SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Kaz Dağlarından Geliyorum

A- A+ PAYLAŞ

Alişan HAYIRLI

 

De ki: "Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş, görün!". 6:11

Yeryüzünde, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yarattık, rahat gidebilsinler diye dağların aralarında geniş yollar var ettik. 21:31

Görmedin mi Allah'ın gökten indirdiği su ile yeryüzü (nasıl) yem-yeşil oluyor? Gerçekten Allah çok lütufkârdır, her şeyden haberdardır. 22:63

De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde) ahret hayatını da yaratacaktır." Gerçekten Allah her şeye kadirdir. 29:20

Kur’an-ı Kerim

 

Beyaz adam, anası dünyaya ve kardeşi gökyüzüne sanki satın alınabilen veya yağma edilebilen bir mal gibi, koyunlara ve parlak boncuklara davrandığı gibi davranır. Onun bu iştahı ve hırsı bir gün dünyayı yiyip bitirecek ve geriye sadece çorak bir çöl bırakacaktır.

Kızılderili Reis Seattle

 

********************

 

Al eline bir değnek,

Tırman dağlara, şöyle!

Şehir farksız olsun tek,

Mukavvadan bir köyle.

 

Uzasan, göğe ersen,

Cücesin şehirde sen;

Bir dev olmak istersen,

Dağlarda şarkı söyle!

Necip Fazıl

 

****************  

 

Örtse gözlerimi sonsuz bir diyar

Mezarım kalsa dağlara yadigâr,

Gönlümü çiğneyip geçen nazlı yar,

Belki mezarımdan ağlar da geçer.

Ömer Bedrettin Uşaklı

 

***************** 

Sarıkız, Çanakkale iline bağlı Ayvacığın bir köyünde ailesi ile yaşarken, küçük yaşta annesi vefat eder. Babası Sarıkız’a, “Biliyorsun anneni çok severdim, burada çok hatırası var, anneni unutmam zor oluyor. Buradan göçelim" der ve Kaz dağlarının eteğindeki Güre köyünün yakınlarındaki Kavurmacılar köyüne gelerek yerleşirler. Burada çobanlık yaparak geçimlerini temin ederler. Köyde çok sevilirler. Köyün yaşlıları, gençleri sarıkızın babasına akıl danışırlar. Köylüler onun ermiş olduğunu düşünürler. Aradan yıllar geçer Sarıkız büyür güzel bir kız olur. Babası da yaşlanır. Aklında hep hacca gitme fikri vardır. Hacca gidebilmek için namazında niyazında sürekli Allah? a yalvarır. Sarıkız babasının bu isteğini yerine getirmesi için onu teşvik eder. Babasına artık büyüdüğünü kendisine bakabileceğini, daha fazla yaşlanmadan hacca gitmesi gerektiğini söyler. Babası kızını komşusuna emanet eder, hacca gider. O zamanlar hacca gitmek şimdiki gibi değil, belki altı ay, belki de daha fazla, yaya gidiliyor.

Babası hacca gittikten sonra, köyün delikanlıları, Sarıkıza talip olurlar. Sarıkız hiçbirine yüz vermez. Onlarda dedikodu yayarak Sarıkıza iftira ederler.

Baba hacdan dönünce kimse yüzüne bakmaz, selamını almazlar. Sarıkızı teslim ettiği komşusuna bunun sebebini sorduğunda, Sarıkızın kötü yola düştüğünü söyler. Baba günlerce düşünür. Adet olan hac hayrını da yapamaz. Köyde yaşayabilmesi için namusunu temizlemesi gerekmektedir. Fakat çok sevdiği kızını öldürmeye kıyamaz. Yanına aldığı birkaç kazla, kızını, Kaz dağının zirvesine götürüp oraya bırakır. Orada yabani hayvanlara yem olacağını düşünür.

Aradan yıllar geçer. Bayramiç tarafından gelen yolcuların dağda yollarını kaybettiklerinde, darda kaldıklarında kendilerine sarı bir kızın yol gösterdiğini, yardım ettiğini söylerler. Kazlarının olduğunu, hatta bunların bir gün Bayramiç ovasına inerek çiftçilerin mahsulüne zarar verdiğini, köylülerin bu durumu sarıkıza söylemeleri üzerine, Sarıkızın eteğine doldurduğu taşları saçarak, bir avlu oluşturduğunu, kazlarında artık aşağılara inmediğini söylerler. Kaz avlusu diye anılan bu alanın duvar kalıntıları günümüzde bile gözükmektedir.

Bu hikâyeleri dinleyen baba, bunun Sarıkız olabileceğini düşünür. Dağın yolunu tutar, zirveye vardığında, duvarlarla çevrili kazların bulunduğu bir alanla karşılaşır. Kızını bugün sarıkız tepe diye anılan yerde bulur. Sarıkız, babasını gördüğüne sevinir. Ona saygı gösterir, hürmet eder. Babası namaz kılmak için abdest almak ister. Sarıkız, abdest alması için babasının eline su döker. Babası suyun tuzlu olduğunu söyler. Sarıkız aceleden yanlışlıkla denizden aldığını söyler ve testisini vadilere doğru uzatır. Yeni doldurduğu suyu babasının eline döker. Babası buz gibi tatlı suyu tadınca kızının erdiğini anlar. O sırada siyah kara bir bulut gökyüzünü kaplar, Sarıkız kaybolur. Babası kızının erdiğine, sırrının açığa çıkması nedeniylede kaybolduğuna kanaat getirir. Kızına iftira edildiğini anlar ve köylülere beddua eder. Bugün Kavurmacılar köyünde yaşayan kimse kalmamış, muhtar, köy mührünü, yaşayan kimse kalmadığı için Kaymakamlığa teslim etmiş ve köyün adı kütükten silinmiştir. Sarıkızın babası üzüntü ile tepelerde dolaşırken bugün Baba tepe denilen yerde ölür. Yöre halkı Sarıkıza ve babasına dağın yassı taşlarını üst üste koyarak mezar yaparlar. Sarıkızın mezarının olduğu tepeye Sarıkız tepe, Babasının bulunduğu tepeye Baba tepe derler. Yöre halkı her yıl ağustos ayında Sarıkızı ve babasını anmak için buralara çıkarlar.

Kaz dağı ve Sarıkız efsanesi- Anonim

 

 

·        Kaderin çizdiği yolda…

İnsan kaderinin peşinde gider, derler…

İstanbul-Çanakkale otobüsüne bindiğimde, derin bir nefes aldım. Yaklaşık 26 yıl süren bir “iç savaşın” arabulucu-hakemlik görevini başarıyla yerine getirmiş, kangren olmuş bir acıyı mutluluk şerbetiyle sona erdirmiştik.

Mutluydum. Göğsüm genişlemiş, içim açılmıştı. Artık gözüm arkada kalmayacaktı. “Bayramiç, Kaz dağları kültür ve doğa gezisine” huzur içinde katılabilirdim.

Büyük sürprizler, tatlı anılar, rüzgâr gibi geçecek bir 6 gün beni bekliyordu. Mukadderat,  noktasına ve virgülüne kadar işliyor, alın yazısı çileli bir yolun daha başında olduğumu söylüyordu.

Kaz dağını ve efsane Sarıkız’ı öyle sevmiştim ki…

Yazamayacak kadar… Söyleyemeyecek kadar… Gizleyecek kadar sevmiştim.

Bu gezinin benim için ayrı bir önemi vardı. Yolumuzun üzerindeki bir ilçe benim için hayli özel bir mekândı…

·        Ezine…

Gündüzbey dağlarında ve derelerinde aradığım çocukluk anıları henüz hafızamda tazeliğini korurken şimdi gençliğimin önemli bir bölümünün geçtiği Ezine’ye doğru gidiyordum.

22-23 yaş… 1,5 yıl…

Aradan yıllar, yıllar, yıllar geçmiş… Heyecan son noktada… Kalbimin atışı daha otobüste hızlanmaya başladı. İlçeye yaklaştıkça, hele hele yol kenarındaki tel örgüleri gördükçe inanılmaz ölçüde heyecanlanıyordum.

Yüreğim hop hop atıyor.                                             

Kalp atışlarım, otobüsün motor sesini bastırıyordu!

Yanımda oturan şahıs kalp atışlarımdan rahatsız olur diye korkuyordum.

Dile kolay, tam 27 yıl geçmiş… Kalbim saniyede 27 kez çarpıyordu.

Otobüs, beni ilçe merkezinde ana yolun kenarına bıraktığında, dizlerimin bağı çözüldü… Oracıkta yığılıp ölebilirdim.

İki tarafı çam ağaçlarıyla kaplı yolu bir tünel gibi örten dallar arasından askeri birliğin kapısına doğru aheste ilerlerken, sanki 27 yıl öncesine zaman tüneline girmiş gibiydim.

Nizamiyeye şöyle bir göz attım. Burada beni ziyarete gelmişlerdi. Topu topu beni 2 kişi ziyaret etmişti. Çanakkale’de görev yapan veteriner eniştem ve astsubay teyzem oğlu… Şimdi o günü dün gibi hatırlıyorum.

Nöbetçi astsubaya selam verip içeri girdim. Oturdum. Sanki bir kemik yığını koltuğa yığıldı. Gözlerim doldu, içime 27 yıllık bir acı oturdu.

Ağaçları, gökyüzünü adeta gözlerimle oyuyor, havasını bir patoz gibi çekiyordum. Ruhen ve manen değil, sanki biyolojik olarak 27 yıl öncesine dönüşmüştüm.

Eğitim sırasındaki sesler kulaklarımda yankılanıyor, dağlarda sırtımda taşıdığım havan topunun kokusu burnuma doluyordu.

Kısacası, tarifi zor duyguların pençesinde kıvranıp duruyordum.

Daha fazla kalırsam içimdeki acı katmerleşerek artacaktı. Ne kadar kaldım, tam olarak bilemiyorum. İzin istedim.

Çıktım…

O koruluk yolda askeri birliği geride bırakarak yürüyorum ama yol mu bende ben mi yolda yürüyorum anlayamadım. Ağaçlar sanki tersten hareket ediyor gibiydi…

27 ton yükle gidiyorum sanki. Sesli sesli konuşuyor, bazen de ağlamaklı oluyordum.

Yolun sonunda olan oldu.

Bıraktım kendimi…

İçimde sımsıkı tuttuğum duygu yüklü yağmurlar aniden boşalıverdi.

Ezine’yi adeta sel basmıştı. (Bana öyle geliyordu)

Ezine sokakları selden geçilmiyordu. (Bana öyle geliyordu)

Kara bulutlar gökyüzünü kaplamış, gök gürlemiş, şimşekler çakmış, en sonunda da yağmur yağmıştı.

Başıma gelen şey, sıradan bir meteorolojik hadiseydi.

·        Alın yazısı: Bayramiç yolu

Bütün benliğimi hüzün sarmış bir şekilde hızla uzaklaşıyordum ilçeden… Beni Bayramiç’e götürecek otobüsün bir an evvel durağa gelmesini bekliyordum.

Bu karabulutları dağıtacak tek yer tek çare Bayramiç’ti…

Oh nihayet, Bayramiç yolundayım… Kurtuluyorum Ezine’den… Geçmişin acı veren karanlık yüzünden, bana gelecek vadeden umut dolu bir ilçeye Bayramiç’e doğru yol alıyoruz.

Dümdüz, yemyeşil tarlalarla kaplı Bayramiç yolunda ilerliyoruz.

Ezine-Bayramiç arası 27 kilometre… Benim Ezine’den sonra kaybettiğim yıl 27…

Yolun güzelliği bile, aslında huzur veren bir ilçeye doğru yol aldığımızı gösteriyordu.

Otobüsle değil, sanki uçarak bir kuş gibi kondum Bayramiç toprağına…

Hüzün nispeten yerini huzura bırakmış, mutluluk hormonları yeniden hareket etmeye başlamıştı.

İlçeye girdiğimizde karabulutlar yerini masmavi bir gökyüzüne bıraktı. Zaten ben bu küçük ve şirin ilçeyi görmeden sevmiştim.

Sevmem gerektiğini biliyordum.

Sevmem lazımdı.

Sevmeliydim.

Sevecektim.

Sevdim de… Kendi vatanım gibi, kendi köyüm gibi, kendi canım gibi sevdim.

·        İlk gün, ilk akşam: Altın kayısı ve Malatya rüzgârı

Doğru öğretmenevinin bahçesine gittim. Benden önce gelen birkaç kişi vardı.

Bayramiç beni karşılamak için adeta seferber olmuştu!

Her gören “Şu meşhur Alişan Hayırlı siz misiniz?” diye soruyordu. Fransız yazar Victor Hugo görünümlü, sempatik tavırlı hocamız Şahabettin Kalfa bizi karşılayanlar arasındaydı. Bayramiç Kaymakamı, Bayramiç Belediye Başkan Yardımcısı, Öğretmenevi Müdürü,  organizasyon hocası Cumali Yaşar, Boskilli(Baskil) Mustafa ve daha niceleri beni karşılayanlar arasındaydı.

Alişan Hayırlı’dan çok bu kayısının gücüydü. Çünkü ben gelmeden önce kayısılar gelmiş herkese dağıtılmıştı.

“Yarabbi o ne muhteşem tattı.”

“O meyve miydi yoksa cennetten gelen bir iksir mi?”

“Yoksa Ab-ı Hayat mı?”

Birinci grup üyelerine dağıtılmış, şimdi de ikinci gurup üyelerine yani bizim gruba dağıtılacaktı.

Aslında herkes “Alişan Hayırlı” dan çok, “Kayısı gönderen Alişan Hayırlı’yı” merak ediyordu.

Kendisi ne olacaktı ki, işte sıradan bir vatandaştı.

Öyleydi de…

Bütün gözler bana bakıyordu!

Nihayet beklenen misafir gelmişti!

Mütevazı bir şekilde öğretmenevinin beyaz plastik sandalyesine oturdum.

Grubun pek muhterem mensuplarının beni gıpta ile karışık kıskandıklarını tahmin edebiliyordum.

·        Kaz dağları bir felsefedir

Kaz dağı doğa ve kültür gezisinin ilk günü tanışma, bilgilendirme toplantısı, yerleşme, akşam yemeği ve ilk ders sunumları ile geçti.

Ahmet Zeki Orta’nın Ahenk Uygulamasıyla başlayan ders zinciri, Gönüllü Doğa Koruyucusu Şahabettin Kalfa’nın verdiği “Yeşil dünya Kaz dağları” konulu sunumuyla devam etti ve Yrd. Doç. Dr. Zeynep Sencan Altınoluk’un verdiği “Kaz dağlarında Mitoloji” konulu dersiyle sona erdi.

Kaz dağlarının bir dağ kütlesinden ibaret olmadığının sinyallerini aslında ilk günkü derslerden sonra almıştım. Sonraki günlerde anladık ki;

Kaz dağı bir efsaneydi…

Kaz dağı bir tarihti…

Kaz dağı bir oksijen deposuydu…

Kaz dağı bir hayvanlar âlemiydi…

Kaz dağı bir orman şehriydi…

Kaz dağı bir felsefeydi…

Kaz dağı bir hayattı…

Kaz dağı bir sevgi ve aşk kaynağıydı…

Kaz dağı bir sevgiliydi…

Tertemiz havası, gürül gürül akan dereleri, buz gibi suları, anıt ağaçları, envai türlü bitkileri, dillerden dile dolaşan efsaneleri, endemik çiçekleri, gökyüzü ile birleşen tepeleri, cıvıl cıvıl öten kuşları, kulağınıza masal fısıldayan rüzgârları, ruhunuzu okşayan esintileri, sizi rüyalar âlemine taşıyan sisleri ile sanki tarih öncesi bir zamanı günümüz âlemine bağlayan bir köprü, bir hayat bağı…

Bu dağ bir kültür dağı… İçine aldı mı sizi, ta götürür antik çağlara, rüyalar âlemine, zaman ötesine…

Tutup sarmalar sizi… Bırakmaz, bir daha şehrin kirli ve onursuz hayatına dönmeye…

Çiçeklerinin kokusu mis gibi havayla birleştiğinde ortaya gençlik iksirinin formülü çıkıyordu.

Kaz dağlarının silueti karşıdan bakıldığı zaman altın gibi parlıyordu. Güneş yemyeşil dağları, köknar, çam, meşe vs ağaçları parıl parıl parlatıyor, bütün bir mekân yeşilin en güzel tonlarıyla adeta size bir nazlı gelin gibi gülümsüyordu.

Bir an önce yarın olmasını ve ilk doğa gezisine çıkmayı dört gözle bekliyordum. 

·        Mehmet Akif Ersoy sürprizi

Ancak onun öncesinde programın ikinci, gezimizin birinci parkurunda şehir turu attık. Beni ilk bekleyen sürpriz Mehmet Akif Ersoy oldu. Çünkü Akif, Bayramiç nüfusuna kayıtlı idi. İstanbul’da doğmuş, ancak orada kaydedilmediği için Babası Bayramiç’e geldiğinde burada nüfusa kaydedilmişti. Akif’in babasının imamlık yaptığı Karşıyaka Camii ile Akif’in çocukluğunun geçtiği evi gördük.

Akif’in oyun oynadığı üzerinden atladığı taş köprüde fotoğraf çektirdik. Akif’in manevi huzurunda duygulu anlar yaşadım ve kendisine dua ettim. Allah rahmet eylesin…

Bu konudaki bilgilere aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

http://www.bayramic.bel.tr/htm/mehmetakifersoybayramic.asp

·        Fatih’in hocası Akşemsettin ve Bayrami Tarikatı

İlçe merkezini tanımak için grup olarak yollara düştük.

Taş köprü (Karşıyaka köprüsü) Cami-i Cedid (Karşıyaka Camii), Hacı Bali Camii (Tepe Camii) Hadımoğlu Konağı ve türbeler, çeşmeler, köprüler, hamamlar, mezar taşları…. İlk günkü Bayramiç turunda ziyaret ettiğimiz tarihi ve kültürel mekânlardı. Akif’in babasının imamlık yaptığı Camii Cedid bahçesinde 600 yılık sedir ağacı dikkatimizi çekti.

İlçede beni en fazla etkileyen tarihi eser Hadımdoğlu Konağı oldu. Türkiye’de eşi az bulunan tam bir şaheser… Ceddimizin mimari zevkini ve estetik anlayışını ortaya koyan örnek bir eser. Bu eseri, herkesin mutlaka görmesi lazımdır. Konakla ilgili bilgilere http://www.canakkalekulturturizm.gov.tr/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF1D2BBDFC4052639BB3F1BDC60F597ECC linkinden ulaşabilirsiniz…

Ayrıca ilçe merkezini gezerken önemli bir bilgiye daha ulaştık. Bu yörede Bayrami tarikatının yaygın olduğu belirtildi. Hatta Fatih’in hocası Akşemsettin’in bu tarikata bağlı olduğu söylendi.  İlçe’nin adının da bu tarikattan dolayı geldiği ifade edildi.

Öğleden önceki turumuz, Pazar yerini ziyaret ile sona erdi. Bölgede yetişen envai türlü meyvelerin sergilendiği Pazar tam bir şenliği andırıyordu.

·        Evciler köyü ve Ayazma

Öğleden sonra ilk durak yerimiz Bayramiç barajı oldu… Kısa bir baraj turundan sonra bu yörenin en meşhur, en zengin köyü olan Evciler köyüne geldik. Kaz dağının sefasını süren bir köydü. Kaz dağının havası, rüzgârı, güneşi ve tabii ki suyu Evcileri ihya etmişti. Malatya’da kaysı ne ise burada da Elma o idi. Elma yetiştiriciliğinde yıllık 150 bin tonla bölge lideriydi. Yöredeki bir güngörmüş kişi, Evciler köyünü anlatırken “Medeniyet girmeden para giren köy” ifadesini kullandı.

Köy çıkışında, Ayazma’ya varmadan dere kenarındaki bir tesiste alabalık yedik.

Ve artık Ayazma’ya zaman gelmişti. 2-3 kilometrelik mesafeyi yürüyerek geçtik. Temiz hava, bol oksijen, tatlı bir yürüyüş ritmi grup üyelerini oldukça memnun etmişti.

Ayazma, ayaz yani soğuk, serin anlamına geliyor. Bölgenin en ünlü ve en güzel mesire yeri… Ayazma’yı anlatabilecek bir babayiğit varsa gelsin, buyursun! Benim gücüm yetmez kardeşim! Benden bu kadar! En iyisi siz gidin, görün ve çarpılın!

·        Sarıkız

Kaz dağları deyince ilk akla gelen yer Sarıkız tepesidir. Sıra, gezimizin en önemli parkuruna gelmişti. Rehberimiz Balıkesir Üniversitesi Coğrafya bölümünden Doç. Dr. Abdullah Soykan’dı… Soykan hocamızın rehberliğinde bölgeyi gezmek bizim için büyük bir ayrıcalık ve zevkti.

Aracımıza bindik ve sabahın erken saatinden itibaren Akçay yoluna düştük. İlk uğrak yerimiz Ayvacık ilçesi, Küçükkuyu Beldesi’ndeki Adatepe Zeytinyağı müzesi oldu. Zeytin’in ve zeytinyağının hikâyesini tarihi eserler ve belgeler eşliğinde öğrendik.

Sarıkız tepesine varmadan önceki son durağımız Zeytinli beldesi oldu. Lokma tatlısı yedik, çay içtik ve dinlendik. Haydi, ver elini Sarıkız, Kaz dağları…

Milli park sınırından içeri girdik ve yaklaşık 1 saatlik tırmanıştan sonra en zirveye ulaştık. Tam karşımızda Sarıkız tepesi… Bütün güzelliği ve heybetiyle bizi bekliyordu. Efsane Sarıkız bize bakıp gülümsüyordu.

Zirveye ulaşma duygusu insanoğlunda tarifi zor hisler yaratır. Kuş gibi olur, hafifler, ayağınız yerden kesilir, sanki mutlu sona ulaşırsınız. Yeniden doğmuş gibi günahsız ve temiz. Yer ile gök arasında artık sadece siz varsınız…

Gördüğünüz iki renk var her tarafta yeşil ve mavi… Denizin mavisi, gökyüzünün mavisi ve ormanın yeşili… İnsan tabiatına ve fıtratına uygun doğal renkler… Bütün duyu organlarımız en doğal şekliyle çalışıyor. Burnunuz temiz hava alıyor, gözünüz yeşili ve maviyi süzüyor, teniniz rüzgârla okşanıyor, ayağınız toprağa temas ediyor, diliniz Sarıkızı söylüyor, kalbiniz kutsal yaratıcıyı zikrediyor.

Edremit Körfezi tamamen görüş açınıza giriyor. Gözlerinizin pikseli burada 360.0… Küçükkuyu, Altınoluk, Akçay, Ören, Havran, Edremit, Burhaniye ve daha öteleri ayağınızın altında… Kuzey tarafında Bayramiç ve Çan…

Sarıkız tepesinde aynı anda namaz kılanlarla türbeye bez bağlayanları görmek mümkün… Herkes kendi inancına göre hareket ediyor. 

Bir gün sonra bu dağlarda ve Sarıkız tepesinde Türkmenlerin ve Yörüklerin şenlikleri başlayacak. Hafta boyunca kurbanlar kesilecek, hayırlar yapılacak, yemekler yenecek, ibadetler icra edilecek. Ne yazık ki ekip olarak bunları görme şansımız yoktur. Geziden sonra özel bir programla bölgeye gelmek için yaptığımız programlar da gerçekleşmedi. İnşallah başka bir bahara…

·        Ve Hasanboğuldu

Sarıkız tepesinden ayrıldıktan sonra Akçay-Altınoluk arasında kalan bir bölgeye geldik. Sutüven Şelalesi ve Hasanboğuldu gölü…

Hasanboğuldu efsanesini bu linkten okuyabilirsiniz. http://www.kazdaglari.com/kultur/hasan/hasan.html

Bu efsanelerin doğruluğu bir yana, ama zaten bu yerlerin kendisi bir efsane… Sutüven şelalesi ve Hasanboğuldu gölü bölgenin Ayazma’dan sonra en güzel mesire yerleri… Türkiye’de eşine az rastlanan belki de endemik mesire yerleridir. Yüce Allah sanki burayı özenerek yaratmış… Cennet ile kıyaslamak geliyor insanın içinden…

Sutüven’nin ve Hasanboğuldu’nun bir saatini başka yerin bin yılına değişmem.

Allah’ım ne kadar da dardayım. Görüyorum, yaşıyorum ama anlatamıyorum.

Ey Yüce Allah’ım dilimin bağını çöz!

Çöz ki, dostlarıma Hasanboğuldu’yu, Sutüven’i anlatabileyim.

Suyunun berraklığını, havanın temizliğini, ağaçların yeşilliğini, şelalenin sanki göle değil kalbime doğru akan sularını, derenin bir uyum içinde nasıl da dans edercesine akıp gittiğini anlatabileyim.

Kuşların ve Ağustos böceklerinin bu kompozisyonu nasıl da tamamladıklarını anlatabileyim.

Rabbi Âlemin bana güç ver!

Ver ki Hasanboğuldu’nun ve Sutüven’in toprağını, taşını, kayasını, rüzgârını, ağaçların arasından sızıp gelen güneş ışınlarını insanlara anlatabileyim.

Ey Hasanboğuldu, sen boğuldun mu boğulmadın mı, bilmiyorum…

Ama ben boğuldum!

Ey Emine! Sen kendini astın mı asmadın mı, bilmiyorum.

Ama ben astım!

·        Tahtakuşlar müzesi: Ah Gündüzbey, ah Gündüzbey kapıları!

Gündüzbey’in bahçe kapıları ve kilitleri… Ta 1200 kilometre ötede, Güre’de, Tahtakuşlar köyünde, bir müzede sana rastlayacağım bin yıl geçse aklıma gelmezdi.

Hasanboğuldu ve Sutüven şelalesinden ayrıldıktan sonra günün son gezilecek yeri olan Tahtakuşlar Etnografya Galerisine doğru hareket ediyoruz. Beni orada çok ama çok büyük bir sürpriz bekliyordu. Hasanboğuldu’nun ve Sutüven’in insanı çarpan güzelliği karşısında kemiklerim erimiş, ruhum hüzünlenmişti. Dünyaya henüz uyum sağlayamaya çalışırken, zavallı kalbimin yeni bir sürprize tahammülü kalmamıştı.

Benim geçen Şubat ayında doğup-büyüdüğüm dünyanın en güzel köylerinden biri olan Gündüzbey’de bahçe aralarında yaptığım gezi sırasında, bahçe kapılarının önünde diz çöküp dakikalarda ağlaşmamı ve dertleşmemi hatırlarsınız… http://www.gunduzbey.bel.tr/gunduzbeyhaber.asp?newID=117 (Kapı ve kilitleri ile ilgili bölümleri ve Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz)

Müze içinde köyüme ait 100 yıllık kapı kilidi (Pağa) ile karşılaştığımda sanki hayatımın en değerli varlığı ile buluşmuş gibi oldum. Onun benim için bir tahta parçası, bir kapı kilidinden öte bir anlamı vardı.

Camla kaplı çerçeveyi çıkarıp almak, kucaklamak ve öpmek istedim. O bana aitti. Benim ciğerimden bir parça… O kupkuru bir ağaç parçası değil, o kalbimin anahtarıydı. Zamana nasıl da direnmiş, vahşi teknolojiye nasıl da meydan okuyordu. Mağrur ve gururlu bir bakışı vardı. Beni görünce sanki tanıdığını anladım. Kader onu buralara kadar sürüklemiş, adına müze dedikleri bir mekânda herkesin teşhirine açmışlardı. “Beni kurtar” diye bağırıyordu, kapı kilidim… Canım benim.

Ancak ne yazık ki, camekânını bile açmama müsaade etmediler. Esir olduğu mekânda, camekânın dışından bir görüntüsünü almakla yetindim.

Şimdi, geçen kış yazdığım Gündüzbey Belediyesi sitesindeki o yazıdan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum:

“Şu Gündüzbey bahçelerinin bir kapısı bile ömre bedel. Şair olsam bir şiir yazar, müzisyen olsam bir şarkı besteler, heykeltıraş olsam heykelini yapar, muharrir olsam romanını yazardım bu kapıların…

Zamana direnen, teknolojiye meydan okuyan, betona ve demir kapılara doğru “Ben ölmedim buradayım, yaşıyorum” diye bağıran ölümsüz kapılar… Capcanlı, dip diri kapılar.

Sadece kuş seslerinin arada bir çınladığı, tabiatın içinize işleyen derin sessizliğinde, huşu içinde kapıyı dinlemeye başladım.

Oturup dertleştik.

Beni bu dünyada en iyi anlayan kapı oldu. Ben onları özlemişim, onlar beni.

Dertler başka.

Çalıların yerini demir-dikenli teller, tahta kapıların yerini boyalı-demir kapılar, kulübelerin yerini iğrenç beton binalar, patika yolların yerini asfalttan çirkeflikler almış.

Kapının derdi bu. Beni sökecekler, yerime demir parçası koyacaklar. Hem de Gündüzbey’de, doğanın kalbinde… Küçüklüğümün efsunlu mekânlarında…

Derdi elemi büyük. Benim de derdim büyük. Beraber oturup ağlaştık.”

 

·        Çırpılar diye bir köy, Ahmet Günüz diye bir hoca…

Gezimizin 4. Günü Bayramiç’in Çırpılar köyünü ziyaret ile başladı. Otobüs yetmeyince, ek bir araç tahsis edildi. Benle beraber ekipten 3 kişi Orman Şefliğinin aracı ile geziye katıldık. Şoförümüz İbrahim Bey, geziye başladığımız ilk yer olan Çırpılar köyündendi. Evciler köyü kadar olmasa da güzel, zengin ve verimli bahçeleri olan bir köydü. Çırpılar’da mola verip çay içtikten sonra, İbrahim Bey’in çocuğu Gizem’i de araca alıp yola koyulduk.

Bugünkü parkurumuzun yürüyüş yolu, orman, çiçekler ve doğa yönünden güzelliği tabii ki tartışılmazdı. Ama tartışılmayan bir şey daha vardı: O da rehberimiz Prof. Dr. Ahmet Günüz… Hayatımda böyle bir hoca görmedim… Dersi anlatırken, doğada bir böceği, bir bitkiyi tarif ederken adeta kendinden geçiyor. Alnıma silah dayasanız dinlemeye tahammül edemeyeceğim biyoloji derslerini öyle bir anlatıyor ki, adeta kendimizden geçiyoruz. Yarabbi! dedim kendi kendime, ben bu biyoloji dersini de ne kadar seviyormuşum. Ne kadar tatlı, güzel ve sevimli bir konuymuş…

Hoca anlatırken adeta coşuyor, fıkraları, esprileri ardı ardına patlatıyor. Herkesle şakalaşıyor, arkadaş oluyor, hopluyor, zıplıyor, hayatı bir film gibi yaşıyor. 

Alanındaki bilgisi ve uzmanlığı tartışılmazdı, ama anlatım tekniğindeki başarısı da tartışılmazdı.

Türkiye’deki bütün hocalar keşke böyle olsaydı.

Tam bir neşe kaynağı…

Keyfimize diyecek yok.

Bir yandan temiz hava, doğa, çiçekler, orman ve Sarıkız… Bir yandan hocamızın bizi kahkahalara boğan oyunları, esprileri, şakaları…

Eee daha ne olsun!

**************

Hem yürüyor, hem bir bitkinin ya da ağacın etrafında toplanıp ders görüyor, hem bir orman evinde oturup dinleniyor, hem öğlenleri karpuz ekmek yiyor, hem de her bir köşeden manzara seyrediyoruz.

En sonunda Sazak Orman Gözetleme kulesine vardık. Bu parkurun en üst noktası idi. Güney-Batı tarafında Gönen sınırlarını görebiliyorduk.

Her tarafımız yemyeşil orman… Gökyüzü masmavi… Rüzgâr bedenimizi sarsacak kadar etkili esiyor. Artık hür ve mutlusunuz. Zirvede olmak böyle bir şey.

Oksijen damarlarınıza yavaş yavaş sızıyor ve sizi oracıkta “zehirliyor!”

Burada zehirlenmeden kaçış yoktu, ya fazla oksijenden ya da Çan termik santralinden zehirlenecektiniz!

*****************

Uzunoluk Orman evinde mola verdik. Molamızın doğal yemeği; peynir, ekmek, karpuz…

Oradan Beypınarı orman evine ulaştık. Burada bizi nefes ve ses çalışmaları bekliyordu. U-e-i-ü-a seslerini çıkarmayı öğrendik! Nefesimizi içimize çekip “uuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu” ladık… Bir ara ben kısa devre yaptım… Uuuu sesi duracak gibi değildi… Yanımda oturan Ahmet hocanın tokadı ile kendime geldim. Galiba bu dersi de fazla ciddiye almıştım!

************* 

İnişte şoförümüz İbrahim Bey bizi kendi köyüne, baba evine götürdü. Çay demlenmiş, hazırdı. Evin babası, annesi ve torunu hizmet için seferber oldular. Taze peynir, domates salçası ve tabii ki köy ekmeği… Evde ne varsa önümüze konuldu. Tatlı ve sevimli yaşlılar köy evinde huzur içinde yaşıyorlardı.

Sanki 40 yıllık dost-ahbap gibi hemen kaynaştık. Sohbet koyulaştı. O kadar çok sevdik ki biz bu aileyi, seneye görüşelim dedik, ayrıldık. Teşekkürler İbrahim abi, teşekkürler yaşlı dedemiz, güzel teyzemiz, akıllı yeğenimiz… Teşekkürler Çırpılar köyü…

·        Kurşunbatmaz, Dalaksuyu, Tavşanoynağı…

Yörede gezilecek, görülecek yerler o kadar çok ki… Değil 6 gün 6 hafta gezseniz bitiremezsiniz. Doyamazsınız buraların güzelliğine…

Sonraki günkü parkurumuz, bir önceki parkurun bir benzeri, adeta kopyası idi… Yerler ayrı, isimler farklı, ama güzellikler aynıydı.

Karaköy, Karagöl, Kurşunbatmaz, Yedikardeşler ve Tavşanoynağı parkurumuzun rehber hocası Dr. Öner’di. Ahmet Günüz hocanın aksine, son derece ciddiydi. Bilgilerini otomatiğe bağlamış, bizleri bir öğrenci, doğayı da Hacettepe üniversitesi kampusu zannediyordu.

Gruptan bana takılanlar oldu: “Alişan dikkatli dinle, imtihan edeceğim seni! Yoksa sınıfta kalırsın!”

Grup o kadar akıllı çevrecilerden oluşuyordu ki, tabii bunlardan ikisi benim hemşerimdi. Hemen olayı tatlıya bağlayıp, her soğuk ortamdan sıcak bir ortama geçiş yapabiliyorlardı. Kimsenin ders dinlemeye niyeti yoktu. Hocamızın öğrenci sayısı azaldı… Nitekim sonradan hocayı ortalıkta gören de olmadı! Ormanda kaybolduğunu söyleyenler bile oldu!

·        Anadolu'nun En Büyük Antik Sütun Merkezi-Ezine Koçali

Assos’a giderken yolumuz üzerinde uğrayacağımız önemli bir bölge daha vardı. Ezine Koçali bölgesindeki dev antik sütunlar.

11 metre 30 santimetre boyunda, 1 metre 40 santimetre çapında ve yaklaşık 60 ton ağırlığındaki 9 sütunun, büyük bir kaya bloğundan birden fazla sütunun hazırlanmasını görme açısından önem taşıyor.

Bu sütunlardan Alexandreia Troas Limanı'nda da bulunmaktadır. Bu da bize ocakta işlenen sütunların büyük ihtimalle ahşap kalaslar üzerinden kaydırılarak limana getirildiğini gösteriyor.

Geçmişi yaklaşık 2 bin yıl öncesine dayanan sütunlar, bölgedeki taş ocağından çıkarıldıktan sonra İtalya, Mısır ile Suriye'ye ihraç edilmiş ve buradaki yapılarda kullanılmış…

·        Assos: Antik liman şehri

Kaz dağları gezisinin finalini Assos Antik Liman Kenti ile yaptık…Assos (Behramkale) ile ilgili geniş bilgiye bu http://www.assosrehberim.com/nm-Assos_Antik_Kenti-cp-100 siteden ulaşabilirsiniz.

Bayramiç’ten hareket ettikten sonra Ayvacık üzerinden Babakale’ye vardık. Babakale’nin bütün bilgileri http://www.babakale.com/sayfalar/index.htm bu sitede genişçe yer alıyor.

Daha sonra Apolyon Smitius Tapınağı’na geçtik.  Buradan son  günümüzün son gezi yeri olan Assos (Behramkale) da noktayı koyduk. Tarihi mekânlar ve eserler açısından son derece heyecan verici bir gezinin sonuna geldik.

·        Kaz Dağları doğa ve kültür gezisi

Kaz dağları, İsviçre’nin Alplerinden sonra dünyanın oksijeni en fazla bölgesi olarak ün salmıştır.

Kaz dağları 3. Dönem 2. grup Doğa ve Kültür gezisi Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi ile Bayramiç Belediyesi tarafından düzenleniyordu.

Her grup 24 kişiden oluşuyordu.

Büyük ilgi olduğu için kontenjan çok önceden dolmuştu.

Organizasyonun en önemli kişileri 18 Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Cumali Yaşar, 18 Mart Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği öğrencisi Güvenç Sönmez, Gönüllü Doğa Koruyucusu Şahabettin Kalfa, Rehber Yüksel Türk ve Koordinatör Şerife Gümüş gezinin güzel geçmesi için olağanüstü çaba sarf ettiler. Bu gezinin hamisi de tabii ki 18 Mart Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Osman Demircan’dı…

Bayramiç Belediye Başkan Yardımcısı Ergun Tüzgen, yardımcı gibi değil sanki başkan gibi bizimle ilgilendi. Akşam etkinliklerinin hepsine katıldı. Tahsis ettiği yurt, araç ve imkânlarla bize büyük katkılarda bulundu. Kendisini yürekten kutluyorum.

·        Organizasyonun eksileri

Peki, profesyonelce hazırlanmış bu gezinin hiç mi eksiklikleri yoktu. Vardı tabii, olmaz olur mu? Bu kadar güzel geçen gezinin yanında olumsuzlukları yazmaya değer miydi?

Otobüs bazen geç kalktıysa, kaldığımız yurdun sıcak suları arada bir akmadıysa, otobüs içinde megafon yoktuysa, vs. bunların ne önemi var. Bu gezi programının altında birçok kişinin imzası vardı ve aylardır süren hummalı ve çileli bir çalışma yapılmıştı.

Gönül muradına erdi mi, erdi… O zaman daha ne diye hataların üzerinde durursun!

·        Bayramiç favori ilçem…

Bayramiç gerçekten de ülkemizin en güzel ve en modern ilçelerinden biri… Şehirlerarası ana arterden uzak olmasına rağmen, Çanakkale’nin birçok ilçesini geride bırakmış… Hele hele Ezine’den kat kat daha gelişmiş… Bunda mahalli yöneticilerin payı olsa gerek… Tertemiz caddeleri, geniş kaldırımları, büyükşehirlerde bile az bulunan yeşil alanları, parkları, son derece modern ve büyük Pazar yeri, bakımlı yüzüyle Bayramiç benim favori ilçem oldu… Öncelikle Belediye Başkanımızı ve bilhassa Başkan Yardımcımız Ergun Tüzgen’i yürekten kutluyorum. Memleketini seven, böyle dürüst ve vatansever yöneticilere çok ihtiyacımız var.

·        Eğitim programları

Gezimizin eğitim ve rehberlik bölümü son derece profesyonelce hazırlanmıştı. Gündüzleri doğada unutulmaz geziler yaparken, bize o yörenin en ünlü uzmanları eşlik ediyor, geceleri de yine en tanınmış bilim adamları bilimsel dersler veriyordu. Bu anlamda son derece verimli ve zengin bir kültürel kurstan geçtiğimizi söyleyebilirdim. Doğa ve çevre hakkında bilinçleniyor, birçok doğruları öğreniyor, birçok yanlışlarımızı düzeltiyorduk.

Gezinin seçkin katılımcıları, ders veren hocaları acımasızca eleştiriyor, itiraz ediyor, bazen de ayakta alkışlıyorlardı. Koca Rektör yardımcıları zor durumda kalıyor, Bölge Müdürleri ise kendilerini bir anda Genel Müdürlük koltuğunda buluyorlardı.

Beyefendi kişiliği, sabırlı tavırlarıyla grubun gönlünde taht kuran Rektör Yardımcısı Sayın Demircan’a, “Hocam, Danimarka neden Kyoto anlaşmasını imlazamadı?!!!” diye hesap soranlar, “Ama hocaaaaaammm! Memleketin durumu ne olacak” diye yakınanlar…

Çevrecilerin sağı solu belli olmazdı. Yerin dibine de batırırlar, göğe de çıkarırlardı.

Hepsi de okumuş, aydın, elit insanlardı. Bütün sunumları dikkatlice dinliyorlar, sunum sahiplerini soru yağmuruna tutuyorlar, konuyu enine boyuna irdeliyorlardı.

Prof. Dr. Osman Demircan “ Kazdağları’nda Oksijen Üretimi”, Prof. Dr. Kenan Kaynaş “Kazdağları’nda Tarım ve Sürdürülebilir Tarım Teknikleri”, Prof. Dr. Ahmet Gönüz “Kazdağları Bitkisel Potansiyeli ve Fitoterapide Kullanılabilirlik”, Prof. Dr. Mehmet Emin  Özel “Uydu Görüntüleri ve Uzaktan Algılama ile Kazdağları”,  Doç. Dr. Şükran Yalçın Özdilek “Akarsu canlıları ve habitatları”, Yrd. Doç. Dr. Hasan Özdilek,  “Olmak ya da olmamak işte tüm mesele bu… Son yüzyıldaki Ekolojik Ayak İzlerimiz”, Yrd. Doç. Dr. Füsun Erduran “Kazdağlarında Milli Park sorunu”, Yard. Doç. Dr. Sencan Altınok ” Kazdağlarında mitoloji”, Öğretim Gör. Dr. Şükrü Öner,  “Kazdağları Biyo –İklim Katları” konulu sunumlarını başarıyla verdiler.

Şimdi burada Kenan hocamıza da bir parantez açmak lazım… Kenan Hoca, gerçekten de sunumunda konuya ne kadar hâkim olduğunu gösterdi. Kendisini yürekten tebrik ediyorum.

Kazdağları kursunda yapılan sunumların hepsine    http://www.kazdaglari.org/kalfa adresinden ulaşabilirsiniz.

·        Ahenk ve uyum uygulaması

Yoğunlukla İstanbul, İzmir, Ankara olmak üzere Türkiye’nin birçok ilinden farklı kültürel ve sosyal tabakaya mensup kişilerden oluşan grup ilk defa bir araya geliyordu. Gezinin uyumlu ve verimli geçmesi önemliydi. Bu nedenle ilk günden itibaren gurubun hemen kaynaşması için “Ahenk uygulaması” adı verilen bir etkinlik konulmuştu.

Türkiye’nin ilk profesyonel bayan hakemi Lale Orta’nın muhterem eşi Öğretim Görevlisi Ahmet Zeki Orta ahenk uygulamasını başarıyla gerçekleştirdi. Grubun yaş ortalaması(2 çocuk hariç tutulursa) 45 civarındaydı. Orta yaş ve orta yaş üstü insanlar, akşamları Ahmet Hoca sayesinde unutulmaz anlar yaşadılar. Oyunlar oynadık ve böylece tekrar çocukluğumuza döndük. Güldük, eğlendik. Bir baktık ki, daha dün ilk defa bir araya gelen insanlar olarak bir anda 60 yıllık dost gibiydik.

İlerleyen günlerde birbirimize ismimizle hitap ediyor, senli benli konuşuyorduk. Esprilerin ardı arkası kesilmiyor, grup bir anda şaka moduna giriyor, neşe ve gülücükler çiçek gibi açıyor, fıkralar havada uçuşuyordu.

Bu neşeli grubun havasına ayak uyduramayan büyük adamlar da vardı tabii ki içimizde… Ama onları da hoşgörü adına anlayışla karşılıyor, evrensel insanlık değerleri adına görmezlikten geliyorduk. Görevli arkadaşlarımızın sabırlarını zorlayan kimi davranışlar, grubun yüksek potansiyelli hümanist duvarlarına çarpıp geri dönüyordu.

Uyum ve ahenk 6 gün boyunca en üst seviyede seyretti. Buradan Ahmet Zeki Orta hocamıza teşekkürü bir borç biliriz. (Hocam siz bir sepet kayısı hak ettiniz)

·        Doğa gezileri ve hocalar

Aslında biz 24 kişi ve bizden önceki dönemin katılımcıları Türkiye’nin en şanslı doğa ve kültür gezisi yapan insanlarıydık.

5 gün boyunca doğada ve tarihi mekânlarda yaptığımız gezilere rehber olarak o yörenin en ünlü uzmanları eşlik etti. Karşılaştığımız diğer grupların rehbercileri, hocalarımızı görünce bize gıpta ile bakıyorlar ve hayranlık besliyorlardı. “Nokta atışı yapmış ve en iyi hocayı bulmuşsunuz” diyorlardı.

Türkiye’nin en güzel yerlerini en iyi hocalarla gezmenin zevki ve farkı bir başkaydı. Memlekete dönünce “hava atacağımı” söylüyor, grup üyeleri bu espriye kahkaha ila karşılık veriyorlardı.

Burada Şahabettin Kalfa hocamız için büyük bir parantez açmamız lazım. Gezinin ta başından sonuna kadar bize eşlik etti. Olağanüstü bir insan. Tutkulu bir çevreci. Genç ve dinamik yapısıyla Kaz dağının adeta bir Karacaoğlan’ı, Köroğlu’su… Kendisini Kaz dağına adamış çağdaş bir Hasanboğuldu… Köknar ağacı kadar sağlam, Çam ağacı kadar sıcakkanlı… Kendisini tanımaktan büyük mutluluk ve bahtiyarlık duydum. Selam olsun size hocam!

·        Anne esprisi

“Annem bana kızar”

“Şimdi anneme ben ne diyeceğim?”

“Ya annem duyarsa?”

“Annem beni öldürür”

“Annem müsaade etmiyor”

“Anneme sorayım da”

Gruptaki arkadaşlar ve hocalarımız bu vecize sözleri hep bir espri olarak algılamış ve tatlı tebessümlerle karşılamışlardır.

Anne bizde kutsal bir varlıktır. Hem dinimizin, hem örf ve adetlerimizin anneye ne kadar önem verdiğini anlatmaya gerek var mı?

Anne-çocuk ilişkisi, çocuğun büyümesi ile birlikte şekil değiştirir. Çocuk artık büyümüştür, genç bir delikanlı olmuştur ve annesine ihtiyacı yoktur! Annenin daha sözü dinlenmez!

Hâlbuki benim annem ile olan ilişkilerim hep aynı düzeyde devam etti. Espri olarak zannedilen bu sözleri gerçekte ciddi söylüyordum. Annem hâlâ bana bu yaşta kızıyor ve hayatımı yönlendirmeye çalışıyordu.

Her yaptığım işe müdahale eder ve benim hep iyiliğimi ister. İstisnasız bütün gezilerime karışmıştır.

Kaçkar dağları gezisinde Çamlıhemşin’e indiğimde arayıp halini sorayım dedim… Temmuz’un sonunda Verçenik yaylasında kar, tipi, sis, yağmur ve doludan donma tehlikesi geçirmiştim.

“Oğlum orada ne arıyorsun? Ne işin var bu sıcakta?! Çabuk gel evine otur!” diye bana kızdığında “Ne sıcağı anne… Burada donuyorum” dedim. “Şuna bak! Bir de utanmadan yalan söylüyor. Sen yalana da mı başladın? Çabuk gel “ diye bana kızmaz mı?

·        Bayramiç-Kaz Dağı ve Malatya-Nemrut Dağı

Kazdağı 65 kilometre uzunluğunda, 35 kilometre eninde, Doğu’dan Batı’ya doğru uzanan bir dağ kültesidir. Dağın Doğusunda Yenice-Kalkım, Kuzeyinde Bayramiç ve Çan, Batısında Ayvacık, Güneyinde yani deniz tarafında Küçükkuyu, Altınoluk, Akçay, Edremit, Ören, Burhaniye gibi artık turistik bir bölge hüviyeti taşıyan yerleşim birimleri bulunuyor. Kaz dağının esintisi ve suları, deniz kültürü ile birleşince bölgenin Güneyi almış başını gitmiş… Kaz dağına çıkmak için hep güney yolu kullanılıyor. Kaz dağı turizmi başta Zeytinli beldesi olmak üzere güneydeki yerleşim birimlerini ihya etmiş. Devlet de zaten hep bu bölgeye yatırım yapmış…

Fakat asıl Kazdağı Bayramiç tarafında… Bayramiç Kaz dağı arası 30 kilometre… Milli Parklar, Bayramiç’ten Sarıkız tepesine geçit vermiyor. Bayramiç üzerinden Kaz dağına çıkmak istediğinizde ta güneyi dolaşmak zorundasınız ki, bu yaklaşık 150 kilometreye tekabül ediyor.

Bu durum bana Nemrut Dağı ulaşımında Adıyaman ile yaşadığımız bazı sıkıntıları hatırlattı. Kaz dağı ile Nemrut Dağı arasındaki ulaşım benzerlikleri bende şaşkınlık yarattı. Biz de Malatyalılar olarak Bayramiç ile aynı sıkıntıyı yaşıyoruz. Her ne kadar Nemrut’a ulaşım bizim taraftan serbest olsa da, Adıyaman-Malatya arasındaki bağlantı kopuk olduğu için bunun fazla bir etkisi olmuyordu. Nemrut’a gitmek isteyenler Malatya’yı tercih ederlerse 90 kilometre, Adıyaman’ı tercih ederlerse 240 kilometre gitmek zorundalar.

Kim bilir, aynı kaderi paylaştığımız için belki Bayramiç’e olan sevgimin bir sebebi de bu olabilir mi?

·        Kaz Dağı’nı kurtarmak

Ey Beyaz Adam! Duydum ki, Kaz dağlarında siyanürle altın arayacakmışsın! Yer altı madenlerimizi işletip ülkemizi çağdaş müreffeh seviyeye taşıyacakmışsın! Memleketimizi zengin edecekmişsin! Yöre insanına aş ve iş verecekmişsin!

Hay Allah razı olsun senden! Ne kadar da memleketi düşünüyorsun. Ben senin ananı babanı da bilirdim… Memleketimizin kalkınması ve gelişmesi uğruna ne cefalar çektiklerini bilmez miyim?!

Bana bak Beyaz Adam! Sen çocuk mu kandırıyorsun!

Söyle bana, neyin var senin? Eğer vicdanın varsa vicdanına, eğer dinin varsa dinine, kitabın varsa kitabına, paran varsa parana, gücün varsa gücüne hitap edeyim.

Senin fikrin neyse zikrin de odur.

Eğer Kaz dağlarına elini vurursan elin kırıla!

Senin dünyayı kirlettiğin yetti artık! Suyumuzu, havamızı, toprağımızı kirlettin! Allah da senin 7 sülaleni kirlete!

İnşallah domuz gribine yakalanasın! Kaz dağlarının zehirli mantarıyla iki seksen uzanasın!

Ayıların saldırısına uğrayıp param parça olasın!

Ölümün, altın bulmak için doğaya salacağın siyanürle olur inşallah!

Kaz dağlarında kazacağın çukurlar mezarın olur inşallah!

Daha akıllanmayacak uslanmayacak mısın?

Görmüyor musun? Başka dünya, başka Türkiye, başka Kaz dağları var mı? Allah gözünü doyura!

Sen bu dünyanın havasını solumuyor, bu dünyanın suyunu içmiyor, bu dünyanın ekmeğini yemiyor musun?

İnsan mısın, mahlûk musun sen?

Suyun, havan, toprağın biter, kirlenirse ne zıkkımlanacaksın! Hı söyle bana!

Uzaya gidip başka bir dünya mı bulacaksın?

Bre ahlaksız, vicdansız, dinsiz, imansız!

Sen laftan sözden anlamaz mısın? Adam gibi uyardık anlamadın, eylem yaptık tınmadın, yasa-kitap-kanun dedik dinlemedin, he ağam, canım paşam diye yalvardık takmadın!

Seni Kaz dağlarına KAZma vurmaktan ne alı koyacak bilmem ki!

Bütün değerleri aşındırdın. Hiçbir değer tanımaz oldun. Tek anladığın, daha çok zengin olmak, daha çok para kazanmak!

Ey Ankara’daki böyük adamlar! Peki ya size ne demeli?

Yok, arkadaş, artık bu işin Beyaz Adamı Siyah Adamı kalmadı!

Altımızı oyan, çevremizi kirleten, ormanlarımızı yok eden, bütün değerlerimizi tüketen vahşilerin rengi de, dini de, fikri de aynı!

Hepinizin Allah canını ala!

Bir karış toprağa, bir yudum suya, bir lokma ekmeğe, bir nefeslik havaya muhtaç kalasınız inşallah!

Sanmayın ki bu doğa kördür, duymaz, bilmez! Canı yoktur, kendini savunamaz! Dili yok, gücü yok! Sanmayın!

Doğa, kendisine yapılan her yanlışın faturasını çıkarır!

Ve son olarak şunu söylüyorum. Unutmayın ki;

“Çanakkale Geçilmez” destanını yazan bu millet, müttefik şirketlerin (şerlilerin) amansız kazılarına karşı göğsünü siper edecektir.

 

·        Bırakma beni!

Sarhoş olduk biz bu diyarlarda… Zehirlendik bu mekânlarda… Oksijeni, havası, rüzgârı, dağı, deresi, ovası, suyu, çiçeği, sisi, bitkisi, toprağı, meyvesi, köyü, bahçesi, balıkları, ormanı ve insanları bizi sarhoş etti.

Zehirledi…

İyi mi oldu yani!

Şimdi biz şehre nasıl döneceğiz?

Medeniyete! nasıl uyum sağlayacağız?

Teknolojiye nasıl ayak uyduracağız?

Modern dünyayı nasıl kabulleneceğiz?

İnsan olmaya alışmıştık burada, sevmeye, paylaşmaya, doğallığa, samimiyete, güzelliğe alışmıştık.

Ciğerlerimiz ve zihinlerimiz aynı anda temizlenmişti… İnsan olduğumuzu anlamıştık. Fıtrata dönmüştük.

Ey Bayramiç! Ey Sarıkız! Ey Kaz dağları! Bırakma bizi! Al kollarına, sımsıkı tut bizi! Medeniyet! öcüsünün önüne atma bizi!

Ey orman kardeş, bana da köşende bir yer ayır.

 

Kalayım sonsuza dek kucağında!

Kuş olur öterim dallarında!

Kelebek olur uçarım çiçeklerinde!

Kurt olur ulurum her daim tepelerinde!

Ayı olur yatarım ağaç kovuklarında!

Balık olur yüzerim göllerinde!

Mantar olur yapışırım gövdelerinde!

O2 olur yaşarım havalarında!

 

Altının olur feda ederim kendimi!

Siyanürcülerin önünde siperin olurum!

 

Homeros olur destanını yazarım!

Bırakma beni!

Ne olur! Ne olur! Ne olur!

 

Fotoğraflar linki:

http://picasaweb.google.com.tr/alisanselimhayirli/KazDaglar#

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız