SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

İngiliz Kadın Seyyah ve Malatya...

A- A+ PAYLAŞ

Bülent KORKMAZ  /  deybayah@gmail.com

Gertrude Margaret Lowthian Bell.. Bilinen adıyla Gertrude Bell, 1868-1926 yılları arasında yaşamış İngiliz bir kadın. Kaynaklar ondan “yazar, seyyah, casus, idareci ve arkeolog” diye bahsediyor.

İngiltere’nin Durham ilçesinde varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Bell, Oxford Üniversitesi Çağdaş Tarih bölümünden Pekiyi dereceyle mezun olduktan sonra seyahatlerine başlamış, ilk olarak Bükreş ve Tahran’da birkaç ay kalmış. Bell 1897-1898 ve 1902-1903 yılları arası iki dünya seyahati gerçekleştirmiş. 20. yüzyılın başında Araplarla ilgilenmeye başlamış, dillerini öğrenmiş, arkeolojik yerlerini ziyaret etmiş, çölün iç kesimlerine kadar gitmiş. Bell’in Araplar hakkındaki derin bilgisi İngiliz İstihbaratının da dikkatini çekmiş ve 1. Dünya Savaşı öncesinde “teşkilata” alınmış. Savaşın bitiminde Mezopotamya’nın geleceğine odaklanan ve Irak siyasetinde çok etkili bir isim olan Bell, 1921 Mayıs ayında Mekke Şerifi ve Hicaz Kralı Hüseyin’in oğlu Faysal’a Irak Kralı olarak taç giydirtmiş.

Gezmedik yer bırakmayan, birçok kitap yazan, Irak’ta Bağdat Müzesini kuran ve kral seçtirecek kadar siyasette etkin olan bu İngiliz hanım hakkında yazılı ve görsel kaynaklardan daha fazla bilgi edinebilirsiniz.

Ancak biz burada duracak ve Gertrude Bell’in 1909 yılının Haziran ayında Malatya ve yöresine yaptığı 5 günlük geziden bahsedeceğiz. Malatya, Eski Malatya, Akçadağ ve Darende’yi dolaşan Bell’in bu gezisinden fotoğraflar birkaç yıl önce İnternette yayınlanmıştı. Yani fotoğraflardan herkes haberdardı. Ancak daha sonra New Castle Üniversite Kütüphanesi Bell’in fotoğraf ve günlüklerinden oluşan koleksiyonunu yayınladı.

Bu sitede yapmış olduğum inceleme sonucu Bell’in güncesinin Malatya bölümü ile Malatya’dan bahsettiği iki mektubuna ulaştım. Söz konusu metinleri İngilizceden Türkçeye çevirdikten sonra Malatya tarihinin (1) numaralı kaynakçası sevgili Celal Yalvaç Ağabeyimle irtibat kurdum. Sağ olsun, çok değerli zamanını ayırıp metinleri inceledi, eski harita ve kaynaklara bakıp yer ve kişi isimleri hakkında ek bilgiler verdi. Bu bilgiler olmasa Bell’in gezisine ilişkin çeviri hiçbir anlam taşımayacaktı.

Celal Abi'ye buradan teşekkürlerimi sunuyorum.

Günlükler ve mektupların altına gerektiğinde açıklama ekledik. Bazen metinlerin içerisinde açıklama yapmak gerekti. Bunları parantez içerisinde İtalik karakterle yazdık.

Bell metinlerde ara sıra “biz” öznesini kullanıyor. Bunun nedeninin yanında bulunan hizmetkârı veya kendisine rehberlik eden kişiler olduğunu belirtelim.

GÜNLÜKLER

9 Haziran 1909 Çarşamba- (Harput’tan Kömürhan’a geliş). Sabah saat 6’da “gemiye” (sala)1 binmek üzere hazırdık. Ancak bazı arabaların gemiye yüklenmesi sebebiyle bir saat beklemek zorunda kaldık. En sonunda bindik ve saat 8’de yola koyulduk. Bir tepeden yukarı çıktık ve karşı tarafında Melekcan köyünün bulunduğu bir vadiye indik. Saat 10.15’te buraya varmıştık ve dut yemek için birkaç dakika mola verdik. Sonra başka bir tepeyi aştık, geniş ve hoş bir vadiden, Malatyalı bir adama ait olan büyük bir çiftliğin (Hacı Haliloğlu Çiftliği) yanından geçtik. Birkaç dakika ileride hoş bir söğütlüğün altında 1,5 saat mola verip öğlen yemeğimizi yedik. Sonra saat 2.15’e kadar uzun ve dönemeçli bir tepeyi geçtik. Zirvesine çıktığımızda büyük bir vadi ve ayaklarımızın altında bahçelerin arasında duran Malatya’yı gördük. Saat 2.45’te oraya vardık. Malatya tam bir Türk şehri. Kadınlar peçeli ve pencereler kafesli. Eskişeher’e (Eski Malatya) giden yol üzerinde söğüt ağaçlarının yanındaki  küçük bir sulama deresinin (Derme) yanında kampımızı kurduk. Önce Zaptiye Başı, sonra, beraberinde Beyrut’ta eğitim görmüş Doktor Mikhail Kichichian ile birlikte sevimli bir adam olan Belediye Başkanı Mustafa Ağa2 geldi. Onlarla birlikte saraya3 gidip Arslantepe’den getirilmiş bazı Hitit taşlarının fotoğraflarını çektim. Çadırımdan karla kaplı Dersim Dağlarını görebiliyordum. Her yerde haşhaş4 var. Bugünlerde haşhaşı topluyorlar. Meyve bahçeleri var.

1)     Metinde kullanılan “ferry” sözcüğü “feribot, araba vapuru” anlamına gelse de Bell'in, aslında sal demek istediğini düşünüyorum.  Zaten yöre halkı da, ağaçtan yapılmış, Fırat üzerinde taşımacılıkta kullanılan araca gemi diyor. (Bilgiyi sağlayan arkadaşım Erhan Ertem’e teşekkür ediyorum).

2)     Belediye Başkanı “Azizlerin Mustafa Ağa” imiş. Daha sonra oğlu tarafından öldürülmüş. Başka bir Mustafa Ağa da varmış. Zayıf ihtimal olmakla birlikte o da olabilirmiş.

3)     Bu ifade ve mektuplardaki bir ifade bizi yeni bir bilgiye ulaştırdı. Bell, metinde “serai” sözcüğünü kullanıyor, yani Türkçe saray sözcüğünün İngilizce yazılışını. Türkçe ve Farsça “han, konak, kervansaray” anlamına da gelen saraydan kast edilen, bugün Ziraat Bankasının (yıkılan eski Belediye binasının yan tarafındaki, eski Emlak Bankasının yerindeki Ziraat Bankası) olduğu yerde bulunan Hükümet Sarayı yani konağı. Yüzyılın başında Arslantepe’de ortaya çıkarılan ve sonraki yıllarda Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile İstanbul Arkeoloji Müzesine götürülen ve halen orada bulunan muhteşem “Hitit taşları” yeni Malatya’nın hükümet sarayına getirilip, burada sergilenmiş. Bu arada birkaç yıl önce yıkılan eski Belediye Binasının olduğu yerde Saray Camisinin bulunduğunu, bu cami yıkılınca şimdiki yerine yenisinin yapıldığını, cami ve hükümet konağının olduğu mahallenin adının da Saray Mahallesi olduğunu anımsatalım. O yıllarda Arslantepe ören yerinde aslan heykelleri henüz bulunmamış olmakla birlikte aslan kabartmalarına dayanarak halkımızın buraya çok önceden Arslantepe adını verdiğini ekleyelim.

4)     Yasaklanana kadar Malatya’da haşhaş ekimi yapılıyordu. En kaliteli haşhaşın yetiştiği yer ise Eski Malatya. Bu nedenle her arazi parçası değerlendirilmiş, sur hendeklerinin içine bile haşhaş ekilmiş.

10 Haziran 1909 Perşembe – Saat 6’da yola çıktım ve bahçelerin arasından geçerek saat 6.30’da Ordasu’ya (Orduzu)  vardım. 6.45 ila 7 arası harabe halde bir kilise veya manastırın yer aldığı Parnieh’e1 vardım. Mevcut bina yeniden inşa edilmiş ancak kiliseye giden kuzey kapısının kalıntıları var. Muhtemelen 8. yüzyıl ve civarına tarihleniyor. Daha sonra (8-8.10 arası) Arslantepe’ye ulaştım. Etrafı ekinlerle çevrili, açık bir tepenin etrafında yer alan çok güzel bir mekân. Daha sonra Eskişeher’e (Eski Malatya) (9-9.45) gidiyoruz2. Burada az sayıda ev var. Çitler 50 ft (15.20 metre) yüksekliğinde kavaklardan oluşuyor. Çok köşeli veya üçgen burçlu surlar haşhaş tarlalarına bakıyor. Birkaç harabe caminin haricinde tüm şehir gözden kaybolmuş. Ulu Cami geç dönemin çok güzel bir örneği. Samarra planına benzer bir şekilde avlu etrafında duruyor ama küçük. Güneyde kubbeli bölüm var. Buna doğru giden büyük kemerin çinileri çok hoş. İç bölümde renkli kiremitlerle yapılmış süslemeler var. Eski halılar ve dut ağacı avluyu dolduruyor. Tek tonozlu kısımdan oluşan bir Ermeni kilisesi de gördük ancak bunun çok eski olduğunu söyleyemem. Ayak kısmında Latin haçlı levhalar ve yapraklar bulunuyor. Ayrıca Ermenice yazılar var. Bunun dışında mimari önemi yok. Oradan ayrıldım, ekili alanlardan çıplak kırsal kesime çıktık ve ara sıra ağaçlar arasında kalmış köyler gördük. 10.20 Hatunsuyu, yaklaşık çeyrek mil sonra (yaklaşık 400 metre) 11.20 solda mezra, buradan yol geçiyor. 11.45-12.15 Çiftlik’te (Hanımın Çiftliği) öğlen yemeği ve 12.85’te (metinde aynen böyle, saati yanlış yazmış) muhtemelen bir Hitit yerleşim yeri olan büyük bir tepenin bulunduğu Saman Köy. Kısa bir süre sonra bir mezarlıkta 2 parça yuvarlak sütun buldum. Saat 1.25’te derin bir vadiden geçerek, yaklaşık yarım mil (yaklaşık 800 metre) mesafede Şahnahan’a vardım ve sağ tarafa doğru aşağıya yöneldik. Oldukça çıplak araziden geçip 3.10’da varacağımız Elemendik’e yöneldik ve kamp yapacağımız yere geldik. Burada Abdulhamid’in kapısında bir nöbetçi kulübesi olan büyük at üretme çiftliğinden (Sultansuyu Harası) başka bir şey yok. Tüm bu arazilerin satılacağını duydum. Fırtınayla birlikte yağmur yağdı. Hoş ve huzurlu bir gece.

1)     Parnieh denen yerin neresi olduğu tespit edilemedi. Kilise veya manastırın yeri belli. Orduzu’da çınarın bulunduğu yerin kuzeydoğusuna düşüyor.

2)     Eski Malatya’ya, Arslantepe’nin giriş kapısının sağ tarafındaki, ilçenin Karahan Mahallesine çıkan yol üzerinden gittiklerini tahmin ediyoruz. Bugünkü Eski Malatya yolu Sivas yolu (eski) açıldıktan sonra işlerlik kazanmış.

11 Haziran 1909 Cuma – 6’yı 5 geçe Elemendik’ten ayrıldık. Hava soğuk ve yağmurlu. Bu çiftliğin Padişahın erkek kardeşinin annesine ait olduğunu duydum. (Bu cümlede bir yanlışlık olmalı, bu nedenle özgün metinde soru (?) işaretli). 7.40’da Abdulhamid’in diğer büyük çiftliğine vardık. 9-10.50 arası Arga’dayız (Akçadağ). Burada bir kilisenin1 harabelerini, mermer sütunlarını ve kaidelerini görmeye gittim. Kırmızı renkle yazılmış bir yazıyı görmek için sütunlardan birini kaldırdık ama kaybolmuştu. Tüm kilisenin mermer tabanı varmış. Batı ucunun güzel mozaik olduğunu düşünüyorum. Görmem için bir parça kaldırdılar. Sonra kiliseden alınmış bir başlık ile birkaç haçlı levhayı, birinin üzerinde yazı vardı, görmek üzere bunların götürüldüğü kışlaya gittim. Burada birkaç subayla karşılaştım. Birinin adı Hilmi idi. Şamlı, yaşlı bir adam. Arapça çok hoş bir sohbetimiz oldu. Sonra kasabaya döndüm ve bana harabeleri göstermekle görevlendirilen 2 askere teslim edildim. Tepeyi tırmandık ve küçük bir vadiden geçtik. Burası Develi Deresi ve 11.45’te bagajlarımızı aldığımız yer. Sonra tekrar tırmandık ve tepede Levent Çayının muhteşem kayalık vadisi duruyordu. Burada yarım saat öğlen yemeği yedim ve 1.20’de çaya indim. Levandilerin (Levent) Kürt Bucak Müdürü (buradakilerin hepsi Kürt) bize ayran ikram etti. Ardından, kayalıkların öte tarafında bir yazıt ve orada bir yerde kilise harabesi olduğunu bildiren 2 Kürt gencinin eşliğinde, diğer tarafa (çok dik ve kayalık) tırmandık. Az sayıda harabe olduğunu söylüyorlardı. 2.20’de yüksek Chatagh (Çatak) köyüne vardık. Burası Levent’e doğru uzanan vadinin üst kesimlerinde yer alıyordu. 2.45’te geçidin zirvesine ulaştık ve 3.15’te ulaşacağımız Lerat köyüne indik. Meşe ağaçları arasında açık bir arazide kampımızı kurduk. Meşelerin çok güzel tırtıklı yaprakları var. Sıcaklık 67 Fahrenhayt (yaklaşık 20 santigrat). Güzel tepeler ve uçurumlar her tarafta. (Bu köy Alevi – çok hoş insanlar).

1)     1902 yılında Akçadağ’a gelen Mark Sykes’ın, ünlü Sykes-Picot anlaşmasının hazırlayıcılarından, belirttiğine göre bu kilise 1899 yılında bir kazıda ortaya çıkmış. Sonradan bu kalıntılar ortadan kaybolmuş ve halen neresi olduğu bilinmiyor.

12 Haziran 1909 Cumartesi – 6.20’de hareket. Keskin bir soğuk ve rüzgâr var. Levent Çayına doğru indik (ikinci ismi) ve 6.50’de buraya ulaştık. Sonra tepeye tırmandık. Zirvenin yakınında gereğine uygun olarak adlandırılmış (?) (bu isimler okunamamış) 2 evden oluşan bir köy bulunuyor 7.15. Zirve 7.25. Yukarımızda sadece bir taraftan ulaşılabilen uçurumlu bir yayla var. Zaptiye burasının Kale Dağı olduğunu söyledi. Şimdi geniş Tohma Suyu vadisini gördük ve oraya doğru inişe geçtik. 8’de Kurt Köyü (?). Aşağı tarafta Zekerhaci köyü. 8.40 Samah (Çatalbahçe)1, büyük bir köy. 9.20 -10.30 arası büyüleyici bir mezarın olduğu Ozan2 köyündeyim. Buranın çok iyi bir insan olan muhtarı işimi bitirdiğimde dut ikram etti. Buradaki insanlar Kürt değil Türkler. 11.15 Mulla Alişer3 (Molla Alişar) köyündeyiz. Derenin yanında küçük bir yer. Öğlen yemeğimiz 35 dakika sürdü. 12.35 Polat Uşağı köyündeyim. 12.55 nehrin solundaki Tozeli köyündeyim. 1 nehrin sağındaki Karlola (?). 1.5 Divanda4 köyü (Kalolar köyü olabilir). 1.20 ilginç olmayan bir han. 1.25 Vadinin sağında çok güzel Palanka adlı (Tohma tarafında, Darende’ye bağlı Palanga köyü) büyük bir köy var. 5, 5 (8.851) mil veya 2 mil (yaklaşık 9 ila 3,5 kilometre arası) uçurumun altında. Sonra tepesinde küçük bir kalenin kalıntılarının olduğu sarp bir kayalıktan tırmandık – nehir çok dar kayalık bir boğazdan akıyor – (2.20) ve aşağıdaki Kale denen yere (2.45) inip derenin yanında kurulmuş kampımıza ulaştık. 6.5 saat sürmüştü.

1)     Samah, bugünkü adıyla Çatalbahçe. Türkiye arkeolojisinin önemli isimlerinden Hamit Zübeyir Koşay 60lı yılların sonu veya 70li yılların başında Çatalbahçe’ye gelmiş. Celal Yalvaç’ın da katıldığı inceleme gezisinin amacı, bu yörenin Hitit kaynaklarında bahsi geçen Samuha olup olmadığını anlamakmış. Hitit kaynakları buradan “bir nehre bakan (Tohma), Hititlerin dini bir merkezi”  diye bahsediyormuş. Urartuların saldırısı üzerine Arslantepe’deki şehir merkezinden kaçan Malatya Kralının Samuha’ya sığınma ihtimali de varmış. Burada sonradan bilimsel bir çalışma yapılmamış.

2)     Bell’in çektiği fotoğraflarda Ozan Anıtı harabe halde gözüküyor. 1909 ila 1920 arası bu anıtın restore gördüğü sanılıyor. Celal Yalvaç’ın en son 15-20 yıl önce çektiği resimlerde de anıt 1909’a göre daha düzgün durumda.

3)     Kürecik’te, Sarıhacı köyünün yakınında Molla Alişar Köyü. Bu köyde bir ziyaret/yatır bulunuyor. (Bu bilgiyi sağlayan gazeteci Güler Hazar kardeşime teşekkür ediyorum).

4)     Burada, Sultan Murat Hanı adıyla bilinen, bir han harabesi var.

13 Haziran 1909 Pazar – Kale’den 6.15’de ayrıldık. Hava soğuktu. Vadi boyunca gittik, çok güzeldi. 7.5’te karşı taraftaki Ispektin (Ispekçür) köyünü geçtik. Biraz ileride vadinin üst tarafında Tohma Suyunun sol ve sağ kıyısı boyunca orta genişlikte ova uzanıyor. Ovanın sonunda bahçeler ve ekili alanların içerisine gömülmüş…köyü (köyün adı okunmuyor) bulunuyor. Birkaç yardımsever Türk biraz uzaktaki yolu gösterdi ve nereli olduğumuzu sordu. Fattuh (Bell’in hizmetkârı) Tokatlı bir Arnavut olduğu cevabını verdi ve neden Arapça konuştuğunun sorulması üzerine çok seyahat ettiğini söyledi. Nehirden ayrıldık ve karşıya geçtikten sonra çıplak yüksek yerlerden geçtik ve tekrar aşağıya vadideki Darende’ye indik. Şehir muazzam ölçüde uzun ve dar. Oraya çıkmak 45 dakikamızı aldı. Bir kalenin yanındaki boğaza 10.55’te vardık ve ben kaleye çıktım. Ancak kaleden çok az kalıntı vardı. Nehir burada çok dar kayalık bir boğazdan akıyor. Kalede en dikkat çekici şey kaya kesilerek oluşturulmuş ve suya kadar inen merdiven. Giriş kapısında öğlen yemeği yedim ve bagajların hazırlanmasını izledim. Sonra aşağı indim ve Zaptiye Başının beni görmek için beklediğini gördüm. Sivas’tan bir telgraf gelmişti ve benim nerede olduğumu soruyordu. Geçtiğim tepelerin çok tehlikeli olduğu ve eşkıya kaynadığı anlaşılıyordu. Tekrar nehirden ayrıldım (Boğazda sağ kıyıya doğru geri gittik) ve çıplak tepelere tırmandık. Kısmen araba yolu olarak kullanılan bir yol yapmışlardı. Ancak biz buradan geçmedik. 12’de Darende’den ayrıldık ve saat 3’de nehir şeridinin sol tarafındaki Yazı Köyüne vardık. Suyun yanında söğüt ağaçlarının altında sağ kıyıda kamp yaptık. 2 saatlik yolda kuzey yönünde tepelerde tamamen harabe halde bir kilisenin bulunduğu bildirildi. Taşların üst üste yığıldığını söylüyorlar. Çaylaklar var ama sayıları çok değil.

MEKTUPLAR

Bell’in “canım anneme” hitabıyla başlayan mektuplarının 2 tanesi Malatya’yı ilgilendiriyor. Bell öz annesini 3 yaşındayken kaybetmiş. Dolayısıyla mektuplarda hitap ettiği üvey annesi olmalı. 2 mektubun içeriği genelde günlüklerle aynı. Ancak bir mektup Arslantepe’de bulunan kabartmaların Hükümet Sarayına  (Konağına) getirildiğine dair bilgiyi teyit etmemizi sağladı. Mektupların çevirisini de dikkatinize sunuyoruz.

10 Haziran 1909 Perşembe – (Mektubun uzun ilk paragrafı Malatya’ya ilişkin değil)…

Fırat kenarında çok güzel bir kamp yaptık. Aslında çok uzun olmasına karşın tam gün yolculuk mükemmel denecek şekilde güzel geçti. Fırat Nehri oldukça büyük bir nehir. Tees at Yarm Nehrinden (İngiltere’de bir nehirden bahsediyor) daha büyük. Onu tekrar çadırımın yanında akarken görmek mutluluk verici ve oldukça eski usulde gemiyle karşıya geçmek için ertesi sabah 2 saat yolculuk yaptık. Tepelerin arasından Malatya’ya 7 saatte gittik. Meyve bahçeleriyle ünlü1, büyüleyici bir Türk şehri. Şehrin dışında birkaç söğüt ağacının altında haşhaş tarlalarının arasında kamp yaptım. Çadırımın yanından geçen çok hoş bir dere var. Belediye Başkanı ve diğer önemli şahsiyetler beni davet etmeye geldi. Hükümet Sarayında bulunan Hitit taşlarından bahsettiler. Bunlara bakmak üzere yürüyerek oraya gittik. Bugün bu taşların ve diğerlerinin bulunduğu tümülüse gittim. Burası (Arslantepe) önemli bir Hitit yerleşim şehri olmalı. Daha sonra yeni şehirden iki saat uzakta olan Eskişeher’e (Eski Malatya) gittim. Eski Malatya neredeyse tamamen terk edilmiş. Güzel camiler harabe halde ve büyük surların duvarları parça parça haşhaş tarlalarına dökülüyor. Burası Romalıların Miletene’si. Büyük bir sınır kalesiydi. O günden sonra tekrar tekrar alındı (savaşlarla el değiştirdi) ve en sonunda tam bir çöküşe geçti. Bu gezi günün çoğunu aldı ve kampa geldiğimde saat 3’ü geçiyordu. Saat 6’da yola çıkmıştım. Burada Sultan Abdulhamid’in büyük bir çiftliğinden başka bir şey yok. Kaleye benzeyen devasa bir üretme çiftliği. Mülkün tamamı devlet tarafından satılacakmış. Ancak bu tür satışlarda kesinlikle büyük para kaybederler. Bu ülkede az sayıda özel şahıs bunun gibi bir yeri tam bedelini ödeyerek satın alabilir veya bakımını yapabilir. Buranın yeni sahibi Sultan’ın çiftliğinin kapısında duran bekçi kulübesi olmadan bunları yapmak zorunda. Burada korumayı bekçi kulübeleri sağlıyor. Onlar olmadan Sultan’ın kısraklarının tadını çıkardığı güvenlik ortadan kalkar. Kendi açılarından ilginç olsalar da ne valiler ne belediye başkanlarının beni davet etmeye gelemediği böyle sakin yerlerde olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

1)      Sadece gezginlerin yazdıklarına dayanarak değil, kendi izlenimlerime göre bir iddiam var: Malatya, dünyanın en lezzetli meyvelerinin yurdudur. Kayısı “endüstriyel” bir meyve olduğu için gündemde. Ama lezzet Malatya’nın tüm meyveleri için geçerli.

12 Haziran 1909 Cumartesi -Dün 3 saatte Arga’ya gittik. Vahşi tepelerin eteklerinde uzanıyor. Fattuh Zaptiyelerle para bozdurup hububat satın alırken burada kazılmış mozaik tabanlı ilginç bir kilisenin bazı parçalarına baktım. Sonra kiliseden alınmış bir kitabeyi görmek için askeri barakalara gittim. Bahçede oturan subaylarla karşılaştım. Beni içten bir şekilde karşılayıp kahve söylediler. Yaşlıca uysal bir Şamlı subayla Arapça durum hakkında uzun bir sohbet yaptık. İyimser birisi. 11’de tekrar yola koyulduk, inanılmaz derecede derin boğazlı muhteşem vahşilikte ve kayalık tepelerde aşağı yukarı gittik. Planımızda asla bir vadiyi izlemek yoktu. Ancak tekrar karşı zirveye tırmanmak için iki veya üç bin ayak (600 veya 900 metre) inmek zorunda kaldık. Bu bize farklı ve güzel bir yol görüntüsü sağladı ama at sırtında çok zordu. 3 ila 4 arası tepelerde bir yerde küçük bir köye ulaştık ve bize dayanılır gelen soğuk ama nefis temizlikte bir havada kamp yaptık. Sıcaklık 67 derece (20 santigrat) idi. Gece hava rüzgârlı ve çok soğuktu. Sabah uyuşmuş parmaklarla kalktım. Dün yaşadıklarımızın aynısını yaşadık. Muhteşem manzara ve bozuk bir yol. Harabe bulunduğunu duyduğum bir vadideki köye vardım ve çok hoş bir mezar buldum. Roma dönemine ait bu mezarın fotoğrafını çekip planını çizdim. Burada iyi bir Türk muhtarı vardı. Bana tabak dolusu dut getirdi, bunları bitirince güzel bir sohbete koyulduk. Sonra vadiye doğru gittik ve Tohma Çayının kenarında kampımızı kurduk. Yakında küçük bir Kürt köyü var ve büyük kayalar etrafımızı çevreliyor. Burası pek hoş sakin bir yer.

KAYNAKÇA:

1)      Gertrude Bell’e ilişkin bilgi, günlük ve fotoğrafların yer aldığı New Castle Üniversite Kütüphanesinin ana sayfasının linki şöyle:

http://www.gerty.ncl.ac.uk/

Bu sayfada Photographs yazan yeri tıklayıp Album N 1909 - Turkey bulacaksınız. Orada 15 numarayı işaretleyin. Malatya fotoğrafları 133 numaralı Kömürhan ile başlıyor ve 205 numaralı fotoğrafa kadar devam ediyor. Fotoğrafların olduğu bölüme şu linkten doğrudan da ulaşabilirsiniz:

http://www.gerty.ncl.ac.uk/photos_in_album.php?album_id=14&start=140

2)      Malatya 1830-1919, Adnan Işık.

3)      Dar’ül İslam, Mark Sykes.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

2 yorum yapılmış

  • Malatyalı (1 yıl önce)
    köyleri tek tek gezip etnik yapıları kayda alması gerçekten ürkütücü. insanlarımız hep iyi niyetinin kurbanı oluyor. yabancı diye ikramlar yardımlarda bulunuyor halkımız ama ne bilsin kadın tüm bölgeyi karıştırmak kirli planlarına alet etmek için ülkesi adına bilgi topluyor. Türkçe konuşan yabancılara sormak lazım hayırdır nereden geldi bu merak?
    0
    0
    Yanıtla
  • Mahmut (1 yıl önce)
    Çok ama çok değerli bir çalışma. Ne yazık ki yeni görebildim tesadüf eseri. Emeğinize sağlık
    %100
    %0
    Yanıtla

Bülent Korkmaz yazıları