SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Neler Oluyor? (76)

A- A+ PAYLAŞ

Derleyen: İsmet YALVAÇ

 

Kent Müzesi ya da İstinaf Mahkemesi!

Malatya’nın “kent” dokusunun önemli yapılarından 71 yıllık “eski” belediye binası, görevi 29 Mart seçimleriyle son bulacak olan Belediye Başkanı Cemal Akın’ın “özel ilgisi” ile yerle bir edildi, sadece fotoğraflarda kaldı.

 

Yıkılan belediye binasının, Malatya kent tarihi için ne anlam ifade ettiğini fark edemeyenlere, İnönü Kapalı Çarşısı’nın üzerindeki bir alana yerleştirilen 1930’lu, 1940’lı yılların Malatya’sının fotoğraflarına göz atmalarını öneririz.

 

Partisinin, 5 milletvekilinin isteğiyle yeniden aday göstermediği Akın, yeni belediye binasına taşınıldığı günün ertesinde, daha elektrikleri bağlıyken, daha lambaları yanıyorken, daha bir kısım klimaları üzerinde olduğu halde bu binayı yok ederken, “Kent Müzesi” ya da “İstinaf Mahkemesi” gibi iki önemli kurum için düşünülen yapıyı ortadan kaldırmış oldu.

 

Akın’ın, 1999’un Temmuz ayında, o dönemin belediye başkanı Mehmet Yaşar Çerçi başkanlığındaki meclisin, aynı ada üzerinde bulunan banka binasının özelleştirme adı altında satışını engellemek için, bu alanla ilgili aldığı “yeşil alan” kararına dayanarak belediye binasını yıktığı, kendisinin açıklamalarından anlaşılıyordu.

 

Malatya kent merkezindeki cumhuriyet dönemi mimari eserlerinden biri olan Belediye binasının “Kent Müzesi” olarak değerlendirilmesi girişimlerinden haberdar olan belediye başkanının, buranın partilisi bazı milletvekillerince başka bir işte kullanılabileceği, “birilerine peşkeş çekileceği” yolunda yayılan -belediye kaynaklı- dedikoduların dayanak oluşturmasıyla yıkım için destek de bulduğu görüldü.

 

“Kültür Müzesi” gibi bir yapıyı, yıkımdan sonra da sokağın algısı ile değerlendirmeye kalkıştılar. Öyleleri destek verdi ki!.

 

O gece aniden belediye binasının yıkımına girişmesinin temelinde, bu binanın “Kültür Varlığı” olarak tescil edilmesi için, Mimarlar Odası’nın ilgili birimlere yaptığı başvurudan, belediyenin haberdar edilmesi vardı. Tescil halinde, bu bina yıkılamayacaktı. Mimarlar Odası’nın, başvurusundan olumlu ya da olumsuz bir sonuç alınana kadar binanın yıkılmaması için Valiliğe yaptığı başvuru vardı ve bu başvuru hiç dikkate alınmadı.

 

Belediye binasının önüne iş makinelerinin yığılması ve yıkım hazırlığı görüntülerinin ardından oluşan engelleme çabalarında ilk etapta, Valiye ulaşılıp “durdurma” sağlanırken, bunun ancak birkaç saat sürmesinin gerisinde de, Cemal Akın’ın bu binayı mutlaka ve mutlaka yıkma konusundaki kararlılığı vardı! Basın mensupları ve bir milletvekilinin kendisine ulaştığı Vali Halil İbrahim Daşöz’ün geri adım atması ve yıkımı engellemek için görevlendirdiği polislerin geri çekilmesinde, Akın’ın arkadaşı olduğu bilinen İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın etkisi olduğu biliniyor. Valinin yıkımı ilk etapta engellemesinin ardından Akın’ın, o gece, Ankara’daki öğrencilik yıllarından arkadaşı olan ve “Beşir” diye hitabettiği İçişleri Bakanı’na ulaştığı ve ondan yardım istediği, onun da Valiyi arayarak “Başkan beye yardımcı olun” talimatı vermesinin ardından, Cemal Akın’ın “yıkma” amacına ulaştığı, bizzat Akın’ın yakın çevresine söylediği öne sürülen “Ben de Beşir’i aradım” sözleri  kaynak gösterilerek konuşuluyor.

 

Ancak binanın ortadan kaldırılması, “Kent Müzesi” kavramının ne olduğunu bilmeyen ve anlamak istemedikleri aşikar çevrelerin desteğini alırken, hiç gündeme gelmeyen bir başka “muhtemel kaybı” biz yazalım. Bu binanın yıkılmasıyla, belki Malatya için çok önem taşıyan “İstinaf Mahkemesi” şansı da ortadan kaldırılmış olabilir.

 

İstinaf Mahkemeleri, birincil mahkemeler diye de tanımlanan yerel mahkemelerle Yargıtay arasında, ikincil mahkeme denebilecek bir yargı kurumu. Bölgesel nitelikte ve Yargıtay’ın iş yükünü hafifletmek için kurulan “ara temyiz mahkemesi” de denilebilecek bir kurum. Malatya da bu mahkemeye talip ve Akın’ın yıktığı belediye binası, bu mahkeme için Malatya alternatifinin daha şanslı kılınması amacıyla önerilecek bir binaydı. Hatta Vali’nin de, belediyecilerle bu binanın İstinaf Mahkemesi olabileceğini konuştuğunu duyuyorduk. Şimdi, gündeme gelebilecek İstinaf Mahkemesi için “işte yerimiz, hemen hazır” diyebileceğimiz bir bina yok. Bunun da sebebi, “hukukçu” Akın..

 

Türlü dedikoduların temel oluşturduğu bir havayla alınan destekle yıkılan Belediye binasının bulunduğu yer, beklendiği üzere “Çadır Yeri” işlevini hemen görmeye başladı. Geçen hafta 3 büyük çadır kurmuşlardı. Kendisinden sonra gelecek başkanın planlamasını, projesini, bütçesini dikkate almadan binayı yıktıran, yine belediye hizmetleri için çok önemli bir şirket olan Esenlik’e ait marketi de yıktırmak için çaba harcayan Akın’ın bu alanı “temizlemesi”, “Çadır”cıların ve bu arada marketin alternatifi olabilecek diğer marketlerin işine yarayacak.

 

Şehrin orta yerinde; yöneticileri şehrin meydanına her vesile ile çadır kurma konusunda ısrarcı ve iddialı Kızılay başta olmak üzere, diğer çadırlı kuruluşların faaliyetlerine açık bir meydanımız var artık! Akın, gitmeden marketi de yıkarak bu alanı genişletmek istiyor. Gelen başkan, hangi projeyi, hangi parayla uygulayacak da, 3.5 metreden itibaren su çıkan bu yeri; çok işlevli, katlı vs. meydan olarak düzenleyecekse!.. “Benden sonrası tufan” mantığının, planının ikinci aşaması, marketin yıkılması. ‘Esenlik’in tüm cirosunun yüzde 20’sini elde ettiği bu marketin bir alternatif oluşturulmadan yıkılması, Esenlik’in batırılması ile eş anlamlı’, deniyor.

 

Belediye binasını yıkarak, o binanın perdelediği,  bir kent merkezine uygun olmayan manzarayı ortaya çıkaran Akın’ın, gelecek başkana burayı düzenlemesi için bırakacağı bir paranın da olmadığı konuşuluyor. Hal binasının satışından elde edilen 52 trilyonun eridiği, bundan da bir şey kalmadığı iddia ediliyor.

 

Ve artık şehrin ortasında “acil” ve büyük bir sorunumuz var!

 

 

Yönetilen mi, İdare Edilen mi?

İnönü Üniversitesi’ni 12 yıl süreyle yöneten kadronun tam karşıtı bir görüşün sahibi oldukları bilinenler, Ağustos 2008’de yönetim görevini devraldılar.

 

Bazılarıyla doku uyuşmazlığına karşın, “Asgari müşterek” denilen sınır ölçünün de geçerli olduğu bir uzlaşmanın ardından oluşan tablo ve ardından yönetimi devralan kadroyu, aradan geçen 6 aylık zamanı göz önünde bulundurarak değerlendirebilmek için bu süre yeterli bir süre değil.

 

Üniversitenin, dünya üniversiteleri sıralamasında basamak yükselmesi ya da Eylül 2008’de yapılan Tıpta Uzmanlık Sınavı’nda mezunların daha iyi bir konuma gelmiş olmasını, mevcut yönetimin başarısı diye göremeyiz. Bu ölçütlerin bu yönetim açısından geçerli olabilmesi için, en az 1-1.5 yıllık bir sürenin geçmesi gerekiyor.

 

Ancak, yönetim kadrosunun neyi amaçladığını, üniversiteyi nereye götürmek istediğini, misyonunun ne olduğunu gösterecek, geleceğe dair fikir verebilecek bazı ölçüler olduğunu söylememiz gerekiyor.

 

Atamalar, görevlendirmeler, sorumlulukların dağıtımı, vitrin konumundaki (örneğin Tıp Merkezi, örneğin internet sitesi vs.) birimlere, halka hemen yansıyabilen müdahaleler yakından izleniyor, gözleniyor.

 

İnternet sayfasında yapılan “gereksiz” bir müdahaleyi savunma çabalarına karşın, yanlışlığı fark edip düzeltme yoluna gitme, yönetim için “olumlu” bir değerlendirme ölçüsüdür.

 

Bir rektör elbette yönetim kadrosunu seçmekte özgürdür. Kimsenin de müdahalesi gerekmez. Geçmişşte de başkaları başka türlü yanlışları işleyerek, yanlış kişileri kendi anlayışlarıyla bir yere getirdikleri için eleştirilmişlerdi. Aynı hatayı başka paralellikte yapmak mıdır değişim? Kimse müdahil olamaz ama sonuçta başarıyı hedefleyen bir rektör için nasıl bir ekiple çalıştığı da önemli göstergedir.

 

Bu üniversitede, kendisini “mağdur” gören çok sayıda akademik ve idari personel olduğunu biliyoruz. Salt bu “mağduriyet” iddiasını kabul edip, akademik personelden bir göreve uygun olmayanı “illa ve mutlaka, üstelik de terfi ettirerek” getirme girişimi, ondan kat ve kat “olumsuz” bir izlenim yaratacaktır. Örneğin, “İntihal” yani “aşırma” gibi bir bilim suçunu işlemiş olanı terfi ettirirseniz, “adil” yöneteceğinizi hiç kimseye anlatamazsınız. Yine  akademik ve idari kadrolar için, uygun olanı değil de bugüne kadar birşey üretmemiş, bir değer katmamışları, "bize yakındır" diyerek bir yerlere getirirseniz, sıkıntılı kadro olduğunuzu ilan etmiş olursunuz. Bu tasarruflarla çok şey kaybedersiniz. “Yönetici” olmaktan çıkar, önce “idareci”, sonra “abi-kardeş” en sonra da “idare edilen” olursunuz!

 

Yönetici ya da idareci örnekleri açısından hayli dolu bir geçmişi olan üniversitede, bizim yeğlediğimiz, “yönetici” nitelikli insanların görev yapıyor olmasıdır.

 

 

 Ömer Bongo Demokrasisi ve Biz

1990’lı yılların ortalarında bir gazetede okumuştum. Orta Afrika ülkelerinden Gabon’da bir seçim yapılmış, o ülkede ihtilalle görevi devralmış olan “tek aday” Ömer Bongo’ya yüzde 300 oy çıkmış. Yüzde 300’lük oyu, ülke yöneticileri “Halkın büyük teveccühü” ile açıklayıp, aşırı sevgi nedeniyle Bongo’ya her seçmenin 3-4 oy vermiş olmasından bunun ortaya çıktığını öne sürmüşlerdi. Haber buydu..

 

Ülkemizde “demokrasi” diye yaşananları görünce, Allah ahalisine sabır versin, Ömer Bongo’nun yüzde 300 oranında oyla kazandığı seçim ve açıklaması gelir.

 

Bizim demokrasimizin yüzdeleri, Bongo’nun ülkesindeki gibi olmasa da, nihai oranı “yüzde 100”e tekabül etse de, “dayatma” gibi çok yakın benzerliklerimiz var, bu tür demokrasilerle.

 

Demokrasimizin anarşizm ve terörle yerle bir edilmeye çalışıldığı dönemde, gerçek manada “çok daha demokrat” olan ülkemiz, 12 Eylül ihtilalinin “terbiye” kurallarıyla, en önce demokrasiden uzaklaşmıştı. Terbiye edilenler de, bu terbiye edilmeye yol açan “marjinal” unsurlar da “demokrasi” lafını ağızlarından hiç eksik etmediler. Dünya; yol kesip, adam öldüren, toplu taşıma aracını içindekilerle yakmaya kalkışan ya da halka açık yerlerde bomba patlatan ve sonra da mücadelelerini “demokrasi için” diye anlatmaya çalışan demokratları (!) sadece Türkiye’de gördü. İhtilalin üniformalı oligarşisini, daha sonra sivil siyasi kadroların oligarşisine dönüştürüp, bunu da hazmeden bir “demokrasi” ülkesi Türkiye!..

 

O “demokratik” koşullarda, “oligarşik” yapının dayattığı isimlerle, koşullarla demokratik (!) işler yapıyoruz halen.

 

Seçim de bunlardan biri. Sokakta güvenlikle gezmenin müşkül olduğu ihtilal öncesi dönemde bile, halk bir göreve getireceği siyasiyi, ta en başından itibaren kendi inisiyatifiyle belirlerdi. Ön seçimdi, vs. Bütün bunlar şimdi yok, 1980’lerden bu yana yok..

 

Tepeden birileri, birilerinin etkisiyle aday yapılıyor, listeler oluşturuluyor. Sonra da sandık işaret ediliyor.

 

Ama halkımız, hala eski alışkanlığıyla, arada bir bu dayatmaya karşı “bu da nerden çıktı?” diye sormadan edemiyor. Ama bu bilinç açıklığı çok kısa sürüyor. Tepe kadrolarının “yüksek siyaseti” her şeyi belirliyor. Gün geliyor, sandık önüne konuyor. “Antidemokratik” bir yapının, demokrasi cilalaması böylece tamamlanıp, “dayatılan” isimlerden birisi, birileri seçiliyor.

 

İşte sistem bu.

 

Bize hep soruyorlar, “29 Mart’ta ne olur?” diye. Rüzgarın şimdi kimin için estiği önemli değil. Önemli olan son günlerde kimin için eseceği. Sistem; tercihleri son derece değişken bir seçmen yapısı oluşturdu. Bugün bu partiyi, yarın bir başka partiyi ya da adayını kendisine yakın bulabiliyor, seçmenimiz. O nedenle, biraz daha sıhhatli bir tahmin için “son haftayı görmek lazım” diyoruz.

 

 

 Malatya’nın kaybı

Herkes 29 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerin ardından Malatya Belediyesi yönetimini kimin üstleneceğini merak ederken, bu kurum çok önemli bir kayıbın arifesinde..

 

Nitelikli, vizyon sahibi, dürüst ve çalışkan bir elemanı bugün- yarın ayrılacak.

 

Bahsettiğimiz bu kişi, Malatya Belediyesi’nin son on yıllardır en büyük şansı olarak gördüğümüz Fen İşleri Müdürü İnşaat Mühendisi Doğan Tarakçı.

 

Kendisini getiren Mehmet Yaşar Çerçi’ye, daha sonra yönetimi üstlenen Cemal Akın’a en ufak bir siyasi yakınlığı olmayan, ancak işinde iyi olan, işini en iyi yapmaya çalışan bir belediye teknokratıydı kendisi. Antalya’ya yerleşme kararı var. Onun için, İller Bankası’nın Antalya biriminde bir göreve atanması sözkonusu. Bu atama ile ilgili prosedürler bitti- bitecek gibi.

 

Bize göre, özellikle önemli görevler için “nitelikli” adam bulamama sorunu olan Malatya’da, bu genellemenin istisnalarından biriydi.

 

Malatya’nın çok önemli projelerinde sorumluluk üstlenen, örneğin İnönü Üniversitesi’nde görevliyken Turgut Özal Tıp Merkezi’nin, 2004’te belediyeye geçtikten sonra Arıtma Tesisi’nin, yeni yaptırılan Belediye Sarayı’nın önemli teknik sorumlularından biri, hatta en başındakiydi.

 

Bugün Malatya’da, “Cemal Akın yaptı” diye gösterilen meydan- park düzenlemeleri, kültürel yapılar (örneğin Sümerpark’taki ‘Pembe Bina’), birçok alt yapı planlaması ve uygulamasının arkasında o vardı.

 

Yakınen takip ettiğimiz için biliriz. Belediyenin “siyasi” yönetimlerinin onun üstüne, etrafına yerleştirdiği tüm “niteliği tartışılır” kadrolara rağmen yaptı bunları. Malatya’yı rahatlatacak birçok önemli projesinin, düşüncesinin de yine aynı kadrolarca engellendiğini biliriz.

 

Doğan Tarakçı’nın gidişi, Malatya Belediyesi’nin ve tabi Malatya’nın en önemli kayıplarından biridir, desek abartmamış oluruz. Buna inanın.

 

 

Kısa..Kısa..Kısa..


  • * Malatya’nın “Malatyalıyım” diyenin ortak paydası Malatyaspor’un “iyi yönetilmemek” başta olmak üzere çeşitli nedenlerle “hız kazandırılan” bir akıbete doğru gittiğini, Süper Lig’den düştükten sonra yerinde ve zamanında yapılacak müdahalelerle hiç de bugünkü sorunları yaşamayacak olan sarı-kırmızılı ekibin bu gidişinin, son 3 yıldır hakim olan “kaos ortamı” nedeniyle genel bir “hissizlik” yarattığını, bir süredir yapılan çeşitli müdahalelerin sadece “bir şeyler yapmış” görünme çabaları olarak değerlendirildiğini,

 


  • * 2004’teki seçimle göreve başlayan 44 üyeli İl Genel Meclisi’nin görev süresinin bitimine günler kala, İl Özel İdare Genel Sekreterliği’nden gelen ve toplantı günlerinde komisyonlarda görev alan üyelerce yenilen yemeklerin parasının üyeler tarafından ödenmesi gerektiği yolundaki yazının üyelerce “Görevimizin bitimine günler kala gelen bu yazı bizi incitti” sözleriyle değerlendirildiğini, bu arada Özel İdare yetkililerinin de, Sayıştay’ın yaptığı bir incelemede, üyelere ücretsiz yemek verilmesi konusunun uygun görülmemesi nedeniyle yazının ilgililere gönderildiğini, bazı kesimlerce de olayın yeni genel sekreter ile İGM üyeleri arasında yaşanan soğukluk kaynaklı olduğu şeklinde yorumlandığını,

 


  • * İnönü Üniversitesi’nin kampusteki lojmanlarında oturan akademik ve idari personelinin, eski yönetim dönemindeki kararla geçilen doğalgazlı ısıtmadan sonra“astronomik” faturalarla karşı karşıya kaldıklarını, ortalama 120-130 metrekare olan daireler için aylık bin liraya (eski parayla 1 milyar lira) varan faturalar gönderildiğini, “Maaşımızı neredeyse doğalgaza vereceğiz” diye yakınan personelin bu sorununun görülmek istenmediğini, bünyesinde Makine Mühendisliği de dahil olmak üzere doğalgaz ve daha ekonomik ısınma konusunda birikimi olması gereken birimleri de barındıran üniversitenin, Malatya’nın en pahalı ısıtılan yeri olmasının personelin tepkisine yol açtığını, üniversite yönetiminin sorunu çözmesinin istendiğini, birçok personelin lojman avantajının “pahalı doğalgaz faturasıyla” yok edildiğini düşündüğünü,

 


  • * Malatya İl Genel Meclisi’nin halen 44 olan üye sayısının, nüfus azalması nedeniyle 29 Mart’ta 40 olarak seçileceğini, 27’si ilkokul mezunu olan mevcut 44 üyeden ancak 6’sının yeni dönem için partilerince aday gösterildiklerini, bu arada önümüzdeki günlerde yayınlanması beklenen 2008 Yılı Faaliyet Raporu kitapçığında İl Özel İdare yönetiminin sadece Vali ve genel sekreterin sunumunun yeterli olacağı görüşüne karşın, bazı meclis üyelerinin partisinin yeniden aday göstermediği meclisin şimdiki başkanı Abdurrahman Atay’ın bir sunum yazısının da yeralmasını istediklerini,

 


  • * Partisi tarafından yeniden aday gösterilmediği için büyük bir hayal kırıklığı yaşayan belediye başkanı Cemal Akın’ın, bir aydan daha az süre kalan görevini tamamlamadan önce, gelecek başkanı sıkıntıya sokacak icraatlara imza attığının konuşulduğunu, Hal Binası’nın satışından elde edilen 52 trilyonluk para kaynağının tamamının tüketildiğini, ayrıca son 1 ayda belediyeye bağlı birimlere “sözleşmeli” statüde çok sayıda eleman alındığını ve bu eleman alımlarında da Akın’a yakın bir ismin başrolü oynadığını, ayrıca Akın’ın şehir merkezindeki belediye binasını yıktıktan sonra, “örtülü ödenek” gibi de kullandığı Esenlik Şirketi’nin maddi yapısını alt üst edecek kararları uygulamak istediğini, bunun en başında da şehir merkezindeki “Market 2”yi mutlaka yıkmayı amaçladığını, şirketin cirosunun yüzde 20’sini elde ettiği bu marketin “alternatif bir yer” bulunmadan yıktırılmasının Akın’ın “intikam”ının en can alıcı tarafı olacağının öne sürüldüğünü, belediye başkanının bu ısrarının şirket üst yönetiminden büyük tepki gördüğünü,

 


  • * Doğanyol ilcesinde önde gelen partilerin üst düzey yöneticilerinin neredeyse tamamının”ÖZ” soyadını taşıyan kişilerden oluştuğunu ve bunlarında AKP Milletvekili Ömer Faruk Öz’ün yakın akrabaları olduğunu, bu durumun ilçedeki birçok kişi tarafından “ İlçemizde çok sayıda aile vardır ve bu ailelerinde başarılı fertleri vardır. Buna rağmen Öz soyadı taşımayanların  söz sahibi olmaları neredeyse imkansızdır” yorumlarıyla değerlendirildiğini,

 


  • * Uzmanlarca karşı çıkılmasına ve Konya örneğindeki “çökme” olumsuzluklarına rağmen DSİ’nin susuzluğa çözüm olarak “Kuyu açma” planlarından vazgeçmediğini, son İl Koordinasyon Kurulu toplantısında DSİ 9. Bölge Müdürünün “Kent merkezinde açmayı düşündüğümüz 14 kuyudan üçünü açtık. Önümüzdeki günlerde diğerlerinin de  açma çalışmalarına başlayacağız” diye konuştuğunu, bu durumunda başta Jeoloji Mühendisleri olmak konunun ilgili uzmanları tarafından “ Kuyu açmak, geleceğimiz olan çocukların hakkını çalmaktan başka bir şey değildir. DSİ, başta yeni su kaynaklarını bulma konusunda ciddi çalışmalar yapmalı ve bunları yaşama geçirmeli” dediklerini, yerleşim yerlerinde açılan bu kuyuların büyük riskler oluşturacağının konuşulduğunu, bu arada DSİ’nin Atatürk Anıtı civarındaki sondaj kuyusundan sonra TOKİ civarında da Derme Kanalı’nın yanında bir sondaj kuyusu açmaya başladığını, bu konuya ilişkin olarak Jeoloji Mühendisleri Odası’ndan “olumlu ya da olumsuz” bir açıklama olmamasının da eleştirilere yol açtığını,

 


  • * Malatya'da, en başta yöneticilerinin “ehliyeti, niteliği” konusundaki sıkıntılar nedeniyle bir kangren haline dönüşen “Sulama Birlikleri” konusunun son İl Koordinasyon Kurulu toplantısında da gündeme geldiğini ve toplantının büyük bir bölümüne damgasını vurduğunu, başta Vali olmak üzere DSİ Bölge Müdürünün de üstü kapalı olarak Birlik yöneticilerinin başta Belediye başkanı ve muhtarlardan oluşan yerel inisiyatiflerin oluşturulduğunu ve bu inisiyatiflerin de birliklerin RANTABL çalışması için gerekli kararları alma konusunda sağduyulu davranmadıklarını ve bundan dolayı yeterli olmasına karşın içme suyunda dahi sıkıntılar yaşandığını, birlik yönetimlerinin bu anlayışla görevlerini sürdürmeleri halinde önümüzdeki süreçte içme ve sulama suyundaki sıkıntıları geri dönülmez boyutlara ulaşacağını ve en büyük zararları da kendi bölgelerinin göreceğini üstü kapalı olarak ima ettiklerini,

 


  • * AKP  tarafından başlıca seçim malzemesi haline getirilen Beylerderesi’ne  Viyadük yapma projesinin 2002, 2004- 2007 seçimlerinden sonra 2009 seçimleri öncesinde de sık sık gündeme getirildiğini, ancak bu sefer Bakanlık- Genel Müdürlük- Milletvekilleri arasında  önemli uyumsuzlukların bariz bir şekilde kamuoyuna yansıdığını, son örnekler olarak Milletvekillerinin 2009 yılı sonunda bitirileceğini söylemelerine rağmen Bölge Müdürlüğü yetkilileri tarafından 2010 yılı sonundan önce bitirilemeyeceğini İl Koordinasyon Kurulunda açıklandığınıı, ayrıca Milletvekilleri ve AKP’li yöneticilerinin bulunduğu basın toplantısında Karayolları Genel Müdürünün “Bütün projelerimiz hafif raylı sisteme göre yapılıyor” açıkalamasına karşın geçtiğimiz günlerde Malatya’yı ziyaret eden Ulaştırma Bakanı Veysel Eroğlu’nun konuyla ilgili olarak “Bol keseden atmayın, öyle bir uygulamamız yok, söz vermişsek yerine getirmemiz gerek” yönlü ifadeler kullandığını,

 


  • * Gündüzbey İlköğretim okulunun önetimi tarafından hijyenik ortam sağlanmaması ve Okul Aile Birliğinin de konuya gerekli  duyarlılığının göstermemesi nedeni ile baş gösteren ve 10 kadar çocuğun yatağa düşmesine neden olan Hepatit A (sarılık) hastalığının basın tarafından kamuoyuna duyurulmasından sonra başta Valilik olmak üzere yetkili birimlerin olayın üzerine titizlikle gitmelerine rağmen konunun en önemli taraflarından biri olan ve üyelerinin de hastalığa yakalanması olan ilgili sendikaların konuyla ilgili olarak bugüne kadar herhangi bir çalışmalarının gözlemlenmediğini, bunun da  öğretmenler tarafından “ bizlerin üyelikleri ve aidatları ile var olan sendikalarımız böylesi hassas bir konuda yanımızda olmadıktan sonra mevcudiyetlerinin ne anlamı kalır ki?” şikayetlerine neden olduğunu,

 


  • * Milli Eğitim Müdürlüğü adına geçtiğimiz günlerde yapılan ozalit çekim ihalesinin sonucuna bazı katılımcılar tarafından itiraz edilmek istenmesi üzerine, bir yetkilinin “Nereye başvurursanız vurun, bu ihale bitmiştir” şeklinde konuştuğunun öne sürüldüğünü, itirazcıların tepkisi ve konuyu Kamu İhale Kurumu’na götürecekleri yolundaki sözlerine, aynı yetkilinin çok daha ilginç yanıtlar verdiğinin iddia edildiğini,

 


  • * 2007 Temmuz seçimlerinden önce, İnönü Kapalı Çarşısı ve Yeni Cami önündeki alanın Valilikçe “miting alanı” olarak belirlenen yerlerden biri olmasına o dönemde basında tepki gösterilmesi üzerine, bu düzenlemenin sadece “o seçime mahsus” olarak yapıldığı yolundaki açıklamalara karşın, bu konuda herhangi bir düzeltme yapılmadığını ve bu meydanın yine miting alanı olduğunu, kentin ortasındaki bir yerin miting alanı yapılmasıyla, tüm şehrin trafiğinin siyasi partilerin miting yapacağı gün kilitlenmesine seyirci kalınacağını, Malatya’da yaşayanların miting günlerinde büyük zorluklar yaşayacaklarını.
UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız