SON DAKİKA
SON DEPREMLER

'Sadece Bir Ayrım Kaldı, O da..'

0
Güncellendi - 2015-12-28 02:57:13
'Sadece Bir Ayrım Kaldı, O da..'
A- A+ PAYLAŞ

İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik, görevde bulunduğu 7 yıllık süreyi  değerlendirdi.

Kendisinin deyimi ile ‘İçe kapanık, akademik personelinin yarısının diğer yarısı ile selamlaşmadığı’ bir üniversitenin bugün bir barış adası haline getirildiğini savunan Prof. Dr. Cemil Çelik, üniversitede her tür ideolojik ayrımın ortadan kaldırıldığını, bunun yerine objektif, bilimsel kriterler konumlandırıldığını kaydetti.

Üniversitede tek ayrımın ‘işini yapan ve işini yapmayan’ şeklindeki ayrım olduğuna vurgu yapan Rektör Prof. Dr. Cemil Çelik, bugüne kadar hiçbir akademik personelin ideolojik nedenlerle üniversitede ayrılmaya zorlanmadığını, işini yapan, sorumluluklarını yerine getiren tüm personele rahat ve özgür bir çalışma ortamı sağlandığını kaydetti.

Göreve başladığında Turgut Özal Tıp Merkezi’nin 700 yataklı olduğunu hatırlatan Rektör Çelik, “Bugün Karaciğer Nakil Hastanesi ile birlikte yatak sayısını 1400’e, yoğun bakım yatak sayısını 120’den 260’a çıkardık. Üniversite hastanemiz Türkiye’nin en iyi bir kaç üniversite hastanesi düzeyine ulaştırıldı” dedi.

Prof. Dr. Çelik, kamuoyunda üniversiteye ilişkin dillendirilen kimi eleştiriler konusundaki sorularımızı yanıtlarken, üniversite yönetiminin halkın özgür iradesiyle seçilmiş siyasi iktidarla çatışmasının sözkonusu olmadığını da vurgulayarak, “ Her iki görev dönemimde en büyük desteği hükümetimizden gördük. Üniversite yönetiminin hükümetimizle sorunu yok, Malatya’daki birkaç marjinal kişinin üniversite ile sorunu var” diye konuştu.

İnönü Üniversitesi’nin diğer üniversiteler arasındaki sıralamasına yönelik iddiaların doğru ve objektif bilgi sahibi olunmamasından, sıralama kriterlerinin hala eski zamanların kriterleri ile yapılmasından ve bu konuda bazı manüplatif işlemler yapılmasından kaynaklandığını belirten Prof. Dr. Çelik, “Türkiye’nin en büyük güneş enerjisi santralini kurduk, Turgut Özal Tıp Merkezi için kendi elektriğimizi üretmeye başladık. Ama Türkiye ölçeğinde bir ilk olan bu projemiz yenilikçi ve girişimci üniversiteler sırlamasını belirleyen yöntemde bir kriter olarak karşılık bulmuyor. Peki böyle bir sıralama objektif ve doğru olabilir mi?” diye sordu.

Prof. Dr. Çelik, üniversitenin şehir ile çok güçlü bir bağ kurduğuna da vurgu yaparak, bunun en önemli göstergesinin Malatyalı işadamlarının üniversitenin projelerine yaptıkları 50 Milyon TL değerindeki katkı olduğunu ifade etti.

Üniversitedeki başarıların tek bir kişinin eseri olmadığını belirten Rektör Prof. Dr. Çelik, üretilen ve yapılanların takım çalışması ve liyakatli kadroların ortak çalışmasının sonucu olduğunu kaydetti.  

...

- Sayın hocam, 7 yıldan bu yana İnönü Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapıyorsunuz. ‘Bu sürede İnönü Üniversitesi nereden nereye geldi, nasıl bir üniversite devraldınız ve o üniversite bugün hangi noktada?’ şeklinde bir soru ile başlayalım isterseniz. Ardından kamuoyunda çeşitli konularda dillendirilen, eleştiri konusu yapılan bazı konuları konuşmak istiyoruz.

-Yaklaşık 3 ay sonra görevdeki 7 yılımı doldurmuş olacağım. 7 yıl önce geldiğimde bulduğum üniversite fiziki olarak mükemmel ama kimyası istenilen, arzu edilen bir noktada değildi. İçine kapanık, uluslararası bağlantısı olmayan, yabancı öğrencisi olmayan, 17 bin öğrencisi,  410 öğretim üyesi olan bir üniversiteydi.  Bugüne baktığımızda üniversite fiziki alan itibariyle bir kat daha büyüdü. Yani üniversite fiziki yapılanmasını yüzde 98 düzeyinde bitirdi. Devam eden inşaatlarımızı da dahil edersek, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Öğrenci sayımız 39 bine yaklaştı. Bir yabancı uyruklu öğrencisi yokken, şimdi 58 ülkeden 840 yabancı uyruklu öğrencisi, 28 yabancı uyruklu öğretim elamanı olan bir üniversite haline geldi.

Şimdi bunu şöyle ifade edebiliriz. Yerel ve dışa kapalı olan bir üniversite dışa açılma sürecine girdi. Önce fiziki yapılanması tamamlandı, üniversite bağnaz ve ideolojik yapılanma içindeydi. Bu büyük çapta kırıldı. İdeolojik bağnazlık bitti. İnsanların birbirine hoyratça bakma durumu bitti. Geldiğimde neredeyse üniversitenin yarısı diğer yarısıyla selamlaşmıyordu. Ben hep, ‘Üniversite başarı adası olacak’ dedim. Hakikaten o konuda başarı elde ettiğimizi söyleyebiliriz. Üniversite artık işini yapan ve yapmayan şeklinde bir ayrımın olduğu kategoriye girdi. Yani sadece böyle bir ayrım kaldı.

“Tıp Fakültesi İngilizce eğitim veriyor görünüyordu ama tüm dersler Türkçe anlatılıyordu. Şimdi hem İngilizce hem de Türkçe 2 programımız başarılı şekilde eğitim veriyor”

Meseleye, en büyük kuruluşumuz olan Turgut Özal Tıp Fakültesi açısından baktığımızda ise göreve başladığımda, tıp fakültesinin bir programı vardı. İngilizce program olarak geçiyordu ama herkes Türkçe ders yapıyordu. Şimdi hem İngilizce hem de Türkçe program var.  Yabancı öğrencilerin de kabul edildiği iki programa kavuştu. 700 yataklı olan hastane şu anda Mayıs ayında açacağımız Karaciğer Nakil Hastanesi ile birlikte 1400 yataklı olacak. İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi’nde 700 olan yatak sayısını 1400 yatağa çıkararak esasında İnönü Üniversitesi ikinci bir hastane kurmuş oldu. Geldiğimde 70-80 karaciğer nakli yapılıyorken bu sayı şimdi 300’lere çıktı. Karaciğer Nakil Hastanesi’nin tamamlanmasıyla sanıyorum bu rakam yılda 500’ü geçecek. Ama 3-4 yıl içindeki hedefimiz yılda 1000 karaciğer nakli yapmak.  Sadece karaciğer nakli yapılan hastanemizde bir ara böbrek nakli yapılmış ve kesilmişti. Çünkü sertifikaları alınmıştı. Böbrek, kornea, kemik iliği nakli gibi nakiller başlatıldı.

“Kısa süre sonra Türkiye’nin en çok yoğun bakım yatağı olan üniversite hastanesi konumuna geleceğiz”

Yanık merkezi açıldı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en büyük yanık merkezini açtık. Çok netameli konu olan, kadın doğum ile ilgili sıkıntılarımız vardı ve orayla ilgili düzenlemeler yapıp belli problemler halledildikten sonra Ankara’nın doğusunda kurumsal ve kamuya ait en büyük Tüp Bebek Merkezi ortaya kuruldu. 120 yatak olan yoğun bakım yatak sayısı 260’lara çıktı. Karaciğer Nakil Hastanesi hizmete girdiğinde yoğun bakım yatak sayısı 350’lere kavuşmuş olacak. Kısa süre sonra Türkiye’nin en çok yoğun bakım yatağı olan üniversite hastanesi konumuna geleceğiz. Aktif 6 fakültemiz vardı, ama biz geldikten sonra bölgenin ihtiyacı olan Diş Hekimliği Fakültesi’ni açtık. Adıyaman Elazığ, Bingöl ve Bitlis’e kadar hastalar Ankara, İstanbul, Diyarbakır veya başka şehirlere gidiyordu.  Her hastanın yanında bir kişi daha gidiyor ve devlet bunlara harcırah ödüyordu. Ülkenin ihtiyacı olan masraflı bir işi İnönü Üniversitesi yaparak hem vatandaşı bir çileden kurtardı hem de devlete maddi ve sağlık katkısı açısından bir avantaj sağladı. 160 diş ünitesi ile 6 yıllık bir fakültesi olmamıza rağmen sanıyorum Türkiye’de ilk 10 fakülte arasına girdik.  Hem tercih hem de kapasite olarak bu başarıyı yakaladık. İletişim Fakültesi, Ziraat Fakültesi, Su Ürünleri Fakültesi açıldı. Açıldı derken bir kısmı kağıt üzerinde vardı, ama öğrenci almamıştı. Şimdi bilfiil öğrenci alarak eğitime devam ediyor. Örneğin konservatuar kağıt üzerinde vardı ama öğrencisi yoktu. 4 yıllık konservatuar açıldı. Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu açıldı, Sağlık Meslek Yüksek Okulu’nun bir programı vardı ama şimdi 5 programı olan 4 yıllık fakülte olarak açıldı.

Yabancı Diller Yüksek Okulu açıldı. Üniversitenin 3 enstitüsü vardı lisansüstü eğitim yapan,  Enstitü sayısını 5’e çıkardık. Eğitim Bilimleri Enstitüsü açıldı ve buna Karaciğer Nakil Enstitüsü eklendi.  Sağlık, Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimler Enstitüsü ile birlikte enstitü sayısı 5’e çıkarılmış oldu.

Bunun dışında birçok merkez açıldı. Avrasya Alevilik Bektaşilik Araştırma Merkezi, Niyazi Mısr-i Araştırma Merkezi, Engelli Çocuklar Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi, Üstün Yetenekli Çocuklar Merkezi, Sürekli Eğitim Merkezi ve Uzaktan Eğitim Merkezi açıldı. Bir üniversitenin sürekli eğitim merkezi olması lazım. Bir üniversitenin mutlaka sürekli eğitim merkezinin olması lazım. Belli meslek gruplarının eğitilmesi ve sertifikasyon programı açarak kamunun ve toplumun ihtiyacı olan insan gücünün eğitimini arttırmak için bu çok elzemdi ve bunu kurduk.

“Meslek Yüksek Okulları’nı tematik biçimde sınıflandırdıktan sonra her birini ait oldukları ilçelere yönlendirdik”

Yaptığımız en büyük şeylerden bir diğeri de, biliyorsunuz meslek yüksekokullarının hepsi merkezdeydi. Sadece Arapgirli hemşehrilerimiz ilçede bir meslek yüksekokulu yaptırmıştı.  Biz önce meslek yüksekokullarını tematik alanlarına göre kategorize ettik. Örtüşen programları birbirlerine naklettik. Örneğin Yakınca Meslek Yüksekokulu tekstil,  Battalgazi daha çok ziraat ağırlıklı, Hekimhan –madencilik, Kale-turizm gibi... Akçadağ, Darende; Kale ve Yakınca Meslek Yüksekokulları kendi binalarına taşındılar. Önümüzdeki günlerde inşallah protokol yapacağız ve Sürgü ile Doğanşehir arasında ortak alanda bir Meslek Yüksekokulu binası yapacağız. Bu 7 yıl içinde şehir merkezinde kümelenmiş olan meslek yüksekokullarını kendi ilçelerine taşıdık. Meslek yüksekokullarının adını taşıdıkları, ait oldukları ilçelerin gerek ekonomik gerekse kültürel alanda, gelişmesine katkıda bulunacaksa ait oldukları ilçelerde olması gerekirdi. Biz göreve geldiğimizde ilçelere ait meslek yüksekokullarının hepsi il merkezindeydi. Biz bu meslek yüksek okullarımızın hepsine modern binalar, fiziki mekanlar kazandırarak adını taşıdıkları ilçelere taşınmasını sağladık. Bu meslek yüksek okullarımız ilçeye bir değer katacaksa,  bunu sağlamış olduk.

“Bir zamanlar borçla boğuşan Üniversite Vakfı 200 öğrenciye burs veriyor, okulların yapımına katkı sunuyor”

Asıl önemli olan konulardan bir tanesi de İnönü Üniversitesi Vakfı’ydı. Üniversite Vakfı, biz geldiğimizde parası olmadığı gibi borcu da olan bir vakıftı.  Borçlu olarak teslim aldık. Şu an üniversite vakfımız yaklaşık 200 öğrenciye burs veriyor. Hekimhan’daki yurdun yüzde 50 inşaatını yaptı. Onun dışında üniversitedeki irili ufaklı birçok projesine katkı verdi.  Bu noktada hayırseverlere İnönü Üniversitesi’nin bir vakfının olduğu anlatıldı ve şimdi vakfın altında onlarca hesabı var. O da ayrı bir model. Mesela diyelim ki, Karaciğer Nakil Hastanesi’ne yardım yapmak istiyor ve vakfın bu hesabına aktarıyor. Başka hesaplar bu parayı kullanamıyor. Burs hesabı, hasta yakınları, konukevi, askıda yemek, TÖTM hesapları ayrı ayrı, fakülte yaptırma, yüksekokul yaptırma hesapları ayrı. Böyle yapınca herkes meşru olarak hayırseverlerden destek alacaklarsa, bunları vakfa yönlendiriyorlar. Buradaki bağışları da sadece hesap sahipleri kullanıyorlar.  Vakıf, 7 yılda üniversiteye 15 milyon TL’ye yakın kaynak ayırdı.

“Üniversite öz gelirlerini devletin verdiği bütçe düzeyine ulaştırdı”

Bütün bunları yaparken de, üniversitemiz kendi öz gelirlerini arttırdı. Kira geliri yıllık 610 bin TL’den 5 milyon TL’ye çıktı. Bu gelirler yatırıma dönüştürüldü. Üniversite önünde yaptığımız alış veriş merkezi ve Kale Göl Otel, tamamen üniversitenin kendi öz gelirleriyle yaptırıldı. 

Bir önemli nokta da, üniversite ile şehir arasındaki bağlar kuvvetlendi. Yalnız tabi bunu derken üniversitenin tutup da şu organizasyon veya herhangi bir siyasi parti ile bir organizasyonunu kastetmiyorum. Sivil toplum örgütleri ile iş adamları ile iyi diyaloglar kuruldu ve bu 7 yılda iş adamlarından yaklaşık 50 milyon TL katkı alındı.  Hekimhan Yüksekokulu, Kale’nin bir kısmı, Darende Meslek Yüksekokulu, İlahiyat Fakültesi, Yabancı Diller Yüksekokulu iş adamlarımızın katkısıyla yapıldı.

Üniversite öz gelirlerini arttırarak 115 milyon TL olan bütçesini bu yıl 300 milyon TL’ye çıkardı. Neredeyse yüzde 300 büyümüş oldu.   Devletin ve üniversitenin öz geliri buna dahil. Bunun yanında hastanenin aylık cirosu 5.5 milyondu şimdi 20 milyon TL’ye ulaştı.  Buna bağlı olarak yıllık yaklaşık 70 milyon olan döner sermaye geliri de bu yıl 250-300 milyon TL arası bir rakama ulaşmış olacak.

Buradaki önemli noktalardan bir tanesi; bir üniversite ilk kez kendi öz gelirlerini ve döner sermayesini neredeyse devletin verdiği bütçe düzeyine ulaştırdı.  Dünyada üniversite trendi de bu yönde gelişim gösteriyor. Artık Amerika başta olmak üzere devlet üniversitelere eski bütçesini vermiyor. Üniversiteler kendi kazandıkları parayla kendi bütçelerini arttırmaya başladılar.

“TÖTM Türkiye’nin en iyi birkaç üniversite hastanesi içinde”

Bir başka önemli konu da şu; Türkiye’de üniversite hastaneleri büyük sıkıntı çekiyorlar. 7-8 yıldır Sosyal Sigortaların ücretlendirme fiyatlarında bir artış olmadı. Artış olmayınca da, diyelim ki siz bir işi 15 liraya mal ediyorsunuz ama devlet size 11 lira veriyor. Dolayısıyla siz o kalemde 4 lira zarar etmiş oluyorsunuz.  Böylelikle üniversite hastanelerinin borçları artmaya başladı. Bu şartlara rağmen Turgut Özal Tıp Merkezi olarak şu anda Türkiye’nin en iyi birkaç üniversite hastanesi arasındayız.  Bunu arkadaşlarımızın fedakarhane çalışmalarına borçluyuz. Çünkü bizim dışarıda özel muayenehaneciliğimiz yok. Bütün hocalarımız tam zamanlı hastanede çalışıyorlar. Bu sadece benim değil, benden önceki yönetimin de yürüttüğü bir anlayıştı ve bunu doğru bulduğum için devam ettirdim. ‘Ya bizde çalışırsın ya da ayrılırsın’ dedik. Bir arkadaşımız bunu zorladı. Bu bir tercih meselesidir. Hem bilim adamı olup hem de dışarıda ticaretle uğraşmak çok doğru bulduğumuz bir anlayış değil.

-Sizden önceki dönemlerde iş adamlarının üniversiteye katkısı hangi düzeydeydi?

-Daha önceki dönemlerde benim bildiğim kadarıyla Arapgir’deki iş adamlarımız orada bir şey başlatmışlardı. Bir de rahmetli Özal’ın döneminde Turgut Özal Tıp Merkezi’ne bir takım aletlerin alınmasına Malatyalıların katkısı olmuştu.  Bu düzeyde bir katkı ilk kez Kayseri Erciyes Üniversitesi’nden sonra belki de Malatyalılar yapmış oldular.

-Üniversite – şehir ilişkisi sıklıkla gündeme gelen bir konu. Önceki dönemlerde bu bağ bir hayli zayıf olmakla eleştiriliyordu...

-Geçtiğimiz günlerde hasta yakınları için ücretsiz yemekle ilgili Malatya’daki esnaf kuruluşları ve iş dünyasının bazı sivil toplum kuruluşları ile bir protokol yaptık. İhtiyaç sahibi insanların yemek ücretlerini karşılamaları yönünde bir protokoldü bu. İşte bu çok önemli protokol üniversitenin toplumla barışık olmasının, diyalog kurmasının bir sonucudur. Bir takım marjinal bazı insanlar üniversitenin toplumla diyaloğunun olmadığını söylüyorlar ama asıl problem onların üniversite ile diyaloğunun olmadığıdır. Zaman zaman şehre gidiyorum. Sıtmapınarı’na gidiyorum. Çocukluğumda hatırımda kalan bir hocamız vardı. Cami imamımızdı.. Çocukluğumda hep aklımda kalmıştır. Onu da çağırıyoruz, davet ediyoruz sohbet ediyoruz. Ya da bazen Mısır Çarşısı’na gidip orada esnafların kasalarının üzerine oturup yemek yiyoruz veya çaylarını içiyoruz. Üstelik üniversitenin Rektörü, toplumun arasında çıkan, halkın arasından çıkan bir Anadolu çocuğudur. Halktan, şehirden kopuk olmak gibi bir lüksünün olması da düşünülemez zaten. Çünkü onların verdiği vergi ile onların yüzü suyu hürmetine buralarda bulunduğumuzun da bilincindeyiz.  Toplumun değerlerini önemseyen, kültürüne sahip çıkan bir üniversiteyiz. Benim üniversite ile şehrin birleşiminden anladığım şey, kültürel, sosyal münasebettir. Hangi üniversitenin bizim kadar sosyal sorumluluk projesi vardır? Bizim dışımızda 180 üniversite var. Hiç birinde böyle bir şey yok.  Üniversite olarak sosyal sorumluluklara öncelik veren bir üniversiteyiz. Engelli Çocuklar Merkezi, Üstün Yetenekli Çocuklar Merkezi, Çocuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi bünyesinde açtığımız Özel Eğitim Bölümü, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu bünyesinde özel ilgi isteyen çocuklar eğitiliyor. Münih’te engellilerle uğraşan büyük bir enstitü ile birlikte açtık. Bunu Türkiye’de açan tek üniversiteyiz. Hasta yakınları Otelimiz 200 kişiyi konuk ediyor. Mini AVM projesi, üniversite yemek evinde ihtiyaç sahiplerine yemek vermek, bütün bunların hepsi sosyal sorumluluk projeleridir. Doğaya ve çevreye önem veriyoruz. Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile birlikte yürüttüğümüz bir çalışma var.  Keklik Üretme İstasyonu’nu üniversitede açtık. Her yıl binlerce keklik doğaya bırakılıyor. Bu yıl kırkıncı yılımızda hedefimiz 40 bin ağaç dikmek. Şu anda 30 bine yaklaştık ve 10 bin ağaç da Kasım ayında dikeceğiz. Yani biç çevreye de doğaya da duyarlı bir üniversite olma hüviyetimizi de sosyal sorumluluk olarak görüyoruz.

-Sizin döneminizin belki de en önemli projelerinin başında Güneş Enerjisi Tarlası geliyor. Güneş tarlaları artık TÖTM için elektrik üretiyor bildiğimiz kadarıyla. Bu proje nasıl hayata geçirildi, ne kadar enerji üretiyorsunuz, bu tarlaların Malatya ve Türkiye için anlam ve önemi nedir?

- En büyük sosyal sorumluluğumuz da, Türkiye’nin en büyük güneş enerjisi santralini kurarak, enerji konusunda dışa bağımlı bir ülkenin enerji ihtiyacını,  hiç olmasa bir kurumun kendi kullandığı enerjinin bir kısmını karşılamasını yapmamızdır.

Turgut Özal Tıp Merkezi TÖTM,  Houston’da örnek alınarak yapılan bir merkez ve kapalı sistem. Dolayısıyla Türkiye’deki diğer hastanelere göre enerji sarfiyatı 2 veya 2.2 kat daha fazla. Bizim Turgut Özal Tıp Merkezi olarak yıllık enerji sarfiyatımız 10.5 milyon TL. Sürekli devletten bu parayı almak gibi bir durumumuz var. Tabi her ay alıyorsunuz ama bu bizim suçumuz değil. Kurulu bir düzen var. Biz bunu nasıl çözeriz diye düşündüğümüzde, benim hep hayalimde Beydağı’nın uzantılarına ve o tepelere güneş panelleri kurarak üniversitenin tüm enerjisini buradan sağlamak vardı. Ama bu ancak 2014 yılında nasıp oldu. Yukarıda 200 dönümlük bir alanımızı bu proje için tahsis ettik. Türkiye’de ilk kez kendi usullerimizle bir bankadan aldığımız krediyle bu projeye başladık. Şu an santralimiz Şubat’tan itibaren başladı ve ben kendi odamdan takip ediyorum. Günlük nerdeyse 30 bin TL’lik enerji elde ediyoruz.  Bu enerjiyi kullanıyoruz. Bu projenin maliyeti, geri ödememizle birlikte yaklaşık 21 milyon TL. En son projemiz bittikten sonra Maliye Bakanlığı müsteşarımız ile konuştuğumuzda bizim duyarlılığımızdan sonra bize 3 milyon TL katkı verdiler. 18.5 milyon TL paramızı da ayda 228 bin TL taksitle kredimizi ödüyoruz. Ancak biz yaklaşık 6 ay boyunca ayda 300 bin TL’lik elektrik üreteceğiz. Bu kadar elektrik üretince elektrik şirketinin parası da 300 bin TL düşecek. Ama biz 228 bin TL’sini kredi ödeyeceğiz. 6 ay boyunca ayda 30-40 bin TL civarında da tasarrufta bulunmuş olacağız. Dolayısıyla biz bu güneş tarlamızı herhangi bir masrafa neden olmadan, elektrik şirketine ödediğimiz o paranın krediyle ödenmesiyle belki elektrik artacak ama bizim masrafımız artmayacak. Böylelikle yaptığımız hesaplar çerçevesinde 25 yılın 19 yılında biz yıllık 3-4 milyon TL  tutarında elektrik ihtiyacımızı kendimiz karşılamış olacağız..

-Madem Turgut Özal Tıp Merkezi artık kendi elektriği üretiyor. Geçtiğimiz günlerdeki elektrik kesintisinde neden sıkıntılar yaşandı?

-Karaciğer nakil hastanemizin yapımı ile ilgili müteahhit bir sıkıntı yaşandı. Şu anda hastane yüzde 99 düzeyinde bitti ama müteahhit iflas etti. O dönem içerisinde alınan güç kaynaklarının Karaciğer Nakil Hastanesi ile tam da birleştirileceği bir çalışmaya denk geldi. Hollanda’dan gelen bir ekibin çalışması vardı. Elektrikler kesilince bu güç kaynaklarının Karaciğer Nakil Hastanesi ile birleştirilmesi çalışmaları sırasında bizim güç kaynaklarımız devre dışı kaldı. Devre dışı kalınca geriye jeneratörlerimiz kaldı ve bu jeneratörlerimizi ameliyathanelere ve zorunlu olan yerlere elektrik verir hale geldi. Yani bu sadece büyük bir şanssızlıktı. O güne ve o saate denk geldi. 2014 yılı içerisinde Türkiye’de kamu ve özel sektörün yaptığı da dahil olmak üzere, 5.3 Megawat kapasitesinde İnönü Üniversitesi Türkiye’nin en büyük güneş enerjisi santralini yapmış oldu. Bunu hayata geçiren kurum oldu.

-Böylesine büyük bir proje olmasına rağmen yeterli yankıyı bulmadı sanki…

-Bu olayı magazinleştirip reklam kampanyalarına büründürecek bir konumda değiliz. Ulusal yayın yapan birkaç tv kanalı haberleştirdi bunu. Ulusal ölçekteki gazetelerde 10’a yakın köşe yazarı Türkiye’deki bu büyük projeyi yorumladı. Üniversitenin altında, yolun karşısında 01 megawatt çapında bir güneş enerjisi panelinin davullu zurnalı açılışı yapıldı. Bütün siyasiler oraya katıldı. Onun 80-100 katı olan İnönü Üniversitesi’ndeki güneş enerjisi santralini görmezlikten geldiler. Bizimkinin yüzde biri kadar olmayan bir yer orası.

-İnönü Üniversitesi’ne yöneltilen eleştirilerden biri akademik kadroların rahat çalışma ortamı bulamadığı iddiasıyla üniversiteden ayrıldığı yönünde Sizin döneminizde kaç öğretim üyesi üniversiteden ayrıldı?

-Son 8-10 yılda Ankara, İstanbul ve İzmir gibi illerde ve diğer batı şehirlerinde üniversite sayıları arttı. İstanbul’da 65 civarında, İzmir’de 20’ye yakın, yine Ankara’da 20’nin üzerinde üniversite var. Bu yeni açılan üniversiteler, Anadolu üniversitelerinden bilim adamı absorbe etmeye başladı. En kolay bilim adamı absorbe ettikleri üniversiteler de Türkiye’nin Doğu bölgeleri. Benim 7 yılıma bakıldığında ortalama her yıl 20-25 öğretim üyesi, doğal olarak belli bir süre çalıştıktan sonra büyükşehirlere ve özellikle vakıf üniversitelerine gitmiş. Vakıf üniversiteleri daha yüksek ücret veriyor. Ki bu giden arkadaşlarımızda ne kadro ne de özlük hakları ile ilgili hiçbir sorun yaşamadan, tamamen doğal denilen bir ayrılma yöntemiyle batıdaki üniversitelere gitmişler. Bizim birisini rahatsız ederek üniversiteden ayrılmasına sebebiyet verdiğimiz yönünde sadece birkaç kişi laf etti ama inanın bunların aslı astarının olmadığını şeref sözü vererek söylüyorum. Bir başkası özel sektörle iş yapmıştır, ailevi bazı sebepleri vardır ve gitmiştir. Bizi de bahane etmiştir. Hastanenin başlangıcında 155 öğretim üyesi vardı şu anda 230 öğretim üyesi var. Biz kalite erozyonu yaşamadık ve üstelik daha seçkinci davranmaya başladık. Alacağımız öğretim üyelerini, diğer hocaların yaptığına ek olarak buraya ayrıca ne katkı sağlayacağı konusunda sorularla belirledik.  Öğretim üyelerini üniversiteden soğutmak gibi bir siyasetimiz olmadı. Büyükşehirlerde üniversite açılıyor ve burada 10-15 yıl çalıştıktan sonra bazı özel veya ailevi sebeplerle gidebiliyor. 20-25 kişi gidiyor ama daha nitelikli 75 kişi de geliyor.

-Üniversite yönetimi, zaman zaman hükümetle çatışıyormuş gibi bir algı yaratılıyor. Ama geçtiğimiz yıl Akademik Yıl Açılış Töreni’ndeki konuşmanızda hükümetin verdiği destekleri anlatarak özel bir teşekkür ettiniz ve ‘Hükümetimizin üniversitemize verdiği bu parasal desteği daha önce rüyamda görsem inanmazdım’ gibi bir cümle kurdunuz.  Siyasi iradenin üniversitelere desteği hangi aşamadan nereye geldi?

-Ben 2004 yılında Samsun’dan ayrıldığımda, devletin üniversitelere verdiği ortalama yatırım bütçesi 10 milyon TL’ydi. Bizim İnönü Üniversitesi olarak geçtiğimiz yıl devletten aldığımız para 100 milyon TL’dir. Bunu veren Türkiye’deki mevcut siyasi iktidardır. Ülkeyi yöneten siyasi iradedir. 10 kat para vermiş olması üniversitenin gelişmiş olmasına büyük katkı sağlıyor. Tabi bunda üniversite yöneticilerinin mahareti de önemlidir. Kalkınma Bakanlığı’na ya da Maliye Bakanlığı’na gittiğinizde onları projelerinize ikna etmeniz gerekiyor. Projeleriniz büyük önem taşıyor.

Şunu açıkça söylemek istiyorum: Meşru olarak, vatandaşın iradesiyle yönetime gelen bir siyasi partinin iktidarına karşı tavrı alma diye bir nezaketsizlik, edep dışı bir şey yapmam mümkün değil. Üniversitenin siyasetle, siyasi iktidarla bir problemi yok. Ama Malatya’da marjinal birkaç kişinin üniversite ile problemi var. Bunlar bu siyasi partinin içinde olmuş olabilir ama tekrar söylüyorum; üniversitenin siyasetle, siyasi iktidarla veya sadece bu siyasi parti değil başka bir siyasi partinin iktidarıyla da olsa problemli olamaz.  Bir üniversite rektörünün haddi de değildir, edebe de sığmaz. Dünyanın her tarafında rektörlerin görevi, üniversitesine daha fazla kaynak almak ve iş yapmaktır.  Bu siyasi iktidar döneminde İnönü Üniversitesi müthiş bir destek almıştır. Böyle bir sorun olsa bu kadar destek alamazdık. Ama şu var ki; üniversitelerin kendine göre bir duruşu var. Üniversite rektörü böyle bir destek alıyor diye, her gün siyasetçinin arkasında koşarak olumsuz bir görüntü yaratmamalıdır. Üniversite edep adabıyla, bilim adamlığıyla bağdaşmayan bir görüntü sergilemesi de hoş değil.  Üzerine basa basa söylüyorum. Üniversitenin siyasetle, siyasi iktidarla bir sorunu yok ama Malatya’da marjinal kalmış algı fakiri insanların üniversite yönetimiyle sıkıntıları var. Üniversitede nüfuz edip, istedikleri değişiklikleri yapamadıkları için üniversite üst yöneticisine karşı sıkıntısı olan birkaç kişi var. Bunun dışında İnönü Üniversitesi merkezi yönetimde gerekli desteği her zaman gördü. Zaten aklımın ucundan da aksi bir nezaketsizlik geçmez. Bizim yaptığımız işleri görüyorlar. Çalıştığımızı görüyorlar. Bakın Kalkınma Bakanlığı’nda, Maliye Bakanlığı’nda bizim projelerimiz diğer üniversitelere örnek gösteriliyor. Benim Ankara’da 5 yıl üst düzeyde TÜBİTAK’ta görev yapmış olmam, devletin üst düzey bürokratlarını tanımam açısından büyük şans oldu. Devletin kurumlarını tanıdığım için benim herhangi bir şey yapmak için mahalli politikacıyı önüme katıp da onun arkasında koşan bir tarzım olmadı. Gerek yaşım gerekse tecrübem neyi nasıl yapacağım konusunda bana bazı imkanları sağlıyor. Bunu derken, bugüne kadar bize destek veren milletvekillerimize müteşekkirim. İhtiyaç duyduğum zaman hepsi olmasa bile bir çoğu benimle beraber gelerek yardımcı olmaya çalıştılar. Onların hakkını yemeyelim.

- Üniversiteye yöneltilen bir başka eleştiri de, sizin yönetimi devraldığınız yıldaki sıralama ile bugünkü sıralamaya ilişkin. Üniversitenin sıralamada gerilere düştüğü yönünde iddialar ve eleştiriler var. Bu iddialar konusunda neler söyleyeceksiniz?

-Bakın, size bir örnek vermek istiyorum. İkinci Dünya Savaşı’nda bir Japon pilot Uzak Doğu’da bir ormana düşüyor.  Yaşıyor. 1976 veya 1978’lerde bulunuyor.  Fakat bulunduğunda, savaşın hala devam ettiğini sanıyordu. Şimdi Türkiye’de üniversitelerin sıralaması ile ilgili kriterleri yenileyemediler. İkincisi, bu bilgileri nereden alıyorlar? Yüksek Öğretim Kurumu’ndan alıyorlar. Yüksek Öğretim Kurumu’na giden veriler tam veriler değil. Bunları söylerken, bizim tezlerimizin tamamen doğru olduğu gibi bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermek istemiyorum.  Mesela 2014 yılında en fazla TÜBİTAK Ar-Ge desteği alan 15 şehirden bir tanesi Malatya. Bu desteğe baktığımızda İstanbul 200 milyon, Ankara 150 milyon TL, Malatya 6 milyon TL. Oralarda kaç tane üniversite var? Kiminde 60 üniversite, kiminde 20 üniversite. Bunun dışında enstitüler falan var. Malatya’da bunu alan kim? İnönü Üniversitesi. Tek başına bunu alan İnönü Üniversitesi. Yani Malatya’yı 15 il arasına sokan kurum İnönü Üniversitesi. Geçtiğimiz yıl yürüyen 43 projemiz var. TÜBİTAK’ın Web sitesine girdiğinizde görürsünüz. Ama bunun üniversitelerin bilimsel, akademik başarı sıralamasına yönelik kriterlerinde karşılığı yok. Peki kriterler ne? Bilimsel yayınlar. Ee, peki ‘benim 100 tane yayınım var’.  Ama şayet, ‘100 yayının bir tanesi 5 para etmiyorsa, bir tanesi patent almıyorsa, atıf almıyorsa, prototipe dönüşmüyorsa’ ne anlamı kalıyor? Ben biyokimyacıyım. Dünyada öyle gruplar var ki, iki yılda bir yayın çıkaran araştırma grupları var. Ama o yayın çıktığı an yüzlerce atıf alıyor, yüzlerce referans alıyor, ya da iki tane patent alıyor. Yayın olarak en üst düzeyde çıkıyor. Şimdi yayın sayısına bakıp da, 5 tane mi var, iki tane mi var diyemezsiniz.  Öyle tezler var ki, bir buçuk sayfa. Ama dünya bilimine katkıda bulunuyor.

“Üniversitelerin gelişmişlik sıralamasını belirleyen kriterler doğru konumlandırılmıyor”

Vay efendim İnönü Üniversitesi neden ilk 50 üniversitesi arasında değil? Bunu yapan TÜBİTAK’taki bir grup yapıyor. Oraya baktığınızda  yeni kurulan bazı vakıf üniversitelerinin önde olduğunu görüyorsunuz. Orada bazı manüplatif şeylerin olduğunu düşünüyorum. Bir diğer konu mevcut kriterlerin, üniversitelerin gelişmişlik düzeyini doğru yansıttığını düşünmüyorum. Bizim yaptığımız sosyal sorumluluk projelerimiz sıralamaya konulsa biz Türkiye’nin ilk 20 üniversitesi arasındayız. Hatta bazı alanlarda, örneğin sağlık alanında ilk 5’e girecek bir üniversiteyiz. Bir de şu yanlış: Elma ile armut toplanmamalı. Teknik üniversiteler ayrı, sosyal bilimler ayrı, sağlık alanındaki üniversitelerin ayrı sınıflanması lazım. Bir üniversite tek bir alanda Türkiye’de birinci olabilir ama diğer alanlarda iyi olmayabilir. Bizim bir İstanbul Teknik Üniversitesi, bir Yıldız Teknik veya ODTÜ gibi bir üniversite ile kıyaslanmamız çok yanlış. Bizim mühendislik fakültemizde 65 öğretim üyemiz var. Onların öğretim üyelerinin neredeyse tamamı mühendislik alanında.  Her üniversitenin hangi alandaki yeri nedir? Bunların ayrı ayrı belirlenmesi lazım. Sağlık alanındaki yeri nedir? Sosyal bilimlerdeki yeri nedir? Mühendislik alanındaki yeri nedir? Sosyal sorumluluk alanındaki yeri nedir? Sosyal sorumluluk konusunda olsa Türkiye’de birinci üniversiteyiz. Bizim yaptıklarımızı gördüklerinde parmak ısırıyorlar. Geçenlerde örneğin, Pakistan’da İslam Ülkeleri Rektörler toplantısında beni oturum başkanı yapmışlardı. Orada İnönü Üniversitesi’nin realize ettiği sosyal sorumluluk projelerini anlattım. İnanın ayakta alkışladılar. Özellikle kadın rektörler. Bazı üniversiteler bizimle iş birliği yapmak için sıraya girdiler.  Türkiye’deki girişimcilik ve yenilikçilik endeksinin ne kadar gerçekçi olduğuna dair daha önce açıklama yapmıştım. Bir de tabu şu var: Başkalarının bizi nasıl değerlendirdiğinden ziyade bizim kendimizi nerede hissettiğimiz önemli.  Türkiye’deki birçok üniversiteye baktığınızda, İnönü Üniversitesi ‘üniversitedir’ ama bu yeterli midir? Yeterli değildir. Henüz daha yeni yeni uluslararasılaşıyoruz, teknoparkımız yeni yeni faaliyete geçiyor. Oradan ilk kez geçtiğimiz yıl 2 patentimiz oldu. Belki bu sene 8-10 tane olacak. Yani eski köye yeni adet getirmek öyle kolay değil, üniversite öğretim üyelerimizin bir kısmı da henüz bu alt yapıda değil. Böyle bir yapıları yok. Bir kısmı yurt dışında eğitim almışlar ama girişimcilik yenilikçilik algıları, bazı siyasilerin algı düzeyinde olanlar var.

-Karaciğer Nakil Hastanesi’nden sonra Onkoloji Hastanesi kurulması da gündemdeydi. Onkoloji Hastanesi konusunda herhangi bir gelişme yaşandı mı bugüne değin?

-Bu konuda da şöyle bir şey yaşadık. Bir kısım insanlar,  bizim devletin imkanları ile Onkoloji Hastanesi yapacağımızı ve Mevlüt Bey’in (Mevlüt Aslanoğlu) adını vereceğimizi iddia ettiler.  Mevlüt Bey’i rahmetle anıyorum.  Her zaman iftiharla söylüyorum:  Merhum Aslanoğlu bir muhalefet milletvekili olarak İnönü Üniversitesi’ne büyük katkılar sağladı. Çok sevdiğim, saygı duyduğum, Malatya’ya büyük emekleri olan duygu dolu bir politikacıydı. Bunun için Arapgir’deki spor salonuna adını verdik. Aralarında gazetecilerin de bulunduğu bir grup arkadaşımız, ‘Hocam İstanbul’da Mevlüt Abi’yi çok seven insanlar var. Bunlar bir araya gelip de, Malatya İnönü Üniversitesi’ne bir katkı verseler, mesela Onkoloji Hastanesi yapsalar, Mevlüt Abi’nin adını verir misiniz?’ diye sordular.  Bende ‘Neden olmasın?’ dedim.  Olay budur. Yoksa devletin verdiği parayla yapılan bir yatırıma Mevlüt Aslanoğlu’nun adının verilmesini ben teklif etmedim. Ama böyle bir teklif gelince benim edebim, devlet, millet ve Malatyalılık görgüm de bu cevabı gerektirir. Kimse de bundan gocunmasın. Mevlüt Aslanoğlu, Malatya’ya canla başla hizmet etmiş bir insandı. Peki Onkoloji Hastanesi niye olmadı? Belli görüşmelerim oldu. Detaylarını vermek istemiyorum. İstediğimiz çapta bir katkının olmayacağını gördüm. Bir işte netice alınamayacaksa o işe başlamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Ama şunu söyleyeyim, biz üniversite olarak, tesisat olarak, öğretim görevlisi olarak bölgenin en iyisi konumundayız. Sadece yataklı bir üniteye ihtiyacımız var. Bölgenin de bir onkoloji hastanesine ihtiyacı var. Ama ben yaptığım girişimlerce beklentimi karşılayacak bir katkı gelebileceğini görmediğim için bu noktada kaldı.

-Sayın Cumhurbaşkanına fahri doktora verdiniz. Fahri doktoranın verilmesi kararından daha çok, doktora için ‘Sayın Cumhurbaşkanının Barış Süreci’ne yaptığı katkılar’ gerekçe olarak gösterilmişti. Sanırım bu gerekçe bir ilkti...

-Evet, bu bir ilkti. Ben bu ülkedeki barış sürecini önemsiyorum. Barış süreci, bu ülkenin geleceği, refahı, huzuru için, kökeni ne olursa olsun, bu coğrafyada yaşayan insanların mutluluğu için çok önemli.  Sahiden Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda, devlet projesi olmasına rağmen bu ülkenin hem başbakanı olduğu dönemde hem de şimdi Cumhurbaşkanı olarak bu konuda cesaretli davranmıştır. Bu da önemli bir projedir. Kardeşliğin, barışın tesis edilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Doğu ve Güneydoğu’nun kesiştiği, bölgenin en gelişmiş şehrinin üniversitesi tarafından böyle bir fahri doktora unvanı verilmesinin gerekliliğine inandığımız için Üniversite Senatosu’ndan oy birliği ile karar aldık. Ama Sayın Cumhurbaşkanına bunu sunarken, ‘Zamanınızın uygun olduğu bir dönemde bunu takdim etmek istiyoruz’ şeklindeydi. Ama buraya geldiklerinde programlarının yoğun olduğu için üniversiteyi ziyaret etmesinin zor olduğunu söylediler. Biz bir cumhurbaşkanının programına müdahale edip de illa da üniversiteye bekliyoruz dememiz akademik nezaket açıdan da devlet edebi açısından da uygun olmazdı. Ne zaman Cumhurbaşkanı, İnönü Üniversitesi’ni ziyaret ederse biz bu fahri doktorayı kendilerine takdim etmek istiyoruz. Bu ülkede, kardeşliğin, barışın huzurun, bir takım insanlarımızın doğuştan sahip oldukları hak ve hukuku savunmalarının, yaşamlarını da ona göre tanzim etmelerinin bir insan hakkı olduğuna inanıyorum ve ileri demokrasilerde bunun yerine getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Siyasetçilerin çizgileri beni çok ilgilendirmiyor. Cumhurbaşkanımızın bu meselenin üzerine yüreklilikle gittiğini düşünüyorum. Ben zaten üniversitede ikinci dönemdir görevdeyim. Dolayısıyla kimseye yakın görünüp atama bekleyen bir konumda da değilim. Bir akademisyen, bir üniversite yöneticisi olarak bu barış sürecinin önemli olduğunu düşünüyorum.

- Bize vakit ayırdınız ve sorularımızı cevapladınız. Çok teşekkür ediyorum.

- Ben de sizlere teşekkür ediyorum. Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi konusunda bize tanıdığınız fırsatın önemli olduğunu düşünüyorum. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

SÖYLEŞİ: Güler HAZAR- Yeni Malatya Gazetesi

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız