SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

Malatya'yı Hrozny Çözdü de..

Malatya'yı Hrozny Çözdü de..
A- A+ PAYLAŞ

Bülent KORKMAZ

deybayah@gmail.com

Malatya eski belediye başkanlarından merhum Nuri Nebioğlu’nun (Nuri Dayı) telefonda Ankara’ya çevre yolunun nereyi kapsadığını anlatırken, “şarken Tofik’in damı, garben Fuat’ın daşı”, dediği söylenir.

Nuri Dayının anlatmaya çalıştığı şudur: Bugünkü Eski Malatya kavşağının olduğu bölgede, doğu yönünde, Tevfik (Tofik) adında bir hemşerimizin evi (damı) vardır. İstasyon kavşağında ise, batıya doğru, bugün Dede Korkut Lokantasının olduğu yerde, Malatyalı merhum işadamlarından Fuat Erçişli’nin, 1970'li yıllarda Malatyalı şehitler anısına yaptırdığı taş anıt-heykel bulunmaktadır.

***

Peki, yaşadığımız şehir Malatya neresidir? Tarihsel açıdan bakıldığında, Malatya denilince “nereler” anlaşılmalı, nereler anlaşılmamalıdır?

Malatya, Arslantepe höyüğünü sinesinde barındıran Orduzu’dan başlayarak, Eski Malatya’ya (Battalgazi de deniliyor) uzanan bölgedir.

Daha açık söyleyecek olursak, bugün şehir merkezinin olduğu yerin adı bile Malatya değildir; onun adı Aspuzu’dur. Banazı, Çırmıhtı, İzollu, Akçadağ hiç değildir. Darende, Arapgir, Doğanşehir ve diğerlerini saymıyorum bile…

Karakaya Barajı altında kalan Değirmentepe höyüğü buluntularına göre Malatya’nın tarihini yaklaşık 8-9 bin sene öncesine götürebiliyoruz. Malum, Orduzu’nun sinesinde yatan Arslantepe Malatya’da ciddi olarak kazılabilen tek sittir (2014 Nisan ayında UNESCO İnsanlığın Kültür Mirası geçici listesine alınarak göğsümüzü kabartmıştır) ve burada ele geçen bulgular ve bu bulgular doğrultusunda yapılan saptamalar yaklaşık 6 bin yıl geriye giden bir uygarlık tarihine sahip olduğumuzu gösterir.

Arslantepe bambaşka ve muhteşem bir hikâyedir. Burada anlatılan aslında insanlığın öyküsüdür. Şimdi girmeyelim, girersek çıkamayız.

En son MÖ 712’de burası bir Geç Hitit yerleşimidir. Asur Kralı Sargon’un son Malatya kralı Tarhunza’yı (heykelinden fotosu yanda), vergisini ödemedi bahanesiyle, tacından tahtından indirmesiyle Melit Krallığı önemini kaybetmiş, “matal” olmuştur.

Malatya adının kökenine Hititler sayesinde ulaşabiliyoruz. MÖ 18 ila 12. yüzyıllar arası hüküm sürmüş, etkileri yıkıldıktan sonra bile devam etmiş Hitit uygarlığına ait buluntular 19. yüzyılın ilk yarısında Orta Anadolu’da keşfedilmeye başlanmış, ancak 1915 yılına kadar Hitit dili çözülemediği için tarihin bu dönemi yorumlanamamış, karanlıkta kalmıştır.

Benim “korkunç zeki” olduğunu düşündüğüm çivi yazısı uzmanı Çek bilgin Bedrich Hrozny’nin, Hint-Avrupa dili olduğunu fark ettiği Hititçeyi belirtilen tarihte çözmesiyle bu uygarlığın etkilediği coğrafyanın ve toplumların tarihi yeniden yazılmaya başlanmıştır. Hrozny, ilk olarak ekmek anlamına gelen ‘ninda’ sözcüğünü çözer ve içerisinde ekmek geçen bir cümlenin yemek-içmek sözcüklerini de içereceğini sezer. İlk çözdüğü Hititçe cümle şudur:

Nu ninda-an ezzateni watar-ma ekkuteni. Yani: Şimdi ekmek yiyeceksin, ardından su içeceksin. 

Hrozny, bizim memleketin, yani Malatya’nın, adının ne anlama geldiğini de çözen kişidir. Hitit kaynaklarında ‘Maldia’ diye anılan ‘Melite’ ülkesi “bal” anlamına gelmektedir. Bu sözcüğe “meyve bahçesi” anlamı da yüklenebilmektedir. Aslında gayet mantıklı bir memleket ismidir çünkü hepimizin bildiği gibi “Melite ülkesinde” “dikilir ve don vurmazsa” yetişebilen her türlü meyve baldan tatlıdır. Endüstriyel bir meyve olduğundan günümüzde Malatya denilince akla kayısı gelmektedir ama üzüm, kiraz, ceviz, elma, armut, erik, ayva, vişne, hurma – buranın iklimine uygun aklınıza hangi meyve gelirse- güzel yetişir, bol olur, yediğinizde ağzınızda tat bırakır. Ayrıca meyvenin bol çeşitli olduğu yerde çiçeğin de bol olacağını ve balının lezzetli olacağını tahmin edebilirsiniz.

Malatya adının kökenine ilk Hititçede ulaşılmakla birlikte, bu adın çok daha eskilere gittiğini, kadim şehrimizin neredeyse kurulduğu tarihten itibaren bu güzel sözcükle adlandırıldığını ileri sürebiliriz. Çünkü sözcüğün içerdiği anlam, şehrin yapısına ve doğasına uygundur.

***

1998 yılının sonunda bir Güney Avrupa ülkesi olan Malta’ya gitmiştim. Orada aldığım tanıtım broşürlerinde ‘Melite’ adı gözüme çarptı, anlam veremedim, sonra da unuttum gitti.

Epey sonradan araştırdığımda, Malta isminin kökeni konusunda tartışmaların olduğu, kesin olmamakla birlikte, Yunanlıların balı çok güzel olan bu ada ülkesine, “bal-tatlı” anlamında “Melitē” dediklerini, zamanla bu adın Malta’ya dönüştüğünü öğrendim. Ayrıca klasik mitolojide Melitē, deniz perilerinden (Nereid) birinin adıdır.

Anlayacağız, birbiriyle hiçbir toplumsal veya ekonomik ilişkisi olması beklenmeyen iki “ülkeye” tesadüfen aynı isim verilmiştir.

Ben bu bilginin, kendi adıma, “yeni” olduğunu sanarken, 1958 yılından beri Malatya tarihi çalışan, büyük “kaynağımız” ve üstadımız Celal (Yalvaç) Ağabey, bu hususta fi tarihte “Malatya’dan giden bir heyetin Malta’yı kurduğuna dair tevatür” çıktığı uyarısında bulundu.

Malta’dan kalkıp gelen bir grup aziz hemşerimizin Malatya’yı kurmuş olma ihtimalini akla getirip getirmediklerini bilemiyorum.

***

Malatya’nın tekrardan şehir olması yaklaşık, 2014 yılından geriye hesaplayarak söylersek, 1916 ila 1897 yıl öncesine dayanıyor; yani Roma İmparatoru Marcus Ulpius Traianus’un hüküm sürdüğü MS 98-117 yıllarına.

Malatya’nın kurulduğu tarih ise Roma İmparatorluğunun dünya tarihinde gücünün doruğa eriştiği döneme denk gelmektedir.

O tarihlerde, gözü kara imparator Traianus askerlerini çok zor ve uzak seferlere çıkarıyor. Önce Dacia (Romanya) ülkesini alıyor, Doğuda yeni eyaletler kuruyor, sınırları Kuzey Britanya’nın bozkırlarına, Ortadoğu çöllerine kadar uzanıyor. Mesafe yaklaşık 4 bin kilometre, nüfus yaklaşık 50 milyon. Traianus sadece seferlerle yetinmiyor; köprüler, kanallar, kütüphaneler ve en önemlisi şehirler kuruyor.

Romalıların “Melitene” dedikleri Malatya’mız, Arslantepe’nin olduğu yerden yaklaşık 4 kilometre kuzeyde, günümüzde Battalgazi ilçesinin bulunduğu yere kurulmuştur. Önce surlar yaptırılır; ardından askeriydi, halkıydı içerisine yerleştirilir.

Şehrin yeni yeri aslında şehir olmaya çok uygun değildir. Çünkü yükselti farkı nedeniyle büyük su kaynakları Tohma ve Fırat’tan yararlanmak güçtür. Ama bu sorun çözülür. Yaklaşık 30 kilometre ileride, Gündüzbey’in devamında, Beydağı eteklerinden kaynayan Derme Suyu kanallarla (Orduzu’dan gelen Almasuyu da eklenerek) taşınarak geniş ve bereketli Malatya Ovasına can verir. Sadece Malatya değil, Derme’nin geçtiği tüm köyler (bugün Gündüzbey’den başlayıp Yeşilyurt-Yakınca-Barguzu-Tecde-Malatya boyunca uzanan hat) abat olur.

Doğal yatağı Yeşilyurt-Gündüzbey’in güneyinden Beylerderesi’ne uzanan Derme yapılan kanallarla kuzeye yükseltilip binlerce hektar alanın sulanması sağlanır. Bana göre Derme Kanalı (bizim Çırmıhtılıların Deymensuyu dediğimiz) Malatya tarihinin en büyük projesidir çünkü yüzlerce yıl kullanılmış ve halen kullanılmaktadır.

“Yeni” Malatya savunulması kolay, fethi güç bir yer de değildir. İleriki yüzyıllarda defalarca yakılıp-yıkılması bunun tersinin doğru olduğunun kanıtıdır. Anlayacağınız şehir, “kekliği düz ovada avlarlar” türküsüne uygun bir konuma kurulmuştur.

Öyleyse Roma neden bunu yapmıştır? Cevabı çok basit: Yaklaşık 5 km ilerideki Fırat’tan kimin gelip kimin geçtiğini kontrol etmek için bu stratejik yer tercih edilmiştir. Ayrıca altın çağını yaşayan imparatorluğun kimseden korkması için neden yoktur.

***

Sonrasını biliyorsunuz. Malatya, Anadolu’dan gelip geçen birçok uygarlığa tanıklık eder. Sınırda olduğu için çok tahrip olur, el değiştirir; 1515-16 Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılır. 19. yüzyılın ortalarına kadar şehrin merkezi burasıdır. Yaşanan ekonomik sıkıntılar, hastalıklar ve ordunun kışlaması gibi nedenlerle önemini yitirir; şehrin merkezi bugünkü yerine, yani Aspuzu, kayarken asıl Malatya’ya “Eski Malatya” veya “Eski Şehir” denir. Kadim şehrin yükseltisinin (789) merkezden (900) daha düşük olması nedeniyle “Aşağı Şehir” adıyla da anıldığını biliyoruz.

***

Tüm bunları neden yazdım?

Tarihçi-Yazar Sayın Orhan Toğrulca, malatyahaber.com sitesinde “Eski Malatya adının iade” meselesine değinen yazılar yazdı. Bojori Jerin’in (Aşağı Şehir) Hasırcılar köyünden olan Orhan Hocanın haklı olduğunu düşünüyor ve kendini “Eski Malatyalı” hisseden bir Çırmıhtılı olarak “iade-i isim” diliyorum.

______________________________

Yukarıda okuduklarınızı ben bulmadım. Okuma-yazma bilen birisi olarak bugüne kadar Malatya hakkında elime ne geçtiyse okumaya çalıştım. Dolayısıyla buradaki bilgilerin emeği başkalarınındır. Bu nedenle eserleri, çalışmaları ve bilgisinden yararlandığım, başta araştırmacı Celal Yalvaç olmak üzere, tarihçi doçent Göknur Akçadağ, tarihçi Orhan Toğrulca, araştırmacı-yazar Mustafa Kuşçuoğlu, dilbilimci Bedrich Hrozny, yıllar içerisinde Arslantepe’yi kazmış ve kazan arkeologlar Louis Delaporte, Claude Schaeffer, Piero Meriggi, Salvatore Puglisi ve Marcella Frangipane ve adını bilemediğim cümle emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Ayrıca TÜBİTAK tarafından yayınlanan ve alanında rast geldiğim en iyilerden biri olduğunu düşündüğüm ‘Antik Dünya Ansiklopedisi’ yazarlarına da teşekkür borçluyum.

FOTOĞRAF: Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenen Hitit Kralı Tarhunza'nın heykelinin baş kısmı

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Bülent Korkmaz yazıları