SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

''Ne Pisigidi Rahmetlik!..''

A- A+ PAYLAŞ

"Ne Pisigidi Rahmetlik!.."

 

Bülent KORKMAZ

korkmazbulent@gmail.com

 

Sevmesek, nefret etsek, kızsak, hapislere atsak, dövsek de onlar, yani çalma-çırpma elemanları, hep vardılar.

 

Malatyahaber.com’da ara sıra yazdığımız, Malatya mizahını yansıtan gerçek öykülere, anlatımıyla eşsiz katkıda bulunan Sanal Ekipler Amiri İsmet Yalvaç ağabeyime kendim ve muhterem okurlarım adına teşekkür ederek; buyurun size, 4 adet “fırından yeni çıhmış, teze bişmiş” öykücük…

 

Afiyet olsun!

 

***

 

* Serkisof Kaç Para?

 Ben diyeyim 25, siz deyin 30, bir başkası desin 40 yıl öncesi. Cennet vatanımızda kola bir saat takmanın maliyeti, bugünün reel ekonomi politiğiyle bakılınca, baraj kenarında 2 dönüm kaysı bahçesine sahip olmakla eşdeğer. Cafcaflı bir saat takabilmek için sünneti, askerliği veya iyi bir okulu kazanacağınız günü beklemeniz gerekiyor.

 

Saat sahibi olmak o kadar önemli ki; askerde kolda saat fotoğraf çektirip memlekete yollayanlar bile var.

 

Peki, kızlar? Onlar netsin saati? Her mevzuda olduğu gibi, babası, ağabeyi ve/veya herifi ne derse “össahat” o saate uyacak.

 

Bugün olduğu gibi o gün de saatin kola takılanı, masaya konulanı, çalarlısı, duvara çakılanı var. Bir saat türü daha var ki; en fiyakalı olanlardan ve günümüzde artık o tür saat kullanılmıyor: Köstekli. Köstekli saatlerin piri demiryolcu saati diye bilinen Serkisof. Rivayet odur ki, Rus bir vatandaş icat ettiğinden bu adı almış. Köstekli olanının yanı sıra kol ve masa türleri de satılıyor. Devlet Demiryollarında çalışanlara emekli olanlara verildiğinden mi nedir  ‘demiryolcu saati’ de deniyor. Malatya'daki marka adı "Tiren Yolu Saati". Üzerinde lokomotif kabartması varmış; biz görmedik.

 

Köstekli saati yeleğin cebine koyuyorsun. Zinciri de var, bağlıyorsun. Saate bakma gereği duydun mu veya biri saat sordu mu, yeleğin cebinden vakur bir yüz ifadesiyle köstekliyi çıkartıyor; kaça kaç varsa, hangi rakam hangisinin önünde almış başını gidiyorsa, söylüyorsun.

 

Ne zaman kösteklinin adı geçsin, aklıma o an merhum Çevik Ahmedi gelir. Çırmıhtılı. Yalnız yaşayan, hamallık yaparak geçimini sağlayan, kendi halinde, dürüst, düzgün, tertemiz bir insandı. Ahmet Dayı, okuryazar olmadığından, saati bilmezdi. Ama köstekli saat taşırdı, saate bakma ihtiyacı duyunca onu cebinden çıkarır, gözünün kestirdiğine “bahele sahat gaç?” diye sorardı.

 

Olayımız, o yıllarda geçiyor… Yer, Malatya merkez.

 

Haci Dayı nasıl etmişse etmiş; 75 en eski Türk Lirası’nı denkleştirip fiyakalı Serkisof’u yeleğin cebine yerleştirmiş. Maalesef; artık Teze Cami’nin çeşmesinde abdest alırken mi, çarşıda yürürken mi, faili meçhul bir yankesicilik marifetiyle Serkisof’unu çarptırmış. Haci Dayı’nın oğlu Malatya’nın bitirimlerinden. Araştırmış, karıştırmış, yankesicilerin başını bulmuş, yakasına yapışmış, “bu ahşama gadek bizim Serkisof gelecek. Yoksa cümlenizin duman ederim” manasında bir ültimatom vermiş. Gerekli arama-tarama ve derin yankesici operasyonunun ardından mal sağlam gelmiş.

 

Seneler geçmiş.. Babanın üzüntüsü devam ediyor, “Senin saatin iyi, benim saatim iyi” mevzuları açıldıkça dövünüyor da dövünüyor. Neredeyse komşular cenaze var diye eve “tazeye” gelecekler. Sonra baba-oğul arasında, (baba olan bitenin farkında değil), şu diyalog gelişiyor.

 

Baba: “Yetmiş beş pangulotluh sahatimi çaldı namıssızlar”

Oğul (bıyık altından, daha düşük ses tonuyla): “On beşşşş…”

Baba: “Tam yetmiş beş lira saydıydım…”

Oğul: “On beşşşş…”

 

Baba’ya ömrünün sonuna dek açık edilmeyen sır sonradan kamuoyuna açıklanır; biz de size yazıyoruz işte: Oğlan, babasının köz gibi 75 lira saydığı saati yankesicilerden bitirimliğiyle geri aldıktan sonra, 15 liraya bir başkasına “okutup” iradını afiyetle yemiş.

 

* Emniyet Dediğin

 Olay mahalli, Teze Cami civarı. Tarih, eski işte! Köyden şehre arz eden bir hemşerimiz pazara ne getirmişse getirmiş, satmış, parasını almış, koynuna yerleştirmiş, caminin önünde uykuya dalmış. Erkenden kalkıp o kadar yoldan gelmiş, yorgunluk var, güneş karşıdan vurmuş. Uyumayıp da ne yapacak?

 

Köylü vatandaşımızı uyuklarken gören dönemin Malatya Umum Hırsızlar, Dolandırıcılar, Yankesiciler ve Cepçiler Heyeti Başkanı Kör Ali nam zat “aha bi tene keklik düşürdük” düşüncesiyle kahramanımızın yanına yaklaşmış.

 

Kör Ali öyle boşa hırsızların şefi olmamış! Araya adam koymadan, torpil yaptırmadan, çalarak, çırparak, bileğinin hakkıyla oralara gelmiş bir zat. Elini attığı cepten hâsılat almadan çıktığını tarih yazmamış.

 

Şef, yanaşmış, etrafı kolaçan etmiş, elini horul horul uyuyan köylümüzün koynuna sokmuş. Kendinden emin sokmasıyla çekmesi bir olmuş. O da ne? Meslek hayatında ilk kez elini attığı bir cüzdan parmaklarının arasında yok. İkinciyi denemiş; yine cüzdan gelmemiş. Bu nasıl iş? Para mühim değil; karizma çizilecek. Köylü de tık yok; uyumaya devam ediyor. Kör Ali dayanamıyor, adamın ceketini açıyor, bakıyor, hemşerimiz cüzdanını güzelce sarıp sarmalamış, sonra da firketelerle bir güzel köyneğine adeta “vidalamış”.

 

Kör Ali bu sahneyi görünce, o arada uyanıp “melul melul” bakmakta olan köylünün yakasına yapışmış, elini yumruk yapıp tersiyle iki tane vurarak lafını etmiş:

 

 “Kendirle bağlasaydın imansız!”

 

* Bir Külek Yağ

 Çatının pek bilinmediği, elektriğin olmadığı, toprak damlı evlerin, teldolaplı mutfakların, duvarlarda ‘taka’ tabir edilen boşlukların dolap niyetine kullanıldığı yıllar. Evde kap kacak namına birkaç tane bakırdan kalaylanmış ‘sahen’, tencere, onun bir numara küçüğü “guşgana, turşunun basıldığı küp yılları.

 

Bir de külek var. Tahtadan kova, büyükçe, içine yağı, balı, şekeri koyabiliyorsunuz.

 

Hırsızlardan biri Takalı namıyla tanınıyor. Evlerin duvarlarında taka denilen yer haliyle boşluk; orayı delip içeri geçmek daha kolay oluyor. Takalı Dayı bu tekniği geliştirmiş ve lakap üzerine kalmış. Takalı ve ortağı Ahmet Dayı, artık takadan mı kapıdan bacadan mı bilmiyoruz, adamın birinin evine girmişler. Evde doğru dürüst bir şey yok. Sadece külekteki yağı alıp çıkmışlar.

 

Aradan bir zaman geçiyor. Evi soyulan mağdur vatandaş, kahvede söyleniyor: “Bi külek yağımı çalmış hırhızlar. Ağzına gadek dolu yağı almış getmişler”. 

 

Hırsızlardan Ahmet de orada. Sesini çıkarmıyor, ofluyor, pufluyor, adama epey sinirleniyor. Hırsızlığının açık edileceğinden değil. Mağdurun kamuya yönelik ifadesinde dezenformasyon var. Hırsız dayanamıyor; eğilip yanındakilere kısık sesle mevzunun doğrusunu izah ediyor: “Söylenmiyi ki söyleyesin! Ne bi külek dolusu? Külegin dibinde altı üstü bi avıç yağ varıdı!”

 

* Rahmetli de Rahmetliydi ha!.

 O yılların “hınzır” gençleri, bugünün “masum” ihtiyarlarının aralarında bir kediden (pisik) bahsederken, “rahmetli ne pisigidi?” dediklerini duymuşluğumuz var. Bunu söylerken içlerini öyle çekiyorlar ki, sanki merhum babalarından bahsettiklerini sanıyorsunuz.

 

Efendim, nedir? Şudur:

 

Biz ‘tost-modern’* fani kulların aklının almayacağı bir dizi işlemden geçirilip, mübarekler mübareği dut veya kutsallar kutsalı üzümden alınan şahaneler şahanesi bulamaç (bulambaç), pestile (bastıh) dönüşmesi için damda piri-pak beyaz çarşafların üzerine serilir, kurutulur, sonra dikkatlice çıkarılıp kesilir, tenekelere basılırdı. Kışın siyah üzüm, ceviz gibi canım güzellerle dürüm yapılır, afiyetle yenilirdi.  Bugün de yapılıyor, ama doğal olarak eskisi kadar değil.  

 

Dünya kurulduğundan beri var olan, lezzetli taam peşindeki “pisboğaz” nevinden amatör hırsız taifesi damdaki pestilleri çalmak için, şeytanın bile aklının almayacağı bir yöntem geliştirmişti. Bir adet kedi yakalanır, beline ip bağlanır ve dama atılırdı. İnsanoğlu insanın hangi kirli emeline alet olduğunu bilmeyen zavallı hayvan, kaçıp kurtulmak için, çırpma yiyip rakibine puan kaptırmamak isteyen güreşçi misali, tırnaklarıyla çarşafa yayılıp yapışırken ipten kurtulamaz, çarşaflar dolusu pestille birlikte aşağı inerdi.

 

“Rahmetli ne pisigidi?” meselesine gelince… İşte bizim bugünün "masum" ihtiyarlarının bahsettiği pisik, böylesine pençesi kuvvetli olanlardan biriymiş, unutulmamış, unutamamışlar.. Lafı geçince, rahmetle anacak kadar!..

 

Ama her pisik öyle çarşafa dört ayakla sarılmaz, yardım ve yataklık etmez, “alın ipinizi, tırmalamışım pestilinizi” deyip, aşağıya boş düşermiş. Bu tür pisikleri kim yad etsin ki?!

 

Çocukluk yıllarımızın çizgi romanlardan biri ‘Sihirbazlar Kralı’ Mandrake idi. İri kıyım dostu Abdullah ile maceradan maceraya koşardı. Bir öyküsünde; adamımız cümle istihbarat birimlerinin çözemediği bir hırsızlık olayını çözmeyi vazife edinmişti. 2 hokus, 1 pokus yaptı; Abdullah birkaç kişiyi tartakladı, nafile! En sonunda, hırsız kim çıksa iyi? Bir at. Kalleş adamlar hayvanı eğitmiş, sokağa salmışlar. Hayvan, bir punduna getirip, yükte hafif pahada ağır ne varsa kapıp, yallah! Koş ki, kavuşasın.

 

Bizim pestilci pisik ile ecnebilerin kapkaççı atına bakarak, feodal ve kapitalist toplum arasındaki farkı çözdüğümü ilan etmeyi bir yazarlık görevi sayıyorum: Feodal toplumun pisiği en fazla 1 teneke pestile razı ve mutlu olurken; kapitalist toplumun atı altınlar, inciler, gerdanlıklar, para çantalarını götürüyor, götürüyor, götürüyordu…

 

Birincisinin derdi, karnını doyurmaktı; ikincisininki ise gözünü doyurmak…

 

Göz, hiç doymuyordu.

 

* Ve Daha Neler Var?..

Bunlar memleketimizin, şimdi yapılanlara göre “çok” masum olan “hırhız ve hırhızlıktan faidelenme” hikayeleri..

 

Son senelerde, memleketimizi kasıp kavurmaya başladı; sayıca kalabalık, cüretce “sınır” tanımaz bu  unsurlar.. Artık kamyon dayayıp soyuyorlar, işyerlerini.. Ev sahibiyle karşılaşıp kavga ediyor, kimileri.. Cüretkar oldukları kadar da "dangıl" bazıları.. Ortalama iki günde bir yayınladığımız "Vukuat Raporu"nda yansıtılıyor, bunların hikayeleri.. Üstte yazdıklarımızdan komik ayrıntılar içeriyor, kimileri.. Güler misin, ağlar mısın misali? Hırsızlık için girdiği evde, ev sahibi uyanınca birşey çalamadan kaçarken, içinde 30 YTL bulunan para cüzdanını düşüren; çaldığı malı çaldırdığı için polise başvuran;  girdiği evde "beleş" telefon görünce, arkadaşını arayıp, kartvizitini de telefonun yanında unutan ve böylece kimliği saptanan (en son vukuat).. Türlü çeşitli hırsızlar mevcut, memleket raflarında..  AB’nin Türkiye’yi zorladığı güzergah için dayattığı “yasal değişiklikler” bu taifeye cennet yaptı; güzel ülkemi, has memleketimi.. Bunlarla mücadele etmek durumunda olanlar neredeyse, “Aman bu arkadaşlara bir yanlışımız olmasın” hassasiyet sınırlarında tutuluyor!..

 

Daha neler yazabilecekken, sanal patronumuz, Malatya tarihinden bir hatırlatma ile noktayı koyduruyor.. “Fi tarihinde Malatya’da öyle birinin evini soymuşlar ki?!..” diyor. Celal Amcanın (Yalvaç) arşivinden çıkmayı bekliyor, o vesaik.. Bir an önce çıksa da, öğrensek bu meseleyi!

 

 

* Tost-modern: Dizgi hatası değildir. Sanal yazarınız tarafından yapılmış, kasti hatadır; “Çağdaşlaşmayı sadece tüketim sanan, akraba-komşu-arkadaş kaynaklı güzelim dayanışma ve dostluk değerlerini mezara gömen, komşusunun tavuğu açken kendi pisboğaz ve pis göbeğini (obez olan) düşünen toplum” anlamında kullanılmıştır. Şekilli anlatım için; yurdumun ve milletimin yetiştirdiği çok güzel 2 insanın, merhum Kemal Sunal ve daha uzun yıllar başımızdan eksik olmayasıca Şener Şen, rol aldığı ‘Kibar Feyzo’ filminde marabanın ağaya duvara yazılmış bir sloganın anlamını açıkladığı sahneyi anımsayınız.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Bülent Korkmaz yazıları