SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Özay Ağabey.. O Bir Dost!..

A- A+ PAYLAŞ


TARSUS- GÖZLÜKULE  KAZISI ÖYKÜLERİ-I

 

 

ÖZAY AĞABEY…O BİR  DOST!…

 

Hüseyin ŞAHİN

 

            Malatya’dan  Tarsus’daki bir arkeolojik kazıya  Temsilci olarak görevlendirildiğimi

öğrendiğimde sadece bir gün zamanım olduğu, bu sürede de bavulumu toplamam gerektiğini biliyorum.Yıllardır bu böyle bir gelenek haline gelmiş durumda… Tarsus’a doğru otobüsle yola koyuluyoruz…Yollar bazen düz bazen kıvrıla kıvrıla  giderken, zaman da akıp gidiyor.Gideceğim yerde yeni yerler, yeni yüzler tanıyacağım için de içimde bir heyecan var.Bu yıllardır hep böyledir; bir yere yolculuğa çıkacağım zaman hep böyle olur…

 

            Gittiğimin hemen ikinci ya da üçüncü günü.. Çevreme, özellikle de sıcağın nemle karıştığı boğucu bir ortama da uyum sağlamaya çalışıyorum.Burada  gözlemlediğim ilk şey insanların sıcaklığı ve dostluğu…Evet, bir buçuk ay buradayım ve ben de kendimi bu kentin yaşamı içinde buluyorum…Yaşanmış öykülerim var paylaşmak istediğim; bu öykülerde karşılıksız-saf dostluklar…İnsan hikayeleri var ilmek ilmek yaşanmışlıklarla dokunmuş…

                                                           ***

 

             Günün ilk ışıklarında uyanmayı ya da uyandırılmayı hiç bilmezdi.”Otomatik saat gibi” derler ya, işte öyle birisi olarak adlandırmıştı  kendisini.Sabah ezanında kalkar, yatsı ezanından sonra da hemencecik başını yastığa gömüverirdi.Yaşamla ilgili, yaşamın gidişatına yönelik hiçbir zaman bir düşüncesi de olmamıştı. Önüne bir parça ekmek dahi koysalar, alır sesini çıkartmadan, büyük bir zevkle onu yer, üstüne de bir bardak çay verirlerse içerdi.

Hiç mi hiç bir lüksü yoktu O’nun!...

 

            Çok az  konuşur, konuştuğu zaman da ne dediği bir türlü anlaşılamazdı.O, buna hiç aldırmaz, tekrar tekrar aynı soruyu sormaya devam ederdi.Kendi deyimiyle 46 doğumluydu, yani altmış üç yaşında… Hiç evlenmemişti, böylece “oğlum-kızım ya da torunum” diyebileceği kimsesi de yoktu hayatta. Kardeşinin çocukları bakıyordu kendisine; kimseye bir yüklüğü yoktu ki zaten.Ağzı var dili yoktu sanki !... Üzerinde  kışlık kareli,  güneşten solmuş gömleği.. Onun üzerinde vişneçürüğü renkli bir “V” yaka kazağı, altta da “Adana şalvarı” adıyla anılan geniş peyikli  kül renkli bir şalvar… Bazen gömleği mavili, “V” yakalı hırkasının rengi çizgili-çiçeklidir… Ayağında ayakkabı hiç göremedik O’nun, yırtık bir naylon papuçu ve yarılmış topukları…

                                                                ***

            Tarsus’ta, kentin hemen kenar mahallesinin birinde geçmişi M.Ö. 10.000 yıllarına dayanan bir çok yaşanmışlığa  ortam oluşturmuş, yaşam katmanları vardır.Gözlükule Höyüğü…Höyüğün bir kısmını yol götürmüş, bir çok yerinde de yarı beline kadar deyimi bunu çok  güzel özetler…Derme çatma evler yer almış…Tepelerinde uydu çanaklarıyla da çevresine tam bir tezat içinde yana bel vermiş evler…Burada ilk kazılar 1935 yılından itibaren H.GOLDMAN tarafından yapılmaya başlanmış, 2.ci Dünya savaşında ise çalışmalara ara verilmiş.Sonrasında ise aralıklarla kazılmaya devam edilmiş Gözlükule…Uzun bir süre kimseler uğramayınca da üzerine çamlar dikilmiş, halkın piknik yapacağı bir park haline getirilmiş bu yaşam katmanlarının üzeri…Höyüğün elbisesi renklenmiş kendince yıllara inat…Evler, çamlar ve tam orta noktasında da büyük bir direğin ucunda dalgalanan bayrak var şimdi…Ayyıldızlı bayrağımız rüzgarda dalga dalga süzülüyor Gözlükule üstünde…

 

            Çevre tarihine çok önemli katkılar sunabilecek olan Gözlükule’de, Boğaziçi Üniversitesinden bir ekip kazı çalışmalarına devam ediyor. Güne sabaha karşı saat 4’de başlıyorlar, sıcak  aşırı nemle birlikte bunalttıkça alınan çalışma verimi de düşüyor elbette.Bu nedenle de kazılar saat 13.30’da sonlandırılıyor.İşçiler evlerine giderken,  kazı ekibi de kazı evinde dinleniyor ve laboratuar çalışması yapıyorlar; alandan gelen seramik, cam, taş, kerpiç parçalarının tasnifi, kaydı, çizimi, fotoğraflanması…Velhasıl işçiler dinlenirken kazı ekibi çalışmaya devam ediyor, alandakinden tek fark, güneş altında aşırı sıcağa kalmadan gerçekleştiriliyor çalışmalar…

                                                           ***

 

            Gözlükule’de sabahın ilk ışıklarıyla birlikte başlayan çalışmalar da biri daha var unutulmaması gereken…”Kazının maskotu” demek doğru olur mu… Bu adlandırma çok doğru olamaz, çünkü biri var ki o da erkenden gelir kazı mekanına… Bu geliş saati hiçbir zaman şaşmaz!... Zaten ekip üyeleri O’nu bir an dahi göremezlerse kendi aralarında sormaya ve çevreye –çam ağaçlarının altına-  göz gezdirmeye başlarlar hemen… Bu aradıkları “Özay Ağabey” den başkası değildir. Onun her zaman üzerinde oturduğu bir briket parçası vardır.Özellikle O, briket parçasının üzerine oturur ve sırtını da hemen kazı alanının çevresindeki uzun-hastalıklı çam ağaçlarından birine dayar ve yüzündeki belli belirsiz bir hüzünle çevresini seyre dalar…İnsan bu kadar mı  sessiz, bu kadar mı sakin durur!...

 

            Orta boylu, şalvarlı, yalın ayaklı bu dostun esmer yüzü, yüzündeki  o  anlam veremediğiniz  yüz çizgileriyle buluşur. Sanki o içsel bir hüzünün içindedir de buna aldırış etmez bir yapısı mı vardır ne…Bilemezsiniz bunu!...Onun iç dünyasına inmek istersiniz ilk karşılaşmanızın birkaç dakika ardından…Gözleri ilerde bir uç noktaya bakar gibi durur…Ancak bu duruşa bir anlam vermek istersiniz, meraklanır ve sormaya çalışırsınız bu esmer ve hüzünlü adama:

-         Ağabey ne düşünüyorsun böyle?

O, hiç cevap vermez size..Yüzünüze şöyle bir bakar, tekrar gömülür kendi içsel dünyasına…

            -Kimin kimsen yok mu Özay  Ağabey?

Yine cevap alamazsınız  O’ndan…O, kendi ne zaman konuşmak isterse o zaman konuşur.”Bu konuşmayı siz değil ben başlatırım” der gibidir  donuk bakışları…

            Aradaki bağı, dostluğu pekiştirmenin yolunu aramaya çabalarsınız.Aslında böyle bir yola gerek yok ama:

-         Ağabey askerliği nerede yaptın?

Size bir şeyler söyler.Ancak, birkaç tekrarlatmadan sonra anlarsınız…

-         Isparta’da.

-         Eee..Kaç ay?

-         Altı ay…

İşte sohbet için bir kapı araladım diyerek sevinirsiniz birden.

-Sen kaç ay yaptın? Demiştir bile Özay Ağabey, “Tamam” dersiniz, bu güzel, bu hüzünlü insanın dostluğunu kazanıyorum!

Aslında  zaten O, kendini  orada bulunanların dostu olarak saymasaydı, gelmezdi oralara, paylaşmazdı sizin ekmeğinizi, içmezdi belki de suyunuzu…Bunu bir düşünebilseydik ya!..

- Hadi yarım saat mola!... diyen sesle uyanmışsınızdır bu git-gelli düşüncelerinizden…  

Kazı ekibi saat 9 olduğunda yarım saatlik bir mola verir. Ara bir kahvaltı yapılır bu molada. İşçiler öbek öbek birer ağacın altına yerleşir, herkes evinden getirdiği azığı birlikte yerler. O sırada bir kişi yarım ekmek içine peynir, dilimlenmiş domates koyar, bir bardak çay ile birlikte Özay Ağabey’in bulunduğu çamın altına doğru yürür.Bu eylem, hergün tekrarlanır…Bu kahvaltıya  oradakiler de Özay Ağabey de alışmışlardır. İş sadece çay-dürüm ekmek götürmekle bitmez, arada bir su servisi de yapılır Özay Ağabeye…

                                                           ***

 

-         Öğlen oldu mu?

-         Ne yapacan  Özay Ağabey, olmadı daha…

Sormasının ardından bir beş-on saniye geçmemiştir daha:

-         Öğlen oldu mu, saat kaç?

-         Öğlen olmadı, saat daha beş dakika var ağabey.

Bu sormaların ardı arkası kesilmez bazen.Ancak, öğlen saatinin geldiğini nasıl bir

 tecrübeyle anlıyorsa, o saat geldiğinde briket parçasının üzerinden kalkar ve kaldığı eve doğru ağır ağır yürür gider…Siz ise iyice meraklanırsınız, “ Bu adam öğlen saatini bildiğine göre niye bize habire soruyor” diye de düşünmeye başladığınız çok olmuştur…

            Kazı saat 13.30 geldiğinde, kazı açmaları süpürülmüş, çıkan malzemeler kovalara konulmuş, çalışma aletlerinizi (kazma, mala, süpürge) toplamışsınızdır.O sırada bakarsınız ki Özay Ağabey yine sırtını çam ağacına dayamış, yine yarısı olmayan briket parçasında oturuyor!... Bu, ne zaman evine gitti, ne zaman geldi anlayamazsınız bile…

            Fotoğrafçı Murat’ın:

            - O ağabeyimiz gelmiş, demek ki kazı bekçisine eşlik edecek “Brezilyalı Dost”, sözünü duyarsınız sıklıkla…

            Murat çok iyi fotoğraf çeker.Hemen hemen her gün kazının bitimine doğru gelir, o gün kazı açmalarında nerelerin fotoğraflanması gerektiğini Açma sorumlularından öğrenir, notunu tutar.Akşam üzeri güneş battıktan hemen sonra da fotoğraf çekmeye başlar.Bu onun görevidir. Kendine bir görev daha edinmiştir Murat, fırsat buldukça ve güzel bir çekim açısı yakaladı mı da Özay Ağabey’in fotoğraflarını çeker…Kazı evine geldiğinde o gün çektiği bir “Özay Ağabey” fotoğrafını tab ettikten sonra evin duvarına asar.

           

            O’nun  sıklıkla sorduğu biri daha vardır, saat sormasının yanında…

-         Vedat geldi mi?

Vedat, kazı alanında görevli olarak çalışan biridir.Onun nöbeti kazı ekibinin alandan ayrılmasıyla başlar…Bir nevi nöbet tutar, kazı alanına zarar verilmesini önlemektir görevi…Bazen derler:

-         Vedat’ın  Kazı Deposunda işi var.

Birisi şakayla karışık atılır:

- Olsun… Özay  Ağabey kazı alanında oturuyordur şimdi, bir şeycik olmaz.Gözü gibi bakar kazı alanına…       

                                                    ***

Özay   Ağabey  Gözlükule Kazısı’nın aranan adamıdır… İşin özeti “uğuru” dur kazının… Onun sevmeyeni hiç yoktur.Belki de var, ancak biz ne tanık olduk, ne de gördük böyle birine…Fotoğrafçı Murat’ın dediği gibi, O bir “Brezilyalı dost” mu acaba!... Yok…Yok… Özay Ağabey ne Brezilyalı ne de başka bir memleketten … Murat’ın dediği  işin şakası… O da  biliyor ki, Özay  Ağabey Anadolu’nun canı-cananı…Yüzü yılların verdiği acıyla karışık hüznü sessizce yansıtan bir abide… Bir güzel insan…Bir güzel dost. 17.06.2009 Tarsus     

 

FOTOĞRAF: Gözlükule Kazı Alanı (Tarsushaber.com)                           

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız