SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Malatya'ya Hasretseniz..

A- A+ PAYLAŞ

Sultan KILIÇ

Malatya dışında yaşayan Malatya sevdalıların merak konusu, genellikle, Malatya’nın çarşılarının değişip değişmediğidir. Değiştiyse ne kadar değişti, yıkıldı mı, taşındıysa nereye taşındı? Özellikle de Malatya ile özdeşleşmiş, en eski çarşı ve pazarları, merak konusudur. Malatya özlemi, bunları, gurbetteki çocuğunu sorar gibi sordurur insanlara.

Merkez postanesiyle İş Bankası Merkez Şubesinin arasındaki sokaktan doğuya ilerlerseniz, tam karşınızda tüm görkemiyle Yeni ( Teze ) Cami’yi bulursunuz. Yerden birkaç metre yüksektedir, epeyce basamakla çıkılır. Bembeyaz kesme taşları, geniş mi geniş birden fazla kubbesiyle vakurdur Yeni Cami. Kitabesinde yapım tarihi olarak 1902’yi görürsünüz. Yapımı yıllar süren bu caminin yapımına 1800’ ün son yıllarında başlanmıştır. O bembeyaz kesme taşların, o görkemli mimarinin 1915’ ten sonra yapılamayacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Bu güzel cami, Ermeni ustaların eseri. Malatya’nın tam ortasına bağdaş kurmuş, anaç hükümran görünümüyle saygı uyandırır görenlerde. Bahçesindeki heybetli ağaçlar da bunun en yakın tanıklarıdır.

 Caminin doğusunda, bahçe duvarının dışında sürekli akan kaynak suyu, buz gibidir. Çeşmenin sağında Ayakkabıcılar Çarşısı, kundura kokusuyla kendini belli eder. Buradan ilk aralığa dönerseniz, Malatya’nın süzek peynirlerinin kokusunu duyarsınız. Lor, çökelek, zeytin, yumurta, bal, turşu, pul biber, salça, baharatlar… Ardından zahireciler gelir. Zahireciler çuvallarla sergiler Malatya tarhanasını. Kuru fasulye, nohut, mercimek, bulgur, dövme, haşhaş, erişte, kavurgalık ve hediklik buğdaylar… Hatta kurutulmuş, dolmalık biber ve patlıcanlar.

Zahirecilerin güneyinde Mısır Çarşısı’na sırtını yaslamış, yan yana sıralanmış dükkânlarda saçaklı yünler sergilenir. Yüncülerin arasında iki dükkân vardır ki kokularıyla, yoldan geçenleri kaldırıma çiviler. Dibekte dövülen kahvenin, hık hık seslerinin arasından süzülerek gelen nefis kahve kokusudur bu. Yüncü ve kahvecilerin sırtını yasladığı Mısır Çarşısı’nda, iki yanda karşılıklı sıralanmış ayakkabıcılar vardır. Ayakkabıcıların arasında kalan dar yolun üstü örtülüdür. Buranın da kendine özgü kundura kokusu vardır. Mısır Çarşısı’nın öteki ucundan Kasap Pazarı görünür. Dörtgen şeklinde çepeçevre kasaplar sıralanmıştır. Kasapların çevrelediği meydanda balık çeşitleri, sebze, meyve, kadınların başında beklediği sitil sitil yoğurtlar alıcı bekler. Kasapların dış çeperinde yine sebze ve meyveler sergilenir.

Kasap Pazarı’nın doğusunda şu anda cami olarak kullanılan bir Ermeni kilisesi vardır. Gri renkli kesme taştan yapılmıştır. Çatı olukları, Çavuşoğlu Mahallesi’ndeki Taşhoran Ermeni Kilisesi’nin çatı oluklarının tıpkısıdır. Yağmur olukları künkten yapılmıştır. Kilisenin üzerine sonradan kondurulan çatının altında apaçık görünmektedir. Kilisenin güney duvarına sırtını yaslamış bir dizi köşker görürsünüz. Onarıma çok az gelen ayakkabıları, sabırla bekler bu köşkerler. Çok az kişi bilir şimdi cami olarak kullanılan bu sağlam binanın, aslında bir Ermeni kilisesi olduğunu.

Kasap Pazarı’nın güneyindeki Arasa ( buğday pazarı ) artık burada değildir. Arasa, Çavuşoğlu Mahallesi’nin kuzeyindeki yıkılan Gâvur Hamamı’nın yerine taşınmıştır. Buradan batıya doğru kulak kabartırsanız, çekiç seslerini duyarsınız. Bakır tavaların, kazanların, teştlerin, banyo kazanlarının, teneke sobaların dövüldüğü Sobacılar Çarşısı. Bakırcılar Çarşısı da denilen bu eski çarşıda birkaç da kalaycı vardır. Sihirli bir gösteridir kalaycılık. Kor ateşe tuttukları kuşkanaları (tencere), nişadır atarak harlandırırlar. Ortalığı bembeyaz bulutsu bir duman kaplar. Kızgın bakırla buluşan kalayın kokusuysa ayrı bir mutluluktur kalaycının başında onu hayranlıkla izleyene. Yazın aşırı sıcak, kışın bir o kadar soğuk, her zaman çok gürültülü; ama Malatya sevdalılarının olmazsa olmazı bir çarşı işte.

Doğuya doğru yürüyünce Kasap Pazarı’nın bir alt sokağında Malatya’nın simgesinin sergilendiği görülür: Şire Pazarı.Şire Pazarı şimdilik yerinde duruyor; taşınması yakındır, deniyor. Orta avlunun çevresine sıralanmış, vitrinli dükkânlarıyla Şire Pazarı; gün kurularını, islim kayısılarını, pestil, ceviz, badem, iğde, dut, kak ( meyve kurusu ), üzüm, atom, kayısı döneri ve pekmezleri alıcıların beğenisine sunmayı sürdürüyor. İç avluda da kayısı, bir yaygı üzerinde harmanlanıyor.

Batıya doğru çevre yolunu takip edip güneye inerseniz, Gâvur Hamamı’nın yerine taşınan Arasa’yı bulursunuz. Buğdaylar çuvallarla ya da öylece yere yığılmıştır. Bir yanda şalvarlı, yazmalı, yoksul kadınlarca buğday elenmektedir. Kalburun üstünde kalanlar kavurgalık ya da hedikliktir. Kundurular, Sarıbursalar, unluklar ayrı ayrı yığılmıştır. Yalnız, kasası resimli, atları boncuklu at arabaları artık yoktur. At arabalarının yerini el arabaları ve pikaplar almıştır.

Arasa’nın güneybatısında öksüz Taşhoran Ermeni Kilisesi uyur. Bilinen tarihiyle üç yüz yıllık bir görkemli kilisedir Taşhoran. Kubbesi çökmüş. Kilise yüzyıllardır uyur gibidir, hiç uyanmamış gibidir. Ağzı gözü bantlanmış, kötürüm edilmiş bir insan gibidir. İnsan olana Taşhoran bu haliyle hüzün verir. İnsan olanda, bir an önce Taşhoran’ı işkenceden kurtarma isteği ve gayreti uyandırır. Kilisenin mahzunluğu insan olanı utandırır, onu bu işkenceden kurtaramadığı için.

Taşhoran Kilisesi’nin batısı Çavuşoğlu Mahallesi’dir. Çavuşoğlu Mahallesi, eski evleriyle, tozlu sokaklarıyla eskisi gibidir. Ermenilerin sattıkları evlerinin yerlerine apartmanlar dikilmiştir. Onun dışında pek değişmemiştir Çavuşoğlu. Yine kadınlı, erkekli, çocuklu insanlar kapı önlerinde oturup sohbet ediyorlar. Yine birinin odunu, kömürü geldiğinde hep birlikte, onu bir solukta taşıyorlar. Ardından, gülüşerek yorgunluk çaylarını içiyorlar. Cenazelerinde, düğünlerinde, bayramlarında, asker uğurlamalarında anında bir araya geliyorlar. Hastalara, yalnızlara, güçsüzlere, gariplere evde pişen yemekler, üstü örtülü kaplarla taşınıyor. Sokaklar, kapı önleri mahalle sakinlerince sulanıp süpürülüyor. Bahçelerin etrafı yine çalılarla çevrili. Çocuklar, yine erik, kızılcık koparıp kaçıyorlar; yaz akşamları yine saklambaç oynuyorlar. Dutların yüzüne bakansa yok, her yer dut.

Abdal Musa’da kazanlarla etli pilavlar, boş arsalarda pişirilip herkesle birlikte yeniyor. Muharrem’de İmam Hüseyin çorbası ( aşure ) yine büyük kazanlarla, bahçelerde odun ateşinde kaynatılıyor. Gelen geçen herkese ikram ediliyor. Bir şeylerin, yaşamın tadı tuzu pek yok. Aleviler, Ermeni komşularının eksikliğini hep hissediyorlar. Eski, kerpiç evlerin çoğu kapalı. Kapalı kapılar, Alevilerin umudunun tükenmemesini sağlıyor, yeter ki yıkılmasın, yerlerine apartman dikilmesin. O güzel, iyi Ermeni komşularını masal kahramanları gibi anıyor Çavuşoğlu’nun eski adamları. Gözleri dolarak, sesleri çatallaşarak, bakışları uzaklara dalarak Ermeni komşularını anıyorlar. Rengini kaybetmiş antika bir kilim gibi şimdi Çavuşoğlu Mahallesi.

sultankilic44@hotmail.com

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız