SON DAKİKA
SON DEPREMLER

'Köln Bülbülü'

0
Güncellendi - 2015-12-28 00:32:28
'Köln Bülbülü'
A- A+ PAYLAŞ

Melih YILMAZ

asuyektayilmaz@hotmail.com

1960’lı yılların ikinci yarısındayız.  

“Her mahallede bir milyoner!” oluşturmaktan vazgeçip Devrimci ve Turancı yetiştirdiğimiz zamanlar. Ver ha dünya sorunları ile hemhâl olup burnumuzun ucunu göremediğimizden rütbelilerin bıçaklarını bilediklerini de hissetmediğimiz bir acayip vakitler.

O vakitler 2. Dünya Savaşı’nı en altta bitirip derisi kemiğine, kemiği iliğine yapışmış Almanya, kendini epeyce bir toplamış, hatta epeyce topladığı için ağır sanayiye geçip işçileri yetişmediğinden dolayı üçüncü (ne üçüncü, sonuncu) dünya ülkelerinden Kunta Kinte toplamaya çalışmaktadır. 

1970’li yıllara bir veya birkaç yıl kala, ağzındaki dişlerine kadar kontrol edilip Alamanya’ya yollanır Anadolulu Mehmet. Ardından on binlerce Mehmet yollanır Avrupa’ya, hizmet etsin diye onlara.

Yalnız, bu Mehmet’ler köyünden başka bir yeri, örneğin bırakın İstanbul’u, bağlı bulunduğu vilayeti görmeden, oralarda yaşamadan, birdenbire kendilerini bambaşka bir kültürün, bambaşka bir coğrafyanın içinde bulurlar: İlleri var bizim ile benzemez, dilleri var bizim dile benzemez! 

Zor yıllardır. Yaban ellerde çalışıp “elin ağzının kokusunu” çektiği yetmezmiş gibi Kapıkule’den başlayıp köyünde biten bir sömürünün de ilk kurbanlarıdır onlar. Malum, Alamancıların çektiği sıkıntıları anlamakta zorluk çeken, onları parababası olarak gören buradakiler, adım attığı her yerde onlardan ekonomik anlamda yararlanma derdindedir; en azından bir paket yabancı sigara cebine konmadıkça hiçbir işleri yapılmazdı desem abartılı mı olur acaba? İnanmazsanız sorun çevrenizde hâlâ var olan Alamancılara.

Edebiyat ve sinema dünyamız, bu Alamancıların dramıyla doludur 1970’lerden beri.

İşte Adalet Ağaoğlu’nun Fikrimin İnce Gülü adlı romanından uyarlanan ve başrolünü hemşerimiz İlyas Salman’ın oynadığı Sarı Mercedes filmi… Tunç Okan’ın Otobüs’ü…

Edebiyat dünyasından da epeyce örnek verilebilir. 1965 TİP Malatya Kongresi’ne de gelen ve özellikle Akçadağlılarca sevilip romanları eleştirilen Fakir Baykurt, Asya adlı romanında Malatya’dan izler bulunan Demirtaş Ceyhun, Üç Tekerlekli Bisiklet öyküsü Yılmaz Güney tarafından Baba adıyla filme aktarılan Bekir Yıldız yurt dışında işçi olarak çalışan yurttaşlarımızın dramlarını anlatan yapıtlar üretirler.

Ancak bu film ve edebiyat yapıtlarının öznesi olan “Alamancılar” filme ve özellikle okumaya uzak insanlardır. Sabahın köründe yaşadığı barakalardan, suyu akmaz evlerden işe gidip anası ağlayıncaya kadar çalışıp evine dönen işçimiz, “Dün akşam kaldığım yerden Yaşar Kemal’in İnce Memet’ini okumaya devam edeyim bari!” ya da “Bu akşam Günter’in sinemasında Belgin Doruk ve Zeki Müren’in filmi oynayacakmış, kalk hanım sinemaya gidelim!” diyemezdi haliyle.  Üstelik okuma yazma bile bilmiyordu çoğu. Çok gerekliyse bir ilkokul diploması uydurmuşlardı. Sanat ve edebiyat kalburüstü insanların işidir efendim. 

Köyünden, yaşadığı coğrafyadan ayrılmak zorunda kalmış insanların yarasına merhem olacak tek şey türkülerdi. 

Türkülerin yer aldığı nesneler de plaklardı. Plakların çalındığı pikaplar da her evde bulunmuyordu; üstelik plaklar ülkemizde modaydı; Avrupa’da değil. Çünkü “bant”lar çıkıyordu; nam-ı diğer kasetler.

Kasetlerdeki türküleri dinlemek için de gerekli olan tek şey şu an atılmadıysa, bozulmadıysa, torun tosun tarafından vidaları sökülüp içlerindeki ıvır zıvırlar parçalara ayrılıp birleştirilemediğinden can çekişmekte olan, evlerimizin en zula yerlerinde bulunan, belki çekyatın en dibinde bir yerlerde kendine yer bulmuş teyplerdi.

Teybe taktın mı bandı, bir anda memlekette oluverirdin.

Pikaplar da vardı tabii, ama plaklar biraz daha hassasiyet isteyen araçlardı. Üstelik kasetler silinebiliyordu; üzerine yeni kayıtlar yapılabiliyordu. Birisi aldı mı bir türkücünün kasetini, boş kasetlere çoğaltılabiliyordu. Aşırmacılık ruhu eskiden beri vardır efendim bizde. 

İşte o yıllarda Malatya’da yaşayan Yüksel adlı bir hanım kızımız vardı.

Hanımların yaşından laf edilmez! Hanımlar on beşinde de yetmiş beşinde de hanımefendidir.

Babasının görevinden ötürü ilk ve orta öğrenimini Malatya, Muş, Ankara ve İstanbul’da tamamlar. Rivayet odur ki bu hanımefendi kızımız 1966/1970 yılları arasında Malatya’da Kernek ve Hürriyet Gazinolarında da sahne alıp sesiyle Malatyalı aileleri büyülemiştir. İnsanın ruhunun içine işleyen bir sesi olan Yüksel Özkasap Hanımefendi lise yıllarında Cahit Sıtkı Tarancı ve Faruk Nafiz Çamlıbel hayranıdır. Bizce, bu saygın hanımefendinin zulasında gün ışığına çıkmayı bekleyen nice nice şiirler bulunmaktadır. 

Ortaokul ve lise yıllarında sesinin güzelliğinden ötürü bir süre özel müzik dersleri alır. Bu müzik derslerine ilk plağı çıktıktan, yüz elli bin adet sattıktan sonra da devam eder.

Yüksel Özkasap, liseyi bitirince kuzeninin yanına Almanya’ya gider. Güya kısa bir gezidir bu. Gidiş o gidiş. Sesi herkesi büyüler ama o da yüreğini Yılmaz Asöcal’a kaptırır. Evlenirler. Bu evlilikten ilk plağının türküsü gibi bir Gülom kız, bir de babası gibi Yılmaz bir delikanlı dünyaya gelir.  

Haydar Haydar türküsü (Lütfen, bir diğer sayfadan youtube’u açar mısınız?) ile yüreklerdeki yerini perçinleyen, mekânı cennet olası Ali Ekber Çiçek, Yüksel Özkasap kızımızdaki yeteneği keşfeder. Onun Gülom adlı ilk plağına divan sazıyla eşlik eder, vokalistlik yapar. Yüz elli bin sattığını yazmıştık daha önce.

Gurbetçiler (Bu söz gerçek anlamda yurtdışında yaşayanlar için söylenmiştir.), memleket özlemlerini –daha birçok türkücümüzün yanında- Yüksel Özkasap’ın kasetleriyle giderirler. Beyaz Atlı Şimdi Geçti Buradan (Youtube’u açmadınız mı hâlâ?) bir milyon adet satar. Dönemin ünlü türkülerini kendi yorumuyla hem gurbettekilerin, hem de gurbettekileri bekleyenlerin yüreğine işler. Hüzünlü bir sesi vardır. Ağlamaklı ama ağlamayan, hasrete, acılara direnen bir sestir bu.  Kahverengi Gözlerin, İşte Gidiyorum Çeşm-i Siyahım, Almanya’ya Mecbur Ettin Yoksulluk Beni ve hemşerisi/hemşerimiz Fahri Kayahan’dan Ayrılık Ateşten Bir Ok, haklı olarak Köln Bülbülü sıfatını almasına neden olur.

Yurt içinde ve dışında birçok ödül de almış Sayın Köln Bülbülü; ama en iyi ödül halkının yüreğinde edindiği yer değil midir?

Bülbül, doğu kültürünün, bizim parçamızdır, canımız ciğerimizdir. Bülbüller, gül bahçesi içerisinde sevdiğine sabahlara kadar feryad ü figan edip kavuşamayan ve gül için canını veren efsanevi kuşlardır. Sesleri büyüleyicidir. Bülbül candır.

Köln de malumunuz, doğduğu toprakların özlemi içerisinde, hiç alışık olmadıkları kültür ortasında ekmek paralarını çıkarmaya çalışan insanlarımızın yaşadığı yerlerin timsalidir.

Köln Bülbülü de güllerin, güllerine kavuşmak için gün sayan bülbüllerin, ana, bacı, yâr özlemi içindeki insanların çığlığıdır.

Şimdi lütfen youtube’u açın; çalışan iseniz amirinize çaktırmayın, ola ki sıkıntı çıkar; ama bu sayfayı okuduğunuza göre… Neyse olmazsa bir müsait zamanda açarsınız youtube’u. Amir konumunda iseniz bir sıkıntı yok. Açın youtube’u ve arama kısmına Yüksel Özkasap yazın. Evde ya da özel işinizdeyseniz veya çalışma saatleri dışında iseniz şu an, serbestsiniz demektir. Eğer bencileyin ellili yıllara yakınsanız ve de geçiyorsanız mutlaka tanıyorsunuz Hanımefendiyi ve en az bir kez dinlemişsinizdir. 

Yazıya hürmeten bu satırlara kadar gelme sabrını gösteren kırk, otuz yaş altı gençlerseniz ve de hiç duymadıysanız ya da az duyduysanız Yüksel Özkasap adını lütfen youtube’a başvurunuz.

Malatya’nın ve ülkemizin nice nice değerlerinden yalnızca biridir Sayın Yüksel Özkasap Hanımefendi.

Hayatın koşuşturmaları arasında, bir dinlenme anında anımsayıverdim birden bire; sonra sandıktan çıkardım kasetleri. Teypte dinlemeye çalıştım; bozuk çıkıyordu sesler. Youtube’a başvurdum. Saatlerdir dinliyorum. Dinleye dinleye bu yazı çıktı ortaya.

Paylaşayım dedim sizlerle…  

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

1 yorum yapılmış

  • hasan karagöz (6 yıl önce)
    60 yaşındayım hala dinliyorum. mükemmel bir ses .sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
    0
    0
    Yanıtla