SON DAKİKA
SON DEPREMLER

'Güneşi Batmak Üzere Olan Kent' mi?

A- A+ PAYLAŞ

18 Ocak 2005 tarihinde başladığı İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü görevinden 20 Ocak 2009 tarihinde ayrılan ve Malatya Eğitim Vakfı’nın Genel Başkanlığı’na seçilen Prof. Dr. Mesut Parlak, geçtiğimiz haftalarda Vakfın Malatya Yönetim Kurulu toplantısına katılmak üzere kente geldi. Memleketi Malatya’ya olan düşkünlüğü ile bilinen Prof. Dr. Mesut Parlak, malatyahaber.com’un Malatya ve Türkiye gündemine ilişkin çeşitli konulardaki sorularını yanıtladı. Yüreğinde Türkiye ve Malatya sevdası olduğunu söyleyen Prof. Dr. Parlak, daha önce verdiği bir röportajında Malatya’nın gittikçe büyük bir kasabaya döndüğünü ve bu duruma çok üzüldüğünü belirterek şimdilerde ise Malatya için ‘Güneşi batmak üzere olan kent’ tanımlaması yaptı.  

 

Malatya’nın her dönemde AKP’ye verdiği desteğin karşılığını alamadığını vurgulayan Mesut Parlak “Bilinçli bir kamuoyu varsa, memleketin beklentileri karşılanmıyorsa o zaman ilk seçimlerde de gereğini yapacaksınız. Oysa biz ne yapıyoruz? Milletvekillerini, valiyi, belediye başkanını sürekli eleştiriyoruz. Malatyalılar tiroit ameliyatı olmuşlar. Ama cerrah acemiymiş ses tellerini kesmiş. Onun için Malatyalıların sesi çıkmıyor” dedi.

 

Kürt açılımı ve Anayasa değişikliği tartışmalarına ilişkin görüşlerini de açıklayan Prof. Dr. Mesut Parlak, Türkiye’nin şu anda Kurtuluş Savaş’ından “daha ince” bir tablo ile karşı karşıya bulunduğunu ifade etti. Yaşanan süreç için ‘Diliyorum ki Cumhuriyet ile bir hesaplaşma olmaz’ diyen Prof Parlak bütün yaşananlara rağmen ne Türkiye için ne de Malatya için ümitsiz olmadığını söyledi.

 

İşte Prof. Dr. Mesut Parlak ile yapılan söyleşiden bazı satır başları:

 

“GÜZEL MALATYA’MIZIN GÜNEŞİ BATIYOR, HER GELİŞİMDE DAHA ÇOK ÜZÜLÜYORUM”

 

“BİZİ MALATYA YAPAN DEĞERLERİMİZİ YİTİRDİK”

 

“GENÇLERİN HER ALANDA ÖRNEK ALACAĞI MODEL İNSANIMIZ KALMADI”

 

“MALATYALILARIN SEVGİSİNİ KAZANMAK ÇOK ZOR”

 

“BENİM REKTÖRLÜĞÜM DÖNEMİNDE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİNDEN YARARLANILAMADI”

 

“ACEMİ CERRAH MALATYALILARIN SES TELLERİNİ KESMİŞ”

 

“YANLIŞA SESİN ÇIKMIYORSA ELEŞTİRMEYECEKSİN”

 

“İSTANBUL İLE MALATYA ARASINDAKİ ORGANİK BAĞ KOPTU”

 

“YÜZDE 68’İN KARŞILIĞINI ALAMIYORSAN İLK SEÇİMDE GEREĞİNİ YAPACAKSIN”

 

“MALATYA’NIN GELİŞİMİNİ DE DON VURDU”

 

“KURTULUŞ SAVAŞI’NDAKİ TABLO BİLE BU KADAR İNCE BİR SÜREÇ DEĞİLDİ”

 

“600’DEN FAZLA SORUŞTURMA DOSYASI OLAN PARLAMENTERLERİN YAPTIĞI ANAYASA’YA BEN SAYGI DUYMAM”

 

“CUMHURİYETLE HESAPLAŞMA OLMASIN DİYE ALLAH’A DUA EDİYORUM’

 

Malatya’ya çok düşkün olduğunuzu ve Malatya’nın sizin için çok önemli olduğunu biliyoruz. Malatya’ya her geldiğinizde hangi duygularla geliyorsunuz? Hayalinizdeki Malatya nereye gidiyor?

