SON DAKİKA
SON DEPREMLER

'Gözüm Uyku Bilmez Gitti Gideli'

0
Güncellendi - 2015-12-27 21:37:50
'Gözüm Uyku Bilmez Gitti Gideli'
A- A+ PAYLAŞ

TÜRKİYE'NİN MOZART’I MALATYALI FAHRİ

Av.Selami YÜCEL

selamiyucel@hotmail.com 

1893 yılında doğan babaannem Adile Yücel, 1960 lı yıllarda Malatya Kozkökü Camisinin yanından geçerken bana : “Selami şu ev çok zengin ve de değerli insan Haci Abişlere aitti. Haci Abişlerle zaman zaman görüşür onlara misafir olurduk. Haci Abiş'in çocukları çok güzel çalgı çalar ve de türkü söylerlerdi. Bir gün bize de konser verdiler.” demişti.

Biraz ileride Hamikoğlu sokağının başında da Haci Ağa'nın konağı vardı. Haci Ağa, kızlarından  Naciye ve Tahire’yi Haci Abişin iki oğluna, diğer kızı Fahriye’yi de (Fahri Kayahan'ın, annesi- babası ve kızı Süeda ile birlikte yeraldığı yandaki aile fotoğrafında elinde çerçeveli fotoğrafını tuttuğu hanım) Fahri Kayahan’a vermiş. Başka bir anlatımla Hacı Abişin iki oğlu ile Fahri Kayahan bacanak olurlarmış.  Babaannem Fahri Kayahan’dan 21 yaş büyük olduğuna göre o ekibin içinde Fahri’nin de olması mümkün.  

Haci Ağa tam bir müzik aşığı imiş. Keman çalar evinde de piyano bulundururmuş. Hatta Celal Yalvaç beyin, kedi manığı aracılığıyla piyano çaldığını bir yazımda anlatmıştım.  İki evde de şen şakrak bir hayat sürülürmüş. Haci Abiş vefat etmiş, çocukları gurbet yollarına düşmüş, Fahriye’nin de genç yaşta, 1936 yılında elim bir olay sonucu ölümü üzerine o neşeli hayat sona ermiş. Fahriye’nin  ölümünden dolayı mahkeme her ne kadar Fahri hakkında beraat kararı vermişse de, Fahri töhmet altında kalmamak için, 1934 doğumlu olan iki yaşındaki kızı Süeda’yı ve tamburunu alarak,  daha yirmi iki yaşında Malatya’yı terk etmiştir. Terk ederken de dağarcığı dolu olarak İstanbul yolunu tutmuştur.  Tambur çalmayı kendi usulünce bilmektedir, sesi yanık ve gürdür, kültürlüdür, müzik dehasıdır. 

Tamburunu öyle bir çalarmış ki çalışı modern ve tek düze stilden ve İstanbul tamburcularından çok farklı imiş.  Çünkü: Fahri Malatya usulü çalıp söylermiş. Sazına öyle bir nağmeler verirmiş ki herkes hayretler içerisinde kalırmış. Tabii o zamanlar Tanburi Cemil Bey, Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses, Yesari Asım, Deniz Kızı, Hafız Burhan, Münir Nureddin, Müzeyyen Senar gibi dev sanatçılar var. Fahri daha çocuk, sudan yeni çıkmış bir balık, İstanbul ve Türkiye müzik piyasasına pat diye düşmüş. Çaldığı ve söylediği müzik de Türkiye’deki müzik türlerinden farklı. Yapacak başka bir şeyi yok, başlamış sahneye çıkmaya. Türkü ağırlıklı olarak söyler ve de ara sıra bestelerine de yer verirmiş. Sarı kurdele, Çiçekten harman olmaz, Gitme gitme aman gitme, Nazlı yâre fiske ile taş attım, Ezo Gelin, Karadır kaşların ile yeri göğü inletirmiş.  Fahri'yi dinleyen plak şirketleri halkın çok rağbet ettiğini gördüklerinden bu çocuğu alıp Avrupa’ya taş plak yaptırmaya götürmüşler. Ağlatan yanık ve gür sesi, Malatya’ca çalınan tamburu ile onun namı tüm Türkiye’ye yayılmış. Her zaman modern müzik ve şarkı ağırlıklı müzikle anılan İstanbul’a  türkü ve halk tipi bir ağız gelmiş. Bizim müzik tarihimizde çok az kişi yaptığı farklı müzik ile toplumda yer bulabilmiştir. Fahri bu kalıbı ilk yıkanlardandır. 

Münir Nurettin Selçuk 

Sana dün bir tepeden baktım aziz Istanbul 

Görmedim gezmediğim sevmediğim hiç bir yer 

Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul 

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer,

derken, Fahri

Ezo gelin benim olsaydın da

demiş. Safiye Ayla;

Menekşelendi sular, sular menekşelendi

Esmer gözlü akşamı dinledim yine sensiz

Leylâk pırıltılarla bahçeler gölgelendi

İnledi yine bülbül, olmazmış gül dikensiz derken Fahri; Karadır kaşların ferman yazdırır demiş. Tanburi Cemil usulüne uygun saz semaileri çalarken Fahri: Rüyamda gördüm mâhımı, sensiz sönmez şu kalbimin ateşi, nazlı yâre fiske ile taş attım, ayrılık ateşten bir ok gibi usullere sığmayan, kara düzen çalınan ve söylenen eserlerle uğraşmış. 

Fahri Kayahan’ın bu eserleri halk katında neden prim yapıyor, plaklar neden çok satılıyor hep merak edilirmiş. Fahri Kayahan’ın halkın içinden çıktığı, onların düşüncelerine ve hislerine hitap ettiği çok sonraları anlaşılmış. Ve daha sonra türkü dediğimiz şey radyolarda ve sahnelerde daha çok yer almış, notalara alınmış, derleme çalışmaları hız kazanmış. İşte Fahri gerçek müziğimizi müzik üstatlarının çok yoğun olduğu İstanbul’da icra etmiş. Hem de sadece bir tek tamburu ve bir darbukacı ile. Tamburunu alır sahneye çıkar sandalyesine oturur, konuşma yapmadan, sandalyeden kalkmadan bir başlar ve konserinin sonunu getirir, eserlerini okurmuş, orkestra kullanmazmış. 

Bu kadar güçlü sanatçıların arasında Fahri; ışıklı ve düzgün bir yol bulmuş geçim sıkıntısı çekmesine rağmen çizdiği doğru yoldan ayrılmamıştır.  Zamanın müzik uzmanları biraz da kıskandıklarından Fahri’yi madeni tambur çalıyor, sesine çok nağme veriyor, tambur vuruşları değişik, düz çalmıyor, bizim stilimize benzemiyor, notaları birbirine katıyor diye çok eleştirmişler ama üstat çizgisini değiştirmemiş. Hatta sen bu madeni tamburla çalma gel seni radyoya alalım diyenlere de ben bu saz ile meşhur oldum, bırakmam diye de yanıt veren yürekli dehadır, katı kalıplara rağmen İstanbul ve Ankara radyolarında misafir ses olarak yer alabilen değerli sestir Fahri. Mozart, Neşet Ertaş, İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay farklı olmasa idiler bu yerlere gelebilirler miydi? Mesela İbrahim Tatlıses’e TRT senelerce kapısını kapattı. 

Malatyalı Fahrinin hayatını anlatarak kafanızı şişirmek istemiyorum. Onun hayatını özet bir şekilde önceki yazılarımda anlatmıştım.  Malatya türküleri diye bir kitap hazırlamıştım. Bu kitabım yirmi seneden beri hazır. Ancak; notaya alınmamış türküleri doğru dürüst notaya almaya beceren kişi bulamadığım için bu güne kadar kaldı. TRT sanatçılarına ,  her tarafa başvurdum. Fahri’nin bazı eserlerine sıra geldiğinde günlerce notaya almakta zorlandılar. 

Fahrinin notaya alınan ve  TRT arşivine kazandırılan türküleri gerek müzik açısından gerekse de söz açısından orijinal müzik ile farklılıklar göstermektedir.  Volkan Erdoğan’la üç seneden beri Malatya türkülerinin notaları üzerinde  çalışıyoruz.  İşin kuyruğuna geldik;  sonunda becereceğiz galiba. Volkan’da Fahri’nin eserlerine hayran. Bir gün bana “Selami Abi yav Fahri Mozart gibi bir adam" demez mi.? İşin uzmanından bu kelimeyi duymak çok hoş. Fahrinin eserlerini iyice incelerseniz onun büyük üstat Sadettin Kaynak'ı  bile etkilediğini anlarsınız. 

Fahri iki yüzün üzerinde beste yapmıştır. Besteleri şarkı veya türkü ağırlıklıdır ve de müthiş şairdir, aynı zamanda kaynak kişidir.  Bestelediği şarkıların sözlerini de birkaç tanesi hariç kendisi yazmıştır.

Müsaadenizle üç tanesini sizlerle paylaşayım. Üstadın türkü ve şarkılarının çoğunun vefat eden eşi Fahriye Hanıma  atfettiğini kolaylıkla sözlerden anlayabiliyoruz.

Bakıp hayaline karardı gözüm 

Düştüm hasretine karardı yüzüm

Bulsaydım o yari tutardı sözüm

Gözüm uyku bilmez gitti gideli

     *

Tarar idi kumral ipek saçını 

Bakanlara çatar hilal kaşını

Doldurmuştu henüz olgun yaşını

Gözüm uyku bilmez gitti gideli

     *
Yalvardım bakmadan gitti meleğim 

Ağladım geçmedi ona dileğim

Zehir oldu cihan onsuz neyleyim

Gözüm uyku bilmez gitti gideli

Diğer bir eseri:

Gönül bugün senden şikâyetim var

Niçin böyle yaktın nar ettin beni

Sana dedim güzel kahrı çekilmez

Niçin böyle yaktın nar ettin beni

     *

Kuşlar gibi daldan dala konarsın

Bana düşman mısın fırsat ararsın

Bir mum gibi yaktın erittin beni

Sonra sen de benim gibi yanarsın

Bir başkası:

Lutfedin de sevdiğimi göreyim

Aman arkadaşlar sordu da gitti

Kulağından küpesini koparıp

Yadigâr olarak verdi de gitti

     *

Bir nağme göndermiş göz yaşı belli

Başına sardığı yazması güllü

Ele gelin olmuş duvaklı telli

Bu canı dertlere saldı da gitti

     *

Bana kasdı nedir bilmem küsdü mü

El sözüyle selamını kesdi mi

Bu günlerde bad-ı saba esti mi

Gül gibi kokular saldı da gitti

Fahri Kayahan’nın bu eserlerinin sözlerini ve de müziğini  incelerseniz onda aşıklık istidadı ve geleneğini de görürsünüz. Çünkü: Böylesi eserler ortaya koymak, müziğini yaratabilmek ancak geleneksel tarzda müziğin devamı şeklinde yapılabilir.  Ozanlık, aşıklık  tek başına birdenbire doğmaz. Başka bir deyimle Fahri Kayahan ağaç kovuğundan çıkarak İstanbul topraklarına düşmemiştir. Ham imiş, Malatya’da daha çocukken pişmiş. 

Fahri Kayahan’ın ölümünden sonra arkadaşı Avni Kurtbileğin yazdığıbir şiir de kanaatimi doğrulamaktadır. Yad edelim.

Tamburunla sesinle sanki bir alevdin sen

Seni dinleyen insan, alev alev yanardı

Ardında kalanların üzüldüğünü bilsen

Eminim ki gitmezdin öyle bir halin vardı

     *

Çelebilik, dervişlik, sende bulmuştu kemal

Bulunduğun meclise hakim olurdu bu hâl

Boynu bükük yaşadın, gözünde yoktu ikbal

Seni sevenlerin de boynu bükülü kaldı

     *

Yıllarca yalnızlığı hep kendine eş yaptın

Güneş yüzü görmeyen odalarda yaşadın

Yaptığın bestelere ilah gibi tapardın

En verimli çağında sır olacak ne vardı

     *

Sönmeden için için yanardağ gibi yandın

Eridin, tükendin de yine dimdik yaşadın

Dünya nimetlerine hep yan gözle bakardın

Bunun için mi ecel seni çok erken aldı

     *
İşittim ki, cesedin üç gün buzlukta kalmış

Toprağa vermek için yakın bir dost aranmış

Seni sever görünen ne de dostların varmış

Bunun da var hikmeti, vallah toprak yanardı

     *

Süremiyoruz şimdi plaklarına hiç el

Yanık sesin gönülde, gözümüzden akan sel

Öldüğüne inanmam, Suriye'den* geri gel

Yoksa yalnız biz değil, dağlar taşlar ağlardı

(Ezo gelin türküsündeki "Çık Suriye dağlarına bizim ile el eyle" beytinden mülhemdir.)

Yedi sene önce Malatya’lı Fahri’den derlediğim ve notaya aldırdığım Zeynebim türküsünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Müzik Derneği başkanı Mehmet Tunç Yıldırım bu türkünün Malatya’da  okunmaya başlandığını söyledi. Memnun oldum. Üstad Fahri Kayahan’ın ölüm yıldönümü adına yıllar önce müzik otoriterleri ile  paylaştığım notayı kamuoyuna da sunuyorum. (Üstteki fotoğraflarda)

Evet dostlar; Malatya’mızın ve de Türkiye’mizin  Mozart’ı,  üstat mertebesine ermiş Fahri Kayahan 22 Nisan 1969 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. 22 Nisan onun ölüm yıl dönümüdür. Eserlerinin çok azını bildiğimiz Fahri Kayahan İstanbul Zincirlikuyu mezarlığında yatmaktadır. Ben karınca kararınca anmaya çalıştım…

Not: Mezarının resmini bulamadığım için paylaşamadım.  (S.Y)

FOTOĞRAFLAR: Celal YALVAÇ ve Selami YÜCEL Arşivi

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız