SON DAKİKA
SON DEPREMLER

KAYISININ İZİNDE: Mançurya'da 30 Gün

0
Güncellendi - 2015-12-27 23:22:26
KAYISININ İZİNDE: Mançurya'da 30 Gün
A- A+ PAYLAŞ

Avrupa Fonları 7. Çerçeve Programı kapsamında yürütülen ve kısa adı ‘STONE’ olan “Orta Asya, Kafkasya ve Avrupa’da Taş Çekirdekli Meyve Ağaçlarında Genetik Çeşitlilik”  başlıklı projenin kapsamı içinde yer alan ülkelerden biri olan  Çin’e Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ergün Doğan’la birlikte kayısı ve kayısı gen kaynakları ile ilgili araştırma yapmaya giden İnönü Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı  Prof.Dr. Bayram Murat Asma izlenimlerini Yeni Malatya Gazetesi ve malatyahaber.com okuyucuları için kaleme aldı.

                *

Çocukluğumdan beri merak ettiğim ülkelerden birisiydi Çin. Uçsuz bucaksız coğrafyası, dünya tarihinin kadim geleneklerini barındıran kültürel yapısı, kökleri bir hayli derinde olan tarihi,  dili, alfabesi, yemekleri ve en önemlisi kayısıya dair sahip olduğu potansiyel nedeniyle her zaman beni güçlü bir mıknatıs gibi kendisine çekmişti Çin.

Son yıllarda yükselen ekonomisi, dışa dünyaya açılma konusundaki yavaş, temkinli ama istikrarlı dönüşümü, siyasal ve sosyal reformları ve kültürel çeşitliliği ile bütün dünyanın yakından ilgilendiği Çin’i ziyaret etmek, özellikle bu coğrafyadaki kayısıcılık çalışmalarını yerinde incelemek hep arzu ettiğim bir durumdu. 

Çin, özellikle yüzyılı aşan tarımsal eğitim kurumlarının varlığı, son derece geniş bir coğrafyada tarımsal faaliyetlerin çeşitliliği, küresel düzeyde etkiye sahip tarımsal sistematiği ve tarımsal miras sistemleri içindeki önemini düşününce, pratik ve teorik anlamda her anı tarımsal faaliyetle geçen bir araştırıcı olarak benim için vazgeçilmez bir ziyaret mekânıydı.

Çin’i ziyaret etmemize ve ülkenin tarımsal hayatının kılcal damarlarına nüfuz eden tüm unsur ve dokuyu anlamamıza yarayacak fırsat, AB fonlarınca desteklenen “Stone” isimli proje sayesinde ayağıma gelmişti. 

Avrupa Fonları 7. Çerçeve Programı kapsamında yürütülen ve kısa adı ‘STONE’ olan “Orta Asya, Kafkasya ve Avrupa’da Taş Çekirdekli Meyve Ağaçlarında Genetik Çeşitlilik”  başlıklı projenin kapsamı içinde yer alan ülkelerden biri de Çin’di ve bu durum bize Çin’i gezip görme, anlama ve öğrenme fırsatı sunuyordu. 

Gezinin uçak ve diğer giderleri proje tarafından karşılanacaktı. Ayrıca gezi ve incelemelerde bize yardım ve rehberlik edecek Çinli meslektaşlarımızın varlığı bize inanılmaz kolaylık sağlıyordu. Ancak yine de gezi öncesi bazı konularda tereddütler yaşadığımı, kafama üşüşen soru işaretleri meydana gelmeye başladığını söylemden geçemeyeceğim.  

Ne de olsa, dünyanın en kalabalık ve uzak doğunun en büyük ülkesi Çin hakkında sınırlı bilgilere sahiptim. Hele, beslenme kültürü konusunda bir hayli farklı bir dünyaya yolculuk yapacak oluşumuz, yaşayacağımız muhtemel sıkıntıların aşılabilir olup olmadıklarına yönelik endişeleri de beraberinde getiriyordu. Bir ay süresince Çin’in Kuzey Doğu Bölgesi’ni oluşturan, bir başka coğrafi belirlemeyle Kuzey Kore’ye komşu Mançurya’da kalma zorunluluğunu düşününce, tereddütlerimiz konusunda okuyucularımızın da hak vereceğini sanıyorum. 

Çin Yolunda

Her şeye rağmen, ‘Bu fırsatı değerlendirmeliyiz’ deyip biraz da gözü karartıp fakülteden meslektaşım Doç. Dr. Ergün Doğan ile yola koyuluyoruz. Uçağımız, dünyanın en büyüklerinden birisi olan Pekin Capital havalimanına inip terminale geçtik. Burada pasaport kontrol işlemlerinden sonra çıkış kapısına yöneldiğimizde Çin’de bize mihmandarlık yapacak olan biri Çinli biri Türk iki kişiyi görünce epeyce seviniyoruz. Uzak diyarlarda birileri tarafından karşılanmak iyi gelmişti. Proje ortağımız Liaoning Pomoloji Enstitüsünden Şua ve uluslar arası siyaset ve ekonomi alanında yüksek lisans eğitimi için Pekin’e gelen Samsunlu Yunus bizi karşılıyorlar. Önce Yunus’la sohbet ediyoruz: Yunus iki yıldan beri Pekin’de yaşıyormuş, arkadaşları ile birlikte aynı evi kullanıyor, Türkiye’den Çin’e gelenlere tercümanlık yaparak harçlığını kazandığını, Çince’yi iki yıl içinde hem yazıp hem de konuşabilecek kadar öğrendiğini anlatıyor. 

‘Neden Çin?’ diye sorduğumda Yunus’un bu soruya hazırlıklı olduğunu cümlelerinden anlıyorum.  “Çin çok hızlı büyüyor, çok yabancı sermaye çekiyor, gelecek on yıl içinde dünyanın en büyük ekonomik gücü olacak, Çinceyi anavatanından öğrenmek, bu kültürü tanımak gelecekte bana büyük avantajlar sağlayacak” diyor Yunus.  Uluslar arası siyaset ve ekonomi alanında doktorayı yaptıktan sonra İstanbul’a dönüp kendi şirketini kuracakmış. 

300 Türk Öğrencinin Çin’de Olduğunu Öğrenmek Bizi Mutlu Ediyor 

Yunus’u takdir etmemek, girişimci ruhundan etkilenmemek mümkün değil. Çin’e gelmeden önce Türkiye’den öğrencilerin ABD, Almanya veya İngiltere’ye gittiğini, hem dil öğrenip hem de lisansüstü eğitim aldıklarını biliyordum. Yunus bize Pekin’de kendisi gibi yaklaşık 300 Türk öğrencinin varlığından ve Şangay’da daha kalabalık öğrenci grubundan bahsedince önce şaşırıyorum. Sonra da gururlanıyorum sınır tanımayan gençlerimizle. 

Pekin’den Mançurya’ya yolculuğumuzu yaklaşık 8 saat süren gece treniyle yapıyoruz.  Yataklı tren tamamıyla dolu. Öğrenciler, askerler, köylü, kadın, erkek, çocuk, yani toplumun her kesiminden Çinli ile birlikte seyahat ediyoruz. Trenin ucu görünmüyor. Ben 40 yolcu vagonu diyeyim, siz 60 deyin. Trenden yanlışlıkla inilse vagonunuzu tekrar bulmanız imkânsız. Çünkü her şey Çin alfabesine göre sistematize edilmiş.

Sabah 8’de Mançurya’nın en büyük şehri ve aynı zamanda Liaoning Eyaleti’nin başkenti Shenyang’tayız. 

Mançurya Bölgesi Liaoning, Jilin, Heilongjiang ve özerk İç Moğolistan’ı kapsıyor. Yaklaşık 2.1 milyon km2’lik bir alana sahip. Adını bölgenin yerli halkı olan Mançulardan almış. Çukurova’nın 50-100 kat büyüklüğündeki devasa bir ova veya düzlükten oluşan Mançurya’nın etrafında yüksek dağlar var. Her yerde tarım yapılıyor. Boş bırakılmış, tarım dışı bir metrekare arazi yok. 

Geçmişte tahıl, şekerpancarı, tütün, pamuk ve sebze yetiştirilen bölgede son yıllarda mısır tarımı ön plana çıkmış.  Mançurya aynı zamanda önemli maden kömürü, demir, petrol yataklarına sahip olduğu gibi, Çin’in önemli sanayi bölgelerinin başında geliyor. Bölge, yazları sıcak ve yağışlı. Günlerce süren yaz yağmurlarının bölgenin klimatolojik özelliklerinden biri olduğu ifade ediliyor. 

Sabah kahvaltısını Shenyang Garı’nda yapıyoruz. Yolculuk süresince bize refakat eden Çinli arkadaşımız Şua İngilizceyi güzel konuşuyor. Şua son derece hareketli, konuşuyor, oturuyor, kalkıyor, kısacası yerinde bir dakika durmuyor.  Bize Çin, Mançurya, Lianoning ve daha birçok konuda bilgi veriyor. Şua Yüksek Lisansını tamamlanmış. İzin verilirse doktora yapacak. Çin’de her isteyen lisansüstü eğitim yapamıyor. Şartları yerine getirseniz bile lisansüstü eğitim izine tabi. Şua 2-3 yıl içinde doktora için kendisine izin verilebileceğini, izin aldığında doktora eğitimi için ABD veya Fransa’ya gitmeyi hayal ettiğini aktarıyor bize. 

Bulduğumuz İngilizce dokümanlardan Çin’i tanımaya, merak ettiğimiz bilgileri toplamaya çalışıyoruz. Elbette önceliğimiz kayısı ve tarım.

Hemen belirteyim Çin’de internet çok yavaş ve internette yazdığınız her şey kontrol ediliyor. Facebook ve Youtube kapalı. Geçmişte bireysel özgürlükleri kısıtlayan devletçi alışkanlıkların bir bölümü Çin’de hala devam ediyor…

Çin deyince aslında iki farklı ülkeden bahsediyoruz. Birisi Çin Halk Cumhuriyeti diğeri Milliyetçi Çin ya da Çin Cumhuriyeti de denilen Tayvan. Bizim seyahat ettiğimiz Çin Halk Cumhuriyeti yaklaşık 9.6 milyon km2 alanı ile Asya’nın en büyük ve yaklaşık 1.4 milyar nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkesi konumunda. 

Göz Kamaştıran Yükseliş 

Ülkenin yaklaşık 5.000 yıllık yazılı tarihi var. Son on yıldır istikrarlı bir şekilde sürdürdüğü ve % 8-10 arasında değişen büyüme hızıyla, yirmi birinci asrın yeni küresel gücü olarak anılıyor. Yıllık yaklaşık 13 trilyon dolar gayri safi milli hasılaya sahip. Kısacası kalkınma, büyüme hızları ve çalışkanlıklarıyla göz kamaştırıyorlar.

Çin’in büyüklüğünü daha iyi anlamak için eyalet, özerk bölgeler, şehir, kasaba ve köylerinden bahsetmekte fayda var. Çin Halk Cumhuriyeti'nde 22 eyalet, 5 özerk bölge (Sincan Uygur, Guangxi Zhuang, Ningşia Hui,  İç Moğolistan Özerk Bölgeleri ve Tibet), 4 özel yönetime sahip şehir (Pekin, Çongçin, Şangay ve Tientsin) ve 2 adet özel idari yönetime sahip (Hong Kong ve Macau) ülkeden oluşmakta. Ülkede  22 eyalet başkenti,  333 şehir, 2.862 ilçe,  41.636 belde ve sayamayacak kadar çok köyden oluşmaktadır.  

Liaoning’in başkenti Shenyang Garı’ndan hızlı tren ile Çin’de kasaba olarak kabul edilen 195 bin kişinin yaşadığı Yinkuezen’e gidiyoruz. Kasaba dediysek sakın aklınıza Türkiye’deki kasabalar gelmesin. Yinkuezen’de gezdiğimiz botanik ve ekoloji parklarının geçmişi 1910’lu yıllara dayanıyor. Kasabada 35-40 katlı yüzlerce gökdelen var. Yinkuezen’in bağlı olduğu Bayquan ilçesi yaklaşık 400 bin nüfusa sahip. Bayquan daha geniş bulvar, cadde, park,  kütüphane ve lüks mağazalar rastlıyoruz. Bu haliyle Avrupa’daki herhangi bir şehirden farkı yok, sadece havası kirli, caddeler insan kaynıyor.

Çin Yemeklerini Yeme Çabamız 

Unutmadan, bir de kişisel sorunumuz var: Çin yemeklerini yiyemiyoruz. 

Yinkuezen’de ilk işimiz kalacak bir yer ayarlamak. Biz Çin’e gelmeden önce buradan bizim için 5 yıldızlı bir otelde rezervasyon yapmışlar. Ancak tahmin edeceğiniz gibi, malum sebeplerden dolayı ucuz, konfor profili düşük bir ev bulmak zorundayız. Kırık dökük 3-5 parça eşyaya sahip evin bir aylık kirası 3.000 Çin Yuanı, yani ülkemiz parası ile bin Türk Lirası. Mecburen kabul ediyoruz. Amacımız konforlu  bir yerde kalıp tatil yapmak değil zaten. Önce Mançurya’yı, sonra Çin’i gezip görmek, incelemelerimizi ve görüşmelerimizi yapmaya başlamak istiyoruz bir an önce.   

İlk hafta Yinkuezen kasabasını, botanik, ekoloji, kent parklarını, Liaoning Pomoloji Enstitüsü’nü geziyoruz. Meslektaşımız Prof. Wişeng Liu tarafından onurumuza verilen akşam yemeğine katılıyoruz. Yemekte doğal olarak, daha önce hiç denemediğimiz yemek ve yiyeceklerle tanışıyoruz. Yemekler dönen bir masa üzerine servis ediliyor. Masadakiler tabağına yiyeceği aldıktan sonra yandakine ikram ediyor. Çinlilere özgü çubuklarla yemek yemeyi deniyoruz, ama beceremiyoruz. Masada nafile çabamızı izleyenler masadakiler kıkır kıkır gülüyor halimize. Ama biz de mücadelemizden taviz vermiyoruz elbette…

Liaoning Pomoloji Enstitüs’ü 1935 yılında kurulmuş, çok gösterişli, devasa ana bina ve çok sayıda tamamlayıcı binadan oluşuyor. Enstitü 15 bin dekar arazi varlığına sahip,  yaklaşık 300 araştırıcı ve teknik personel, 150 tarım işçisi var.  Kurumda erik ve kayısı araştırmaları ve gen kaynaklarının korunmasına öncelik verilmiş. Ayrıca mavi yemiş (Likepa=bluberry), böğürtlen, ahududu, hünnap, asma, elma, armut bahçeleri var. Enstitünün pomoloji, ürün geliştirme, fizyoloji laboratuarlarını gezip bilgi alıyoruz. Çok sayıdaki sera ve örtü altı yetiştirme ortamları bitkilerle dolup taşıyor. Bitkiler sağlıklı, üretim ortamları düzenli ve temizliği ile dikkatimizi çekiyor. 

Araştırma bahçelerini dolaşırken işçilerin elma ve armut ağaçlarında meyve seyreltmesi uygulamasına rastlıyoruz. Enstitüde meyve kalitesine oldukça büyük önem veriliyor. Her çiçek kümesinde çoğunlukla bir, nadiren iki meyve bırakılıyor, diğerleri makaslarla kesilip atılıyor. Yerde çok sayıda kesilip atılmış küçük elma ve armut meyvesine rastlıyoruz. Bahçelerde fidanların sıra arası ve sıra üzerine üçgül ekilmiş, asmada yaz budaması, uç alma ve yaprak kesme işiyle uğraşan onlarca kadın işçi işlerini ciddi bir şekilde yaptığına tanık oluyoruz. 

Sibirya ve Japon Kayısıları İle Tanışıyoruz 

Yinkuezen Botanik Bahçesi ve ekolojik parkı evimize 500 metre uzaklıkta. Yaklaşık 5.000 dönüm alanı kaplayan Botanik Bahçesi 1913 yılında kurulmuş, yaklaşık 1.100 bitki türü var. Şelale, tavus kuşları, büyük bir göl, renk renk balıklar, Ansu, Sibirya ve Japon kayısıları ile bu bahçede tanışıyoruz. Yüzlerce kez resmine baktığım kayısı türleri şimdi karşımda duruyor, ağaçlardan meyve örnekleri toplayıp çok sayıda resim çekiyorum. 

Hafta sonu dinlendikten sonra Liaoning Ziraat Yüksek Okulunu ziyaret ediyoruz. Yüksek okul 1963 yılında kurulmuş. Üç yıllık eğitim veriyor, toplam 4.600 öğrencisi var. Ziraat Kampüsü’nde büyük bir stadyum dikkatimizi çekiyor. Derslik, yurtlar, eğlence, sinema salonu ve kafeteryayı görüyoruz. Isıtma ve soğutma sisteminin yani tam bir sera koşullarının mevcut olduğu yaklaşık 15 dekarlık cam sera dikkatimizi çekiyor. Öğrenciler için çok sayıda laboratuarı görüyoruz, zamanımız kısıtlı olduğu için gezemiyoruz. Kampustan ayrılırken Ziraat Yüksek Okulu için gerekenden fazlasına sahip olan meslektaşlarımı kıskanıyorum. 

Çin’de Kayısı Hasadı 

Çin’de bir ay süreyle devam edecek araştırma gezimizin birçok amacı vardı. Kayısının Orta Asya dışındaki anavatanı Çin’de kayısı konusunda çalışan meslektaşlarımızla tanışıp bilgi-fikir alışverişinde bulunmak,  Çin’de bulunan zengin gen kaynaklarını yerinde görmek, incelemek, en önemlisi de ülkemiz kayısı tarımına katkı sağlayacak genetik materyalin Malatya’ya transfer edilme olasılıklarını araştırmak, Çin gezimizin amacının temel başlıklarıydı. 

Avrupa Birliği Yedinci Çerçeve Programı Marie Curie aksiyonu içerisinde yer alan “Orta Asya, Kafkasya ve Avrupa’da taş çekirdekli meyve ağaçlarında genetik çeşitlilik” isimli çok uluslu projede Türkiye dışında Fransa  (Institut National de la Recherche Agronomique), Almanya  (Julius Kuehn-Institute), Azerbaycan  (Genetic Resources Institute National Academy of  Sciences) ve Çin yer alıyor. 

Projede her ülkeden bir kurum bulunmasına karşılık istisnai bir durum olarak Çin iki enstitü ile temsil ediliyordu. Bunlar; Mançurya’da bulunan Liaoning Pomoloji Enstitüsü ve Güney Doğu Çin’deki Jiangsu Bahçe Bitkileri Enstitüsü idi. Bu durumun gerekçesini proje liderimiz Fransız Dr. Veronique Decroocq ‘Çin’in hem çok büyük hem de bitki genetik kaynaklar bakımından çok zengin olmasıyla’ ilişkili olduğunu açıklamıştı.

Mançurya’da Zengin Kayısı Gen Kaynakları

Çin’e ayak basıp ev bulma ve tanışma faslını bitirir bitirmez Liaoning Pomoloji Enstitüsüne ait koleksiyon bahçesinde yer alan kayısı gen kaynaklarını bir an önce görmek için sabırsızlanıyorum. Zira Çin’de bulunduğumuz tarihte, gen kaynaklarının en önemli kısmını oluşturan erkenci kayısı çeşitlerinde hasat tamamlanmış veya birkaç gün içersinde tamamlanmak üzereydi. Dolayısıyla bir an önce kayısı gen kaynaklarının bulunduğu bahçeyi gezmek istiyoruz. Çin araştırma heyetinin başkanı Prof. Dr. Liu gen kaynaklarını ziyaretimizi çeşitli bahanelerle geciktiriyor veya bana öyle geliyor... Bu duruma üzülüyoruz ama yapacak bir şey yok. 

Nihayet Haziran ayının üçüncü haftası kayısı gen kaynakları bahçesini gezmemize izin veriliyor. Enstitü’de araştırıcı olarak görev yapan Şua, Şu, Cun ve Kiping mihmandarlığında sözkonusu bahçeyi dolaşıp meyvelerin tadına bakıyoruz, inceliyoruz, bahçenin dizaynına ve içeriğine ilişkin bilgileri edinmeye çalışıyoruz. 

Önce, koleksiyon bahçesinin tesis edilme hikâyesini dinliyoruz. Bahçe, 1979 yılında 60 araştırıcı tarafından 26 eyalette yapılan seleksiyon çalışmaları sonucu toplanan 726 kayısı çeşidinden oluşturulmuş. Daha sonra ülkede yapılan kayısı ıslah çalışmaları sonucu elde edilen yeni çeşitler ile zenginleştirilmiş. Dolayısıyla bahçedeki kayısı çeşitlerinin sayısı bir hayli artmış. Yaklaşık 130 dekar büyüklüğündeki bahçe 5 metre genişliğindeki yollarla 10 dekarlık küçük parsellere bölünmüş. İşletme binasının önüne 1979 yılındaki çalışmaların nasıl başlatıldığını Çince anlatan büyük bir tabela dikilmiş. 

Bahçede ilk dikkatimizi çeken şey kayısı ağaç ve dallarının şekli oluyor. Ağaçların gövdesi çok kısa, 30-40 cm uzunlukta bırakılmış. Gövdenin toprak yüzeyine yakın bölümlerinden kalın ana dallar çıkmış. Bu şekli ile Çin kayısılarının Anadolu kayısılarından bariz şekilde farklılık gösterdiğini söyleyebilirim. Anadolu’daki kayısıların daha uzun gövde ve düzgün şekilli dallara sahip olmasına karşılık, inceleme yaptığımız bahçedeki ağaçların dalları sağa sola kavisler çiziyor. Gövde son derece kalın, koyu kahve renkte, derin yarıklar pullar şeklinde birbirinden ayrılmış durumda.  

Bize tanıtılan her kayısı çeşidinden meyveleri koparıp tadına bakıyoruz. İlk bakışta meyvelerin düzgün, yuvarlak şekilli güzel görünüşleri bizi cezb ediyor. Meyve üzerinde benek şeklinde küçük kırmızı renk pigmentleri, erkenci kayısılara başka bir güzellik katıyor. Meyveler sulu, koku ve aroma bakımından son derece zengin. Ancak ciddi bir sorunları var. Meyvelerin büyük çoğunluğunda çekirdek meyve etine yapışık durumda.  Erkenci kayısı çeşitlerinde meyve şekeri oldukça düşük ve kabukta bizim kayısı çeşitlerinde olmayan bir mayhoşluk mevcut. Kayısıların tadına bakarken diğer taraftan meyvedeki briksin değerini tahmin etme etmeye çalışıyorum. Briks değeri veya başka bir ifadeyle meyvedeki şeker içeriği 12-14 arasında değiştiğini düşünüyorum. O sıra imdadımıza Bayan Cun yetişiyor. Meyve şekerini belirlemeye yarayan refraktometreyi uzatıyor, ölçüm yapıyorum. Yanılmamışım, tahmin ettiğim gibi meyvedeki şeker 12 veya 13 olarak ölçüyorum. 

Baş mihmandarımız Şua, erkenci kayısı çeşitlerinde son hasadın bir hafta önce sona erdiğini anlatıyor. Mançurya’da kayısı ağaçlarının tam çiçeklenme tarihini merak ediyoruz. Nisan ayının 2-3 haftası tam çiçeklenme olarak kayıt ettiklerini söylenince inanması zor bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Zira Mançurya’da meyve gelişim periyodunu 60-65 gün olarak hesaplıyoruz. Malatya’nın erkenci kayısı çeşitleri turfanda Eskimalatya’da (75-80 gün), Hasanbey (90-95 gün) ile karşılaştırılınca fark ortaya çıkıyor. Bu süre inanılmayacak kadar kısa. “Yok canım, hesapta bir yanlışlık var” diyerek avutmaya çalışıyorum kendi kendimi. Yine de erkenci kayısı çeşitlerinin Malatya’da ne zaman hasat edilebileceğini hemen orada pratik olarak hesaplamaya çalışıyorum. 

Tüysüz Kayısı 

Orta Asya’da kayısı konusunda çalışma yapan araştırıcıların makale veya notlarında sıklıkla bahsettiği “Glabrous apricot” Türkçe karşılığıyla tüysüz, parlak kayısı ülkemizde pek fazla bilinmez. Tüysüz kayısının en önemli özelliği kayısı ve şeftali meyvesine özgü tüylerin bulunmamasıdır.  Nektarin ve erik meyvesi gibi epidermis dokusunda dışa doğru uzayan tüy veya çıkıntılar bulunmaz. Bu durum meyvenin daha parlak görünmesine neden olur. 

Liaoning Araştırma Enstitüsü’nde tüysüz kayısı ile karşılaşıyoruz. Tüysüz kayısı yıllar önce Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nden getirilmiş. Meyve henüz olgunlaşmadığı için yeşil renkli,  diğer kayısı çeşitlerinden farklı, meyve daha tatlı. Meyve küçük sayılır, yaklaşık 30-35 gr. ağırlığında. Çinliler tüysüz kayısıya yağ kayısı anlamına gelen bir isim vermişler. Tüysüz kayısıyı Malatya’ya getirmek için tohum, aşı kalemi istiyoruz. Bunun mümkün olmadığını söyleyip kibarca teklifimizi geri çeviriyorlar.

Güzel Çiçekleriyle Kendisine Hayran Bırakan Prunus Mume Kayısısı

Koleksiyon bahçesinde güzel çiçeklere sahip Japon Kayısısı’nın önünde duruyoruz. İlkbaharda uzun süre açan güzel çiçekleriyle Uzakdoğu’daki park ve bahçeleri süsleyen “Japon kayısısı”, “Çin Eriği” veya “Mume kayısısı” gibi isimlerle anılan kayısı türüne ait ağaçları bize gösteriyorlar. Haziran ayında olduğumuz için ağaçta çiçekleri göremiyoruz. Ancak Çinli meslektaşlarımız övünerek koyu kırmızı, pembe, beyaz renkli katmerli (çok sayıda) taç yapraklara sahip olan bu kayısı türünü anlatıyor bize. Prunus Mume’nin Mançurya’ya ait bir kayısı türü olduğunu en sonunda ilave ediyorlar. Ne kadar övünseler az, resimlerden tanıdığımız Prunus Mume üzerine şiirler yazılacak kadar güzel kayısı türü…

İnşallah bir gün Prunus Mume’nin ağaçlarını Malatya sokaklarını veya Sümer Parkı süslerken görürüz.

Kayısı Hasadında Çalışan Tarım Emekçileri 

Bahçede dolaşırken kayısı hasadı yapan işçilere rastlıyoruz. Enstitü müdürü talimat vermiş: ‘Liaoning Eyaleti Valisine ve Shenyang Tarım Üniversitesine hediye kayısı gönderilecek’. İşçiler durmaksızın çalışıyorlar. Önce seyrediyoruz, sonra biz de hasada katılıyoruz. Çok iş var, beşer kiloluk yaklaşık yüz adet kutuyu dolduracak meyvenin ağaçtan indirilmesi gerekiyor. İşçiler bizi merak ediyorlar, Çinli meslektaşlarımıza bizimle ilgili sorular soruyorlar. İşçilerle konuşmaya çalışıyoruz, zor bela öğrendiğimiz birkaç Çince cümleyi arka arkaya söylüyoruz. İşçiler kıkır kıkır gülüyor, ortam yumuşuyor, dost oluyoruz… 

Daşıco’da Çekirdeği İçin Yetiştirilen Kayısılar 

Çinli Meslektaşımız Prof. Dr. Wisheng Liu, Yinkuezen kasabasına yakın bir yerde çekirdeği için yetiştirilen bir kayısı bahçesine görmek isteyip istemediğimi soruyor. Hemen kabul ediyoruz ve bahçenin bulunduğu Daşıco kasabasına doğru otomobille yola çıkıyoruz. Çin’de oldukça gelişmiş ve ücretsiz otoyollar bulunuyor. Yaklaşık iki saat süren yolculuktan Daşıco kasabasında varıyoruz. Kasabada zengin magnezyum madenleri bulunuyormuş. Otoyoldan ayrılıp köy yollarına sapıyoruz. Biraz ilerleyince bizi yol kenarında bekleyen iki kişiyle tanışıyoruz. Birisi, sonradan 46 yaşında olduğunu öğrendiğimiz ancak 20-25 yaşlarında gösteren işadamı Liu ve yaşlı bir arkadaşı bizi karşılıyor. Çin’de her üç kişiden birisinin soyadı Liu.

Ergün Hoca ile birlikte işadamı Liu’nun son derece lüks cipine biniyoruz. Yol kenarlarında su birikintileri var, akşamdan epeyce yağmur yağmış. Köylerin içinden geçip yaklaşık 1.5 saat yol alıyoruz. Yemyeşil bir vadiye giriyoruz. Bir tarafta baraj gölü, diğer taraf elma, armut, kayısı, Japon eriği ağaçlarıyla dolu uçsuz bucaksız meyvelikler. Ağaçlar son derece sağlıklı, dallar meyve yüküyle eğilmiş durumda. Elma ve armut ağaçlarındaki meyvelerin tümü kahve renkli küçük zarfların içine alınmış. Sebebini soruyoruz. Amaç kaliteli ve tarım ilaçlarıyla mümkün olduğunca az kirletilmiş sağlıklı meyve üretmek. Kadın işçiler el ile meyve seyreltmesi yaptıktan sonra her meyveyi bu küçük zarflara alıyormuş. Muazzam bir işgücü ve zaman isteyen ve dünyanın başka bir yerinde karşılaşılmayacak bu duruma şaşırıyoruz.  Prof. Dr. Liu “Unutmayın burası Çin ve bu ülkede yaşayan 1.4 milyar insan var” diyor. Bol bol resim çekip görüntü alıyoruz. 

Genç kayısı ağaçlarıyla kaplı yemyeşil bir tepenin önünde aracımız duruyor. Araçtan inip tepeye yaklaşıyoruz. İşadamı Liu “Bahçeyi Prof. Dr. Liu’nun önersiyle on yıl önce kurduğunu, 2x2.5 metre arlıklarla dikilmiş yaklaşık 12 bin adet kayısı ağacının bulunduğunu, ‘Da Bian’ (Dabiyan) adı verilen ağaçların meyveden ziyade çekirdek üretimi amacıyla dikildiğini, ağaçlardan küçük meyveli, iri ve tatlı çekirdek elde edildiğini” ekliyor. Çağala dönemindeki meyvelerin çok acı bir dadı var, yiyemiyoruz. Ağaçlardaki çekirdekler Temmuz sonunda kendiliğinden yere düşünce kadın ve çocuklar tarafından toplanacakmış. Önceki hasad dönemlerinde unutulmuş çekirdekleri yerden topluyorum. Olgunlaşmış meyve karın çizgisi boyunca parçalanmış, içinde 3 gr. ağırlığında olduğunu tahmin ettiğimiz çekirdek var. Kalın kabuğu kırıp tohumun tadına bakıyoruz, tohum tatlı ancak sanki tohum kabuğu testada biraz acılık var. Tohum yapısı bizimkilere benzemiyor. Tohum iri, kısa ve arka kısmı çok geniş.

Prof. Liu “Bölgenin çok yağış aldığı ve rutubetin yüksek olmasına bağlı olarak hasat edilen çekirdeklerin kurutulmasında sorunlarla karşılaşıldığını, açıkta kurutulan çekirdeklerin mutlaka gün içinde tırmıklarla karıştırılması gerektiğini, aksi taktirde tohumlarda küflenme tehlikesi yaşanacağını” anlatıyor. Bölgede yıllık 60 bin ton kabuklu, 20 bin ton iç kayısı tohumu üretimi yapılıyormuş. Rakamlar çok büyük, inanmak zorundayız, zira Prof. Dr. Liu Çin Kayısı Gen Kaynakları Konseyi Başkan Yardımcısı olarak da görev yapıyor. Kayısı tohumları Çin tıbbında çok geniş kullanım alanına sahip kayısı tohum yağı üretiminde kullanıldığını, küçük bir bölümünün ise ihracat edildiği anlatılıyor.  

Dönüş yolunda Beydağı’nın çıplak kıraç yamaçlarını düşünüyorum.   Kimbilir belki birgün gelir, biz de çekirdeği için kayısı ağaçları dikip hasat yaparız. 

İşadamı Liu bizi evine davet ediyor. Kayısı çekirdeği üretimi ile ilgili bize resim katalogunu gösteriyor. Geçen yıldan kalan kayısı bademi ikram ediyor. Sonra bizi fabrikasını gezmeye davet ediyor. Fabrikada büyük bir sürpriz bizi bekliyor. Meğer işadamı Liu askeri açıdan son derece stratejik öneme sahip ateşte yanmayan özel bir maddeden askeri malzeme üretimi yapıp ihraç ediyormuş. Camdan bir vitrin içinde muhafaza ettiği değişik şekil ve büyüklükteki askeri malzemeyi bize gösteriyor. Başka sektörlerde de yatırımları olduğunu, kayısı çekirdeği üretimiyle sadece hobi olarak ilgilendiğini söylüyor. Dönüş yolunda bizi ısrarla akşam yemeğine davet ediyor. Yol üzerinde ev yemekleri yapan Çin lokantasına misafir oluyoruz.. 

Çinli Kayısı Üreticileriyle Sohbet

Çinlilerin uzayda göründüğünü iddia ederek övündükleri ‘Great Wall’ yani ‘Çin Seddi’ni’ görmek ve Mançurya’nın en kuzey doğusundaki kayısı üreticileriyle tanışmak için özel otoyla yola çıkıyoruz. Otoyolda 3.5 saat süren yolculuktan sonra akşam saatlerinde Kuzey Kore sınırındaki Dandong şehrine varıyoruz. Çin Seddi’nin en kuzeydoğudaki bölümünün “Hushan Great Wall” yer aldığı Dandong turistik bir şehir. Şehirde çok sayıda otel, lokanta ve kafe var. Şehri, Kuzey Kore’den Yalu Nehri ayırıyor. Dandong aynı zamanda Çin’in Kuzey Kore sınırındaki en önemli şehri. Yemek sonrası müze, park ve anıtları gezerken Kore savaşı ile ilgili çok önemli bir bilgiye ulaşıyoruz. Yalu Nehri üzerindeki eski köprünün yanı başında duran tabelayı inceliyoruz. Kore Savaşı en kanlı günlerini yaşarken ABD çok önemli bir hamle yapıyor. Çinlilerin Kuzey Kore’ye askeri yardımına mani olmak için Amerikan Hava Kuvvetleri’ne ait uçaklar 9 Kasım 1950 günü Yalu Nehri üzerindeki köprünün yarısını imha ediyor. Köprü askeri açıdan stratejik öneme sahip. Çin’den Kuzey Kore’ye gidecek tüm araç ve malzeme bu köprüden geçmek zorunda. Amerikalılar köprünün Çin sınırındaki diğer yarısına ise dokunmuyor.  

Çin Seddinde 

Ertesi sabah ‘Hushan Çin Seddi’ni’ geziyoruz. Çin Seddi yeryüzünde insan eliyle yapılmış, görülmesi gereken muhteşem eserlerden birisi. Kilometrelerce devam eden üç metre genişlik 5-10 metre yükseklikteki sur insanoğlunun isterse neler yapabileceğini bir kanıtı olarak karşımızda duruyor. Ergün Doğan Hocayla yüzlerce basamağı çıkarak en yüksekteki kuleye kan ter içinde varıyoruz. Surun öte yakası Kuzey Kore. Askerler keyif yapıyor. Yaşlı bir çiftçi öküzü ve sabanı ile sürüm yapıyor. Gelirinin çok önemli bölümünü silahlanmaya harcayan Kuzey Kore için ‘kaçınılmaz bir son’ diye düşünüyoruz.  

‘Hushan Çin Seddi’ninin yanındaki kafeteryada yaşlı bir Çinli kuru kayısı satıyor. Yarım kilosu 20 Yuan, yani yedi Türk lirası. Satın alıp tadına bakıyoruz. Malatya kayısısı ile mukayese edilmeyecek bir kaliteye sahip. ‘Tadı nasıl?’ diye soran Çinli şoförümüzün gönlü hoş olsun diye ‘Kötü değil’ diyoruz.  

Öğlen sonu beklediğimiz haber geliyor. Dandong şehrine 170 km uzaklıkta “Dandong Zen” köyünde bir kayısı üreticisi bahçesinde bizi bekliyormuş. Hemen yola çıkıyoruz. Akşamüstü bahçeye vardığımızda güneşin ufuktaki kızıllığını seyrediyoruz. Bahçe sahibi orta yaşlı bir hanımefendi. Bizi kapıda karşılıyor. Bahçede yaklaşık 1.200 adet orta mevsim sofralık kayısı ağacı var. Bahçedeki ağaçlar gayet sağlıklı, goble terbiye şekli uygulanmış, fakat ağaçlardaki meyvenin azlığı dikkatimizi çekiyor. Sebebini soruyoruz, kadın üretici sorunun ‘Uyuşmazlık ve ilkbahar geç donlarıyla ilişkili’ olabileceğini söylüyor. Uyuşmazlık soruna karşı tozlayıcı olarak Amerikan çeşidi Sungold kullanıyormuş. Meyveler son derece gösterişli, 100-120 gram ağırlıkta. Bahçe sahibi hanım kayısılarının bölgede çok ünlü olduğunu, sahip olduğu pansiyonla agroturizm yaptığını, Çin’in değişik eyaletlerinden ve Avrupa’dan gelen turistlerin pansiyonda konaklayıp kayısı hasadı yapabileceğini anlatıyor. Bölgede yaş kayısının çok değerli olduğunu, ürettiği kayısıları satın alan özel müşterilerin bulunduğunu, bir kilo yaş kayısıyı 12-15 liradan sattığını ifade ediyor. İşletmenin çıkışında kayısıyla ilgili sanatsal çalışmaları inceliyoruz. Duvarlara çizilmiş kayısı ağaç ve meyve resimlerinin önünde hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. 

Gece otelde konaklayıp ertesi sabah başka bir kayısı üreticisiyle buluşmak üzere yola çıkıyoruz. Yolda sepet veya tabaklarda kayısı satan çocuk ve genç kızlara rastlıyoruz. Aracı durdurup meyve satın alıyoruz. Her bir kayısı yaklaşık 130-150 gr. büyüklüğünde. Meyveler çok iri, gerçekten muhteşem görünüyor. Fiyatı ise el yakıyor. Yarım kilo yaş kayısı 30 yuan yani on Türk Lirası. Çinli genç kız “Kayısıların ailesi tarafından serada üretildiğini, ilkbaharda meyve seyreltmesi yapıldığını ve özel gübreleme işlemlerin uygulandığını” anlatıyor. 

Chuan Amca’nın Bahçesinde Kayısı Budadık 

Biraz gecikmeyle başka bir kayısı üreticisi yaşlı Chuan’nın bahçesine ulaşıyoruz. Chuan Amca 80-85 yaşlarında yaklaşık 1.60 m boyunda son derece sempatik bir Çinli. Bizi görür görmez bağırmaya, hararetle bir şey anlatmaya çalışıyor. Hareketlerinden, hitap şeklinden Chuan Amca ile Prof. Liu’nun epeyce samimi olduklarını anlıyorum. Bahçesine girdiğimizde iki hanım işçinin ağaçlara çil ilacı atmasını izliyoruz. 

Bizim için hazırlanan masanın etrafında toplanıyoruz. Masada soğuk limonlu çay, büskivi ve bol miktarda kayısı var.  Chuan Amca Prof. Liu ile uzun uzun konuşuyor. Merak edip soruyorum. Chuan Amca’nın “Yaşlandığını, hastalıktan, bahçedeki sorunlardan dert yandığı” tercüme ediliyor bize. İkram sonrası bahçeyi dolaşıyoruz. Ağaçlar 20-25 yaşında, 3-3.5 metre yükseklikte, çok ağır budama yapılmış.  Bölge aşırı yağış aldığı için çil ve monilya hastalığı sorun yaratıyormuş. Chuan Amca, kayısı ağaçlarına sulama yapmadığını bazı kurak yıllarda sadece bir defa sulama yapmaya ihtiyaç olduğunu anlatıyor. Benden kayısı ağaçlarına budama yapmamı istiyor. Kırmayıp makas ve testereyi alıp işe başlıyorum. Kestiğim her dal sonrası Chuan Amca o dalı niye kestiğimi anlatmamı istiyor. Kısacası meraklı bir öğrenci tarafından imtihan ediliyorum. İstanbul’u, Malatya Kayısılarını, Çin’e tekrar gelip gelmeyeceğimi ve daha onlarca soru soruyor bana. Bu sempatik insanı kırmak ne mümkün, tüm sorularına detaylı cevaplar veriyorum. 

Ara verip tekrar masaya geçiyoruz. Masadaki 1.5 kilo ağırlığındaki yaş kayısılar özel müşteriler için hazırlanmış. Fiyatını öğreniyoruz kutular 35 yuan yani 12 Türk lirası. Chuan Amca ürettiği kayısının bölgede hem ucuz hem de çok meşhur olduğundan siparişlere cevap veremediğinden yakınıyor. Bahçeden ayrılırken bizim için hazırladığı kutuları sunuyor. Biz de Malatya’dan götürdüğümüz kayısılı çikolatayı hediye ediyoruz. Chuan Amca kendisinin kayısı meyvesini ilaç olarak gördüğünü, bir insanın günde mutlaka 2-3 kayısı tüketmesinin zorunlu olduğunu söylemeyi de unutmuyor. 

Çin’de Tarım Üniversiteleri 

Çin’de bulunduğumuz süre içerisinde birinci önceliğimiz kayısı ile ilgili mümkün olduğunca çok bilgi toplamaktı. Diğer taraftan fırsat buldukça Çin’in sosyal, kültürel ve ekonomik yapısıyla ilgili araştırma ve incelemelerde bulunmaya özen gösterdik. Uzmanlar tarafından ABD ile birlikte dünyanın iki süper gücünden birisi olarak kabul edilen Çin’in tarımsal üretim potansiyeli, tarım üniversiteleri ve bu üniversitelerdeki tarımsal eğitim konusunda bilgi edinmek amacıyla çok sayıda üniversite, enstitüyü ziyaret edip akademisyenlerle tanıştık. 

Hemen belirtelim, zorunlu gıda madde ihtiyacını karşılaması, sanayi sektörüne hammadde sağlaması, ulusal gelir ve ihracata katkıları bakımından tarım sektörü stratejik öneme sahiptir. Sanayisi gelişmiş ülkelerin tarım sektörünün de çok iyi konumda olduğunu hatırlatmakta fayda var. Gelişmiş ülkeler vatandaşlarının kaliteli ve sağlıklı beslenmesi için ne kadar gerekiyorsa tarım sektörüne o kadar bütçe ayırıp yatırım yapmaktadır. Konuyla ilgili bir örnek verelim: Malatya’da organik kuru kayısı, Ege’de organik kuru üzüm ve organik kuru incir üretiminin 1980’li yılların sonunda Almanya, İngiltere ve Hollanda gibi gelişmiş Avrupa ülkelerinin kendi tüketicilerinin sağlık ve yaşam kalitesinin iyileştirilmesine yönelik talep sonucu Türkiye’de başlatılmış olduğunu belirtelim.

Daha önceki yazılarımızda Çin’in tarım sektörüne ne kadar önem verdiğini gösteren bir örneği sizlerle paylaşmıştık. Liaoning Eyaleti Ziraat Yüksek Okulu’nun sahip olduğu sera, araştırma merkezi, laboratuar ve sosyal altyapısının kıskanılacak düzeyde olduğunu belirtmiştik. Ayrıca Çin’in Ukrayna, Güney Afrika Cumhuriyeti, Arjantin, Tanzanya, Zimbabwe ve daha birçok ülkede iki milyon hektardan daha büyük araziyi uzun süreli kiraladığı veya satın aldığı bilinmektedir. Ekonomistler su kaynakları ve tarımsal üretimin yeni bir jeopolitik savaş alanı olduğunu belirmektedir. Zengin tarımsal potansiyele sahip fakir veya az gelişmiş ülkelerin arazileri zengin devletler, çok uluslu fonlar veya bankalar tarafından satın alınmaktadır. İşte Çin, bu ülkelerin başında gelmektedir. Zira Çin son yıllarda ihracattan artan milyar dolarları harcayacak karlı ve stratejik yeni alanlar arıyor...

Malatya Tarım Üniversitesi Hayalimiz ve Pekin Tarım Üniversitesi 

Altyapısı hazır olan ve kurulması halinde sosyo-ekonomik ve tarımsal alanda Malatya ve bölgemiz için büyük bir kazanım olacak olan Malatya Tarım ve Teknoloji Üniversitesi kurulması ile ilgili çalışmışları yakından takip eden bir akademisyen olarak fırsat bu fırsat diyerek Pekin Tarım Üniversitesi için iki günümüzü ayırıyoruz.  Pekin Tarım Üniversitesi Genetik ve Uygulamalı Biyoloji Bilimleri Enstitüsü’nde doktora öğrencisi Çen ile otelimizin lobisinde sabah 7’de buluşup tanışma faslını tamamladıktan sonra taksiyle Pekin Tarım Üniversitesi’nin güney kampüsüne doğru yola çıkıyoruz. Çen üniversiteyi tanıtmak üzere Pekin Tarım Üniversitesi ile ilgili bir broşürü çantasından çıkarıp bize takdim ediyor. 

Pekin Tarım Üniversite’nin kuruluş tarihi 1905. Bu tarihte ziraat fakültesi olarak hizmet vermeye başlamış. 1949’da ise Tarım Üniversitesi’ne dönüştürülmüş. Üniversitede 14 fakültede 12.500 lisans, 4.300 yüksek lisans, 2.700 doktora ve 300 post doktora öğrencisi olmak üzere yaklaşık 20 bin öğrenci bulunduğunu öğreniyoruz. Yaklaşık 1.600 akademik personelin çalıştığı üniversitede 64 lisans, 171 yüksek lisans, 95 doktora programı mevcut. Üniversitenin Pekin’de üç ana kampüsü varmış. Biz en eski ve en büyük kampus olan güney kampustayız. 

Pekin Tarım Üniversitesi’nde yer alan fakülte ve bölümlerin ise şu şekilde:

1-Tarım ve Biyoteknoloji Fakültesi: Tarım, Ürün Genetiği ve Islahı, Entomoloji Meyvecilik, Peyzaj Mimarlığı, Bitki Patolojisi, Bitki Koruma, Tohum Bilimi ve Sebzecilik

2-Hayvan Bilimi ve Teknoloji Fakültesi: Hayvan Genetiği, Islah ve Üretim, Hayvan Besleme

3-Biyolojik Bilimler Fakültesi: Biyokimya ve Moleküler Biyoloji, Mikrobiyoloji ve İmmunobiyoloji, Bitki Bilimi, Zooloji ve Hayvan Fizyolojisi

4-Ekonomi ve Yönetim Fakültesi: Tarım Ekonomileri, İş Yönetimi, Finans ve Uluslar Arası Ticaret

5-Mühendislik Fakültesi: Ziraat Mühendisliği, Elektromekanik Mühendisliği, Makine Dizaynı ve İmalatı, Taşıt ve Taşıma Mühendisliği

6-Gıda Bilimi ve Beslenme Mühendisliği Fakültesi: Gıda Biyoteknolojisi, Gıda Mühendisliği, Beslenme ve Besin Güvenliği

7-Hümanizm ve Gelişimi Fakültesi: Gelişim Yönetimi, Yabancı Dil Öğrenimi, Uluslar Arası Eğitim, Bilim ve Teknoloji Yönetimi, Medya ve İletişim, Politika, Sosyoloji

8-Bilgisayar ve Elektrik Mühendisliği Fakültesi: Bilgisayar Mühendisliği, Elektrik Mühendisliği, Elektronik Mühendisliği, Bilgi Yönetimi

9-Ekonomi ve Yönetim Fakültesi: İdeolojik ve Politik Eğitim Fakültesi:  Marksizm ve Temel Prensipleri, Çin Marksizm, İdeoloji ve Ahlak Eğitimi

10-Çevre ve Kaynak Mühendisliği Fakültesi: Tarımsal Meteoroloji, Ekoloji Mühendisliği, Toprak Kaynakları ve Yönetimi, Bitki Besleme, Toprak ve Su Bilimi

11-Veteriner Fakültesi: Temel Veterinerlik ve Tıp, Önleyici Veterinerlik ve Tıp, Klinik Veterinerlik ve Tıp,

12-Fen Fakültesi: Uygulamalı Kimya, Uygulamalı Matematik, Uygulamalı Mekanik, Uygulamalı Fizik 

13-Su Koruma ve İnşaat Mühendisliği Fakültesi: Tarımsal Yapı ve Biyo-Çevre Mühendisliği, İnşaat Mühendisliği, Akışkanlar Mühendisliği, Su Koruma Mühendisliği 

14-Uluslar arası Pekin Fakültesi: Muhasebe ve Finans, İş Yönetimi, Bilgisayar Mühendisliği, Ekonomi, Medya ve İletişim

Pekin Tarım Üniversitesi rektörlük binasının girişinde Çin’in efsanevi lideri Mao’nun devasa bir heykeli duruyor.  Biraz ilerleyince karşımıza merkezi kütüphane çıkıyor. İçeriye giriyoruz. Bir bankta oturup, öğrencileri seyrediyoruz. Öğrenciler oldukça sakin. Donuk ciddi yüz ifadeleri dikkatimi çekiyor. Kitap okuyan, ders çalışan veya telefonuyla oynayanlar çoğunlukta. Bir kısmı aralarında sohbet ediyor. 

Öğrencilerin büyük bölümü üniversiteye bisikletle gelip gidiyor. Biraz daha iyi ekonomik durumda olanlar mobilete sahip. Kütüphaneye gelen öğrenciler bisikletlerini kapı girişine bırakıp içeri giriyorlar. Kapı önünde yüzlerce bisikletin park ettiği bir bisikletpark dikkatimizi çekiyor. 

Sonra kampusun fakülte ve sosyal tesislerini görmek amacıyla kampüsü gezmeye başlıyoruz. Kaldırımların her iki yanını yaşlı kavak, çınar ve özellikle devasa boyutlarda ginko biloba ağaçları süslüyor. Ginko biloba, Türkçe’de gümüş kayısı, fil kulağı ve kız saçı isimleriyle anılan ağacın yaşayan hiçbir yakın akrabası olamaması nedeniyle bu bitki için yaşayan fosil bitki nitelemesi de yapılmaktadır. Ginkolar çok heybetli taç oluşturmuş, yaklaşık 25-30 metre uzunlukta göğe doğru yükseliyorlar.  

Sabah saatleri olmasına karşılık üniversitedeki banklarda çok sayıda öğrenci var. Kızlı erkekli öğrenci grupları kâh müzik dinliyor, kâh kitap okuyor.  Ancak hiçbir taşkınlık yok. Bağırıp çağıran veya yüksek sesle konuşan tek bir Çinliye rastlamıyoruz.  

Her Eyalette Bir Tarım Üniversitesi Kurulmuş 

Çinli doktora öğrencisi Çen bize Çin’deki diğer tarım üniversitelerinden bahsediyor. Pekin Tarım Üniversitesinin en büyüğü olduğunu özellikle vurguluyor. Çin’deki hemen hemen her eyalette tarım üniversitesi bulunduğunu, ayrıca eyaletlerde çok sayıda tarım yüksekokullarının yer aldığını öğreniyoruz. Çin’de bulunan Tarım Üniversiteleri;

1-Anhui Tarım Üniversitesi

2-Çin-Pekin Tarım Üniversitesi

3-Fujian Tarım ve Orman Üniversitesi 

4-Huazhong Tarım Üniversitesi

5-Hunan Tarım Üniversitesi

6-Hebei Tarım Üniversitesi

7-Henan Tarım Üniversitesi

8-İç Moğolistan Tarım Üniversitesi

9-Jianki Tarım Üniversitesi

10-Kuzey Doğu Harbin Tarım Üniversitesi

11-Kuzey Batı Harbin Tarım ve Orman Üniversitesi

12-Nanjing Tarım Üniversitesi

13- Qingdao Tarım Üniversitesi

14-Shaanxi Tarım ve Orman Üniversitesi

15-Shenyang Tarım Üniversitesi

16-Sichuan Tarım Üniversitesi

17-Tianjin Tarım Üniversitesi

18-Xinjiang Tarım Üniversitesi

19-Yunnan Tarım Üniversitesi

20-Güney Çin Tarım Üniversitesi

Tarım üniversitelerinin büyük bölümünün elli yıldan daha eski olması bizi şaşırtıyor. Çinli arkadaşımız Çen, Çin’de tarım üniversitelerinin hep önemli ve prestijli bir konumda olduklarını belirtip önemli bir cümle ekliyor: “Yoksa 1.5 milyar insanın karnı nasıl doyacak?” diyor. 

Öğlen saatlerinde öğrencilerin takıldığı bir kafetaryaya uğruyoruz. İçeride pek fazla kimse yok, sonradan öğrenci olduğunu öğrendiğimiz bir kız hizmet ediyor. Arkadaşımızla garson kız Çince bir şeyler konuşuyorlar, Arkadaşımız Şua, heyecanla yanımıza geliyor. Kafeteryada eşek etinden yapılmış özel bir sandviç yapıldığını, bizim isteyip istemediğimizi soruyor! Şua’nın yüzüne bakıyoruz, şaka yapmıyor, bilakis çok ciddi ve yüz ifadesinden bize bir jest yapmak istediğini anlıyoruz. Ergün Hoca ile göz göze geliyoruz, Ergün Hoca ‘vejetaryen olduğumuzu’ söyleyip Şua’nın teklifini nazikçe geri çeviriyor.  Çin’de özel yemek davetlerinde yemek istemediğimiz bir yiyecek teklifi geldiğinde “Vejetaryen olma” bahanesini çok kullandık diyebilirim. ‘Bu bahanemizi inandırıcı buldular mı?’ diye soracak olursanız hiç sanmıyorum. Hatta Prof. Liu’nun “Türkiye’den gelen herkes Çin’de vejetaryen oluyor” diyerek kıs kıs gülmesi durumu özetliyordu.

Ertesi gün öğlen saatlerinde Çin Bilimler Akademisi Genetik ve Uygulamalı Biyoloji Bilimler Enstitüsü’nü ziyaret ediyoruz. Geçmişte kayısı genetiği konusunda çalışmalar yapmış olan Doç. Dr. Dongcheng Liu ile tanışıyoruz

Doç. Dr. Dongcheng Liu arkadaşımız Şua’nın hocası. Doç. Dr. Liu çok konuşkan birisi, çabuk dost oluyoruz. Bize kahve ikram ediyor. Çin’de geleneksel içecek soğuk çay.  Kahve nadiren ikram ediliyor.   

Kahve içerken büyük bir sürprizle karşılaşıyoruz. Doç. Dr. Dongcheng Liu ve çalışma arkadaşlarının bir makalesi Nisan ayında dünyaca ünlü bilim dergisi Nature’da yayınlanmış. Makalenin basılı nüshalarını imzalayıp bize hediye ediyor. Çalışmada Triticum Urartu ekmeklik  buğdayının taslak genomunu çıkarmışlar ve çalışmayı ünlü dergide yayınlanmaya değer bulunmuş. Liu bize “Dibloid kromozomlu Triticum Urartu buğday türü bugün ticari anlamda üretimi yapılan ve hemen hemen tümü polipolid olan buğdaylar çeşitleri için ideal bir taslak genom olduğunu” anlatıyor.  

Doç. Dr. Liu’ya Triticum Urartu’nun orijinini soruyorum, bilmediğini söylüyor. Ben buğdayın anavatanının ve ilk kültüre alınma yerinin Anadolu olduğunu, Urartuların da Doğu Anadolu Bölgesinde yüzyıllarca önce yaşamış bir millet olduğunu aktarıyorum. Söylediklerime önce itiraz ediyor, sonra belki de nezaket gösterip kabul ediyor.  

Genetik ve Uygulamalı Biyoloji Bilimler Enstitüsünün laboratuarlarını dolaşıyoruz. Fizyoloji, biyokimya, genetik, mikrobiyoloji,  moleküler biyoloji ve daha çok sayıda laboratuar var.  Doç. Dr. Liu’nun moleküler biyoloji laboratuarına giriyoruz. Akşam saatleri olmasına rağmen laboratuarda Öğrenci olduklarını tahmin ettiğimiz 8-10 kişi farklı cihazlarda pür dikkat çalışıyorlar.  Laboratuara girmemize rağmen kimse bizimle ilgilenmiyor, hatta dönüp bakmıyorlar bile. 

Laboratuarda PCR, elektroforez, HPLC, spektrofotometre,  kızılötesi görüntüleme cihazları, santrifüjler, inkübatörler, onlarca derin dondurucu, steril kabin, iklim odaları, liyofilizatör,  sonifikatör var. Cam dolaplar ve masa üstleri kimyasal sarf maddelerle dolu.  Akşam çoktan olmuş. Doç. Dr. Liu iklim odasında yeni çimlenmiş primitif buğday türü olan Triticum Urartu fidelerini bize gösteriyor. Bu fideciklerin yapraklarını kullandıklarını, materyalin kendileri için ne kadar önemli olduğunu uzun uzun anlatıyor. 

Biz ‘Tarım Üniversitesi Gerekli midir’ Diye Tartışırken….

Lisansüstü öğrencilerin ders çalıştıkları büyük bir salona geçiyoruz. Yaklaşık 5-6 öğrenci bilgisayarlarının başında çalışıyorlar. Salondaki masaların tümü tahta sunta malzeme ile birbirinden ayrılmış, öğrenciler birbirini görmüyor. Salona müthiş bir sessizlik hakim. Doç. Dr. Liu öğrencilerine bizi tanıştırıp Çince kısa bir şeyler anlatıyor. Öğrenciler saygıyla bizi selamlıyorlar. 

Doç. Dr. Liu’nun akşam yemeği davetini kabul edip Pekin’de çok şık bir lokantaya gidiyoruz. Yemek boyunca üniversitelerden, kayısıdan ve Malatya’dan bahsediyoruz.  Konuşulacak o kadar çok şey var ki… 

Akşam otele doğru yürürken Pekin’de son iki gün yaşadıklarımı düşünüp tecrübe adına kazanımlarım için buruk bir sevinç duyuyorum. Biz Türkiye’de konsept üniversiteler olmalı mı olmamalı mı, Tarım Üniversiteleri gerekli mi gereksiz mi diye tartışırken birilerinin bizi çoktan geçip gitmiş olduklarının üzüntüsünü yaşıyorum…

Prof.Dr. Bayram Murat ASMA

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız