SON DAKİKA
SON DEPREMLER

"İlahi Adalet Dedikleri Şey Bu.."

0
Güncellendi - 2015-12-27 20:01:26
A- A+ PAYLAŞ

Büyük devlet adamı ve asker, hemşehrimiz İsmet İnönü'nün torunu, CHP Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan, CHP Malatya İl Örgütü tarafından düzenlenen panele katılarak konuştu, dedesini anlattı.

Bilgehan şunları söyledi:

"En az benim kadar, İsmet İnönü’nün torunu olan değerli Malatyalılar önünde bir kez daha kalkıp saygıyla selamlamak istiyorum.

Tabi sizlere bakarken, sizleri saygıyla selamlarken İnönü Ailesi’nde hayatta kalan, ailemizin büyüğü annem Özden Toker adına, hayatta olmayan ama eminim ki bizi gururla izleyen dedem İsmet Paşa ve Anneannem Mevhibe İnönü’yü, dayım Erdal İnönü’yü, çok cesur, tarafsız yazıları uğruna bugünkü gibi cezaevinde iki yıl geçirmekten çekinmeyen Babam Gazeteci Metin Toker’i de anarak hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hayatın, tarihin, siyasetin cilveleri oluyor. Bazen öyle rastlantılar oluyor ki, insan ilahi adalet dedikleri şey de herhalde budur diyor. Biz susuyoruz, susuyoruz ama öyle bir olay oluyor ki ve hem de bizim dışımızda olan şeylerle gerçekler öyle bir ortaya çıkıyor ki, herhalde İlahi adalet bu olsa gerek. Bugünün Türkiye’sinde son birkaç gündür yaşanan olayları hayretler içinde izlerken  İsmet İnönü’nün o ünlü sözünü hatırlamamak mümkün mü: Ne demiş, bu ülkede namuslular da en az namussuzlar kadar cesur olmalıdır demiş.  Bunu söyleyen devlet başkanının lideri ölümünün üzerinde 40 yıl geçmesine rağmen ben çok iyi biliyorum çünkü hepsini tek tek okuyorum, son yıllarda hemen hemen her gün İnönü ile ilgili iki üç yazı çıkıyor basında. Bunların hemen hemen hepsi de aleyhinde.  Hiç uymayan iftira ve yalanlarla dolu. Onları okuduğumda neler hissettiğimi tahmin edersiniz çünkü sizlerde okuduğunuzda benim duyduğum hisleri duyuyorsunuz. Ama işte bütün bu dönemde bize güç veren bizi ayakta tutan hep gerçekler oldu. Şimdi gene İnönü’yü düşünence akla dürüstlük geliyor, İnönü deyince akla bir dönemde o milli şef olduğu dönemden ayrılıp muhalefete geçtikten sonra ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde önüne çıkartılan bir suçlama geliyor. 3 metrelik bir kumaş için yapılan suçlama. İnönü için diyorlar ki, bir fabrikadan, bir kumaş fabrikasından Mevhibe Hanıma verilen 3 metrelik kumaş soruluyor. İsmet İnönü ne yapıyor biliyorsunuz. Gidiyor Pembe Köşk’ten o 3 metrelik kumaşın faturasını meclise getirip gösteriyor.

Bu bir örnek. Çünkü her konuda bu kadar titiz ve öngörülü. Veli Ağbaba ile biz her gün bu saldırıları duyuyoruz. O önde oturarak cevap veriyor. Bu günleri kuranlar, nerelerden geliyor hepsini biliyorsunuz. Onların hepsi önce bugün çok tekrar itibar kazanan Osmanlı İmparatorluğu’nun son topraklarını korumak için mücadele eden insanlar.  Kurtuluş savaşına bu insanlar nerelerden geliyorlar? Osmanlı’nın son kalan topraklarını korumak için gittikleri Yemen, Filistin cephelerinden geliyorlar. Balkanlardan, Suriye cephelerinden geliyorlar. Ancak ondan sonra vatanı kurtarmak için başka yapacak bir şey kalmadığını gördükten sonra içerde Kurtuluş Savaşı’nı Samsun’a çıkartarak başlatıyorlar. Kurtuluş Savaşı başlıyor,  İsmet Paşa ve Mustafa Kemal Atatürk Ankara’ya geliyorlar. Onlar ve onlar gibi Kurtuluş savaşına katılan askerlerin ailelerinin başına gelenler İsmet Paşa’nın da ailesinin başına geliyor. Bugünle belki bağlantılar kurabilirsiniz. O denemin iktidarının yanında duranlar, yani padişah yanlıları, İngiliz işgaline destek verenler Kuvay-i Milliyecilerin ailelerine evlerine baskınlar yapmaya başlıyorlar. Bugünde böyle baskınlar yapılıyor. Ama ben daha önceki yıllardan bahsediyorum. Bugün cezaevinde tutuklu bulunan kahraman askerlerimizden aydınlarımızdan bahsediyorum. İsmet Bey, Ankara’da, ailesi, başta babası Hacı Reşat Bey olmak üzere İstanbul’daki evlerinde annesi Cevriye Hanım, Anneannem Mevhibe Hanım, İsmet Paşa’nın kayınvalidesi ve ilk çocukları İzzet,  1920 yılında gizlice kaçmak zorunda kalıyorlar. Gizlice bir vapura binerek  Samsun’a geçiyorlar. Ve Samsun’dan kağnı arabalarıyla, günlerce haftalarca süren kaçak yolculuktan sonra  Malatya’ya geliyorlar. Benim anneannemin  yani  Mevhibe Hanım’ın Malatya’yı ilk görüşü. Ama çok seviyor Malatya’yı. Malatya’da İstanbul’dan gelen bu gelini seviyor, bağrına basıyorlar. Anne annem burada bütün güzel Malatya yemeklerini yapmayı öğreniyor. Çok mutlu oluyor ve birkaç yıl geçiriyor. Tabi çok zor yıllar. O zor yıllarda önce İsmet Paşa’nın babası hayata gözlerini yumuyor, daha sonra da zaten zayıf ve hasta çocuk olan İzzet ölüyor. İzzet 1921 yılında ölüyor ve İsmet Paşa cephede. Anne annem 20’lı yaşlarda. Bu kadar genç bir anne, çocuğunun öldüğünü eşinden saklayabiliyor. Acısını kalbine gömerek cephedeki eşine zarar vermemek için oğlunun öldüğünü söylemiyor. Ancak sonra aradan bir yıl geçtikten sonra Konya’da cephede buluştuktan bir yıl sonra birbirlerine sarılarak ağlıyorlar.

İşte o iki ayyaş dedi Veli Bey, işte o iki ayyaş böyle günlerden gelerek vatanı kurtarıyorlar.  O yüzden ben bu iki ayyaş sözünü de hiç üzerime alınmıyorum. Açıkçası ben dedemin yanında büyüdüm.17 yaşına kadar dedemin yanındaydım. Dedemi de anneannemi de çok iyi tanıdım. Nasıl bir aile olduklarını biliyorum. Onun için o iki ayyaş sözünü, Atatürk’e saygım ve hayranlığımdan, o evdeki Atatürk’ün görüntüsünden dolayı o iki ayyaş sözünü hiçbir zaman üzerime alınmadım zaten. Ama ben üzerime alınmadım ama bu söze isyan eden milyonlarca gencimiz Gezi’yi başlattılar. Gezi böyle başladı. 3 milyondan fazla gencimiz ve onların arkasındaki bizler, benim de bir çocuğum var, biz de kendimize biraz pay çıkardık, demek ki onları iyi yetiştirmişiz. Demek ki onlar dedelerine layık torunlarmış. Onlar hem bu söz üzerine hem de başka uygulamalara karşı ‘Her şeyin bir sınırı var diyerek’ meydanlara çıktılar.

O benim çok saygı duyduğum, dünyaya bir ders verdiklerini düşündüğüm 90 kuşağı gençlerimiz, tuhaf bir şekilde 90’lı yılların çocukları ile benim neredeyse 90 yaşına yaklaşan ailelerimizdeki büyüklerimiz, Cumhuriyetin bu kuşakları nasılda bir araya geldiler. Nasıl da buluştular. İnanın bütün dünya ibretle izledi ve Türkiye’nin ne olduğunu gördü.

Bugün olan o yolsuzluk iddiaları, kirli işler, işte kutuların içindeki paralar, bunlar bize ne kadar uzak değil mi? O kirli olaylara karşın, temiz duygularla isyan eden, gözünü kaybetmekten, yaralanmaktan, canını vermekten çekinmeyen gençleri birbirine benzetmek ne büyük haksızlık değil mi? Ama diyorum ya İlahi adalet de denen bir şey var, hiç beklemediğimiz şekilde durumlar tam tersine dönüyor.

25 Aralık 1973’te öğleden sonra İsmet Paşa’yı kaybettik. İnanıyorum ki, Türkiye’nin hemen her evinde aynı duygular yaşandı. Ben Pembe Köşkü hatırlıyorum. Bakın öyle haykırma ağlama gösterişli bir yas olmadı. Akşam çökmeye başlamıştı ve İnönü’nün haberi duyulur duyulmaz Ankaralılar Pembe Köşke akın ettiler. Ama dediğim gibi öyle bir sessiz saygınlık içinde yaptılar ki bunu, hala gözlerimin önündedir.  Yaşlılar gençler, kadınlar, erkekler Pembe Köşk’ün duvarlarında sıralanarak sessizce İsmet Paşa’ya şükranlarını saygılarını bildirdiler.  Eminim ki Türkiye’nin hemen her evinde bu duygular yaşanmıştı. Ne kadar büyük bir gurur, ne kadar büyük bir onur, ne kadar büyük bir şeref. Hepimizin böyle unutulmaz ideallerimiz var.

Ama bu söylediklerimin aslında bir siyasi partiyle alakası da yok. Bu ülkenin tarihini bilen, insaflı olan, herkesin her vatandaşın bu duyguları hissetmesi gerektiğine inanıyorum.

Daha sonra bakın şöyle bir hikaye duydum: Tabi İsmet Paşa öldüğünde gazeteciler de Pembe Köşk’e akın ettiler. Onlardan bir tanesi İnönü’nün korumasına yaklaşarak ‘Benim görevim bu konuyla ilgili haber yapmak. Senden bir ricam var. Git diyor İnönü’nün ölüm döşeğinde fotoğrafını çek.’ Koruma olayı daha sonra bize anlattı. Ve hatta koruma diyor ki, gazeteci bana bir zarf verdi, zarfın içinde paralar vardı. O zarfın içindeki miktarla ben bir ev alabilirdim. Ama o korumanın cevabı şu oluyor. Zarfı elinin tersiyle itip ‘ Ben Cumhuriyeti kuran büyük lidere bunu yapamam’ diyor.  Bakın bir emniyet görevlisinin cevabı bu. İyi ki böyle örnekler de var."

HABER-FOTO: malatyahaber.com- Güler HAZAR, yenimalatya.com.tr

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız