SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Sabahattin Ali ve Malatya

A- A+ PAYLAŞ

SABAHATTİN ALİ VE MALATYA (*)

 

Necati Güngör

gungornecati@yahoo.com

 

Sabahattin Ali’nin o çarpıcı hikâyeleriyle tanıştığımda Malatya’da, baba ocağında yaşıyordum henüz. Çevremizdeki insanların gözünde edebiyat meraklısı olarak tanınmaya başlamıştım.

 

Bir gün, Turan Emeksiz Lisesi’ndeki sıra arkadaşım Zeki Tolunay, “Sabahattin Ali diye bir yazar varmış, biliyor musun?” diye sordu.

“Evet, var. Biliyorum. Niye sordun?”

“Genç yaşta öldürmüşler, öyle mi Sabahattin Ali’yi?”

“Evet… Sen nerden biliyorsun?”

“Annesini, kız kardeşini tanıyorum. Kadıncağız, oğlunun adı anıldıkça ağlıyor!” diye açıkladı arkadaşım.

 

Sabahattin Ali’nin annesi ve kız kardeşi (Süheyla Conkman) Malatya’da olsunlar… Allah Allah! Arkadaşım beni işletiyor olmalıydı. Ama öyle bir havası da yoktu. İçime bir kuşkudur düştü… Sabahattin Ali’nin anlattığı kişiler, çevremde tanıdığım insanlara çok benziyordu ama… Malatya’da bulunduğuna ilişkin hiçbir şey okumamıştım.

 

Arkadaşımı soru yağmuruna tutuyorum, o da kendinden emin anlatıyordu bildiklerini.

 

Sonunda düğüm çözüldü: Süheyla Hanım’ın eşi, Akbank’a müdür olarak atanmış, aile onunla birlikte kalkıp Malatya’ya gelmişti. Zeki’lerin evinde kiracı olarak kalıyor, ama kimseyle pek görüşmüyor, rasgele ahbaplık kurmuyor, hatta Sabahattin Ali’nin yakını olduklarını da öyle herkese açıklamıyorlardı. Sabahattin Ali’nin yeğeni Suat da bizlerle aynı okuldaydı, ama bunu Zeki’den başkası bilmiyordu. Arkadaşım, bana çok güvendiği için açıklıyordu bütün bunları. Kimselere söylememem koşuluyla…

 

O kış, Sabahattin Ali’nin annesi Malatya’da öldü.

 

Aile, merhumeyi Malatya’da toprağa vermek durumunda kaldı. Kanalboyu’nda oturuyorlardı, dolayısıyla en yakın mezarlık Sancaktar Mezarlığı’ydı onlar için. Ama halk arasında orasının bir adı daha vardı: “Cingenlik Mezarlığı”! Nedense Conkman ailesi bu addan ürkmüştü. O mezarlığa Çingenelerin gömüldüğünü sanmışlardı. Gerçekte Malatya’nın en eski mezarlıklarından biriydi;  Malatya’nın önde gelen ailelerinin yakınları burada gömülüydü. Mezarlığın çevresindeki boş alanlara, yaz gelince, göçebe Çingeneler  çadır kurar, kışa kadar konaklarlardı. Kentin epeyce dışında oldukları için burada rahat ediyor olmalıydılar. Atları, eşekleri de çevrenin çayırlarında otlanıyordu… İşte bu nedenle halk arasında bu mezarlığın bir adı da, “Cingenlik” idi.

 

Sabahattin Ali’nin yakınlarıysa bu “Çingene”likten uzak durmayı uygun görmüşlerdi.

 

Bu nedenle Conkman ailesi, annelerini götürüp, biraz daha uzaktaki bir mezarlıkta toprağa vermeyi uygun gördüler. O mezarlığın adını tam olarak anımsamıyorum şimdi ama, Tecde, Çırmıktı dolmuşları hemen yanı başından geçiyordu. Dolmuşçuların “Kuyuönü” dedikleri bir  durak vardı; orada indirme-bindirme yaparlardı. Kuyuönü durağının yukarısı mezarlıktı… Adafı sınırları içinde miydi, bilemiyorum.

 

Yıl, 1969 olabilir. Kış ayları içindeydik.

 

Sonra Conkman ailesini biraz daha yakından tanıyacaktım. Sabahattin Ali’nin büyük yeğeni Fuat Conkman, hikâyeler yazmaya çalıştığımı öğrenince daha bir ilgilenmişti benimle. O, kitaplarını tutkuyla okuduğumuz birçok yazarı  yakından tanıyordu. Çoğu, dayısının arkadaşlarıydı. İstanbul’a gidince, beni o yazarlarla tanıştırmayı vaat ediyordu. Kimi, nerede bulacağımızı, kimlerin nelerden hoşlandığını tek tek söylüyordu…  Birlikte, edebiyat dergilerine götürecektik yazdıklarımı. Herkesi tanıyordu çünkü. Örneğin Doğan Hızlan o dönemde “Yeni Edebiyat” dergisini çıkarıyordu ki, hemen ilgilenirdi bizimle!

 

Fuat ağabeyin sayesinde, yüzlerini bile görmediğim birçok edebiyatçının huylarını biliyordum, bakar mısınız!

 

Bir aralar Tepebaşı Tiyatrosu’nda da çalışmıştı Fuat ağabey. Orada Zeki Müren’le tanışmışlar; Zeki Müren kendisini okutmayı önermiş… Borçlu kalmaktan çekindiği için bu öneriyi geri çevirmiş Fuat Conkman. “Önemli değil” diyesiymiş Zeki Müren. “Biner biner ödersin…”

 

Şen, oldukça dışadönük, tatlı dilli, esprili, erkek güzeli dedikleri soydan, kahkahalarının arkasına ruh dünyasının fırtınalarını gizleyebilen, ilginç bir tipti Fuat ağabey.

 

Beşiktaş’ta, ahşabı kararmış, eski bir evde oturuyordu, onu son gördüğümde. Kendisi Almanya’ya kapağı atma telaşında, küçük kardeşi Suat da Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nün dersleriyle boğuşuyordu.

 

Fuat ağabeyi bir daha hiç görmedim.

 

Babaları banka müdürlüğünden emekli olunca, Malatya’dan İstanbul’a taşınmışlardı. Kadıköy’ünde oturuyorlardı.

 

Suat’la bir kez (Suadiye mi, Göztepe mi, oralarda bir yerdeki) evlerine gittik. Annesiyle tanıştırdı beni. Süheyla Conkman, ilgili ilgisiz herkesin, abisi hakkında kitap yazıp para kazanmasından yakınıyordu.

 

O günden sonra bir daha hiç karşılaşmadım. Süheyla Hanım’la ve kendisinin halen İstanbul Bostancı'da oturduklarını, banka müdürü olan babasının dünya değiştirdiğini, Fuat ağabeyinse hâlâ Almanya’da bulunduğunu, yıllar sonra Filiz Ali’den öğrenecektim.

---------------------------

(*) Bundan epeyce bir süre önce, Tecde’de düzenlenmiş bir internet sitesinde, Malatya’nın ünlüleri arasında Sabahattin Ali’nin de adını ve resmini görünce, doğrusu pek şaşırdım! Site yöneticisi arkadaşa yazarak, bir yanlışlık olacağını belirttim. Arkadaş da hemen sitesindeki yanlışı düzeltti. 

 


------------------

 

SABAHATTİN ALİ  (1907-1948) ’nin eserleri

 

-ŞİİRLERİ

Dağlar ve Rüzgâr (1934 - Yeni Eklerle 1943).

Kurbağanın Serenadı ve Öteki Şiirler'le birlikte (1937)

 

-BESTELENEN ŞİİRLERİ 

Hapishane Şarkısı V (Aldırma Gönül - Kerem Güney, Edip Akbayram)

Leylim Ley (Zülfü Livaneli)

Hapishane Şarkısı I (Göklerde Kartal Gibiydim - Edip Akbayram)

Hapishane Şarkısı III (Geçmiyor Günler - Ahmet Kaya)

Çocuklar Gibi (Sezen Aksu)

Kız Kaçıran (Ahmet Kaya)

Kara Yazı (Ahmet Kaya)

Melankoli (Nükhet Duru)

Eskisi Gibi (Ben Yine Sana Vurgunum - Nükhet Duru)

Dağlar (Dağlardır Dağlar - Sezen Aksu)

 

-ÖYKÜ 

Değirmen (1935)

Kağnı (1936)

Ses (1937)

Kağnı - Ses (1943 - İki Kitap Birlikte)

Yeni Dünya (1943)

Sırça Köşk (1947).

 

-ROMAN

Kuyucaklı Yusuf (1937)

İçimizdeki Şeytan (1940)

Kürk Mantolu Madonna (1943).

 

-ÇEVİRİ

Tarihte Garip Vakalar, Max Memmerich (1941)

Antigone, Sofokles (1942)

Minna Von Barnhelm, Lessing (1943)

Üç Romantik Hikaye, H. Von Kleist - A.V. Chamisso - E.T.A. Hoffmann (1944)

Fontamara, Ignazio Silone (1944)

Gyges Ve Yüzüğü, Fr. Hebbel (1944)

Yüzbaşının Kızı, A.S. Puşkin (1944) (Erol Güney ile birlikte)

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız