SON DAKİKA
SON DEPREMLER

'Pişmanlığım Hiç Olmadı..'

A- A+ PAYLAŞ

Malatyaspor'un efsanevi başkanı, Malatya'nın hayırsever ve "katkı" sağlayan işadamı Nurettin Soykan'la, Anadolu Life Dergisi'nden Hasan Koç konuştu. Derginin son sayısında yayınlanan röportaj şöyle:

 

.....

"YAŞAYAN EFSANE NURETTİN SOYKAN

 

Öğrencilik yıllarında anasının bir bohçaya koyduğu tandır ekmeği ve tahta bavuluyla, 2. mevkii tren yolculuklarının ardından iş yaşamında zirvelere çıkan, o dönemde kırık bir sandalyesi dahi olmayan 2. Ligdeki Malatyaspor’a namağlup şampiyonluk tattırarak liglerin zirvesine çıkaran, efsane başkan Nurettin Soykan. Onun yaşamı insanlığa ders olacak nitelikte. Biz bu sayımızda kendisi ile yaptığımız kısıtlı röportajı yayınlayacağız. Aslında Nurettin Soykan’ın hayatını kitaba dökmek lazım. Çünkü öyle bir yaşam öyküsü var ki dipten zirveye, zirveden dibe. Bu kitap fikrini Sayın Soykan’a yakın bir Malatyalı olan Sevgili Ağabeyim Ertaç Önal’la paylaştık. Nurettin bey’de buna sıcak baktı. İnşallah kısa zamanda bu gerçekleşir ve Ertaç Önal bu kitabı yazar. İşte bir dönemin en büyük müteahhitlerinden, Malatyaspor’un efsane başkanı Sayın Soykan’la Ankara’da ki ofisinde gerçekleştirdiğimiz röportaj.

 

- Siz Malatyaspor’un efsane başkanı ve Malatya’da çok saygıyla anılan bir iş adamısınız. Bize Malatya’daki iş yaşamınızı, Malatyaspor başkanlığı döneminizi anlatır mısınız?

-Elbette ki. Şimdi benim annem ve babam Artvin’den Rus Harbi nedeniyle Malatya’ya göç etmişler. Ben Malatya’da dünyaya gelmişim. Annem ve babam, hısım ve akrabalarım Artvin’den. Ben kendim öz mü öz Malatyalıyım. Ailem Artvinli olabilir. Okuyabildiğimiz kadar okumuşuz. Yıldız o zaman teknik okuldu şimdi ki Yıldız Üniversitesi. Oranın inşaat bölümünden mezun olmuşum, gelmişim, memurluğu tercih etmemişim, serbest çalışmayı arzu etmişim.

 

Kendi kendime kendi gücümle müteahhitlik yapmaya başladım. O zaman ki parada değerliydi ama ilk aldığım iş 18 liralık işti, sonra 800 liralık iş aldım, sonra bin liralık, iki bin liralık iş aldım. Kendi imkanlarımızla eşin, dostun yardımıyla, gücüyle, hatta kazma- kürekleri alacak paramız yoktu. Komşulardan kazma, kürek toplardık, para vermeyelim diye. O imkansızlıklar içerisinde hayatımı idame ettirmeye başladım. Zor olan tarafı şuydu, annem babam Malatya’nın yabancısı, Malatyalı değil ama ben Malatyalıyım. Ama çok fakir bir ailenin çocuğuyum. Varlıklı bir ailenin çocuğu olmadığım için yardım imkanları da azalıyor. Böylece okuduk, okulumuzu devam ettirdik, çalışmaya başladık Malatya’da. Müteahhit hizmetlerimizi böyle devam ettiriyoruz, gidiyoruz.

 

İşlerimiz zaman içerisinde büyüdü filan, 1981 yılında Malatyaspor biraz sıkıntılı bir dönem geçirmiş ki, o zamanın Malatya Valisi, Jandarma Kumandanı Temel binbaşı vardı o zaman, sonra general oldu. Adana'da şehit ettiler. Beni çağırdılar. Dediler ki, durum böyle, hiçbir maçlara çıkamıyor, Malatyaspor’un başkanı olur musun filan dediler?  Malatyaspor’un başkanı olduk, çalışmalara başladık. Malatyaspor’u teslim aldığımda, bir tane kırık sandalyesi yoktu. Ne defteri ne hesabı kitabı, ne futbolcusu vardı. Maçlara başlamak için de sezonun başlamasına üç gün gibi bir zaman kalmıştı. Futbolcu yok, bir şey yok.

 

- Nurettin bey, siz başkan olduğunuzda Ankara’da mı yaşıyordunuz?

- Evim Malatya’daydı. Büromda vardı, fakat işin merkezi yeri burasıydı. 1957’de gelmiştim ben Ankara’ya. İşin merkezi burasıydı, ihalelerin bir çoğu burada oluyor filan,  ve ben futbolu da bilmiyorum. Ancak seyretmesini biliyorum, alkışlamasını biliyorum. Yıldız’da okuduğum içinde Beşiktaş’ı biliyorum. Beşiktaş’ı tutuyoruz,  başka da bildiğimiz bir şey yok.

 

Ben sonra, Malatyaspor’un, Malatyalıların, taraftarların bir sıkıntısı olduğunu hissettim. Beni çağırıp da bu görevi teklif ettikleri zaman seve seve kabul ettim.  Ben bu görevi aldıktan sonra, işim ne kadar önemli ise, o işlerden daha önemli iş olduğunu kendime kabul ettirdim. Çünkü şahsımla ilgili bir şey fakat Malatyalıların güvenlerini kazanmak için onlara mahcup olmamak için öyle bir çalışma sistemine girdim. Ankara’ya arkadaşlar gönderdim bir gece içerisinde sekiz, on futbolcu getirdiler. Buradan kahvelerde, sağdan soldan kimi buldularsa onları getirdiler. Onlarla gerekli anlaşmaları yaptık. İki tanesi de, burada toplarken, kahve çırağıymış. Futbolcu diye gelmişler onlarda. Hatta onları yedirdik, içirdik, ceplerine harçlık koyduk geri gönderdik. Futbolcu değillermiş, aldık ve futbola başladık. Tabi evlerde yer vermiyorlar bekar çocuklara. Otelin bir katını tuttuk, onları yerleştirdik. Kapının önüne koridorun başına şimdiki İsmail bey var Belediyespor’u çalıştıran, onu da getirdim, kapıda yatırdım. Futbolcu dokuzda gelip yatacaksa, dokuzu on geçe gelirse nerdeydin diye hesap soracaksın ertesi gün antremana çıkacaktır. Bir prensip dahilinde işleri yürüttük.  O yıl, o ligde kalma çabasını gösterdik. Ertesi yıl hazırlığımızı yaptık. 1982 oldu. 3. yılda, 2. ligde oynarken birinci lige çıkacağız, Allah rahmet eylesin, Turgut Özal bana 1982 yılının sonunda ‘Ben bir parti kurmak istiyorum’ dedi. Turgut Özal’ın ailesini tanıyorum, Korkut beyi tanıyorum aile dostumuz filan, ama ben Turgut beyi görmemişim, tanımıyorum da. O zaman kim ne söylemişse söylemiş ve bana 1983’un Şubat ayında Ankara’da bir otelde randevu verdi. Üç, beş ay evvelden. O günü bekledik, kalktık gittik. Ben dedi bir parti kurmak istiyorum. 4,5 saat beraber aynı ortam içerisinde oturduk. Çayımızı, kahvemizi içtik filan, ben sana yardımcı olurum dedim. Bütün gücümle yardımcı olurum o taahhütte bulundum. Yalnız kusura bakma dedim, ben başka partilere de yardım ederim dedim. Partiye de kaydolmam. Arkadaş olarak yardım edeceğim. Başka partilere yardım ettiğim zamanda bana kızma ama bu yardımın büyük yardımı sizde olacaktır dedim.

 

Ben bunu söyleyince güldü. Ben ondan sonra da Halk Partisine de yardım ettim. Kendisine de söyledim bak bu yardımı yapıyorum diye. Ama ben kendisiyle beraberdim. 1983 yılında parti o zaman partinin ismi vardı fakat daha kuruluş aşamasında filan değildi 83’ün başında. Parti kuruldu, bizde 2. ligde oynuyoruz. Girdiğimiz maçların hiç birinde yenilgimizde yok. Böyle koşturuyoruz, böyle önem veriyoruz Malatyaspor’a. Yatacak yerimiz yurdumuz belli olmadığı için, Orduzu Pınarbaşı’nda o zaman ki yönetimden Allah razı olsun, 1983 yılında bize 52 dönüm bir arazi tahsis ettiler. Biz oraya işte spor tesislerini yapacağız. Antreman sahası, şunu bunu yapacağız filan. Hem Malatyaspor’u yürütüyoruz, hem de bu tesisleri yapıyoruz. Ciddi bir yönetim var. Yönetimindeki arkadaşlarımız gayet ciddi. Benim kadar Malatya ve Malatyaspor’a da bağımlı insanlar.

 

Ve onu anlatmadan geçemeyeceğim de, 83 yılında parti kuruldu. Turgut bey propagandalarına başladı. Turgut bey propagandalarına memleketi olması nedeniyle Malatya’da başlamak istiyor. Malatya dahil on bir ilde partinin kurulma yetkisini bana vermiş. Doğu ve Güneydoğu’da.  Ben Malatya’yı kuramıyorum, diğer illeri gittim kurdum. Adıyaman, Hakkari, Van, Bitlis, Muş, Tunceli, bunların hepsini kurdum. Malatya’yı kuramıyorum. Bana dedi ki ben programına orada başlayacağım niye Malatya’da kuramıyorsun? dedi. Valla ben kusura bakma kuramıyorum, kendim gibi düşünen insanları aramaya başladım Malatya da teşkilatını kurmak için, bundan da zorlanıyorum. Herkesi tanıyorum. Ama Hakkari’ye gidersem karşıma çıkarsa, sen başkansın diyorum, kirası, koltuğu, ne lazımsa döşüyorum, arabasını tahsis ediyorum hadi eyvallah diyorum. 11 ili böyle kurduk Malatya’dan sonra. Malatya’yı ben kuramayınca sana bir arkadaş göndereceğim dedi. O arkadaş kursun dedi.  İsmi nedir dedim. Tanımazsın o arkadaşı Planlamada benim yanımda çalışıyor dedi. Metin Emiroğlu, tanımıyorum ben. Havaalana gittik, karşıladık, Metin Emiroğlu geldi. Kendi büromda bir oda verdim, bir telefon verdim, bir araba tahsis ettim, bir şoför verdim.  Hadi arkadaş çalış dedik, bir saat sonra teşkilatı kurdu. Sınıf arkadaşlarını çağırdı, onlarla beraber, seçim programlarını yaptık, binaları ayarladık, tefriş ettik. Hepsini yerine oturturduk ve seçim propagandasını Özal, İstasyon virajında, otobüsün üzerine çıktı, halkla konuşma yapıyor, bende yanındayım, otobüsün üstünde. Malatyaspor belki 10- 15 maç oynamış, hiç yenilmemiş, maçlar hep bu şekilde gidiyor. Herkesin hükümeti veyahut ta parti filan düşündüğü yok. Yaşa başkanım, varol başkanım diyorlar beni alkışlıyorlar. Ben utandım, Turgut ağabeyin arkasına geçtim olmadı, çömeldim olmadı, baktım ki olmadı beceremiyoruz, ben otobüsün içine gireyim dedim.  Turgut abi anladı, halka hitaben ‘Anlıyorum ki, başkanımıza çok değer veriyorsunuz, sizlere teşekkür ederim, başkanımız değerli bir insandır. Bizde aynı değeri veriyoruz. Şunu bilesiniz ki hemşehrilerim, bu senenin sonunda, Malatyaspor hiç yenilmeden şampiyon olacaktır, bizde tek başımıza iktidar olacağız’ dedi. Ve hakikaten dediği oldu. Hiç yenilmeden biz şampiyon olduk. Bir taraftan tesislerimiz yapılıyor, ben önemli taraflarını anlatıyorum. Tesisler yapılırken, ben bazı illerde araştırmalar yaptırdım. Yani bir kulübün tesisleri, tabusu, malı, mülki ne olur, nereye gider filan. Bazı atılımlara girdim, hoşuma gitmediği için, o sahayı ve tesisleri Özel idareye terk ettim. Ufacık bir kirayla,  Malatyaspor’a tahsis edilmek kaydıyla verdik ve yaptığıma da çok iyi etmişim anlaşılan. Çünkü eğer vermemiş olsaydım, o tesisler şimdi satılmış olacaktı. Kulübe iyi bir yönetici geldiği zaman, kulüpte futbolda başarıdan başarıya koşuyor. İlgilenmeyen kötü demeyelim, veyahutsa işi bilmeyen insanlar geldiği zaman kulüp kötüye doğru gidiyor. Hani bir şeyler paylaşmak sevdasına düşüyorlar, bedava maça gitmek bir şeyler paylaşmaktır, yönetimle seyahate gitmek de bir paylaşmaktır. Bu bakımdan benden sonra iyi idare edemeyen bazı başkan ve yöneticiler geldi. Özel İdareye bu şekilde orayı devretmenin faydalarını gördüm.

 

-Sizin Rahmetli Özal’ın Anavatan Partisine mensup o dönemin bazı bürokratlarının, milletvekilliği adaylığı sürecinde maaşlarını ödediğiniz de konuşulmuştu. Bunu anlatırmısınız?

-Seçim gecesi Semra Hanımefendi, Allah rahmet eylesin Başbakanımız Turgut Özal, bir de ben televizyon başında seçim neticelerini öğrenmeye çalışıyoruz. Ben tek başımıza iktidar olacağımızı biliyorum. Malatyaspor’da şampiyon olmuş. Çok çalışıyorum, paramı verdim, pulumu verdim, borçlandım verdim, mülk sattım verdim. Söz verdiğim için gereken neyse benim şirketimmiş gibi hareket ettim. Turgut ağabeye ben döndüm dedim ki, hiç merak etme tek başına iktidar olacaksın dedim. Niye dedi bana. Hiçbir şey beklemeden, o kadar canı gönülden çalıştım ki, Allah’a o kadar dua ettim ki dedim. Ve kazandık o gece. Hanımefendi de orada, rahmetli Özal döndü bana dedi ki, partide birinci sıradayım, ikinci sırayı o zamandan beri sana hazırlamışım.  Üye olmak için, Allah razı olsun ben üye olmak için yapmadım, söz verdiğim için yaptım dedim kendisine. Dedi ki bana ‘Soykan beni iktidara getiren, isimlerini vermeyeceğim, batıda dört kişi var bana yardım eden, doğu ve güneydoğu da sensin. Dördünün yaptığına bakıyorum, senin verdiğin bu hizmet onların verdiği hizmetin iki misli. Şimdi ben Başbakan oldum dile benden ne dilersen’ dedi. Turgut abinin bir malvarlığı olmadığını ben biliyorum, bankada bir milyondan fazla parası da yok. Yani olanları da beraber harcadık.  20 milyonu vardı 19 harcadık, 1 milyonda kalsın dedim, hesap kapanmasın filan dedim.

 

Hanımefendinin yanında, hanımefendi dinliyor bizi, üçümüzde ayaktayız yan yana salonda, döndüm dedim ki, ‘Turgut abi senin bana vereceğin bir şey yok. Ben sana arkadaş olarak söz verdim ve yardım ettim. İşin gücün rastgelsin. Yalnız memleketime iyi hizmet et, başka da bir şey istemiyorum. İki defa bana sarıldı sıkarak, benim yanaklarımdan öptü. Böylece o hükümetini kurdu gitti, bu arada, bazı bürokratlar istifa etmiş, maaşı falan hiçbir şeyi yok, milletvekili de değil partide çalışıyor filan, bir gün Turgut Abiyle oturuyoruz bana dedi ki, ‘………………., dürüst, çalışkan bir arkadaş. Bu arkadaş geçinemiyor’ dedi. ‘Ben şimdi buna bir araba vereceğim, şoförünü ve maaşını da sen ver’ dedi. Bir de ‘Senin müşavirin olsun’ dedi. Bende o arkadaşımızın sigortasını, maaşını, şoförünü arabasını her şeyini karşıladım. Öyle tahmin ediyorum bu dört sene kadar sürdü. Dört sene sonra bu arkadaşımız milletvekili oldu, ardından bakan oldu. Oturduk konuştuk, milletvekili, bakan oldu dedik, maaşa lüzum yok dedik, ondan sonra maaşı kestik.

 

 -Şu anda iş yaşamınız nasıl?

Şunu söylemek istiyorum, ben müteahhittim, büyük işlere giriyordum. Ondan evvel ben Kıbrıs'tan iş almıştım. Ben bu partiye yardım ettiğim zaman Kıbrıs'ta işim vardı. Cizre ile Silopi mevcut sulaması vardı, onları yapıyordum. İşim gayet iyiydi, gayet güzeldi. İhaleler çıkıyor, hazırlandım ihalelere gireceğim, sağdan soldan müteahhitler, ‘Bu iş Soykan için hazırlanmış’ diyorlardı, ‘ona verilecek özel olarak’. Çok ağrıma gidiyordu, müteahhitliği terk ettim. Müteahhitliği bundan sonra bıraktım, Adıyaman- Gölbaşı'nda bir kömür işletmemiz vardı, işletmeme gittim, ne kömür satabilirsem satarım, satamazsam satamam. Bu borçlar yükseldi, yükseldi ve hiç bir malım kalmamak şartıyla ve bir dikili ağacım kalmamak şartıyla 12 milyon dolar borca girdim. Faizler falan yükseldi. Şu anda sadece kömür ocağım var. Halen kömür ocağında çalışıyorum. Cebimde para varsa, biri isterse birine, istemezse götürüp borcuma veriyorum. Öyle tahmin ediyorum, iki sene daha bu sıkıntıyı çekerim.

 

- Kurulma aşamasında büyük ölçüde maddi destek verdiğiniz Anavatan Partisi size hiç vefasızlık yaptı mı? Pişman oldunuz mu?

- Pişmanlığım hiç olmadı. Ben yapım icabı bir işe söz verdim mi onu hayatım pahasına yaparım. Karşılığında hiç bir şey beklemem. O işi, o sözümü yerine getirmek bana mutluluk veriyor. Ama ızdırap çekiyormuşum, acı çekiyormuşum, ne çekersem çekeyim. Yeter ki karşımdaki arkadaşa ne söz vermişsem onu yerine getireyim, onlar mutlu olsunlar. Ama vefa borcu, insanların yüzde doksanında göremiyorum. Ben sıkıntıya düştüğüm zaman bütün dostlarım kaldırımın bu tarafından ben gidiyorsam, o tarafından gitmeye başladılar. Merhaba diyen olmadı. Tabi 3-5 tane arkadaşımız var bizim gibi, onlarda artık kendi geçimlerini temin ediyorlardı. Bana ne yardım edeceklerdi.

 

- Türkiye'de, şirketlerde “Grup” kavramı yaygın değilken, siz Malatya'da Soykan Grubunu kurdunuz. O dönemde Anavatan Partisine ve diğer partilere yaptığınız maddi yardımları hesaplarsanız, siz bu paralarla bugün herhalde holdingleşirdiniz.

-Türkiye'nin en zengin adamı olurdum. Partilere verdiğim parayla, hayır hesalete verdiğim paralarla, Malatya'yı çok sevdiğim içinde olsa, doğduğum yeri çok sevdiğim için, oraya yaptığım yatırımlarla, herkes o zaman bana söylerdi, bu süt fabrikasını git İstanbul'da yap, git Ankara'da yap dediler. Doğru söylüyorlardı. Hatta adamlar, buraya yapacağın apartmanı git Ankara'da yap, para kazanırsın, değerlenir dediler. Benim doğduğum yerim toprağım, bir metre karesini düzeltenden de Allah razı olsun.

 

-Bu son zamanlarda, Malatyaspor sıkıntılı bir dönem yaşadı ve siz efsane başkan olarak gelip bu işin çözüm sürecinde yer aldınız. Malatyaspor yeni bir yönetime kavuştu. Malatyasporun yeni yönetimi hakkında neler söyleyeceksiniz?

- Hikmet Tanrıverdi'nin yönetimi ve ondan sonraki, kısa dönem gelen Haşim beyin yönetimi, Malatyaspor başarılı günler geçirmiş, fakat Malatyaspor’un harcamalarına harp vurup harman savrulmuştur. 45 milyon dolar gibi bir para bu 4-5 senede ellerinden geçmiştir. Binalarımızda bir ilerleme yok, bir tadilat yok, bir büyüme yok, ondan sonra da, 45 milyon dolar para gelip geçmiş arkasından 14,5 milyon dolar bir borç da arkalarından sürüklemişlerdir. Hikmet Tanrıverdi arkadaşımız olsun, Haşim bey arkadaşımız olsun, ben olayım. Ben de başkanlık yaptım. Bu ismi, bu ünvanı, göremez. Bu itibarı 100 milyon, 500 milyon harcasalardı, bulabilirler miydi? Malatyaspor ismi ile bu üne kavuştular. Her yerde her kapılar açıldı. hürmet gördüler, saygı gördüler. 15 milyon dolar sen bunları borca bırakacaksın, arkanı dönüp çekip gittiğin zaman da alacağım var diye temlik kararı alacaksın. Ondan sonra Malatyaspor’u bu kadar perişan edeceksiniz, buna hangi vicdan razı olur. Bende para harcadım, ben onlar gibi 80-85 dönemlerinde loto, toto bilmem diye bir şey yoktu, kimseden bir kuruş para istemedim. Ben kendi imkanlarımla yürüttüm, zaten başkasından para istemiş olsaydım, bu başarıyı sağlayamazdım. Elin kesesine güvenerek sen nereye gideceksin. Verirse verir, vermezse vermez. Oradaki arkadaşlar ekmeğe muhtaç hale getirilmiş. Benimde alacaklarım vardı, hepsini sildim, sıfır ettim. Borçsuz halde gelene teslim ettim. Ve o zaman ki imkanlar dahilinde, aklı başında idare ettiğin taktirde, temkinli davrandığın taktirde kendi kendini kavuruyordu. Böyle büyük bir paraya lüzum yoktu. Buralar Kulüpler artık bir rant olmuş. Gelen yiyor, giden yiyor, nereye giderse gitsin diyorlar. Ve o zamanlar öyle masrafım yoktu. Maç hasılatı kulübü idare ediyordu. Başarılı da oluyorduk.

 

-Sizin adınızın Belediye Meclis kararıyla yıllar önce yaptırdığınız parktan silinmesi ve oraya Yeni Camii Meydanı adının verilmesi olayı yaşandı. Fakat bu karar Vali bey tarafından “Ahde Vefa” gibi kavramlara ters düşüyor gerekçesiyle onaylanmadı. Bu olay sizi nasıl etkiledi?

Şimdi tutuyorlar, bana telefon açıyor valim, belediye başkanım da yanımda diyor. Gece bir saat telefonda konuşuyoruz, seni kayyum başkanı yapalım, bunu şöyle yapalım diye, ben, bile bildiğim kadarıyla yol göstermeye çalışıyorum filan. Ertesi gün sabah erken kalkıyorum. Bundan 30 sene evvel, 1983 veya 84 yılında, ben belediye başkanıma gitmişim o zaman başkan Seyhan Semercioğlu. Bana Malatya'da 15 tane yolları birleştiren, göbek ver dedim. Bunları ben projelendireyim, çizeyim, bağlanacak ana caddelerin ve girişlerinin istikametini vereyim, bu yollara güzel havuzlar, heykeller yaptıralım. Malatya'nın caddelerinin giriş hatları belli olur. Ben Ankara'ya gideceğim, Malatya'da 15 tane bankanın şubesi vardı, Turgut abiyle de görüştüm, Turgut abiye telefon açtıracağım, her bir projeyi bir bankaya vereceğim onlar gelip yapacaklar, yapılan bankaların ismi verilecek. Ne yapılırsa yapsın, bedava yaptıracağız, karar verdik. Geldim, yapmadılar kardeşim, yer göstermediler, ne yaptımsa yapmadılar, benim bunu yaptıracak elemanım yok dedi. Bende ben sana eleman bulayım, bu seferde, ben o maaşı veremem dedi. Ona da çözüm buldum. Ben bunları yapalım dedim, yok dedi, yapamam dedi biraz daha sıkıştırınca, sen dedi yeni caminin arkasına park yap da, bir göreyim ondan sonra yapalım dedi. Ben de gittim o parkı yaptırdım. Yine haberim olmadı, belediye bir karar almış, Soykan Parkı diye isim vermiş, istemedim, böyle gidiyor, halkta 25 sene önce buna alışmış. Köyden kentten gelen nerede buluşalım, Soykan Parkında buluşalım diyor. Akşam bana telefonun başında kayyumun başına seni getirelim diyor, ertesi gün sabahleyin kalkıyorum şehir meclisi mi encümeni mi bir karar almış, Soykan isminin kaldırılmasına, oraya Yeni Cami meydanı isminin verilmesine. Şimdi bu insanın ağrına gidiyor, başlangıçta hiç ağrıma gitmedi, bir kaç gün sonra bir kaç arkadaş yanıma geldi. Dediler ki ya sen ne suç işledin, biz hepimiz seni seviyoruz ama sen hiç bir suçu işlemediysen bu isim niye değiştiriliyor. Senin bu suçun var, biz bilmiyoruz bunu belediye biliyor, bunu hükümet biliyor. Ben gittim suçumu söyleyin dedim, veren siz alan siz ama benim onurumla da oynamaya hakkınız yok. Onurumla oynayacaktın, ben üç ya beş sene ya yaşarım ya yaşamam. O zaman oyna kardeşim şimdi niye oynuyorsun. Beni millete karşı rezil ediyorsun. Fakat Allah razı olsun televizyondan, Allah razı olsun gazetecilerden, Allah razı olsun birliklerden derneklerden, Allah razı olsun Malatya'nın gençliğinden, halkından. Sağdan, soldan yazılan yazılar, şunlar bunlar. En nihayetinde alınan kararı sayın valimizin onaylanması lazımmış. Valimize yazı geliyor, sayın valimiz bunlara bir cevap verdi, yerlerine oturdular.

 

Şimdi, hem gel Malatyaspor’u kurtar diyorsun, bu kadar hizmetin var diyorsun, ertesi günde bunu bana yapıyorsun. Siz varlıklı bir arkadaş olarak Malatya’ya hizmet etmek istersen bunu düşünürsün.  Niye yapayım dersin öyle değil mi? Yani Malatya’ya yatırım yapmak isteyenlere, Malatyalılara hizmet etmek isteyenlere bir kuşku gelmiş oldu. Bu sefer belediye başkanı benim haberim yok diyor.

 

Son olarak müsaade ederseniz Mecmualarda çıktı ama öyle anılarımın çok olmasına rağmen memleket ve vatan meselesini ilgilendirdiği için 1943 yılındaki bir anımı anlatmak istiyorum. Yıldız teknik okuluna babam beni göndermiş sömestr tatili olmuş, trene binmişim, belki 2 gündüz ya da 2 gece Malatya’ya gelmişim. Orda insan teni ile gelmiştim burada Arap teni çıkmışım. Trenin dumanı falan, o zaman ki şartlar böyleydi. Geri döneceğim, babam gitmiş o zaman ki insanlar birbirine itimat ediyor, oğlum talebe, ikinci mevki bir bilet verin de, paso yarım bilet, oğlum gitsin demiş. Adamda babama itimat etmiş yarım bileti vermiş. Geldi bileti verdi bende yola çıkacağım. 2,5 lirada bana harçlık verdi. Bir de Anam ekmeği bohçaya koymuş, onu da yanıma aldım tandır ekmeği, tahta bavulum var falan. İki gün gideceğim, Erzincan’a giden yol ayrımında istasyona yaklaştık kondüktör geldi. Bilet kontörü dedi, çıkardık yarım bileti verdik. Adam bileti deldi paso dedi. Pasonun yanındaki iki midir üç müdür yazı silinmiş. Adam baktı baktı ‘Al bavulunu, sen bununla İstanbul’a gidemezsin’ dedi. ‘Bu pasonun ne olduğu belli değil, hangi tarihli olduğu belli değil’. Aldı beni aşağı attılar, çocuğum ya, nerdeyse ağlayacağım. İstasyon şefinin yanına götürdüler beni, o da baktı ‘Gidemezsin’ dedi. Ne olacak, istasyon şefi dedi ki, evladım paran mı dedi, babam 2,5 lira verdi. Ver o parayı, 170 kuruşa mı 180 kuruşa mı bir üçüncü mevkii bilet verdi. Üste kalan 80 kuruş diyelim onu da bana verdiler. ‘Pasonu da sana vermeyeceğiz, sen bir yerde kullanırsın başına iş açarsın, sonra biz senin okuluna göndeririz’ dediler.  Pasomu da elimden aldılar, 3. mevkiye götürdüler beni oturttular. İstanbul’a okula gittim, arkadaşlar geldiler, ben dedim ki başımıza böyle bir iş geldi. Biri oradan bana dedi ki, ulaştırma bakanlığına şikayet edelim, böyle rezillik mi olur. Kağıt kalemi aldık, dilekçemizi yazdık. Pulunu da yapıştırdık postaya verdik. Bir ay geçti geçmedi bana bir sarı zarf geldi. Bir ay olmadı. Zarfın ağzı da açık yani, kapalı değil. Bakanın imzası, biz bakana yazdık ya, ‘Sirkeci Garında bilmem ne şefliğine uğrayınız’ diyor. Okuldan izin aldım, Sirkeci Garına gittik. Şefi bulduk, odasına girdiğim zaman, bilirsiniz ya devlet demiryolları çok eski olduğundan masası da eskidir, koltuğu da eskidir, işindeki adamları da eskidir, hep böyle. O kollarına kolluğunu geçirmiş, ufacık gözlükleri var, yaşlı bir adam. Adamdan korktum, kağıdı uzattım kağıda bir baktı, gözlüğünün altından bir bana bakıverdi, çekmeden iki tane makbuz çıkarttı bana imzalattı. ‘Evlat şu da senin pason’ dedi. Teşekkür ederim sağ olasınız dedim, bir daha baktı. ‘Evlat kusura bakma, devlet seni üzmüş’ dedi. ‘Devlet adına özür diliyorum’ dedi. Ben çıktım, ben bu lafı işittim ama anlamını falan bildiğimde yok. 170 kuruşumu verdi ya, talebelik hali, gençlik hali. Ben sevine sevine gidiyorum. Zamanla düşüne düşüne Türkiye’de şekiller değişti, fikirler değişmeye başladı. Allah Allah ya, Telefon faturasını götürüyorsun, bir ay sonra bir daha istiyor devlet, su faturasını götürüyorsun bir daha istiyor, ödedim diyorsun anlamam getir makbuzunu diyor. Elini veren kolunu alamıyor, Türkiye’de şekil sistem, değişti, eski halleri yok. Ben bunu sağda solda söylemeye başladım, ben dedim, başıma bu iş geldi, ben 1943’deki devleti istiyorum, hiç kusura bakmayın. Telefon, tel imkanı olmayan dönemde bir ay geçmemiş, benim cevabım gelmiş param elime gelmiş birde üstüne özür dilenmiş, ben bu devleti istiyorum. Ben bu devlete ceketimi de, canımı da veririm, ölürümde kalırımda. Yine böyle bir toplumda konuşurken Amerika’da 20-30 sene kalmış büyüklerimiz var. Ben bu devleti istiyorum dediğim zaman bana ne dedi, şimdi ki Amerika’ya gel. Döndüm dedim ki, ben 1943’de ileri bir devletmişim haberim yokmuş. Türkiye bak nerden nereye geldi. Devlet, hangi muamele olursa olsun, hızla takip ediyor, hakkını buluyor, hakkını veriyor, memuru da özür diliyor. Şimdi bir tane bulabilir misin? Demek ki Atatürk dönemi İnönü dönemi falan Türkiye bir Amerika’ymış. Hem de bugünün Amerika’sıymış.

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız