SON DAKİKA
SON DEPREMLER

''Malatya Merkez Olacak..''

A- A+ PAYLAŞ

İstanbul Yeşilyurtlular Derneği Başkanı ve İşadamı Mehmet Zeki Akıncı, Malatya'da dünya çapında tesisler kurulu olduğunu, sanayinin tek sektöre dayanmadığını ve bunun Malatya'yı avantajlı kıldığını anlattı. Vagon Onarım Fabrikası Hikayesi'nde bilinmeyen bir olay.. Özal'a rağmen burayı almalarını kim engelledi? Kimler için "Bir kişinin sakalı, namazı, niyazı, dini vasıfları sizi aldatmasın, siz tedbirinizi alın."dedi? "Malatyalı işadamlarının zaafı" konusundaki yorumu ne?.. "Malatyalı bir liderin kokusunu alıyorum" ne demek?..

TV Malatya'da, Niyazi Doğan'ın hazırlayıp sunduğu "Aklın Yolu" programına konuk olan Akıncı, çeşitli soruları yanıtlarken, ilginç değerlendirmelerde bulundu.

Akıncı'ya sorulan sorulardan bazıları ve Akıncı'nın değerlendirmeleri..

....

MALATYA'DA DÜNYA ÇAPINDA TESİSLER VAR..
- İstanbul’da yaşıyorsunuz. Malatyalı işadamları ile sıkı bir diyalogunuz var, Türkiye Ekonomisi’ni yakından takip ediyorsunuz. İstanbul’dan Malatya ekonomisi, sanayisi nasıl görüyorsunuz, Malatyalı işadamlarının bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Malatya’da kurulu tesislerimizin hepsi dünya çapında tesisler. Dünya çapında söz sahibi bu tesisler. Hepsi de başarılı. İstanbul’dan görünen o ki Malatya merkez olacak. Mesela tekstilde Maraş Malatya’yı geçmiş durumda. Fakat Malatya’daki tüm diğer sektörleri de içinde barındırarak kapsamı geniş bir üretim yelpazesi oluşturuyor. Çok değişik sektörlerde üretim var. Yani sanayi tek sektöre dayanmıyor, karma bir yapıya sahip. Bu bir avantajdır. Ne için, şunun için. Bir sektör durur, diğer sektör hareket kazanır. Malatya doğrusunu yapıyor yani. Tekstil sektörü durur, inşaat sektörü başlar, makine sektörü başlar. Malatya’daki bu yatırım düzeyi, Malatya insanının görüşünü de, ufkunun genişliğini de gösteriyor bize.

MALATYA UCUZ VE CAZİP
- İstanbul’dan bakıldığında Malatya ucuz bir kent. İş yapılabilecek bir kent, nitelikli insanların olduğu bir kent. İşçinin de çalışkan olduğu bir kent. Şimdi bütün bunlar Malatya’yı cazip kılıyor.İnsanlar geliyor, fakat insanlar gelirken amaçlarının ne olduğu belli değil. Uzun vadeli, krediler, bol teşvikler…Oturup bu teşviğin karını yemekle geçiniyorlar. Şimdi bunlar geçti artık. Geçti bunlar. Artık bundan sonraki siyaset, ticaret, artık AB’nin gündemine oturmuş…Bu çizgide yürüyecek bundan sonra. Karlar artık maliyet indirmekle olacak. Süreç çok daralıyor. Karlar çok düşecek. Yani AB’deki adam nasıl ve ne kadar kazanıyorsa biz de o kadar kazanacağız. Biz çok yüksek enflasyona alıştığımız için çok yüksek karlara ve devletin çok yüksek sübvasyünlarına alıştık. Bugün onların bedelini ödüyoruz.

- Sistemden beslenmenin bedeli mi ?

- Tabi. Bugün onların bedelini ödüyoruz. Yüksek karlar gördük, teşvikleri gördük.Ama bugün yok artık. Ne olacak? Düzeni öyle kurduk biz. Düzen öyle kurulduğu için değişemiyoruz, değişmekte zorluk çekiyoruz. Aynı hayalleri yaşıyoruz. Ama, hayır artık bu yok…Olmamalı…Başbakanımız iktidara gelmeden evvel İstanbul İhracatçılar Birliği’nde yaptığı konuşmada, dedi ki, “ Ben sizden 3 yıl sıkıntı çekme sabrı göstermenizi istiyorum” Hiçbir politikacı iktidara gelmek için sıkıntı vaad etmez. Ama bizim başbakanımız sıkıntı vaad ederek geldi. Ama biz inanmadık ha o zaman. Kendimi de söyleyeyim, yok dedim, şartlar değişir, konjonktör değişir, olmaz bu dedim, teşvikler yine olur dedim. Ama olmadı. Şimdi bu alışkanlıkların sıkıntısını tekstil sektörü çekiyor. Adını da Çin koyduk.

- Çin bahane yani…

TERBİYE OLDUK..
- Evet. Ama, şimdi biz kendimizi çok iyi terbiye ettik. Tekstilciler son 6 ayda çok iyi terbiye oldu.

- Terbiye olduk derken neyi kast ediyorsunuz, terbiye olurken neler yaptınız, tekstilcilerin terbiye olması ne demektir ?

- Borçlanmadaki düzeyi düşürdüler…Hatta kaldırdılar. Faize ödeyecek bir kazanç yok. İşçideki hor ve bol harcamayı kaldırdılar. Lüks yaşamayı kaldırdılar. Yaşantı düzeylerini iş düzeylerine göre stabil, mazbut bir hale getirdiler. Altlarına Mercedes almasınlar, Renault alsınlar. Ne yapalım, bir sene iki sene de böyle yaşasınlar. Basamağın başına dönsünler. Şimdi bugünkü durum bu. Bugünkü düzen buna zorluyor. Eskiden çok yüksek karlar, çok lüks hayata sürüklüyordu, rahat bir yaşam, çok güçlü bir hayat vardı. Ama bunun bedelini bugün ödüyorlar. Fakat şimdi yetişen yeni nesil sanayiciler o kadar güzel bir yön, yöntem izliyorlar ki onları takdir ediyorum. Yeni yatırım yapmıyorlar, bir kere en başta bunu söyleyeyim. Avrupa’ya harcadıkları her kuruşun karşılığını almak için çalışıyorlar. Ellerinde çanta fuar fuar dolaşıyorlar. Bugün dünyanın her köşesinde bir Malatyalı bulabilirsiniz. Çantası elinde malını satmaya çalışıyor. Eskiden ne yapıyorduk? Onları ayağımıza bekliyorduk. Artık onları ayağımıza beklemiyoruz, onların ayağına gidiyoruz. Zorluklar yıldırmıyor. Ticarette Japonların yöntemine döndük. Karı biz kendimiz yaratacağız. Dünyanın her tarafına gidip mal satacağız. Artık bu zihniyet oturdu. Bir de kazandıkları paranın kıymetini bilecekler. Yüksek karlarla gelen servet değil, topal gelen servet iyidir. Çünkü çabuk gelen çabuk gider. Yavaş gelen yavaş gider. Her şeyin bir ömrü var. Ticaretin de, sanayinin de bir ömrü var. Her şeyi hazmederek kavramalı, yapmalı ve hareket etmeliyiz.

KRİZ MRİZ KOLAY DEĞİL..
- Türkiye 2001 Şubat’ında yaşanan krizinin etkilerini henüz giderememişken, yeni bir ekonomik krizden söz ediliyor. Siz reel sektörün içinde olan bir isim olarak AKP Hükümeti’nin mevcut ekonomi politikalarının yeni bir ekonomik krize yol açabileceğine dair bir işaret görüyor musunuz?

- Cari açığın aşırı büyümesi belki bazılarını korkutabilir. Fakat hükümetimiz makro dengeler bakımından ekonomiyi düzeltmiştir. Yani öyle kriz mriz kolay kolay çıkacak bir durumda değil.

- Peki ekonomideki bu düzelme neden halka yansımıyor ?

- İyleşmenin yansımasındaki problem şu : Bir kere bir ev yapmak için temelini atarsınız, sonra karkasını inşa edersiniz.Bu işleri yapıncaya kadar da bir hayli para harcamış olduğunuz halde, eviniz hala oturmaya hazır değildir. Bu kadar para harcadım ne zaman oturacağım diye düşünürsünüz. Çünkü hala bir şey yoktur ortada. Ardından ince işler gelir. Bu aşamada işler daha yavaşlar, daha çok para harcarsınız, daha büyük zorluklarla karşılaşırsınız. Bu bir zaman, bir süreç alır. Bütün bu süreçlerin tamamlanmasından sonra ancak eviniz oturuma hazır hale gelir. Türkiye ekonomisinde yaşadığımız süreç de böyle. Önce makro ekonomik dengeler oturacak bütünüyle. Aşağıya doğru iyileşme de bu süreçten sonra başlayacak. Yani önce kumbaranın, havuzun dolması lazım ki, aşağıya taşabilsin. Şimdi, herhalde bu havuz, bu yılın sonuna kadar taşacak. Yani, paralar reel sektöre dönmeye başlayacak bu yılın sonundan itibaren. Halka inecek bu para. Yavaş, yavaş…Bu bir süreç işi. AB ülklerine bakın. Bu ülkelerin 50 yıl öncesine bakın. Aynı süreçten geçtiklerini göreceksiniz. Ben de kızıyorum, figan ediyorum bazen kendi içimde. Ama oturup akl-ı selimle düşününce doğrusu bu diye düşünüyorum. Yani bağırıp çağırmakla işler yoluna girmiyor. İşi iyileştirmenin yolunu bulmak lazım.

MALATYALI GİRİŞİMCİ NASIL HAREKET ETMELİ?
- Mevcut ekonomik ortamda, piyasaların son derece durgun bir seyir izlediği ve sizin yerine oturdu dediğiniz makro ekonomik dengelerdeki iyileşmenin halka ve reel sektöre yansımadığı bir pozisyonda, Malatyalı küçük esnaf, sanayici, girişimci, işletme sahipleri nasıl hareket etmeli, onlar kısa ve orta vadede güvenli bir limana ulaşmak için yol haritalarını nasıl hazırlamalı ?

Bir kere işletmelerin maliyet faktörlerine çok iyi bakmaları lazım. Kira yüksekliği maliyeti had safhada etkiler. Şehir içinde, şehir merkezinde küçük işletmelerin yaşaması daha da zorlaşacak. Bunların daha küçük yerlere, daha dar yerleşim birimlerine, mahalle aralarına gitmesi lazım. Yani hizmeti insanların ayağına, evine götüreceksiniz. Şöyle bir örnek vereyim: Bugün Yeşilyurt’ta oturan bir insanın alışverişini Malatya’da yapmasını kesecek bir ortamı yaratmak lazım. Adam, Yeşilyurt’tan kalkıp Malatya’da alışveriş yapacaksa gidiş geliş masrafını düşünmeli. O ihtiyacını Yeşilyurt’tan bir yerden karşılamalı. Yani bu adamın ihtiyaç duyduğu hizmeti siz Yeşilyurt’a götürürseniz onun Malatya’ya gitmesini engellersiniz ve daha ucuz hizmet imkanı sunmuş olursunuz. Küçük işletmeler varlıklarını sürdürmek istiyorlarsa bu sisteme gelecekler. Yani büyük yerlerden toplu iş merkezlerinden artık kaçmalar başlayacak. Toplu iş merkezlerinde markalar, lüks mallar satılacak. Büyük mağazacılık bu alanda muavfak olacak, küçük işletmeler de dediğim gibi daha küçük yerlerde hizmet sunmayı seçecek. Küçük işletmelerin ilçelere, beldelere, nahiyelere hatta köylere kadar uzanması gerekecek. Bunların ekmek kapıları artık burada. Ben bunları Avrupa’da gördüğüm için söylüyorum. Aynı süreç, aynı sancılar İtalya’da Fransa’da yaşanmış ve anlattığım sistem oluşmuş.

- Malatya’da küçük esnaf süper ve hiper marketler karşısında zor durumda. Ayrıca günde yüzbinlerle ifade edilen büyüklükte ekmek üretimi yapan fabrikalar var. Bu durum karşısında bakkallar, fırınlar, şarküteriler, kısacası marketçiliğin zor durumda bıraktığı esnaf hayatta kalmak için ne yapmalı ?

- Birliktelik sağlamaları gerekiyor en başta. Maliyet faktörlerini düşürücü önlemleri göz önüne almaları lazım. Ayrıca iş yerlerinin hijyenik olması çok önemli müşteri memnuniyeti için. Özel olarak fırıncılar için konuşmak gerekirse, ekmekte artık tek düzeliği bırakmaları lazım, çeşitliliği başlatmaları lazım. Günde yüzbinlerce ekmek üreten bir fabrika ekmekte çeşitliliğe zor kaçar, ama bir fırın bunu yapabilir. Fırınlar simit, sandviç, hamburger ekmekleri yapabilir. Pasta fırınlarına, lüks ve çeşitli türlerde ekmek üreten fırınları haline gelmeleri lazım. Seri üretim yapan ekmek fabrikaları artık bu sektörü tutarsa, diğer fırınların simit, çavdar ekmeği , lüks ekmek, yani ürün çeşitlendirmesine giderek rekabet etmeleri lazım. Bunu yaparlarsa muavfak olurlar ve hayatta kalabilirler.

LİDERLİK ÖZELLİĞİ VAR MALATYA İNSANINDA..
- Malatyalı işadamlarının daha güçlü üretim yapmak, daha fazla istihdam sağlamak yolunda ortak girişimler yapmak konusunda bir zaafı var sanki. Malatyalı işadamlarının ortaklık kültürü zayıf da denilebilir. Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Bilimsel bir açıklamanın ötesinde kimisi bu durumu kayısısına, kimisi suyuna bağlar. Fakat yaşanmış çarpıcı bir olay ve dönemin Başbakanı Sayın Turgut Özal’ın çok ilginç tesbitleri var. Malatyalı işadamı Muammer Şahin “Babam” adlı kitabında Merhum Özal’ın 1984 yılında işadamlarını davet ederek, “Artık Malatya için çalışmanın vakti geldi. Siz bana proje getirin, ben de size her türlü desteği vereyim” dediğini, işadamlarının da, “Bizim projemiz yok siz bize proje önerin” diye cevap verdiğini, Özal’ın da bunun üzerine dört ayrı konuda proje fikri ortaya atarak, “ Gidin bu konular üzerinde çalışın, yüzde 51’i size, yüzde 49’u devlete ait olacak bir şirket kuralım ve Malatya’ya hizmete başlayalım” şeklinde konuştuğunu, 15 gün sonra Özal’a giden işadamlarının Özal’a kendi aralarında şirketteki pay dağılımı konusunda anlaşamadıklarını ve bu işten vazgeçtiklerini söylüyorlar. Özal da bunun üzerine “ Bu fırsatı kaçırdıkları için Cenab-ı Allah bu arkadaşlardan hesap sorar. Ben hemşehrilik görevimi yaptım. Demek oluyor ki sizlerde ortakçılık değil, ferdiyetçilik var. Ne diyelim yapacak başka bir şey de yok” diyor. Bu olaydan ve mevcut görünümden hareketle Malatyalı işadamlarının ortak bir amaç birleşememelerinin kökeninde ne olduğunu düşünüyorsunuz?

- Bunun kaynağında, yetişme, kültür ve birbiri ile yarışma var. Liderlik özelliği de var Malatya’nın insanında. Zor oluyor bu yüzden. Dikkat ettiniz mi iki cumhurbaşkanı çıkarmışız ama farklı siyasi kutuplarda. Yani insanlar birbirleri ile yarışıyorlar. Herkes birbirini geçmeye çalışıyor. Birbirimize destek olma ruhu bize aşılanmamış. Yani lider olma, önde olma isteği var. Bakkalımız da birbiri ile yarışıyor, sanayicimiz de birbiri ile yarışıyor.

KONYA'DAKİ "OLUMSUZ ÖRNEK" HOLDİNGLER..
Bir de buna kötü örnek olarak Konya’daki holding olayları eklenince, birleşmeleri olumsuz etkiledi. Yani belki Malatya kurumsallaşarak büyük bir sanayi kurabilirdi. Fakat Konya’daki olay, hani bu konuda çok konuşmak istemiyorum ama, çünkü çok üzülüyorum. Binlerce kişinin parası gitti. Çok kötü bir örnek oldu. İnanın bu olaylar Türkiye’ye 5-6 yıl kaybettirdi. Cezalandırılması lazım bunlara neden olanların. Öyle binlerce insanın parasını gasp ederek –en büyük gasptır çünkü bu- insanların halisane duygularını kullanarak…Olmaz böyle şey…Öyle halisane duygularla… Gidiyorlar, kandırıyorlar, yüzde 20 kar, yüzde 50 kar…Hangi sanayi kolu bu kadar kar etmiş…Nerede var bu kadar yüksek kar…Yanlış bir şey…Bu düşünce yanlış bir şey…Yani sanayi yüzde 50 kar, yüzde 100 kar ediyor da, bütün dünya uyuyor bunlar mı uyanık kalmış. O çok büyük bir aldatmaca.

- İnsanımızın bu holdinglere rağbet göstermiş olmasının nedeni nedir ?

- Yüksek kar vaadleri. Vatan hasreti. Bu insanlar, yıllardır memleketlerinden uzaktalar. Uzun yıllar önce işçi olarak gitmişler. Hepsi, orada çalıştığı fabrikanın bir örneğinin de kendi memleketinde olmasını istiyor, arzuluyor. Oradaki gücünün Türkiye’de olmasını istediler. Katkıda bulunmak istediler ülkelerine. Bir de çok yüksek karlar gösterdiler. Hiç batma ihtimalini göstemediler. Aynanın diğer tarafını göstermediler. Döviz bazında yüzde 50 karlar gösterildi. Bir de rekabet olunca bu iş arttı. Bu aldatmacalar bir süre devam etti. Yani saadet zinciri gibi…Ama halka bir süre sonra koptu. Kopmak zorundaydı çünkü.

- Bu holdingler arasında başarılı olanlar da var…

- Elbette var. Başarılı olanları konuşmuyorum. Bu işin tutmuş bir yanı da var. Ama, her şeyi ben yaparım zihniyeti başarılı olan bu holdingleri de batırır.

- Başarısız olan bu holdinglerin bazıları dini duyarlılıklarını öne çıkardılar.

- Bunu konuşmak istemiyorum, ama maalesef böyle. Dini pazarladılar.

- Bu durum İslam’a nasıl bir zarar verdi? Elbette İslam’ın bizatihi kendisine zarar veremez ama, Müslümanların imajına nasıl bir zarar verdi bu holdingler ? Bu zarar nasıl onarılır ?

- Müslümanlık ne demektir ? Dürüstlük, doğruluk, güvenilirlik demektir. Bunların hepsini yok ettiler. Sadece güzel vaazlarla toplanan paraları yok etmediler yani. Zararı nasıl onarılır derseniz, birincisi, bu gibi insanları içimize almamak gerekir. Dışlamak lazım. İkincisi, ayetlere, hadislere bakarsanız şu uyarıyı yapar size : Bir kişinin sakalı, namazı, niyazı, dini vasıfları sizi aldatmasın, siz tedbirinizi alın. Bir de çok kara tamah etmemek lazım. Aza kanaat edeceğiz. Aza kanaat çok şeyin çözümüdür. Aza kanaat büyük zenginliktir.

MALATYALI LİDER KOKUSU ALIYORUM..
- Yeşilyurt Kiraz Şenlikleri için özel olarak yayınlanan bir gazeteye verdiğiniz röportajda, “ Malatya uzun süredir lider arayışı içinde. Yeşilyurt’un insan potansiyeline baktığınızda bu liderin Yeşilyurt’tan çıkma ihtimali var mı?” şeklindeki soruya, “Bekliyoruz, kokusunu alıyoruz. Yemek pişti, kokusunu alıyoruz” sözleri ile cevap veriyorsunuz. “Yemek pişti, kokusunu alıyoruz” sözleri ile neye, kime işaret ediyorsunuz, bu düşüncenizi biraz açar mısınız?

- Yeşilyurt kapsamında değil de, Malatya için konuşuyorum. Malatya’da o kadar güzel ve bilinçli insan faktörü var ki…Malatya’da bugün çalışan ekonomist, fikir adamı, profesörlerimizden…Çok güzel insan kadrosu var. Bu insanların içinde liderlik vasıflarını haiz insan fazlasıyla var ve bunlar başı çekecek durumdalar. Ben birkaç toplantıda bu insanların varlığını hissettim. Yemek pişti dediğim bu. Bu insanları destekleyerek, onları hazırlayarak, biraz da onore ederek bu işi hazırlarsak tahmin ediyorum Malatya’dan lider çıkar. Hazır bu yani. Tahmin ediyorum. Birkaç isim var kafamda. Ama bu isimleri söylemem uygun değil tabi bugün için.

VAGON FABRİKASI ÖYKÜSÜNDEN BİLİNMEYEN BİR KESİT..
- Malatya’nın kronikleşmiş sorunlarından biri de 30 yıllık bir başarısızlık öyküsü olan Vagon Onarım Fabrikası…1980’lerde siz bu tesise talip olmuştunuz, bir tekstil kompleksi kurmak için. Önemli ilerlemeler de sağlanmıştı, daha sonra ne oldu da geri çekildiniz? Bugünkü koşullarda Vagon Onarım Fabrikası bina ve arazileri nasıl kurtulur, Malatya Ekonomisi’ne nasıl kazandırılır sizce ?

- 1986 yılında burayı tekstil kompleksi ve Tekstil Eğitim Okulu kurmak üzere rahmetli Özal’dan söz aldık. Kredilendirmede bize zorluklar çıkarmışlardı o vakit. Bizim ailemizin bir özelliği vardır : Hayırlı işlerin ve her işimizin başında rüşvet vermek gibi bir duygumuz, düşüncemiz yoktur, olamaz. İşlerimizi yürütürken karşımıza çıkan zorlukları aşmak için rüşveti kullanmak gibi bir huyumuz yoktur. Buna şiddetle karşı çıkarız. O gün çok zorluklar çıkardılar karşımıza.

ÖZAL'A RAĞMEN BÜROKRASİYİ GEÇEMEDİK..
- Kim çıkardı bu zorlukları, amaçları neydi ?

- O günün bürokrasisi çıkardı. Rahmetli Özal bunları aşmamız için bize çok gayret sarfettirdi. Kendisi bizzat telefonlarla bağırarak, çağırarak….Şu anımı anlatayım size : 75 milyon dolar kredi çıkarmışlardı, Vagon Onarım Fabrikası binalarında gerçekleştireceğimiz proje için. Bu rakam hazırladığımız projenin 3’de 2’sini tamamlayan bir krediydi. 3’de 1’ni de kendi öz kaynaklarımızla yapmayı öngördük. O günün kredilendirmeden insanı, -size isim vermeyeceğim- size bunu ayda 1’er milyon dolar olarak verelim dedi. Yani 75 ayda alacaktık bu krediyi. Bir sanayi kuruluşu ayda bir bir makine alabilir mi ? Zaten sen bize parayı vermeyeceksin, akreditif açacaksın…Böyle bir akreditif açılabilir mi ? Makine fabrikası 75 aylık ödeme planıyla sana makine verir mi ? Bunu söylediğimiz zaman “ Siz bilirsiniz, işinize gelirse” dediler. O gün bunlar büyük engeldi, aşamadık. Aşamayınca o gün büyük zararla kapadık işi. Çünkü kredilendirdik, kredinin damga pulundan tutun tüm masraflarını ödedik, projelendirmenin büyük masraflarını ödedik.

VAGON ONARIM OSB'YE DAHİL EDİLMELİ..
- Vagon Onarım Fabrikası hala sizin bıraktığınız gibi duruyor. Yasal statüsünde bir değişiklik oldu ve mülkiyeti Maliye Bakanlığı’na devredildi ? Sizin bu konuda yaşadığınız önemli deneyim ve mevcut şartlar ışığında nasıl kurtulur Vagon Onarım?

- Valla şu anda, oranın Organize Sanayi Bölgesi’ne dahil edilerek, parsel olarak satılmasını çıkar yol olarak görüyorum. Çünkü binanın mevcut durumu artık tekstil sektörüne yaramaz. Ancak döküm sektörüne yarar, ağır sanayiye yarar. Ağır sanayi de Malatya’da yok. Döküm sektörü girmiyor buraya. Girmesini de istemem. Yani Malatya’nın havasını kirletmesini istemem. Diğer sanayi dallarına da yaramaz. Orayı değerlendirmek için Ahmet Çalık Bey’in güzel projeleri vardı. Tekstil konfeksiyon sanayini buraya yaymayı amaçlıyordu. O fikir kafama yattı yani. Bu gerçekleşirse burası Tekstil Organize Sanayi Bölgesi, uzman bir organize sanayi bölgesi olur.

KESK'İN HAKLILIĞI VAR..
- Sayın Özal’ın en güçlü olduğu bir dönemde Başbakan olarak verdiği talimatlara rağmen bürokrasinin bu direncini nasıl değerlendiriyorsunuz? Aynı zorlukları ve direnci Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’da sık sık yaşıyor olmalı ki Türkiye’deki “Bürokratik Oligarşi” den yakınıyor. Siz siyaset,iş ve bürokrasi dünyasını yakından tanıyan bir işadamı olarak bürokrasinin direncinin nedeni mantıklı bir gerekçeye bağlıyor musunuz ? Yoksa bu siyaset ile bürokrasi arasındaki bir iktidar mücadelesi mi, bürokrasi bu gücünü nereden alıyor ?

- Biz bu deneyimi 1986’da yaşadık. Bugün hala güçlü bürokratik engeller var, ama o güne göre epey iyileşmeden de söz edebiliriz. Bürokrasi bu gücünü kendisine sunulan hukuktan alıyor. Bir kere hukuk onları yaptıklarından dolayı cezalandırıyor. Yani korku onları yavaşlattırıyor. O kağıda imza atmaya direniyor. Çünkü, o kağıda atılan imza ile kendisinin sorumluluğunun had safhaya çıktığını biliyor. Bu sorumluluğunu minimize ettiği an atıyor imzayı. Yani sorumluluğuna ortak bulduğunda atıyor imzayı. Yani hukuk sistemimiz. Oligarşi diyor Sayın Başbakan, doğru. Dikkat edin, Sovyetler’in dağılması ile birlikte bağımsızlığını kazanan Türki Cumhuriyetlere… Kalkınma nasıl, ekonomik büyüme nasıl…Her şey çok hızlı. Bir günde kararlar alınıyor. Özelleştirmeyi bitirdiler neredeyse. Bizde yapamıyoruz. Bugün KESK yürüyor, ayaklanıyor. Bakıyorsunuz KESK’in de haklı yanları var. Ayaklandılar. Onları da anlamak zorundayız. Malatya Sümerbank Fabrikası kapatıldığında burada çalışan işçiler bağırdılar, çağırdılar…Haklılar, ekmeklerini kazandıkları yer kapanıyor. Bunları da görmek lazım. Bu işin hukuk altyapısı ile birlikte sosyal boyutunu da geliştirmek lazım.

AİLENİN YAYINCILIĞI..
- Akıncı Ailesi aynı zamanda Türkiye’nin en önemli yayınevlerinden birinin de sahibi. Sayın İlhan Akıncı, entelektüel çevrelerin, kitaplarını yakından takip ettiği İnsan Yayınları’nın sahibi. Sizin akrabanız. Buradan hareketle, okuyan, düşünen ve Türkiye’nin sorunları üzerine kafa yoran bir işadamı olarak kitapla aranız nasıl, ne tür kitaplar okursunuz, sizin fikir dünyanızı etkileyen yazarlar hangileridir ?

- İnsan Yayınları gerçekten çok nitelikli, çok kaliteli kitaplar yayınlıyor ve Türkiye’nin birikimine önemli katkı sağlıyor. Ben Necip Fazıl’ın kitaplarını okumayı severim. Necip Fazıl bizim üstadımızdır. Sol yayınların niteliklisini ve cesurlarını okumayı severim. Bir kere dinimi öğrenmeyi çok severim.Tüm dinlerin temel bilgilerini öğrenmeyi çok severim ve bunları bağdaştırmayı çok severim. Çünkü dinlerin kaynağı tektir. Hepsinin bir olduğunu bilirim. Dinlerin insan için, insanların vasıflarını yükseltmek için geldiğini bilirim.

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız