SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

Hanım, Çocuk, İdam

A- A+ PAYLAŞ

Bülent Korkmaz

deybayah@gmail.com

 

Araştırmacı- yazar Celal Yalvaç’ın (yüzüne hitabımızla ‘Celal abi’, gıyabında ‘Celal Beg’) “çocukluk ve ilk gençlik dönemi olarak nitelendirdiği, 1940- 1955 yılları arasındaki Malatya’yı manzum bir şekilde anlatan, 1993 yılında kaleme aldığı, dönemin Malatya kent yaşamını sosyal, siyasal, kültürel ve folklorik öğeleriyle yansıtan” 127 kıtalık Mazideki Yaşam-Malatya şiiri malatyahaber.com sitesinde yayınlandıktan sonra olağanüstü olumlu-duygusal tepkiler aldı.

 

Şiir, özellikle yaşam şartlarının dayatması artı kişisel tercihlerle Malatya’yı terk eden ama memleketlerine olan özlem ve sevgilerini yitirmeyen “hormonsuz Malatyalıları” yüreğinin on ikisinden vurdu. Bunu, gönderilen mesajlardan, açılan telefonlardan anlıyoruz.

 

Sevgili Celal ağabeyimize ne kadar teşekkür etsek az! Bir kentin belleği ancak bu tür eserlerle korunabilir; gelecek nesillere aktarılabilir. “Şeytan icadı” bilgisayarla yetmişinden sonra haşır haşır-neşir olan ağabeyimizin, bu tür yazılar ancak böyle bizlere-sizlere ulaşabiliyor, on yılların birikimi başka alın ve beyin terlerini bizlere aktarmasını bekliyoruz.

 

Şiirin “halk kültürü açısından incelemesini” yayınladığı makaleler ve kitaplarla Malatya için bir başka değer olan sevgili Hüseyin Şahin ağabey yaptı ve o da sitede yayınlandı. Şiir kadar ışıltılı bu değerlendirme de, kentin bir döneminin nasıl yaşadığını açıklayan eşsiz bir çalışma olarak, belleğimizdeki yerini aldı.

 

***

 

Şiirin bir yerinde şöyle bir dörtlük geçiyor. Bu dörtlük belki de diğerleri kadar dikkat çekmiyor ama arka planında bir insanlık dramı yatıyor.

 

“Kurulmuştu Meydana korkulan dar ağacı,

“Hanım”ın asılması, gelmişti bize acı.

Son anda söylediği türküler çok yanıktı,

O gün sabaha kadar “Malatya” uyanıktı.”

 

Şiirin yanı sıra Kemal Tahir’in Karılar Koğuşu eserinde de adı Hanım olarak karşımıza çıkan karakterin gerçek adı bu değil. Celal Bey’in verdiği bilgilere göre; 4 Mart 1944 tarihli Malatya Fırat Gazetesi’nde idam edildiği haberi çıkan kadın, Adıyamanlı Mustafa’nın kızı Emine imiş. Aşkın gözünü ve aklını kör ettiği Emine Hanım, bekçilik yapan kocasını ve 2 çocuğunu zehirleyerek öldürüyor. Adıyaman o tarihte Malatya’ya bağlı bir ilçe olduğu için dava Malatya Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülüyor ve idama mahkûm ediliyor. Romanın kahramanı Murat, Hanım’ın idamını engellemek ve affedilmesini sağlamak için İsmet Paşa’ya kadar mektup yazıyor ama karar değişmiyor.

 

Türkiye’de o yıllarda infazlar “halka açık” gerçekleştiriliyor. Kasabı, manavı, demircisi, emeklisi, yaşlısı-genci sabahın köründe heyecanla infaz alanına doluşuyor; bir canlının canının alınacağı süreci baştan sona takip ediyor.

 

“Çocuklarını ve kocasını zehirleyen insafsız kadının” idamının infaz edileceği halk arasında konuşulmaya başlanıyor. Halk, ha bugün ha yarın diye idamı bekliyor.

 

İdamdan birkaç gün önce infazın yapılacağı darağacı hazırlanıp, bugün Belediye tarafından İnönü Meydanı’na çıkılan merdivenlerin bulunduğu o gün toprak olan yere konuluyor. Gelip geçenler birkaç gün darağacını izliyor, inceliyor, heyecan daha artıyor. Hanım’ın infazı, meydanın tam ortasında, yani bugün İnönü Heykeli’nin bulunduğu yerde gerçekleştirilecektir. İnfazın kesin tarihi kimseye söylenmediği için meraklılar her gün sabah erkenden kalkıp, hatta belki uyumadan, meydana doluşuyorlar. Muhtemelen arada yalan-yanlış bir sürü yorum yapılıyor; dedikodular gırla gidiyor.

 

Meydana gelenler arasında evleri infaz mahalline yakın, 8–9 yaşlarında 4 tane çocuk var: Hürtek, Basri, Celal Yalvaç ve yörede bir eve misafirliğe gelmiş Cemal. Büyükler, küçüklerin infazı izlemesini doğru bulmadıklarından çocukları “hadi evinize gidin” diyerek oradan uzaklaştırıyorlar.

 

İnfaz günü gelip çatıyor. Mahkûm, şafakta bugünkü Öğretmenevi’nin yerinde bulunan eski cezaevinden alınıyor; birkaç dakika mesafedeki meydana getiriliyor. Kadın darağacına çıkarken sürekli yanık türküler okuyor. İp boynuna geçiyor, cellât sandalyeyi çekiyor, belki saniyeler içinde can bedenden çıkıyor. Mahkûmun boynunda işlediği suçu belirten karar asılı duruyor. Ceset, 10.00- 11.00’e kadar bekletiliyor; sonra gelen bir araba alıp götürüyor.

 

İnfazı seyredenler arasında 4 kafadar da var. Her ne kadar büyükleri onları oradan uzaklaştırmışsa da, çocuklara özgü merak ve inatla oradan ayrılmış gibi yapıp biraz ileride gizleniyor ve olanları görüyorlar.

 

İnsanların birisinin ölümünü izlemekten kendilerini alamamalarını anlamak gerçekten güç ama oluyormuş işte! Hanım’ın asılışı Malatya’da halka açık yapılan son infazmış. Bu vahşi uygulama sonradan kaldırılmış.

 

Karılar Koğuşu eserinde Malatya Cezaevi’nde geçirdiği yılları anlatan Kemal Tahir’e, büyük şairimiz Nazım Hikmet'in “Malatya diyorum/senin çatık kaşlarından başka bir şey gelmiyor aklıma./Bursa’da kaplıcalar/Amasya’da elma/Diyarbakır’da karpuz ve akrep./fakat senin oranın,/Malatya’nın/nesi meşhurdur,/yemişlerinden ve böceklerinden hangisi,/suyu mu havası mı?” diye yazdığı memleketimizde oluyor bunlar.

 

Eser, 1989 yılında filme alındı. 1981 yılında yayınlanan Saklambaç Gazetesi’nde, yakında çekilmesi düşünülen filmde Hülya Koçyiğit’in Tözey’i oynayacağı yazılmış ama kısmet 8 yıl sonrayaymış.

 

Halit Refiğ’in yönettiği filmi izledim. Sıradan bir izleyici olarak söylüyorum, gerçekten çok güzel, çok etkileyiciydi. 27.si yapılan Antalya Altın Portakal Yarışması’nda 5 tane de Altın Portakal almıştı. Yalnız güzel ve ödüllü bu filmle ilgili çok ciddi 2 “arıza” vardı:

 

1)      Filmin çekildiği tarihte Kemal Tahir’in yattığı cezaevi bina olarak mevcuttu. Hem de boştu.. Bu filmi burada çekmek çok mu zordu? Sadece filmin başında yalandan 1–2 Malatya manzarası, o kadar! Celal oğlu İsmet Yalvaç ağabey, ‘Karılar Koğuşu filmi, benim Türk sinemasını tartıştığım, geleceği  hakkında olumsuz kanaate vardığım bir üründür. Kemal Tahir’in tutulduğu, Karılar Koğuşu ve Namuscular adlı eserlerini kaleme aldığı, bunların ana mekanını oluşturan Malatya Cezaevi, bugünkü Öğretmenevi’nin yerindeydi.  Filmin çekildiği tarihte, E Tipi Cezaevi açıldığından, tutuklu ve hükümlüler oraya nakledilmiş, eski cezaevi de boşaltılmıştı. Karılar Koğuşu filmini çekenler bir araştırma yapsalar, emek harcasalar, filmi;  romanda anlatılanların yaşandığı, artık boş olan ve kullanılabilecek bu gerçek mekanda çekebilirlerdi. Ama sadece filmin başına bir iki Malatya slaytı koymuşlardı, o kadar..”der.  Elin oğlu Alkatraz Kuşçusu’nu Alkatraz Cezaevi’nde çekti de bir yeri mi eksildi? Yok muydu Holywood’ta öyle bir film platosu? Mahkûm Robert Stroud rolündeki Burt Lancaster abimizi ta oralara kadar niye yordular?

 

2)      Neye dayanarak bu filmde En İyi Kadın Oyuncu ödülü filmin yükünü çeken Hanım rolündeki Perihan Savaş’a değil de, o ki filmde arada sırada görünen,  Malatya genelevinin ileri gelen isimlerinden Tözey rolündeki Hülya Koçyiğit’e verildi? Dedik ya, sinemayla ilgimiz seyirci olmaktan öteye geçmiyor. Film eleştirmeni değiliz, Hıncal Uluç hiç değiliz. Alin Taşçıyan’la TRT 2’ye çıkıp sinema üzerine konuşmak da ne haddimize! Ama, ifademi bağışlayın, salak da değiliz. “Yüksek siyaset” (Hülya Koçyiğit o yıllar siyasete de bulaşmıştı) nelere kadir, bir kez daha görmüş olduk (Bunca yıldır kişisel mazimde bir yaraydı; söyledim, rahatladım, oh be!)

 

 Hüzün ve trajedi dolu bu öykünün gülümseten yönleri de var:

 

Romanda Hubuş Hatun ve Hekiminoğlu Mehmet diye iki (gerçek) karakter var. Hubuş Bibi zengin ve dul bir kadındır. Mehmet Dayı’yla önce dost hayatı yaşamış, sonra da resmen evlenmiştir.

 

Bibimiz evlerini demiryolunda çalışan bazı kişilere kiraya veriyor. Kiracı çocuklarından bazıları ağaçlara çıkıp zarar verince “baba tökesiceler, salacası gidesiceler” manasında her Malatyalı kadına yakışan veciz ifadelerle fikir beyanında bulunuyor. Herhalde “bu gadek çağayı niye doğurup ortaya salıyınız” diye söyleniyor ki çocuk annelerinden biri “Ne bağırıyorsun teyze? Biz İsmet Paşa’ya asker yetiştiriyoruz asker” diye karşılık veriyor. Hubuş Hatun iyice sinirlenip “İsmet Paşa’nın da çağalarınızın da boynu altında galsın…” deyince hadise karakolluk oluyor. Malatyalı hanımların bu tür vakalarda psikolojisinden zerre anlamayan ve o anda edilen lafların “ceza-i ehliyet” kapsamında değerlendirilmemesi gerektiğini algılamayan dönemin adliyesi,  bibimizi İsmet Paşa’ya (Milli Şef) hakaretten 14 ay hapse mahkûm ediyor.

 

Avrupa Birliği, İnsan Hakları Mahkemesi henüz icat edilmemiş olacak ki; kadıncağız yattığıyla kalmış.

 

Mehmet Hekim, karısı hapisten çıktıktan sonra başka bir kadını gözüne kestiriyor. Hubuş Hatun’a ise bu durumu, dost tutmayı planladığı kadını “85 yaşındaki annesine, yani Hubuş’un kaynanasına, bakmak için getirdiğini” söylüyor. El kızı bu numarayı yemiyor ve kavga ediyorlar. Kitapta bu kavganın da bahsi geçiyor.

 

Filmde, Mehmet Hekim’in Hubuş Hatun’un bir dükkânını satıp yediği söyleniyor. Bunu Celal Ağabey merhum Mehmet Dayı’ya soruyor ve şu karşılığı alıyor: “Yalan söylemiş gavat. Ne tükânı, bir konağını yedim”

 

Afiyet olsun…

 

* Katkılarından dolayı Celal Yalvaç Ağabey’e teşekkürlerimi sunuyorum. Haddizatında benim yaptığım iş, esas bilgilerin tamamını ondan alıp, birkaç sayfa bir şeyler karıştırdıktan sonra, bu yazının kâtipliğini yapmaktan öteye geçmedi. "Malatya Manzumesi" başlığıyla malatyahaber.com'da yayınlanan 127 kıtalık "Mazideki Yaşam- Malatya" şiiri için, gönderilen bir mesajda "Her bir kıtasından bir Malatya öyküsü çıkar.." diyordu, bir okur. İşte biz, bu şiirin sadece bir kıtasını konu ettik yazımızda..

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Bülent Korkmaz yazıları