SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Orhan Tuğrulca

İslam Dünyasının Gelecek Tasavvuru: Ak Parti Deneyimi

İslam Dünyasının Gelecek Tasavvuru: Ak Parti Deneyimi
A- A+ PAYLAŞ

İSLAM DÜNYASININ GELECEK TASAVVURU: Türkiye’de Ak Parti Deneyimi…

Orhan TUĞRULCA

Tarihçi-Yazar

otogrulca@hotmail.com

Geçen hafta sonu Malatya Kongre ve Kültür Merkezi'nde  “21. Yüzyılda İslam Dünyasının Gelecek Tasavvuru” ana başlığını taşıyan bir sempozyum gerçekleştirildi. BİLSAM'ın organize sempozyuma Artuklu, İnönü, Erciyes, Yıldız Teknik, Nevşehir ve Ankara üniversitesinden birçok akademisyen ile gazeteci – yazar katıldı. Daha önceki sempozyumlar da açılıştan sonraki oturumlarda ciddi bir izleyici sorunu yaşanırken bu sempozyumda belki seçilen ana başlık ve alt başlıkların da etkisiyle iki gün boyunca hemen her oturumda elli ile yüz civarında dinleyicinin salonda olması sevindiriciydi.

Sempozyumda yapılan değerlendirmelerde “İslam dünyası” ifadesinin bir yekpareliği ifade etmediğini hemen her İslam coğrafyasının kendine özgü bir realitesi olduğu ve dolayısıyla her İslam coğrafyasının kendine özgü bir gelecek tasavvuru olduğu tespitinin yanında genel olarak İslam dünyasının içine düştüğü çıkmazın nedenleri ve sonuçları tartışıldı. Ortaya çıkan resim gerçekten iç açıcı değildi. 

İslam dünyasını temsil eden Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihsel serüveni dikkate alındığında 1683 Viyana kuşatması ve yaklaşık yüz yıl sonra gerçekleşen 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile İslam coğrafyası sadece siyasi ve askeri bir yenilgiyle karşı karşıya kalmadı. Bu gelişmeler aynı zamanda İslam coğrafyalarının batı karşısında hemen her yönüyle çöküşe geçmesini de hızlandırmıştır. Süreç içerisinde Osmanlı ordusunun çekilmek zorunda kaldığı İslam coğrafyalarında yaşayan Müslümanlar ya büyük göç dalgalarıyla daha güvenli gördükleri Anadolu’ya çekildiler yâ da işgal ordularının baskı ve zulümlerine boyun eğdiler.

Büyük çöküşün tarihini 18. Yüzyılın sonlarını esas alarak bir tarihleme yaptığımızda bugün itibari ile yaklaşık üç yüz yıldır İslam âlemi bir zilletin pençesine düçar olmuş durumdadır. 1918 Mondros Mütarekesi zaten çoktan teslim olmuş olan İslam dünyasının yeni bir evresini temsil etmektedir. Anadolu coğrafyası dâhil hemen bütün İslam dünyası büyük ölçüde geleneği bütünüyle yok sayan ve yepyeni bir ulus yaratmayı amaçlayan yönetimlerin idaresine girdi.

Bu yazımızın amacı aslında sempozyumda dile getirilen değerlendirmeleri burada tekrar etmek değildir. Sempozyum tartışmaları üzerinden kendi özelimize gelerek Türkiye’de cumhuriyet sonrası İslami kesimin biriktirdiği dinamikler ve bu dinamiklerin gelecekte onları nereye taşıyabileceği konusunda düşüncelerimizi ifade etmektir.

Makalemizin başlığında da ifade ettiğimiz üzere Türkiye örneğinden hareketle bir anlama çalışması yapmak istiyoruz. Hemen her platformda tekrarlanan AK Parti modelinin herhangi bir kırılma yaşanmaması halinde İslam dünyası adına nereye doğru evrileceği konusu ciddi bir merak konusudur. Zira İslam dünyasının çöküşü sembolik de olsa 1918 yılında bu topraklarda gerçekleşti. “Diriliş” de yine aynı topraklarda mı gerçekleşecek? Söz konusu AK Parti modelinin bugün devrimden daha yeni çıkmış olan İran’da da tartışılıyor olması ne anlama geliyor?

Ancak bütün bu tartışmalardan bir sonuç çıkarabilmemiz için Türkiye İslamcılığının serüvenine çok kısa bir göz atmamız da yarar görüyorum

Öncelikle tarihi sürece baktığımızda şöyle bir seyir izlediğini görüyoruz:

Türkiye’de İslamcı hareketin oluşması, 1950’li yıllarda yoğun olarak yaşanan köyden kente göç ile başlamıştır. Hareketin, bu dönemde başlamış olmasının birçok nedeni sayılabilir. Her şeyden önce tek parti iktidarından çok partili hayata geçilmiş olmanın getirdiği özgürlük havası ilk hissedilen husus olmuştur. Yoğun bir göç ile şehirlere doluşan yeni kitlelerin geleneksel değerlerle, Cumhuriyetin 30 yıldan beri emek verdiği şehir hayatı arasında tercihlerini yaparken geleneksel değerlerin belirleyici olması dikkat çekicidir.

Türkiye’de kuvveden fiile çıkmış ilk örgütlü İslami hareket Milli Türk Talebi Birliği Teşkilatı olduğu görülmektedir. Ve ilginçtir bu hareket kendine parola olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün “Biz ne Bolşevik ne de komünist, ne biri ne de diğeri olabiliriz. Biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız” sözünü almıştır.

Araştırmacı Hamza Türkmen’in “Milli dindarlık dönemi” dediği bu devrede dindarların karşıtlarına sığınması olarak değerlendirilmiştir. Hilafetin kaldırıldığı, İslami eğitimin yasaklandığı, tekke ve zaviyelerin kaldırıldığı baskı ortamında çaresiz kalan halkın karşıtlarına sığınarak var olmaya çalışmaları şeklinde görülmüştür. 1945’ten sonra çıkarılan İslami dergilerde de aynı yaklaşım olduğu söylenir. “Biz bu dergileri Müslümanlara hizmet ve Türk toplumuna hizmet için çıkarıyoruz” ya da “bu dergileri Türk devletini yükseltmek için çıkarıyoruz” gibi açıklamalar “İslam Dünyası, Selamet, Büyük Doğu, İslami Hareket” gibi dergilerin bu dönemdeki tavrı bu gruba alınabilir.

1970’li yıllarda İslamcılaşmanın sembolü olarak kutlanmaya başlanan 29 Mayıs İstanbul’un fethi ilk kez Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) tarafından farklı bir anlamla okunmuştur. İstanbul’un fethi: “Türk’ün devlet kurma gücünün emsalsiz bir örneği” olarak yorumlanmıştır. 29 Ekim, “cumhuriyetin ölümsüz bir anıtı” olarak değerlendirilmiştir. Dönem boyunca bildirilerde kullanılan ortak dil, Türk milleti, milli ruh, milli varlık gibi milliyetçi mukaddesatçı öğeler olmuştur.

Türkiye genelinde 1970’li yıllar İslamcılık kendini sağcılık ve muhafazakârlıktan ayırmaya başlamıştır. İslamcı gençlik bu dönemde maneviyatçılık, batının sorgulanışı, modernizim tehlikesi, cami ve mescitlerin açılması, İslam Enstitüleri'nin akademi olarak değiştirilmesi, Kız İmam-Hatipleri ve İslam kolejlerinin kurulması, müstehcen neşriyatla mücadele ve Ayasofya’nın ibadete açılması gibi konulara adamıştır. 

Ayrıca Türkiye İslami hareketlerin fikri altyapısını oluşturan Seyyid Kutup, Said Havva, Hasan El Benna ve Nedvi gibi tercüme eserlerin yanında, yazılı basın olarak 1976 yılında Ali Bulaç ekibinin Düşünce dergisi, Nurettin Topçu’nun “Hareket”, Sezai Karakoç’un “Diriliş”, Nuri Pakdil’in “Edebiyat Dergisi”, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu ve M. Akif İnan’ın “Mavera”sı, Yaşar Kaplan’ın “Aylık Dergisi”, Hekimoğlu İsmail ve arkadaşlarının “Sur” dergisi, Hayrettin Karaman ve arkadaşlarının “Nesil” dergisi de İslamcı gençliğin beslendiği yayınlar olmuştur.

1970’li yılların ortalarından itibaren İslamcı, milliyetçi ve solcu öğrenciler fikri mücadele faaliyetlerini bırakıp çatışma ortamına doğru sürükleneceklerdir. Bu aşamadan sonra artık fikri mücadelenin yerini şiddet olayları alacaktır. 

Ülkenin sağcı-solcu diye parsellendiği, kurtarılmış mahallelerin ve kurtarılmış okulların olduğu bu dönemde karşıt görüşlü üniversite öğrencileri arasında sürekli çatışmalar meydana gelmektedir. Dönemin günlük basını tarandığında, şiddet olaylarının nasıl kademe kademe tırmandığı ve ülkede binlerce insanın ölümüyle sonuçlanacak çatışmalara nasıl gidildiği daha iyi anlaşılacaktır.

İslamcı gençlik hareketinin daha çok Akıncılar teşkilatı şeklinde varlığını sürdürdüğü bu dönemde Malatya dâhil ülkenin hemen her tarafında söz konusu bu çatışmalara mümkün mertebe katılmadıkları, silahlı mücadele yolunu seçmedikleri söylenebilir. Hatta dönemin İslamcı aydınlarından Ali Bulaç 1978 yılı içerisinde meydana gelen ve 150'yi aşkın vatandaşımızın katledildiği Maraş olaylarını kast ederek, “… Bu olaylar, Türkiye’de ideolojiler adına yaşanmakta olan ve toplum hayatını çok derinden rahatsız eden dayanılmaz dramın son örneğidir. Nitekim bundan önce Kars, Sivas, Malatya ve Elazığ’da buna benzer hareketlere şahit olduk. Şunu rahatlıkla söylemeliyiz ki bu olaylar içinde yaşadığımız çağın bağlı olduğumuz düşünce ve kültür sisteminin müşahhas ürünleridir. Müslüman olarak kadın, çocuk, ihtiyar demeden insanların canını ve malını hedef edinen bu tür katliamları ve toplu kıyım hareketlerini onaylamamız mümkün değildir” (Tevhid 111/10).

1979 yılı içerisinde dünyada meydana gelen olaylar Türkiye ve Malatya’daki İslami hareketleri derinden etkilemiştir. Afgan cihadı, İran İslam Devrimi gibi gelişmeler İslami gençliği heyecanlandırıyordu. Bu gelişmeleri daha yakından görmek belki de tecrübeleri Türkiye’ye taşımak için Anadolu’nun birçok kentinden olduğu gibi Malatya’dan da Afganistan’a gidenler oldu. Bunların en başındaki isim Abdulhamit Turgut idi.

Ülke genelinde olduğu gibi Malatya’daki Akıncılar teşkilatının Milli Selamet Partisi ile aynı siyasi çizgide olması, İslami hareketlerin siyasi partilerin mihverinde genellikle geliştikleri ile ilgili yaklaşımları doğrulamaktadır. Dolayısıyla İslami hareketlerin seyir çizgisini bir yönüyle 26 Ocak 1970 tarihinde Necmettin Erbakan tarafından kurulan Milli Nizam Partisi ardından yine Erbakan tarafından kurulan Milli Selamet Partisi’nin oy oranına bakarak bir fikir edinebiliriz. 

Sonuç olarak 1969 yılında başlayan İslami Gençlik Mücadelesi 1980 yılına gelinceye kadar yukarıda aktarmaya çalıştığımız serüveni yaşamış, bu süreç içerisinde milliyetçi-mukaddesatçı bir çizgiden başlayarak “İslami” bir çizgiye doğru evrilmiştir. Bu süre içerisinde; Diriliş, Büyük Doğu, Şura, Tevhid, Hicret, İslami Hareket, Seriye, Kıyam, Milli Gençlik, Sanatta ve Fikirde Hareket, Düşünce, Mavera, Hilal, Aylık Dergi Gölge, Yeni Ölçü, Milli Gazete, Tebliğ, Şadırvan, Hicret 1400, Muştu, Tohum, Kriter, Tomurcuk, Köye Kente Selam ve Akıncılar gibi onlarca dergiyle bir düşünce iklimi oluşturmaya çalışmıştır.

1980 sonrası Malatya’daki İslami hareketlerin incelenmesi için de ayrı bir çalışmanın yapılması gerekir. Keza bugün düşünce dünyamızı şekillendiren gelişmeler, 1997 yılı ve sonrasında yaşanan 28 Şubat süreci, Refah Partisi, Fazilet Partisi ve 2002 yılında bütün Türkiye tarihini tecrübe etmiş Adalet ve Kalkınma Partisi deneyimi yaşanmaktadır.

Doğrusu Adalet ve Kalkınma Partisi deneyiminin nereye doğru evrileceğini bilemiyoruz. Ancak iki gün boyunca konuşmacıların gelecek tasavvuru bağlamında şu üç kavram üzerinde yoğunlaşmaları hayli dikkat çekici idi. Adalet, Ahlak, Ehliyet ve Liyakat. Adalet kavramı hemen her din ve ideolojinin en temel kavramlarından biri olarak vaz edilmiştir. Platon’un deyişiyle “Adalet en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralı” olarak tarif edilmiştir. Ahlak; insanın ve devletin davranışlarını yüceleştiren en temel erdemlerden biri olarak karşımıza çıkarken, ehliyet ve liyakat da yine bütün bu erdemleri yerli yerine koyacak ve yalnızca insana has bir erdem olarak karşımızda durmaktadır.

Söz konusu bu teorik tanımlamalardan nereye varmak istediğimizi açıkça ifade edelim: Türkiye’de ve dünyada her nerede olursa olsun, hangi din ve ideoloji adına çıkarsa çıksın bir siyasi hareketin başarısı bu temel kavramlara olan uzaklığı ve yakınlığı ile ölçülecektir. Daha açık ve anlaşılır ifadelerden hareketle somutlaştıracak olursak Ak Parti'yi ve geleneğini görünür bir örnek haline getiren olgu mevcut siyasal tükenmişliğin eşliğinde ilk defa İstanbul ve Ankara başta olmak üzere bazı büyük şehirlerde ortaya koymuş olduğu yerel yönetim becerisi olduğu söylenebilir. 

İlk bakışta bir siyasi hareketi iktidarda tutan en önemli şeyin merkezi otoritenin performansı olduğu yönündeki yaygın kanıya rağmen, insanların birebir hayatlarını her daim etkileyen asıl belirleyici unsurun kent yönetimi olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Ak Parti deneyiminin ve Ak Parti'nin hükmü şahsiyetinden İslam ve Müslümanların (bu tanımlama tartışmalı da olsa) gelecek tasavvurunun kent ölçeğindeki başarıların daha etkili olacağı yönünde güçlü bir kanaate sahibim. Bu bağlamda sihirli kavramların ise Sayın Başbakanın zaman zaman meydanlarda ifade ettiği ancak “paralel” tartışmaların gölgesinde kalan “İnsan, şehir ve demokrasi” olduğunu bir kez daha hatırlatalım. 

Şayet İslam dünyasının gelecek tasavvuru “adalet”, “ahlak”, “ehliyet ve liyakat” gibi erdemlerin eşliğinde “İnsan, şehir ve demokrasi” odaklı olacaksa - ki buna inanıyoruz- öncelikle bunun şehirlerde vücut bulması gerekiyor. Zira İslami geleneğin en güçlü argümanlarından birini temsil eden “Medine sözleşmesi” farklı din ve etnik grupların peygamberin mescidinde bile kendine yer bulduğu yönündedir. 

Burada sorun şudur: Son yüzyılda nedeni ne olursa olsun önce Ermenileri ardında Alevileri ve Kürtleri ötekileştiren, ötekileştikçe adalet duygusu örselenen ve bundan payını alan İslami gelenek bütün bunları aşarak, kent ölçeğinde yukarıda saydığımız erdemlerin hangisini, hangi ölçekte ortaya koyabilecektir. Kazandığı mevzileri adalet, ahlak, ehliyet ve liyakat ile mi pekiştirecek yoksa “zafer sarhoşluğu ile tepeyi bırakıp ganimetten payını almak” için mi koşuşturacak. Bunu önümüzde ki yıllar gösterecek. Beklentimiz daha vahiy gelmeden “emin” olanın hırkasını yere serip kentin kalbine “adaleti” yerleştirilmesi yönündedir.

________________

İLGİLİ KAYNAKLAR:

1-Kemal Karpat, Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm (Çev. A. Sönmez), İmge Y., İstanbul, 2003

2-Serkan Yargancılar, 1965 Sonrası İslamcı bir öğrenci hareketi olarak Milli Türk Talebe Birliği, Yüksek Lisans Tezi, 2006, İzmir, Dokuz Eylül Üniv. Sosyal Bil. Enst., 

3-http://www.haberpanorama.com

4-Doğan Duman, İslamcı Gençliğin Serüveni, Birikim, Sayı: 95, Yıl: 1997; http://www.ummetiz.biz

5-Sessiz Devrimcilik: Afganistan Anıları II, Haksözhaber, http://www.haberpanorama.com

6-http://www.ummetiz.biz

7-Orhan TUĞRULCA, Malatya Tarih Kent ve Kültür, Cilt: 3,Cumhuriyet Dönemi, Malatya Belediyesi Kültür Yayınları, 2013

FOTOĞRAF: BİLSAM'ın düzenlediği “21. Yüzyılda İslam Dünyasının Gelecek Tasavvuru” sempozyumundan

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Orhan Tuğrulca yazıları