 

Şimdi bir kere teşekkür ediyorum. Bugün belki bu röportaj da konuşulacak şeyler çok önemli diye düşünüyorum. Ben hekimim. Karşımdaki insanın özelliklerini anlarım ama daima sıcak bir yürekle bakarım. Peşin hükümlü değilim, insan sevgisiyle doluyum. İnsanı severim. Ama uzmanlığını çok iyi kullanan, düzgün, erdemli, toplum için her şeyi göze alabilen, doğruların yanında olabilen, özellikle de bu eğer medya mensubu ise ben hakikaten onu sırtımda taşırım. Çünkü bu ülke bizim. Başka gidecek yerimiz yok. Biz Malatya’da hakikaten bir arada, kardeşçe yaşamak zorundayız. O yüzden bir yere varmak için peşin hükümlü olmadım. Yunus’un bir sözü var ‘Yaratılanı hoş gör yaradandan ötürü’ diye. Ama şunu söyleyeyim Malatya’ya her gelişimde daha çok üzülüyorum. Çünkü daha Beylerderesi’ni geçip Turgut Özal Bulvar’ı denilen Çevreyolu boyunca kente devam edildiğinde gri bir renk düşüyor ve giderek daha kirli bir şehir haline gelen bir tablo ile karşılaşıyoruz.

 

Sizi ve belki birçok Malatyalıyı üzen sadece bu fiziksel kirlilik değil herhalde. Büyük bir sosyolojik değişim yaşadığı da bir gerçek. Sizin çocukluğunuzdaki Malatya ile şimdiki Malatya’nın sosyolojik yapısında göze çarpan en önemli değişim nedir?

 

Şimdi Malatya,  güneşin en tepede olduğu öğlen saatlerinden yavaş yavaş güneşin batışı gibi tanımlanabilecek bir kent haline geldi. Yani sanki o güzel Malatya’mızda güneş batıyor. Sosyolojik olarak da bir kavram kargaşası var, tabi ki bunun temelinde çok ciddi oranda aldığı göç geliyor. Sanırım ki Malatyalı olan nüfusun şimdi Malatya’daki oranı yüzde 26.

 

TÜİK,  Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre Malatyalı olup da Malatya’da yaşayanların oranının yüzde 49 olduğunu açıkladı.

 

Çok iyi. Çok mutlu oldum. Tabi şimdi şu var. Göçle gelen insanlarda bizim vatandaşımız. Bu ulusun bireyleri. Ancak şimdi geçmişte Malatya’nın sahip olduğu bir kültür ve sanat kimliği vardı. Malatya çok ilginç bir yerdi. Düşünebiliyor musunuz, Malatya Lisemiz şimdiki Milli Eğitim Müdürlüğü binasıydı. Biz orada okuduk ve karşımızda Halkevi vardı. Shakespeare’in ‘Kral Lear’ gibi dev eserleri sahnelenirdi.  Her türlü sanat ve kültür olayı yapılıyordu. Çok ciddi paneller düzenleniyordu. Hatta kent dışında Türkiye’nin aydın insanları, uzmanları gelip orda çeşitli konularda konferanslar veriyorlardı. Ben orada tiyatro oyunlarını da izledim öğrenciyken. Bugün bir Kenan Işık. Oralarda yetişen insanlar. Hatta rahmetle anıyorum, bizim mahallede benim arkadaşım, bir Dilaver Uyanık gibi insanlar hep o halkevinde yetişiyordu. Şairler, Şemsi Belliler.. Peki ne oldu? Yaşar Kemal’in dediği gibi, ‘Beyaz atlara binip gittiler o insanlar. Bir daha geri gelmeyecekler.

 

Hani şu olur zaten, kent değişimi, ulusal anlamda bir değişim yaşanır. Bu gayet doğal. Bu kaçınılmazdır zaten. Bu kadar büyük bir erozyona uğrayarak değişim, doğrusu insanı yaralıyor.

 

Değişim bir anlamda kaçınılmaz bir olgu ama kültürümüzün erozyona uğraması değerlerimizi kaybettiğimiz anlamına da geliyor. Değerlerimizi nasıl kaybettik?

 

Malatya’da bu anlamda ciddi bir kavram kargaşası var. Şu anda benim gördüğüm bu. Daha doğrusu bizi Malatya yapan değerlerimizi yitirdik. Bize ait özellikleri yitirdik. Neden yitirdik? Çünkü örnek insan modeli yok.  Şimdi Malatya göç alan bir kent ama birde geçmişte çok ciddi manada göç verdi. Tekstilci ne yapıyordu eskiden? Gidip Paris’te veya İtalya’da bir yerde vitrinde örnek olan bir model çekip gelip burada bir şeyler yapıyordu. Aynı şey ayakkabı içinde geçerli. Şimdi bana diyebilir misiniz Malatya’nın eğitimi mi model? Sanatı mı model? Kültürü mü model? Ya da bu coğrafya içinde, Malatya hudutları içinde yaşayan, genç çocukların örnek alacağı bir insan modeli var mı? Ben bilmiyorum. Bilmediğim içinde soruyorum. Benim kendi kentimi aşağılamak veya hor görmek için değil. Şimdi neyle iftihar ediyoruz? Diyoruz ki bir İsmet İnönü buradan çıkmış, bir Turgut Özal buradan çıkmış, çok değerli sanatkarlarımız, şairlerimiz, Kemal Sunal, Kenan Işık, Dilaver Uyanık, Şemsi Belli gibi isimler Malatya’da yetişmiş. Bu kentte bir şey var. Bir üretim bolluğu var. Bu topraklar ilginç topraklar ama don vurdu, kayısıyı da vurdu, belli yıllardan başlayarak bu toplumdaki gelişimi de aynen kayısı gibi don vurdu. Güncel örnekler yok. Çünkü okuma kültürümüz, sanat kültürümüz yok. Şimdilerde bu Sabancı Kültür Merkez’ine tiyatrolar geliyormuş. Güzel bir şey. Ama şöyle arada bir kapıda durup da bu oyunlara kimin geldiğini bir gözlemlemek lazım. Veya Malatya stadına giden bir yapılanmayı gözlemek lazım. Kentteki yapılanmaya bir bakmak lazım.

 

Nasıl bir yapılanma var?

 

Bilmiyorum. Örnek olsun diye söylüyorum. Kent içinde restoranların nasıl bir restoran olduğunu gözlemlemek lazım.

 

Bakın bakkallarda sanıyorum içki yok. Marketlerde de yok. İşte bu tipik bir mahalle baskısı. Siz benim inancımı yargılayamazsınız. Ben inançlı bir ailenin çocuğuyum. Ben attığım her adımda da Allah’tan korkarım. Eğer Allah’tan korkmasaydım ben bugün çok başka bir yerdeydim. İnanın, ben, inançlıyım diyen bir insandan binlerce defa daha inançlıyım. Çünkü ben Allah’tan korkarım. Türkiye’de hiç kimseden korkmam.  Hiç kimseye dayanarak, kimseye yaslanarak, kimsenin sırtında bir yere gelmedim. Emeklerimle geldim. İnatlarımla geldim. Zorluklar çektim zor oldu ama çok şükür Allah bana bu ülkede çok büyük şeyler nasip etti. Şimdi benim bu geldiğim noktada geriye dönük bir takım görevlerim ve zorunlu olduğum şeyler var. Çünkü bu topraklarda yeşerdim ben, sizlerin arasında büyüdüm. Psikolojik, sosyolojik ve etik olarak bir şeyleri bu kentteki, benim önümdeki insanlardan öğrendim. Okuma yazma bilmeyen annemden, daha sonra okuma yazma öğrenen babamdan, komşudaki Mazmanoğlu Abdullah Efendiden, Erdoğanlar’dan, Nuri Akbezler’den, Fahri Çekirdekler’den, İbrahim İpekçiler’den öğrendim. Bir Nüvit Yetkin vardı. Benim idolümdü. Yani o ö dönemlerde modeller ortadaydı. Siz zaten birey olarak bir tanesini kendinize seçiyorsunuz. Biz bu tabloda yetiştik: Ama bugünkü gelen genç kuşakların model örneği yok. Çünkü insanlar sessizleşmiş, robot gibi bir hale gelmiş, bir yarış kalmamış veyahut ta toplumdaki haksızlıklara asla isyan etmeyen, pısırık bir toplum haline gelmiş.

 

Sizin rektörlüğünüzü döneminde İstanbul Üniversitesi dünyanın en saygın 500 üniversitesi arasında yer almıştı. Gerçekten bilim adına, sanat adına, kültür adına her konuda yetişmiş bilim adamları vardı. Malatya için bulunmaz fırsattı. Sanıyorum bu fırsatı da kaçırdık.

 

Evet. Maalesef öyle oldu. İsteseydi çok yararlanabilirdi. Şehircilik bizde, orman fakültesi bizde,  mühendislik bizde, ekonomik yapılanma açısından baktığınızda iktisat ve işletme fakülteleri var. Bir tek Polis Meslek Yüksek Okulu Müdürü Recep Özmen aradı. Bana telefon açıp yeni ceza yasası konusunda polis okulu öğrencilerinin bilgilendirilmesi için bize hoca gönderir misiniz diye. Tabi dedim. 4 tane halk tabiri ile deve dişi gibi hukukçu getirdik. Konferanslar verdirdik ve gittik. Ben belediye başkanı olsaydım,  derdim ki hocam şu Beydağı’nı görüyor musunuz? Bir kamuoyu yaratalım, ilk bağışı da sen yap, İstanbul’daki bütün hemşerilerimizi ayağa kaldıralım, Orman Fakültesi de burada bir inceleme yapsın, orayı bir ağaçlandıralım.

 

Şehircilik. Allah aşkına uçaktan bir aşağıya bakın. O daha kentin ortaya gelmenize gerek yok. Onu da bırakın Beydağı’na çıkın. O TOKİ’nin yaptığı binaların haline bir bakın. Hiç mi vicdanınız yok? Yani afedersiniz şu ana caddemize bakın. Türkiye’de Çevreyolu olmayan tek iliz. Dikkat edin, genelde mega kentlerde gidip geliş ayrı iki yol vardır bir de yan yollar vardır. Yan yollar ana trafiğe girmezler, belli yerlerde şerit değiştirerek yan yola girerler ve trafik yoğunluğunu yok ederler. Ben hekimim ve ben bunları görüyorum. Yalnız bir eksiğimiz var. Biz sadece eleştiriyoruz. Ama iyi bir şey yapan bir yöneticinin de yanında durmak lazım. Belediye Başkanı bize hakikaten güzel projelerden bahsetti. Ben kendisine dedim ki, ‘Çıkın, bunları televizyonlarda anlatın, kamuoyu ile paylaşın’ dedim.  Bunu bir ilke haline getirin ve her hafta değişik tv kanallarında bunları anlatın dedim. Ama bunları yaparken halk katmanlarının da bu projelerinin yanında olması lazım. Bir proje oluşuyorsa bunun yanında olunması lazım. Bu Sayın Vali içinde böyle. Fakat bizde sivil toplum örgütü denilen bir kavram ortadan kalkmış. Çok ilginç.

 

Ben bütün Malatyalıları seviyorum. Yani siyasi olarak, ideolojik olarak ters olmanın bir önemi yok. Çünkü bu kentin içinde beraber yaşayacağız. Şu andaki durum insanın hürriyet olayına sahip olması gibi bir durum. Hürriyeti ne zaman anlarsınız? Elinizden alındığı zaman. Şimdi dışarıdan baktığınızda bunu daha iyi anlıyorsunuz. Bu kent bunları yitiriyor. Hürriyet anlamında değil de işte sanatında, kültüründe, şehircilik açısından baktığınızda, sosyolojik gelişiminde, çok kayıplarımız oluyor.

 

1950’lerde, 1960’larda Malatya’nın güneşi tepelerdeydi.

 

Özelleştirildikten sonra kapatılan Tokat’taki TEKEL sigara fabrikasını 'endüstriyel tarım tesisleri' kurulmak üzere Tokatlı iş adamları satın aldı. Basında bu tür haberlerin çıkmasının ardından Malatyalı iş adamlarına yönelik olarak ‘Malatya TEKEL fabrikasını alıp bu şekilde yeni yatırım yapmadıkları yönünde eleştiriler de oldu.

Malatya’nın bu anlamda İstanbul ile organik bağı gerçekten koptu mu?

 

Çok doğru. Siz bana elinizi uzatmaz iseniz ben size elimi uzatır mıyım? Geçmiş dönemde bir TSO başkanımız vardı Abdurrahman Yavuz. Abdurrahman Bey şuna inanırdı: Malatya’daki başarı İstanbul ile olan organik bağların güçlü olmasına bağlı. Siz bunu yapacaksınız. Şimdi bu organik bağı beceremediniz, yapamadıysanız bu insanları kaybedersiniz. Şimdi geçmişte kayısı bayramı vardı. Şimdi adı Kayısı Fuarı. Kim yapıyordu bunları, valilik, belediye ve Malatya Eğitim Vakfı. Siyasi bir takım düşünceler nedeniyle MEV şimdi dışarıya atıldı. Eskiden iki uçak dolusu insanlar gelirdi. Organik bağı yitirdik. İkincisi, ben mesela canlı şahidiyim. Malatya olayları sonrasında bir sürü güzel insan Malatya’yı terk etmek zorunda kaldı. Ama Malatyaspor lige çıktı, bütün Malatyalılar tekrar bir araya geldi. Kardeş oldu. Etnik ayrışım bitti, kavga bitti. Ben Malatyaspor’u bu yüzden seviyorum. Üçüncüsü bir deplasman olduğunda kim geliyordu, Fenerbahçe geliyordu, diğer büyük takımlar geliyordu. Kentte bir hareketlilik oluyordu. Bir hafta o maç konuşuluyordu. Birçok güzelliklerimiz gitti.

 

Ahmet Çakır yönetimindeki Malatya Belediyesi’nin çalışmalarını takip ediyor musunuz? Önerilerde bulunuyor musunuz?

 

Şahsen ben Ahmet Bey’in çok iyi niyetli olduğunu düşünüyorum. Bu göreve geldikten sonra biraz kilo almış. Belediyecilik zor bir iş. Ahmet Çakır’a şunu söylemiştim. Yerinizde olsam kente dokunmam demiştim. Bakın Şoför Okulu var, Boztepe var, Sivas yolu var, köprü yapılıyor, öte yanı var. Oraya bir uydu kent kurun. Nasıl? Alt yapısıyla. Nasıl? Sanat kültür saraylarıyla. Nasıl? İkinci derece deprem bölgesi ve depreme dayanıklılığı ile. Bunu yaptıktan sonra sizden sonra geleceklerin burayı bozamayacağı şekilde. O zaman kentin içinde bir iyileştirmeye gidecek. Allah aşkına şu binalara bir bakın.

 

“Malatya, AK Partiye verdiği yüzde 68 oy oranının karşılığını alamadı’ düşüncesine katılıyor musunuz? Siyasilerimizle diyalogunuz nasıldır?

 

Benim herkesle aram iyidir. Kimseyle bir kavgam yok. İyi bir diyalogum var. Sonuçta onlarda bu kent adına bir şeyler yapmak için bu göreve soyundular. Malatya için yapmaya çalıştıkları her şey için onlara ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Hepsiyle konuşurum.  Ama şu bir gerçek ki, bu kent verdiği yüzde 68 oy oranının karşılığını alıyor mu? Hayır. Yani bu oranın karşılığı bu olmamalı. Fakat sadece eleştirmek de çözüm değil. Kamuoyu da istemesini bilecek. Elbette ki dilek ve isteklerinizi, beklentilerinizi milletvekillerine götüreceksiniz. Bilinçli bir kamuoyu varsa, memleketin beklentileri karşılanmıyorsa o zaman ilk seçimlerde de gereğini yapacaksınız. Oysa biz ne yapıyoruz? Milletvekillerini, valiyi, belediye başkanını sürekli eleştiriyoruz. Yeni hastane Şeker arazisine yapılacak. Mevcut iki hastanenin yeri TOKİ’ye verildi. Peki Malatyalı olarak sen ne yaptın? Karşı çıktın mı? Yok. Madem sesin çıkmadı o zamanda eleştirmeyeceksin.

 

O halde herkes halinden memnun diye düşünebilir miyiz?

 

Malatyalılar tiroit ameliyatı olmuşlar. Ama cerrah acemiymiş ses tellerini kesmiş. Onun için Malatyalıların sesi çıkmıyor. Bizim Türk literatüründe çok önemli bir söz var. Bana değmeyen yılan bin yaşasın. Ama yılan değe değe tüketir, en sonunda da gelir onu diyen insanı ısırır.

 

Son bir yıldır, öncelikle Kürt açılımı diye başlayan, daha sonra milli birlik beraberlik projesi ve sonunda demokratik açılım diye yansıtılan projelerin yanı sıra şimdilerde gündemde olan Anayasa değişikliği ile Türkiye’de farklı kesimlerden farklı değerlendirmeler yapıldı. Bir kavga ortamı yaşanıyor. Siz Türkiye’nin geçtiği bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Türkiye çok ciddi bir süreçten geçiyor. Nasıl bir süreç? Kurtuluş Savaşı’ndaki tablo bile bu kadar ince bir süreç değildi. Müthiş bir değişim var. Nasıl değişim? Size bana göre değil, bazılarına göre. Veya bir değişimi oluşturmak istiyorlar. Biz şimdi sizinle medya olarak niye kavga ederiz? Kentimiz için. Siz dersiniz ki, karşınızdaki bir bürokrat ya da bir yönetici ise, bunun burası yanlış. Burada yanlış yapıyorsunuz. Kavgamız ne için? Kent için. Şimdi bu duygularımızı yitirdiğimiz anda siz yurttaş olarak görevinizi yapmıyorsunuz demektir. Şimdi biz bu tabloda Cumhuriyeti oluştururken çok büyük emekler verdik. Verildi. Bir de çok ağır bedeller ödedik. Ama rahmetle anıyorum, İsmet İnönü, 1946’dan başlayarak ‘Demokrasi denen bir rejim var, bunun içinde insan hak ve hürriyetleri var’ gibi şeyler söylüyordu. Ama ben daha o tabloyu alamamışım ki bunu özümseyeyim, bu demokrasiyi. Daha, afedersiniz tuvalet kullanma kültürünü beceremeyen bir toplumun önüne demokrasiyi getirdi koydu. Şu gün ki sancılar, böyle hazır kucağımızda bulduğumuz demokrasinin oluşumu içindeki bir evrim, bir gelişim, bir zaman süreci. Tabi, bir rejim, bir ulus için elli, yüz veya 150 yıl uzun bir süreç değil, belki insan ömrü için uzun bir süre ama devletlerin yaşamında çok uzun bir süreç değil. Bunun şu anda içimize sindirmenin veyahut da demokrasinin kural ve koşullarının oluşmasını sağlamak için birbirimizle olan, karşı koyacağımız veya bizi yönetenlerin kavgası.

 

Şu anda durum ne biliyor musunuz?

 

Şu anda Türkiye, okyanusun ortasında turistik bir gemi. Birinci kaptan ikinci ile kavga ediyor, ikinci kaptan üçüncü ile kavga ediyor. Üçüncü kaptan, kamarotla, kamarot aşçı başı ile kavga ediyor, kamarot oradaki konuklarla, Türkiye böyle bir çalkantı ile çalkalanıyor. Şimdi insanların yaşamında da kendisi çok önemli değerler vardır, toplum içinde çok önemli değerleri vardır. Bir şeye çok inanıyorum ben. Devamlı şunu söylüyorum ben. Belki şurada burada söylememden bıktılar ama bir kez daha söylemek istiyorum. Yandaşlıkla diyaloğu hep ayrı tutuyorum. Bunu sık sık dile getiriyorum. Söylememiz gerek. Çünkü bu toplumun en büyük eksiği yandaşlıkla diyaloğu ayıramamak. Şimdi ben yandaşım. Neye yandaşım? Demokratik laik Cumhuriyet’e, Atatürk ilkelerine, hukukun üstünlüğüne, ulusun bölünmez bütünlüğüne ve ezan sesine yandaşım. İstanbul Üniversitesi’ndeki o onurlu görevi yaptığımda da yandaşlığımın bu olduğunu, bunu asla ve asla tartılmasına izin vermeyeceğimi söyledim ve izin vermedim. Akademisyenin oturduğu koltukta siyasi ideolojilerini kullanmalarına izin vermedim. Ama öbür taraftan, üniversite, bilimsel araştırmaların yapıldığı, sosyolojik çalışmaların yapıldığı, bilimsel makalelerin hazırlandığı ve yayınlandığı, çok büyük bulguların ortaya atıldığı belki abes olabilecek bir takım yayınların yapıldığı bir kuruluş. Bir aydın olarak da bir akademisyen olarak da buna her zaman sıcak baktık. Bakmak zorundayız. Bu toplum içinde aynı şey. Mesela bugün toplum içinde bize çok ters gelen bir takım olaylar, fikirler tartışılıyor. Bunu tartışacağız. Ama tartışılmayan ne var? İşte o söylediğim ilkeler. Bugün dünya geneline baktığımızda bu toplum inançlı toplum. Bizde böyle ailelerden geldik. Benim imanım ve inancım benim yaradanımla benim aramdadır. Şimdi biz bir takım ilkeleri savunduğumuzda bazı kesimlerce ‘Bunlar dinsiz’, laik dediğimizde ‘Bunlar imansız’ deniyor. Hayır. Benim inançlı ve imanlı olup olmadığıma siz karar veremezsiniz. Benim yaradanım var, benim kutsal kitabım var, yaradan bana beyin vermiş, ben okurum öğrenirim, kimsenin ne inancı beni ilgilendirir, ne de kimsenin kılık kıyafeti beni ilgilendirir. Şimdi ben size soruyorum. Şu İslam aleminde Türkiye’den daha iyi İslam’ın yaşanabildiği bir yer var mı? Yok. Cumhuriyet olduğu için, laik olduğu için İslam’ın en güzel yaşandığı yerdir. Peki yüce İslam’ın yaşandığı Arabistan, Afganistan gibi ülkelerde, bilim, sanat, kültür gibi konularda herhangi bir değer artışı var mı, bir katma değer yaratmışlar mı? Yok. Zaten dinimizin bizim laik dediğimiz bir sistemle bir çatışması yok. Bu tamamen bir yapay bir olay. Bu biriken olaylar toplumda bir ayrışma unsurudur. Laik-anti laik, dinci-dinsiz, şudur budur diye bir takım kavramlar ortaya atıldı ve bugün bir kavga var. Ama en korkunç olanı, inşallah yanılıyorumdur, diliyorum ki Cumhuriyet’ten bir intikam hırsı, Cumhuriyetle bir hesaplaşma olmaz. Olmamalı. Olmasın diye de Yüce Allah’a dua ediyorum.

 

Anayasa değişikliği ülkenin şu anda en önemli gündemini oluşturuyor. Gerek Anayasa’nın hazırlanış süreci, gerekse değiştirilmek istenen maddeler ve üzerinde yapılan tartışmaları dikkate aldığınızda ‘diliyorum ki olmaz veya olmaması için Allah’a dua ediyorum’ dediğiniz yönler için kaygılarınız artıyor mu?

 

Başta Ulu Önder Atatürk, İsmet İnönü, tüm silah arkadaşları ile şehit ve gazilerimizi şükranla anıyorum. Ama onlar şehit olurken, bu ülkeyi savunurken, bu ülkeyi bize emanet ederken veyahut ta bu ülkede bize yaşamı bağışlarken acaba neler düşündüler? Bana göre dediler ki; bu ülkede yetişen bizden sonraki insanlar, Mustafa Kemal ışığı altında yollarına devam edecekler. Tabi hiç kimse tabu değildir, tabi ki rahmetli Atatürk’ün de eksikleri olmuştur. Ama şu ülkedeki varlığı, şu ülkedeki gelişimi, rahmetle anıyorum, 450 tane doktorla verem denen illeti Türkiye’den silmiştir. 1938’de Hitler Almanya’sının kovduğu veya fırınlara göndereceği öğretim üyelerini, doktorları Türkiye’ye getirmiş ve değişik üniversitelere koymuş ve bugün var olan torun boyutundaki insanlar o Yahudi kökenli o profesörlerden geçmiştir. Bugün ne oluyor? Bugün bir takım şeyleri inkar eder hale gelmişiz. Yani ben az önce, ‘umut ediyorum’ ‘dua ediyorum’ diyorsam eğer kafamda elbette bir takım soru işaretleri var. Şimdi ben şunu sormak istiyorum. 600’den fazla soruşturma dosyası olan bir parlamentoda bunların yaptığı Anayasa’ya siz inanır mısınız? Ben kime inanırım, etik değerlerine son derece inanan, insan olmanın erdemlerine ulaşmış, (Ben burada kimseyi suçlamıyorum, örnek veriyorum) bir insan grubunun toplumun geleceği için ortaya koyacağı bir yasa, bir anayasaya ben gönülden katılırım. Bende diyorum ki şu anda çoğu değişmiş olan Anayasa’nın yeni bir Anayasa şekline dönüşmüş olması gerekiyor. Ama bir sürü soruşturma dosyaları olan saygıdeğer(!) parlamenterlerin yaptığı Anayasa’ya ben saygı duymuyorum. Kimse kusura bakmasın. Bugün yapılacak olan Anayasa yazboz tahtası değildir. Bugün parlamentoda çıkan bir yasa eğer eksik veya yanlış yapılmışsa bu ülkenin 15 yılına mal oluyor. Şimdi niye bu acele? Neden bu telaş? Ben bunu da soruyorum. İşte efendim sivil Anayasa falan. Peki bugüne kadar bizi yöneten hükümetler, parlamento, Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan hangi Anayasa ile bu yetkileri aldılar?

 

1982 Anayasası. Peki niye inkar ediyorlar? Bakın, biz Türküz. Bu taa Ortaasya’dan başlayarak gelen bir kavram. Dünyada en uzun süre yaşamlarını devam ettiren Türk toplumları. Bize yakışır mı Allah aşkına, ‘Efendim adı Kenan Evren olan caddenin adını değiştirelim.’ E şimdi bu adı oraya vermek için zamanında gidip yalakalık yaptın.

 

Referanduma gitmesi olasılığını göz önünde bulundurursak,  sizce paketin bir bütün olarak gitmesi mi yoksa maddelerin tek tek referanduma götürülmesi mi daha doğru?

 

Şimdi ben bütün Anayasaları ve ihtilalleri gördüm. Referandum esasında hoş bir şey değil. Ama normal şartlar içinde bakıldığında parlamentodaki maddeler tek tek gelir ve görüşülür. Mesela içinde hakikaten güzel şeyler var. Benim de canı gönülden katıldığım veya bir sürü insanın katılabileceği, takdir edeceği şeyler var. Eğer tümünü önüme getirirsen, o zaman benim kafamda bir soru işareti olur. Demokratik hukuk devletinde siyasi erk hukuka müdahale ettiğinde bu toplumun geleceğinden ben doğrusu çok endişelenirim.

 

Başta sorduğunuz soruya ve bütün bu değerlendirmelere ek olarak şunu söylemek istiyorum. Ne kadar olumsuzluk olursa olsun her gelişimde asla ümidimi yitirmedim, ne ulus için ne Malatya’m için. Asla umutlarımı yitirmiyorum. Mutlaka, bunu toplum olarak aşacağız.

 

Malatya’ya geldiğiniz zamanlar ‘Mesut Parlak siyasete atılacak’ şeklinde dedikodular yapılıyor. En iyisi size soralım. Bu konuda söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

 

Çünkü ben ülkemi ve insanımı çok seviyorum. Ben ağarmış saçlarımla gidip değişik yerlerde konuşmalar yapıyorum. Niye yapıyorum? Ben bu ülkede çok az insana nasip olmuş görevler yaptım. Yaradan bana bunu nasip etmiş, benim bir beklentim yok, hesabım yok. Ben bundan sonra ne olabilirim? Size soruyorum. Toplumun benden beklentisi olabilir ama benim bir beklentim yok. Allah’a binlerce şükür çok az insana nasip olan şeyleri yaradanım bana nasip etti.  Allah sağlığımızı bozmazsa Malatya’ya hizmet edeceğiz. Haddim değil ama bana yeniden görev  verildi. Malatya Eğitim Vakfı’na Genel Başkan oldum. Benim hakikaten okuma yazma bilmeyen anneme borcum var. Bakın bir de bir şey söyleyeyim. Benim için en kutsal yaratık Türk annesi. Ben akademisyen bir insanım, bilime inanan biriyim değil mi? Ben diyorum ki 8 yıllık temel eğitimini insanlar ana kucağında alıyor. Onun için annelerimiz okumalı, annelerimiz entelektüel olmalı, annelerimiz herhangi bir konuda belli bir düzeye gelmeli ki, yetiştirdiği çocuğu da doğru şekillendirsin. Tabi bu arada eğitimi inkar etmek mümkün değil. Ama şuna inanıyorum ki o yüce varlık olan annenin kucağında o ilk eğitimi tamamlıyoruz.

 

Malatya’ya yönelik bu kaygılarınızı açık açık söylediğiniz için veya eleştirileriniz için Malatyalıların size tepki duymasından her hangi bir endişe duyuyor musunuz?

 

Bana söylemişti annem. Hiçbir anne evladını askere gönderirken ağlamaz. Annem sadece beni askere gönderirken ağlamadı. Ben 124. dönem mezunuyum. Dönem birincisi oldum. Ben 33 yaşında gittim askere. Dönem birincisi olunca kontenjan senatörü diye bağırdılar. Ben çıkıp konuşma yaptım. Annemle ilgili anekdotu anlattım. Bir anda büyük sessizlik oldu. Ben hayatta ikinciliği sevmem. Benim sevgim de dostluğumda öyle. Marazi derecede düzgün. Benim dışımda 254 tane benim dışımda yedek subay vardı. Annemle ilgili bu anlattıklarımdan dolayı hüngür hüngür ağladılar. Binlerce senden özür diliyoruz, sen bizim örnek ağabeyimizsin dediler. Bu günleri ben yaşadım. Benim adımın bir karşılığı da mutlu. Bu yaşa kadar da gerçekten mutlu olarak geldim. Malatyalı kolay kolay sevmez. Malatyalıyı mutlu etmek, Malatyalının sevgisini kazanmak çok zor. Ama ben şükran borçluyum.  Tarih boyunca sevdiği insanlar mutlaka olmuştur. Ama ben birey olarak söyleyeyim, hakikaten beni severler. Buna yürekten inanıyorum.

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız