. Biz, ülkemizde yeni sorunlar yaşatmak istemiyoruz. Ama baraj konusunda size soracak değiliz, halkımızla tartışırız. 74 milyonluk Türkiye kararı verir. Şu an geldiğimiz konuma kolay gelmedik. Yeni bedeller ödemek istemiyoruz. Seçimse en geniş anlamda seçim var. İsteyen partisini kuruyor, isteyen seçime giriyor. Etnik, bölgesel parti değiliz. Ülkemizin tüm insanlarına hitap ediyoruz" diyerek yanıtladı.

"ARKADAŞ FRANSIZ AMA TÜRKİYE’YE DE FRANSIZ"

Başbakan Erdoğan soru -cevap bölümündeki en dikkat çeken cevabını ise Fransız parlamentere verdi. Erdoğan, Fransız parlamenterin, "Bütün dini azınlıkların eşit bir şekilde ibadet yerlerine erişim ve ibadet haklarını, ibadetini nasıl garanti edebilirsiniz" sorusuna espirili dille, "Sizi Türkiye’ye davet etmek isterim. Türkiye’yi yakından takip etmiyorsunuz. Zannederim arkadaş Fransız. Ama Türkiye’ye de ’Fransız.’ Bakınız, biz, Ortodoks Patrik’i seçimi, Lozan Antlaşması’na göre Sensinot Meclisi’nde yapılır. Sensinot Meclisi’nin seçtiği kişi, anlaşma gereği T.C vatandaşı olmak zorundadır. Bugün, Türkiye vatandaşı olmamasına rağmen, biz buna göz yumuyoruz. Önceki Başbakan’dan rica ettim, şimdi sevgili dostum Yorgo’dan da rica ettim. Dedim "Vatandaşlığa alalım, anlaşmayı ihlal etmeyelim, vatandaşımız yapalım." En son Patrik’ten istedim. Sonunda vatandaşlık verdik. Dediler ki "Sümela Manastırı’nda ayin yapmak istiyoruz". Geçen yıl ayinlerini yaptılar. Aynı şekilde Alman dostlarımıza aynı ricada bulunduk, önlerini açtık. Sümela’da ayin yapıyorlar. Van’da Ermeni Ortodoks Kilisesi yıkılıyordu. Kendi paramızla onardık, ibadete açtık. Ülkemizde her vatandaşımızın ibadet edebilmesinin sigortası durumundayız. Kimse "biz ibadetimizi yapamıyoruz" diyemez, derse bize karşı saygısızlık yapar. Kim derse, bizzat ilgileneceğim" dedi.

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız