SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Orhan Tuğrulca

Levent Vadisine İnceleme Gezisi

A- A+ PAYLAŞ

MALATYA'NIN GERÇEK GÜNDEMİNE DAİR..

Orhan TUĞRULCA

Tarihçi-Yazar

otogrulca@hotmail.com

Seçim sonuçları, analizleri, meclisin boykot edilmesi, yemin etmeme direnişi, anayasa, hukuk, partiler “ihanetler” vs. vs. Ülke siyasetinin çalkalandığı bir ortamda, bütün bunları yüz üstü bırakıp yeni ve gerçek gündemler oluşturmak kolay değil bunu biliyoruz.

Ülkenin son yirmi-otuz yılında vukua gelmiş siyasi çalkantı ve çatışmaları az çok bilen biri olarak şunu gördük: Her tartışma ve sürtüşme bu ülkenin potansiyel enerjisinden bir şeyler alıp götürdü.

Bu ülkenin gelişmesi, zenginleşmesi, mutlu ve müreffeh bir ülke olması için harcanması gereken enerjimiz heba olup gitti. Şair İsmet Özel’in dediği gibi “Kendi virüslerimizi kendi bataklığımızda özenle üretip durduk.”

Ne yazık ki üzerinde yaşadığımız toprakların bize sunduğu tarihi kültürel ekonomik ve coğrafik imkân ve potansiyelinin farkına varmadan hayatı birbirimize zehir ettik. Allah’ın bize bahşettiği bu toprakların potansiyelini açığa çıkarıp insanca, hakça ve barış içerisinde yaşamak yerine, fakirliği, cahilliği, baskı ve sindirmeyi, gasp ve talanı, yok saymayı, görmezden gelmeyi, fitne ve fesatlığı, niteliksizliği kendimize reva gördük.

Bu teorik girişi daha fazla sürdürmek niyetinde değilim. Zira bu yazının amacı bugün burada teorik serzenişlerde bulunmak değildir. Tersine bir gezi-inceleme konusunu burada paylaşmaktır. Amacımız biraz sonra aktaracağımız izlenimlerin altında yatan gerçekliğin bizim asıl gündemlerimizi oluşturması gerektiğini vurgulamak maksatlıdır.

Geçtiğimiz günlerde Levent vadisi başta olmak üzere Akçadağ çevresine yapmış olduğumuz inceleme gezisinden dönerken doğrusu bu ülkenin asıl gündeminin başka türlü olması gerektiğini düşünüp hayıflandık.

Akçadağ konusunda uzmanlığına çok güvendiğim değerli meslektaşım tarihçi-yazar Süleyman Demir ve bize eşlik eden memurumuz Halil Koşar’la birlikte öğleden sonra yola çıktığımızda ilk uğradığımız yer Şeyh Ali Efendi türbesi oldu. İçinde yalnızca Şeyh Ali Kara efendinin ve ailesinin yer aldığı devasa türbe ve hemen yan tarafta bulunan cami ve müctemilatı ilk dikkatimizi çeken hususlar oldu.

Kara mağaranın bulunduğu güzergâh üzerinden Keklikpınarı’na yöneldik. Vadisine hayran kaldığımız Keklikpınarı’nda adeta kar suyundan süzülüp gelen suyunu içtikten sonra Ancar köyünün hemen sağ tarafından Resuluşağı köyünün yolunu tuttuk.

Yol boyunca Süleyman hocam bir taraftan bölge coğrafyası, köyler ve derin vadilerle ilgili bilgi verirken bir taraftan da tepelerin zirvesinde açıkça görülen Tümülüslere dikkatimizi çekmeye çalıştı.

Akçadağ bölgesindeki hemen her tepeyi karış karış defineci suçlamalarına aldırmadan dolaşmış ve incelemiş olan Süleyman Bey, ağırlıklı olarak Roma Bizans döneminde kalmış olan mezar odalarının ve Tümülüslerin defineciler tarafından nasıl tahrip edildiğini de üzüntüyle anlattı. Nitekim tahrip edilmiş, eşilmiş ve geride sadece birkaç tane kalabilmiş olan Roma Bizans mezarlarını bizzat yerinde görme imkânını bulduk. Levent vadisine doğru giderken sol tarafta yüksekçe bir tepenin eteklerinde yer alan bu mezarlıkta yaptığımız incelemede dikdörtgen biçimindeki taşların baş ve ayakuçlarında yuvarlak balbal türü taşların olması, yanlarda yer alan taşların üzerinde ise kılıç şekli, güneş arma ve anlam veremediğimiz başka çeşit figürlerin yer alması dikkatimizi çekti.

Gazeteci yazar Celal Yalvaç’ın 1990’lı yıllarda adım adım dolaştığı, not aldığı ve bana da verme cömertliğinde bulunduğu notlarda bu mezarlık ile ilgili bilgileri yeniden teyit etme ve daha dikkatli incelememize vesile oldu.

Buradan ayrılıp Levent vadisine doğru gittiğimizde doğrusu güzel bir çalışmayla karşılaştık. İl Özel İdare’sine ait olduğunu öğrendiğimiz kepçe ve diğer araçları burada, vadiye hâkim bir alan üzerinde çalıştıklarını gördük. İlk etapta vadinin o muhteşem görüntüsünü izlemek için seyirlik bir platform oluşturulacağını, bu platformun yanında çeşitli ihtiyaçları karşılayarak sosyal eklentilerin yapılacağını Özel İdare Sosyal ve Kültür İşleri Müdürü Sayın Murat Sezik’ten öğrendik.

Fırat kalkınma ajansının kısmi destek verdiği bu projenin vadide daha sonra tasarlanan ve yaklaşık bir trilyon civarındaki yeni ve başka projelerin ise ilk nüvesi olduğu belirtilen bu çalışma doğrusu bizleri sevince gark etti.

Yazımızın başında ülkemizde yaşanan siyasi tartışmaların ülkenin potansiyel enerjisini heba ettiğini söylemiştik. Bu kanımız elbette ki geçerli, ancak Malatya’nın son zamanlarda her şeye rağmen(?) gelecek elli yılda kentler arası rekabette daha şimdiden üç adım ileride olduğunu görmek bizleri ziyadesiyle memnun etmektedir.

Üç adım diyorum zira Özel İdarenin gerek Levent vadisi ile ilgili, gerekse Nemrut yolu ile ilgili çalışmaları, Valiliğimizin Çevre ve Orman Bakanlığının finansmanı ile yürüttüğü ve yüzyılın projesi olduğuna inandığımız Beydağı'nı ağaçlandırma projesi ile Belediyemizin gerçekleştirmeyi deklare ettiği Horata Vadisi projesi üç önemli adım olduğunu teslim etmek gerekir.

Bu üç proje ve bunları takip etmesini arzuladığımız başka projelerle, bizden sonraki nesillere enerjimizi tüketen, moral değerlerimizi yok eden boş sözler ve tartışmalar değil, yemyeşil çevresiyle uyumlu, tarihi ve kültürel değerleriyle barışık ve bu değerleri milli servete dönüştürmüş her yönüyle müreffeh bir ülke bırakacağımız muhakkaktır.

Bu heyecan verici duygularla buradan ayrılıp asıl hedefimizdeki kaleye yöneldik. Levent vadisinde ve çevre vadilerde halk arasında “Kale” olarak isimlendirdiği 10 civarında kale olduğunu yine Süleyman hocamda öğreniyoruz. Bu kalelerden bir tanesi de Selçuklu sultanlarından Alaattin Keykubat’ın bir müddet hapis kaldığı Kezirbert / Kederbeyt kalesidir.

Ancak bizim bugünkü hedefimiz şimdilik Levent vadisine girişte sağ tarafta bulunan zirvesinde açıkça örülmüş duvarların olduğu “kale” olacaktır.

Aracımızı bu kalenin dibine kadar sürüyoruz. Memurumuz Halil beyi aracın yanında bırakıp Süleyman hocamla birlikte tırmanışa geçiyoruz. Bütün heybetiyle ve azametiyle duran bu kaleye tırmanışımızın daha ilk dakikalarından başlamak üzere kalenin etrafındaki tepelerde hemen her adımımızda çanak, çömlek parçalarına rastlamak mümkündür. Bu çanak çömleklerin bir kısmında mavi renkli boyaların olması dikkatimizden kaçmıyor. Bunların bir kısmını bir araya getirip fotoğrafladıktan sonra tırmanışımıza devam ediyoruz.

Kalenin hemen dibinde karşılaştığımız ilk yaşanmışlık yapısı ise bir buçuğa iki metre genişliğinde, sarnıca benzeyen ancak köylülerin Ermeni hamamı dediği bir yapıydı. Alt tarafında kalenin içine doğru iki ayrı oyuk dikkatimizi çekiyor. Bu oyuklar duvar şeklinde örülmüş ve yer yer sıvanmışlık izlerini taşımakta idi. Kalenin zirvesinde yer alan örülmüş duvar ise yaklaşık yüz metre aşağıda sarnıç türü bir yapı ve kalenin derinliğine doğru giden oyuklar arasında bir bağlantı kurmaya çalışıyor isek de bir uzlaşmaya varamıyoruz. Süleyman hocamla tırmanışımıza devam ediyoruz. Kalenin etrafını ve zirveye yakın yerleri bir taraftan incelerken bir taraftan da fotoğraflıyoruz.

Kalenin etrafında bir müddet dolaşıyoruz, mağaraları ve oyukları dikkatli bir şekilde inceliyoruz. Kalenin tırmandığımız tarafından zirveye yani kalenin ana merkezine ulaşmak için bir çığır aramaya çalışıyorsak da bunu başaramıyoruz. Çaresiz geri dönüyoruz. Dönüşümüzde kalenin hemen yakınındaki köyde oturan İbrahim amcayla da tanışma imkânı buluyoruz. İbrahim amca bize “köyün hemen yanında bir insan iskeleti bulduklarını, başından bir çivinin çakılı olduğunu bu çivinin çene altından vidalanmış olduğunu” anlattıktan sonra kaleye nereden tırmanacağımızı elleriyle tarif etmeye çalıştı ise de hem yorgunluğumuz hem de kafasına çivi çakılmış adam iskeleti hikâyesi bugün için yeni maceraya atılma niyetimizi ertelememize neden oldu.

Süleyman hocamın; 1813 yılında meşhur Veli Paşa’nın isyanı sırasında Sivas valisi Pehlivan Paşa’nın isyanı bastırmak için askeri üs olarak kullandığını düşündüğü bu kaleye tırmanma emelimizi başka bir güne erteleyerek geri dönüyoruz. Geri dönüş yolunda 1970’li yılların başında Mahir Çayan başta olmak üzere kominist sol militanların Filistin kamplarından döndükten sonra ”halkların kurtuluşunu!” gerçekleştirmek için neden Malatya/Akçadağ bölgesini seçtiklerini anlamaya çalışıyoruz. 

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Orhan Tuğrulca yazıları