SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Malatya'da Taratoracılık ve..

A- A+ PAYLAŞ
MALATYA’DA TARATORACILIK VE USTA NİYAZİ ATAY
(GÖBELEK NİYAZİ)
 
 
Selami YÜCEL
selamiyucel@hotmail.com 
 
Malatya’da “taratoracılık” yani tiyatroculuk denilince aklıma önce Niyazi Atay geliyor. Nasıl gelmesin ki; o 1960lı yılların sonu ile 1970 li yıllarının başında, siyasal çalkantıların arasında cesaretle ortaya çıkmış, özellikle de Malatya’nın,  bazen de Türkiye’nin gündemini Malatya sahnelerine taşımış bir usta. Kendisini saygı ile anıyorum. O usta halen sağ ve İstanbul’da yaşıyor. Arkadaşım olmasına rağmen kendisine ulaşamadım. Ona ulaşmak Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’e ulaşmaktan daha zor. Herhalde o üstat Beydağı’nın tepesini kendisine yurt tutmuş veya Beydağı’nın mağaralarından birinde yaşıyor. Belki bu yazıyı okuyunca beni arar. Ne diyeyim; onun anıları ve söyledikleri biz Malatyalılar için rehber niteliğindedir. O ne diyor ise Malatya’daki tiyatrocular da o yolda gitmeli. 
 
 Yazımda, yazı karakterimi konuşturacak zaman zaman sağa sola kayabileceğim. Nasıl kaymayayım ki? Örnek olarak; Malatya tiyatrosuna emek vermiş İhsan Akgül’den bahsederken onun kayınbabası Hüseyin Çelik’ten bahsetmeyeyim? Göbelek Niyazi’yi anlatırken neden çırak Halil İbrahim Kalaycıoğlu’nun dedesi Haci Nuri dayıyı anlatmayayım? Bunları ben anlatmaz isem belki de hiçbir zaman hiçbir kimse anlatmayacak, yazmayacak. 
 
Usta Niyazi Atay’ı yazacağımı anlattığım kişiler “Göbelek Niyazi deme” diye beni uyardılar, Ancak; onun kalıcı olması Malatyalıların ve tiyatrocularının tanıması açısından ondan özür dileyerek Göbelek Niyazi tabirini kullanmayı yeğledim. Çünkü o; hayat dolu bir insandı ve hayata hep güler yüzle bakardı.  Benden birkaç yıl daha yaşlı idi, boyu biraz daha kısa idi ve gıdıklıydı. Üstelik biraz da göbekliydi. İşte onun göbekli olmasından dolayı ben ve bizim mahalle ortamı ona Göbelek Niyazi derdik. Göbelek dediğimiz zaman Niyazi akla gelirdi. Bu tabirin Malatya ortamına yayılıp yayılmadığını da tam olarak bilememekteyim. Belki de o tabiri sadece ben icat etmiştim. Onun bu yakıştırmamızı bilip bilmediğini de bilemiyorum. Ancak o bizim göbeleğimiz (mantar) idi. Çünkü göbelek gibi karnı vardı ve tanıma da çok uygundu. Bu bakımdan kullandığımız tabirden alınmayacağını düşünüyorum.
 
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyordum. Sene bin dokuz yüz yetmişlere doğru. Malatya’ya geldiğimde bazı arkadaşların ve Mustafa Koyun’un  şişmanca bir kişi ile gezdiğine rastladım. Beni tanıştırdılar. Adına da Niyazi dediler; işte dostluğumuz öyle başladı. Başladık Niyazi ile gezmeye. Niyazi kahvehanelere çok düşkün idi. Ben de oyun oynamaya hevesli olmamama rağmen arkadaşların isteğini kırmayarak sıklıkla konken oynamaya başlamıştım. Niyazi oyun oynadıkça, özellikle eli iyi olduğu zamanlar adeta tiyatro oynar gibi göbeğini müzik eşliğinde hoplatırdı. Ben ona sık sık: “haydi Niyazi gül” dediğimde katıla katıla güler ve sonunda gülmeyi ğırp (birden bire) diye keserdi. Bu sefer de bizleri gülme krizi tutardı. Niyazi filmlere de çok düşkündü. Sinemada film izlemek onun kaçınılmaz tutkularındandı. Özellikle İhsan Ekici arkadaşımız kâğıt oyunlarına çok düşkündü. . Niyazi’nin tiyatroda oynayan Hamza isimli kardeşi veya yakın akrabası da vardı.
 
Niyazi tam bir tiyatrocu idi. Bizim mahalleden  onun kumpanyasına iki kişi katılmıştı bile. Birisi İhsan Akgül diğeri de İhsan Ekici idi. Özellikle İhsan Akgül tiyatroya kendisini tam kaptırmıştı. Bana da gel tiyatroda oyna dediler, ancak ben istemedim. Çünkü: o dönemler siyasi çalkantılar vardı. Tiyatro oynamak bir yana Malatya’da gezmek bile tehlikeliydi.  Her zaman kör bir kurşuna hedef olabilirdiniz. Malatyalılar yerli tiyatroyu da benimsememişler idi. (Bugün olduğu gibi)
 
Niyazi Atay’ın mayası tuttu. Başladılar sinemalarda tiyatro oyunu oynamaya. Üzülerek söyleyeyim ki onları sadece bir defa Kışla caddesindeki İstanbul sinemasında seyrettim. (Gazi İlk öğretim okulunun hemen altı). Yarı siyasi bir oyun oynuyorlardı ama maalesef ismini hatırlayamadım. Niyazi, tipi de uygun olduğundan, Süleyman Demirel’i çok iyi oynardı. Onlar en çok Fuzuli Caddesi’nden çıkarken solda  yazlık bir sinemada oynarlar, zaman zaman da turnelere katılırlardı. Yeni Melek sineması kapandıktan sonra o sinemaya sanıyorum Yeni Melek sineması diyorlardı.  Seyircileri de bayağı fazlalaşmıştı. Demek ki Malatya tiyatroyu ve tiyatroculuğu benimsiyordu. Neden benimsemesin ki? Tiyatro halkla en etkin iletişim aracıdır. Tiyatro oyunları ile iktidarlar değişmiş, devletler yıkılmıştır.
 
O zamanın Malatya tiyatrocuları bir sahne bulduğunda balıklama atlarlar neşe ile ve amatörce kendi yağları ile kavrularak gene temsillerini aktarırlardı. Niyazilere birkaç tane de tiyatro oyunları kitabı verdiğimi hatırlıyorum. Tiyatro seyircisi de bayağı fazlaydı.
 
Göbelek, tiyatroyu nereden öğrenmişti? Tiyatronun pavyonculukla eşdeş olduğunun düşünüldüğü Malatya ortamında nasıl onlara kendilerini kabul ettirmişlerdi? Vay anasını vay diyerek onların hepsini alkışlıyorum. Üstelik hiçbir yerden yardım almıyorlardı ve kendi yağları ile kavruluyorlardı, olumsuzluklara ise gülerek ve oynayarak direniyorlardı.
 
 Bir gün Niyazi’nin ekibi benden randevu istedi.  Rahmetli babamın Vakıf İş Hanı’ndaki bürosunda başlarında Niyazi olmak üzere onları kabul ettim. Bana dediler ki: biz bir dernek kuralım bize yardım et. O zaman daha ciddi olacaklardı. Niyazi’nin yanında da bir kaç çocuk daha vardı. Belki de o çocuklardan biri İlyas Salman veya Halil İbrahim Kalaycıoğlu idi. Onlara dernek kurmanın bir maliyeti olduğunu, gelir gider defteri tutulması gerektiğini anlattım. Kalktı gittiler. Mecburen işlerine bildikleri gibi devam ettiler. Tiyatro ekibi oyunlarına beş on sene kadar devam etti. 
 
Niyazi de Şirolu Sokağı’ndan çıkarken Cengiz Topel Caddesi’ne varmadan son evde alt kattaki bir daireye taşınmıştı. Zaman zaman yere yakın balkonda oturur mahalleyi temaşa ederdi. Bazan yolda karşılaşırdık. Ancak o çok durgundu ve bir iki hasbıhalden öteye sohbete katılmazdı. Anladım ki dertliydi. Bir gün dediler ki Niyazi İstanbul’a göç etti. İşte Niyazi’nin Malatya’dan ayrılışı böyle oldu. Bir daha Niyazi’yi değil, sesini bile duymadım. Eğer sesini duymuş olsa idim ondan çok şey öğrenecektim. Buraya da yansıtacaktım. 
 
Göbelek Niyazi Malatya’da tiyatroculuk ateşini yakmış ve gitmişti. Onun gidişinden sonra uzun zaman Malatya’da tiyatroculuk yaşamadı desem yalan olmaz. Şimdi bile Malatya’nın yerel tiyatrosu Niyazi’nin tiyatrosunun çok altında. Devlet Tiyatrosuna bir şey demiyim( demiyorum). Malatya’nın devlet tiyatrosu dışardan gelen tiyatro topluluklarının genel eserlerini oynuyorlar. Malatya’nın yerel senaryolarına ve oyuncularına acilen ihtiyaç vardır.  
 
Şimdi Göbelek Niyazi’nin çarkından geçmiş Malatyalı birkaç tiyatrocuyu müsaadenizle anlatayım. Benim bildiğim kadarı ile çıraklardan iki adeti meşhur olmuştur. Bunlardan birisi, İlyas Salman ve diğeri de Halil İbrahim Kalaycıoğlu. Ancak ben tiyatroyu yarım bırakmış bir jönden başlamak istiyorum.
 
İHSAN AKGÜL
 
İhsan Akgül,  Şirolu Sokağı’ndan aşağıya inerken sol kolda bahçe duvarı “S” şeklindeki inişli çıkışlı tek katlı bir evde oturuyordu. Babası Hasan Amca da etliye ve sütlüye karışmayan kaliteli bir komşu idi. İhsan, bizim haşarılığımızın aksine çok sakin bir çocuk idi. Adeta büyümüş ve küçülmüştü. Ne Kayalığa çimmeye gelir, ne top oynar ne de kavga ederdi. Bizim top oynadığımız tarlanın karşısında evlerinin bulunmasına rağmen sadece bizleri seyrederdi. Ne oldu ne olmadı bilemiyorum; İhsan Akgül de  Taratoracı Niyazi’nin ceynağına düştü. Oyunlarda yakışıklı jönleri canlandırıyor, muazzam oyunlar sergiliyordu. Eğer Tiyatroya devam etmiş olsa idi Türkiye yeni bir jön kazanmış olacaktı. Ne çare ki kader onu Malatya Halk Bankası’na veznedar olarak tayin etti. Tiyatroyu bırakmak zorunda kaldı. Bankada Hüseyin Çelik Amca’nın kızıyla tanıştı ve onunla evlendi. Ankara’ya tayinlerini aldırttılar. Yakışıklı jönümüz akciğer kanserine yenik düşerek genç yaşta Hak’kın rahmetine gitti. Mekanı Cennet olsun. İşte burada konudan sapmak zorundayım. Çünkü: Hüseyin Çelik amca ile saatlerce sohbet etmiş, onunla dertleşmiş bir kişiyim. Onun başından geçenleri anlatmaz isem vallahi çatlarım. 
 
HÜSEYİN ÇELİK AMCA
 
Said Amca’nın ortağı olduğundan itibaren onu tanıdım. Saatlerce sohbet ederdik. Başından geçen ilginç olayları anlatır bizlerin ağlamasına sebep olurdu. 
 
Olay 1: Hüseyin Çelik Amca daha kundakta yeni doğmuş bir bebek. Osmanlı Rus savaşında ailesi Kuzey Doğu Anadolu’dan göç etmek sorunda kalıyor. Kar ve kış, Erzurum tarafları. Birkaç aile kollar şeklinde Anadolu içlerine doğru kaçıyorlar. Hüseyin annesinin kucağında. Kimi zaman ağlıyor, kimi zaman süt istiyor, kimi zaman da gülüyor. Ancak; onun bebekliği konvoyun hızına sekte vuruyor. En sonunda dede komut veriyor. “Bu bebeği bırakın öyle yola devam edelim” diye. Komuta iştirak etmek lazım. Hüseyin kundağı ile birlikte bir karış karın üzerine yan yatırılarak bırakılıyor.  Kafile yola devam ediyor. Dede,  bir an önce gidecekleri yere ulaşmak istiyor. Ancak Hüseyin’in annesinin durumu iyi değil. Bir an geliyor ve Hüseyin’i karların üzerinden bıraktığı için dizlerinin bağı çözülüyor, karların üzerine yığılıyor. Dede; bakıyor ki başka çare yok, haydi geri dönelim Hüseyin’i alalım diyor. Geri dönülüyor ve Hüseyin’in olduğu yere varıyorlar ki Hüseyin karın üzerinde kundağın içerisinde etrafa boncuk boncuk bakıyor. Anne sevinçle Hüseyin’e sarılıyor ve yola devam ediyorlar, Malatya’nın Akçadağ kazasına kadar geliyor ve orada yerleşiyorlar.  Aile orada güçlükle hayatlarını devam ettiriyor. Ve sonra Hüseyin Maliye’de memur oluyor. 
 
Olay 2: Ailenin diğer fertleri nerede hiçbir haber yok. Telefon yok haberleşme yok. Yerleşim yerleri belli değil. Hüseyin’in askerlik çağı geliyor. Diyarbakır’da bulunan Askeri Hastaneye Hüseyin’in sevki yapılıyor. Trene biniliyor ver elini Diyarbakır. Hüseyin Diyarbakır’da bir otele yerleşiyor. O zamanlar tül perde yok. Sadece perdeler var. Hüseyin otel odasında dolaşır iken gözü karşı eve ilişiyor. Bir bayan kucağında çocuğu ile Hüseyin’e bakıyor. Hüseyin ile göz göze geliyorlar. Hüseyin karşıdaki bayan rahatsız olmasın diye perdeyi kapatıyor ve yatağa uzanıyor. Akşama doğru otel odasının kapısı çalınıyor. Hüseyin şaşırıyor. Kapıyı açıyor, bir de ne görsün gündüz gördüğü bayan ve çocuğu, yanında da genç bir yüzbaşı içeriye giriyorlar. Hüseyin tabii ki şaşırıyor. Yüzbaşı söze başlayarak, “Bugün hanımla göz göze gelmişsiniz ve sen perdeyi kapatmışsın. Bu ne büyük bir asalet, sizinle tanışmak istedik” deyince Hüseyin rahatlamış. Hoş beşten sonra serüvenler anlatılmış ve sonunda Yüzbaşı Hasan ile Hüseyin gözyaşları ile birbirlerine sarılmışlar, “emmioğlu” diyerekten. Evet, Hüseyin yıllar sonra amcaoğlunu böylece tanımış oldu.
 
HALİL İBRAHİM KALAYCIOĞLU
 
Niyazi’nin ocağına girerek  Devlet Konservatuvarını bitiren ve tiyatocu Halil İbrahim Kalaycıoğlunu da burada zikretmek gerek. Çünkü o, konservatuvarı Malatya da iken “konserve fabrikası” olarak biliyordu ve sonunda tiyatro aşkı ile dizilerde oynadı, tiyatro kurdu ve sahnelerde oyunlar icra etti. Halen de Kurtlar Vadisi dizisinde Alevi bir ağayı canlandırıyor. Halil İbrahim’in sülalesini çok yakından tanıyorum. Dedesi Kasap Haci Nuri, babası Yahya, amcaları Nedim ve Süleyman’la çok sohbet ettik. Sadece amca Necmettin’le tanışamadık. Sanıyorum sadece Necmettin Amca sağ. Baba Yahya, Malatya Cezaevi’nde şoförlük yapıyordu.
 
Haci Nuri’nin evi, merkez halinin sağ alt  köşesine düşüyordu.Evden  aşağıya doğru  Ermeni Mahallesi başlıyordu. Ermeniler ile bizler dostluk içerisinde yaşıyorduk. Haci Nuri’nin  evinin önünde hayrat bir çeşme akardı. O çeşmenin halen aktığı söyleniyor. Ana kapıdan girer girmez önünüzde geniş bir avlu görürdünüz. Ortada kocaman bir havuz vardı. Havuzun yanında turşuluk küpler, yağlar yer alırdı. Havuzun suyu da kaynaktan karşılanırdı. Nuri Dayının mekanı ikinci katta idi. Kendisi de Kasap pazarında kasaplık yapardı. Oğlu Nedim Kalaycıoğlu ve Süleyman Kalaycıoğlu’da kasaplıkla uğraşırdı. Nedim Kalaycıoğlu çok nüktedan bir kimse idi. Sesi de çok güzeldi. Sık sık ona uzun havalar, türküler söylettirirdik. Tam bir candı ve Göbelek Niyazi ile de benzerlikleri vardı. Nedim abi ile birlikte aile ortamında Haci Nuri Dayı ile alakalı senaryolar uydururduk.
 
Halil İbrahim sevdiği kız uğruna Malatya’da Niyazi Atay Tiyatrosu’nda tiyatroya başladığını söylüyor. Tiyatro o kadar içini sarmış ki. Ankara Devlet Konservatuvarı’nı bitirinceye kadar mücadelesine devam etmiş. Bırakalım Halil İbrahim Niyazi Atay tiyatrosundaki serüvenini anlatsın: Turnelerde iş yapabilmeleri için adlarını bile değiştirmişler. İstanbul Tepebaşı Tiyatrosu koymuşlar.
 
“Dekorlar var, arabanın üstünde bagaj dolu. Spotlarımız da var. Spotlarımız kendi yaptırdığımız ışıklar. Saç kovaların kesilmesinden sonra kovanın içine 500 Watlık lambanın konulmasından oluşturulmuştur. Kovanın içerisine de sigara kâğıtlarından oluşmuş yansıtıcı jelatinler konulmuştu. Ben yedi adet rol oynuyorum. Kostümleri üst üste giymişim. Yüzüm angut gibi olmuş. O dönemde organizatörler bilet satamaz iseler bir eşya koyar ve açık artırma yaparlardı. Saat çaldığı anda kim  teklif vermiş ise hediyeyi o alırdı. Bir baktım dekorun arkasında çok güzel bir  çalar saat. O saat benim en kıymetli eşyam. Halen çalışır. Herhalde Mardin’de idik. Patron dedi ki Vali bey akşam bizi davet edebilir. En güzel elbiselerinizi giyin dedi. Valizi açtım baktım pantolon yok.  Babama ne diyeceğim. Saati aldım valize koydum. Babama saat ile pantolonu değiştireceğim diyeceğim. Saat sahibi doktormuş. Saat nerede dedi. Bütün valizler arandı. Adam girdi valizleri aramaya başladı. Bende şafak attı. Beş defa mı altı defa mı benim valizi eline aldı. Ben durmadan Allah’a yalvarıyorum. Allah’ım ben bir hata yaptım beni affet diye. Herhalde duam kabul oldu. Saati bulamadılar. Patron Niyaz,eğer o saati bulsalardı bizi öldürürlerdi dedi. Gece yola gidiyoruz herkes uyumaya başladı.Saat kurulu imiş, çalmaya başlamadı mı? Saatin sesini duyunca gecenin yarısında saatin sesinin duyulmaması için ben var gücümle “Ahlatın başındayım” diye türkü söylemeye başladım. Saatin sesi bağırtımdan dolayı hele şükür duyulmadı.Bereket versin arabanın eksozu da patlaktı. Kimse duymadı.  
 
Malatya’ya devlet tiyatrosu gelmişti. Her şey muazzam. Diyorlardı ki İlyas Salman Konservatuvarı kazanmış oraya gidecek. Ben de merak ettim. Konservatuvarı konserve fabrikası sanıyorum. Bana dediler ki oğlum orası bir okuldur.
 
 Kafama koydum. Konservatuvara gidecektim. Konservatuvarın numarasını buldum. Telefonla evrakları aldım kayıt oldum. Babamdan rica ettim. Az bir para verdi. Ver elini Ankara. İmtihandan on beş gün önce gelmişim. Cepte para kısıtlı. Ucuz bir otel buldum. Beş günde para bitti. Sabah bir simit yiyiyorum, akşam ise bir çorba içiyorum. Zaten zayıfım iyice zayıfladım. 
 
Konservatuvarda kapısı açık bir otobüs vardı. Orada yatıyordum. Gecenin bir vaktinde bekçinin biri beni uyandırdı, beni otobüsün içerisinden attılar. Para yok, yatacak yer yok. Küçük bir bitkinin altına zulalı bir yer ayarladım. Kartonları serip orada yatıp kalkmaya başladım. Yolda giderken Shaekespeare’in eserlerini seslendiriyorum. Sabah yürüyorum, akşama kadar yüksek sesle rol oynuyorum. Boş arsa arıyorum. Ben yüksek sesle bağırıyorum; dostlar vatandaşlar Romalılar beni dinleyin diye. Herkes bu kafayı yemiş diyerek başlarını sağa sola sallayarak benden uzaklaşıyorlar. İlyasa şu yönden gönlüm kırık. Ona hakkımı helal etmem. Ona beni çalıştır dediğimde bana yüz vermedi. dedi ki: Ben başka öğrenci çalıştırıyorum. 385 kişiden en fazla puanı ben almıştım. Yatılı öğrenci oldum.”
 
İLYAS SALMAN
 
Niyazi’nin yetiştirdiği tiyatroculardan en fazla üne kavuşan İlyas Salmandır. İlyas Salman da yeteneği ile Konservatuvar sınavını kazanmış, güldürü filmlerinin ustalarındandır. Bir gün Malatya’da Fuzuli caddesinden yukarıya çıkıyordum, Kahvede Niyazi’yi gördüm. Hoş beş ettik ve oturduk. Yanında çok zayıf birini işaret ederek ismini söyledi ve onun Konservatuvar öğrencisi olduğunu anlattı. Göğsü de kabarıyordu. . İsmini hatırlayamadım. Büyük ihtimalle İlyas Salman olabilir. Ona baktığımda havaya bakıyordu. Ben de havaya bakmaya devam ettim. Halil İbrahim Kalaycıoğlu’na pas vermemesi herhalde İlyas Salman’nın o zamanlar havaya girmesinin etkisindendir. Şimdi de havalı mı onu bilemem. 
 
Niyazi Hocanın çarkından geçerek bir yerlere gelen tüm taratorucuların Niyazi Hocaya borçları vardır. Herkesin, tiyatrocuların, Malatya’lı kültür ve tiyatro severlerin ve kurumların üstat Göbelek Niyazi’ye borçlarını ödemeleri zamanıdır.  Haydi hekinin.(Birden bire doğrulun ve kendinize gelin). 
 
MALATYA’DA GÜNÜMÜZDE TİYATROCULUK
 
Tiyatroları teker teker saymak mı lazım; yoksa içeriğine girmek mi lazım buna şu anda karar vermek zor. En iyisi içeriğe girmeli. Malatya’daki tiyatroların başını Malatya Devlet Tiyatrosu çekiyor. O zaman sıralayalım:
 
A- Malatya Devlet Tiyatrosu: Şimdi mışlı geçmiş fiil çekimine geçelim. Fen Lisesi 
Tiyatrosu konusunda bilgi yokmuş. Belediyenin bir tiyatro topluluğu varmış, O çocuk Tiyatrosu Devletten teşvik kazanmış. Bir de Malatya İnönü Üniversitesinin Tiyatro topluluğu varmış. 
 
Malatya devlet Tiyatrosu Sabancı Kültür Merkezinde oynuyormuş. Haftada bir gün Cumartesi günleri turne şeklinde oyunlar oynanıyormuş. Dışarıdaki şehirlerden geliyorlarmış. Yeni ve gerçekçi, rekabetçi bir tiyatro ekibi kurulmamış. İleri safhada Malatya’da yerleşik bir tiyatronun kurulması olanağı varmış. Normal salon 376 kişiymiş. Her hafta salon doluyormuş. Otuz tane de sandalye atılıyormuş, böylece Seyirci sayısı 406 ya ulaşıyormuş. Maşallah, maşallah. Oyunlar genel oyunlarmış, Malatya’ya özel oyunlar yokmuş.Diyarbakır, Van, İstanbul, Ankara, Bursa gibi yerlerden tiyatrocular gelirmiş. Malatya’lı tiyatroculara buralarda yer yokmuş. Malatya’nın tiyatro seyircisi çok kaliteliymiş. 
 
Tiyatro Genel Müdürlüğü sayfasında Malatya’nın kodunu bile yanlış yazmışlar  442 diye. Belediyenin Çocuk Tiyatrosu tam oturmamış. Belki zamanla ve destekle yerine otururmuş. Yeni açılmış.  Malatya’da Devlet Tiyatrosunun yerini tutacak özel bir Tiyatro yok imiş. Malatya’nın yerlilerinden birkaç kişi Tiyatro yapmaya çalışıyorlarmış ama onlar yeterince başarılı olamıyorlarmış. Çünkü: Onlara seyirci gelmiyormuş. Yerli şivelerle yapılan tiyatrolara rağmen yokmuş. Kibar sözlerle yapılan tiyatrolara Malatya halkı adeta aşıkmış, Malatya şivesi de ne oluyormuş.  Malatya’lı,  Malatya’lıya değil, dışardan gelenlere hayranlık duyuyormuş. Hele Malatya lehçesini duyunca onlar çıldırır gibi oluyorlarmış. Bu şive çok yumuşakmış, kibarlığın yerini hiçbir şey dolduramazmış. Malatyalı yerli kültüre karşı tam duyarsızmış. Yerli Tiyatrolara ilgi hemen hemen sıfırmış. 
 
Malatya da bu işi yapmaya çalışan birkaç kişi varmış. Bunlardan bir tanesi Ömer isimli biriymiş. Malatya şivesi ile program yapmaya gayret gösterirmiş. Ama dekorları ve teknik olanakları yokmuş. Bir masa bir sandalye ve kareli çarşafla işlerini görmeye çalışırlarmış. Bu dekorlar yeterli değilmiş. Tiyatroda güzel kızlar, manzaralar, kalabalık dekorlar, deniz ve mehtap olmalıymış. Bütçe açısından da Malatya’lı Devlet Tiyatrosuna itibar etmek zorundaymış. Çünkü: Üç beş Liraya devlet tiyatrosu izlenebiliyormuş. Özel tiyatrolar ise uçuk rakamlarda imiş.  Ömer Tiyatrosu Malatya Gımılıyı diye bir oyun oynamışlar. O oyun da Sabancı Kültür merkezinde oynanmış. 
 
B: İnönü Üniversitesi Tiyatro Topluluğu:  Gazetelerde şu şekilde yayın yapıldı. “Turgut Özal Tıp Merkezinde görev yapan hekimler ve çalışanlar, meslektaşlarının sahnelediği oyunla stres attı. Kim akıllı kim deli adlı tiyatro oyunu İnönü Üniversitesinde sahnelendi.”
 
Bu kadar tiyatro bence üniversite için yetersizdir. İnönü Üniversitesi Malatya Halkı ile bütünleşmeli ve tüm bölümleri ile Malatya’ya katkı sağlamalıdır. Şu anda bunu göremiyoruz. Üniversite için ne kadar iyi niyet beslesem bile şu kanaatten kurtulamıyorum.” Dışı kalaylı içi vay vaylı” 
 
Ankara’da yaşayan Malatya’lı bir vatandaş olarak Valilik, Üniversite ve Belediye’nin bir can gibi bütünleşmesini arzu ediyorum. Kopuklukları bizler burada bile duyuyoruz. 
 
C- Malatya Şehit Kemal Özalper Enstitüsü Tiyatro Topluluğu: Malatya şivesi ile 
çocuklar oyun oynuyorlardı çok duygulandım. 
 
D- Malatya Gazi Lisesi Tiyatro topluluğu: Öğretmenlerin katkısı ile tiyatro ile 
birlikte eğitimlerine devam ediyorlar. Tiyatro ile birlikte eğitim ve kaynaşma çok güzel oluyor. Bir öğretmenin Malatya toplumunu etkilediği örneklere rastladık. 
 
E- Malatya Sahne Sanatları Merkezi Tiyatro Topluluğu: başkanı Ömer 
Konakçı’dır. Amacını şöyle açıklamıştır. " Malatya ilklerin öncüsü olmanın haklı gururunu yaşıyor. Dernek olarak amacımız, Malatya'mızın sahne sanatlarını, özellikle tiyatro ve folklor alanlarını araştırmak ve ortaya yeni çalışmalar koymaktır"  Yerli oyunlara da zaman zaman yer veren bu tiyatro topluluğunu kutlamak gerek. 
 
SONUÇ VE İSTEM: Dava dilekçesinin sonucu gibi yazımı sonuçlandırmak istiyorum.
                 
1- Tez elden Malatya’nın dünkü tiyatrosu ile bugünün bağlantısı kurulmalı, 
Malatya’nın yöresel oyunları ve senaryoları, tiyatrocuları belgelendirilmelidir. 
 
2- Malatya şivesi  en çok Tiyatro tarafından canlandırılabildiğinden dolayı şive 
ve  Malatya örf ve adetine ait tiyatro oyunlarına öncelik verilmeli, kaybolmaya yüz tutan Malatya şivesi tiyatro oyunları ile hortlatılmalıdır.
 
3- Zor şartlarda Tiyatroyu oynayan Niyazi Ustaya  her yönü ve çırakları 
Tarafından destek sağlanmalı, onun diyecekleri dinlenilmelidir.
 
4- Tiyatro taratora olmaktan çıkarılmalı, tez elden geleneksel Malatya Devlet 
Tiyatrosu yöresel Malatya devlet Tiyatrosuna dönüştürülmelidir. 
 
5- Malatya’nın Özel tiyatrolarına destek verilmeli, onların programları 
izlenmeli, unutulan kültürümüz için yerel Malatya tiyatrolarından imdat istenmelidir. 
 
Şimdiki özel tiyatrolar Göbelek Niyazi’ye göre çok şanslılar. En azından tepki 
yok, tehlike yok, sahne var, dekorlar çok ucuz, Malatya’nın tiyatro seyircileri çoğaldı, onların parası eskiye göre daha çok. Ancak; Göbelek Niyazi’nin, Malatyalıların ruhu ve azmi yeni nesillere de aşılanmalı.  30 Kasım 2011 Çarşamba
 

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız