SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

'Sarı Kurdelem Sarı'

A- A+ PAYLAŞ

Bülent Korkmaz/Aşşağı Şeher
korkmazbulent@gmail.com

Bir Cuma akşamı Battalgazi ilçesindeyiz.

Yani, 1830’ların sonuna dek sadece ‘Malatya’ diye anılan, bugünkü Malatya’nın öz babası Aspuzu bağları ‘Yeni Malatya’ kent merkezine dönüşünce adı ‘Eski Malatya’ olmuş Aşşağı Şeher’de.

4. Murat’ın İran seferi öncesi, Silahtarı Bosnalı Mustafa Paşa tarafından 1637 yılında yaptırılmış, askeri ve ticari amaçlı konaklamalarda yüzyıllarca kullanılmış Kervansaray’ın içerisine, 2006 model teknoloji yerleştirilmiş, sunucu heyecanla konuşuyor, dev ekrana görüntüleri yansıyor, aynı ekranda o gün orada olunmasına sebep bir büyük sanatçının yaşam öyküsü kısaca anlatılıyor, kervansarayın içi giren-çıkanlarla arı kovanı gibi uğulduyor, günün anlam ve önemini belirten konuşmalar Belediye Reisi Sayın Selahattin Gürkan’ın “...Hocam senin Kuran okumana bayılıyorum; ama ‘sadakallahül azim’ demene de bitiyorum” esprisiyle son buluyor.

Sonra...

Sahneye yarısı dökülmüş saçları, gözlüğü, yüz ifadesiyle yaşı kemale ermiş, lafını sözünü bilen, sohbeti tatlı bir insan görüntüsü veren, kravatlı-takım elbiseli şık ve hoş bir amca çıkıyor.

O gün orada olunmasına sebep zat-ı muhteremin amcasının oğluymuş. Adı, Yaşarmış. Amcasının oğlunun bir anısını anlatması isteniyor. Anlatıyor. Bize, elimizde olsa o anlatımı olduğu gibi aktarsak, o anlatımı burada kısaca size aktarmak düşüyor:

Bestekârımız, İstanbul’da yaşarmış. Kirada otururmuş. Bir plağı 200 binin üzerinde satmış. O günün rakamlarıyla, korkunç bir başarıymış. Ama üstadın ismi var, cismi yokmuş. Piyasada tanınmazmış. O işin piyasası gazinolarmış; ama o içki içilen hiçbir ortamda icra-ı sanat eylemezmiş. Bir gün oturduğu kahveye dönemin büyük gazino patronlarından olan bir adam gelmiş. “Plakların yok satıyor, ama seni kimse tanımıyor. Gel, benim gazinomda söyle” diye bir ikna taksimi yapmış. Bizimki, olmaz demiş, “içki içilen yerde söylemem”. Ardından, ancak ve ancak Türk filmlerinde rastlayacağımız türden bir sahne yaşanmış. Bestekârı Napolyon taktiğiyle bağlamak isteyen gazino sahibi, yanında getirdiği torbadaki paraları masaya boşaltıp dil dökmeye başlamış. Gazino sahibi kullemi bol tarafından allem etmiş, allemi bol tarafından kullem etmiş, nafile! Bestekâr, “olmaz, seni sever sayarım, ama içki içilen yerde türkü-şarkı söylemem”diye tekrarlamış. Patron, adet olduğu üzere ısmarlanan çayını içmiş ve o kahvede oturanlar için belki bir servet olan yükünü geri torbasına doldurup, gitmiş.

Tahmin edeceğiniz gibi, kahramanımız üstat-bestekâr merhum Fahri Kayahan...

Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Leyla ile Mecnun, Romeo ve Jüliet, Ferhat ile Şirin aşklarının, acıyla, kavuşamamışlıklarla, hüzünle, trajediyle yoğrulmuş aşkların, yüzyıl kaç para, binyılın aşklarının kahramanı Malatyalı Fahri...

Bir “gevendelik” sonucu biricik Fahriye’sine sebep olmuş, sonra oturup bunları ölümsüz dizelere, türkülere dökmüş Fahri Baba...

Bu güzel öyküyü aktaran amcasının oğlu Yaşar Kayahan, eline tambur-cümbüş (tambur saplı, cümbüş gövdeli) karışımı yüce aletini kavradı, asıldı tellerine...

Müzikten tek nota anlamam; baştan sonra sözlerini tam bildiğim türkü sayısı üç buçuğu geçmez.

Ama...

Amioğlu Kayahan Amca tambur-cümbüşün tellerine vurdukça, sadece taş plaklarda yaşadığını, tat alınacağını düşündüğüm Malatyalı Fahri türküsünü (Bir Oda Yaptırdım Hurma Dalında- Yeşil Malatya Dilberi) o muazzam ve muntazam sesiyle, Kervansarayın yüzyıllara direnen taşlarına çarptıkça, yüreklerden bir şeyler kopar oldu.

O an kervansarayın dip köşelerinden birine çekilme gereği duydum. Gözlerim dolu, düşünüyordum.

Hiçbir paranın satın alamayacağı bu insanlar kimdi? Nereden gelmişlerdi? Nereye gitmişlerdi? Hangi birikim, inan, güven, hırs, sevgi ve saygıyla işlerini yapmışlardı? Her bir dizesinde okyanus kadar derin, gökyüzü kadar sonsuz olmayı nasıl başarmışlardı? Sanatı hem insan, hem de sanat için yaratmayı, hatta bizzat sanatı yaratmayı nereden ve kimden aldıkları esinle becermişlerdi?

Yanıtı çok basitti: İşlerini önce sevmişler, sonra layıkıyla yapmışlar ve paraya gereksinimlerini karşılayacak bir araç olmanın ötesinde değer katmamışlar, Tanrı bilmemişlerdi.

Tüm Fahri Kayahanları ve bu yüce türkülere sebep tüm Fahriye Ablalarımızı sevgi ve rahmetle anıyor, anıları ve bizlere bıraktıkları kültür-sanat ve “insani miras” önünde her daim saygıyla eğiliyoruz.

***
Battalgazi Kervansaray’da düzenlenen ‘Fahri Kayahan’ı Anma Gecesi’ MAKSAD (Malatya Kültür ve Sanat Derneği) öncülüğünde gerçekleşti. Mutlaka Battalgazi Belediyesi başta olmak üzere birçok kurumun katkısı olmuştur. Onları Dernek Başkanı Sevgili Yaşar Karaaslan ağabeyim açıklar; açıklamıştır.

Yorum Gazetesi’nin sahibi olan ve “ekonomisi” elverdiği dönemlerde gazetesini yayınlayabilen Yaşar Beg’i bir yazımızda kısaca anlatmış, kendisini “gazetecilerin en kestanecisi, kestanecilerin en gazetecisi’ diye kamuoyuna takdim etmiş, eski mesleği kestaneciliğe dönmesi halinde iyi para kazanacağını, ‘kasteciliğin’ boş iş olduğunu ima etmiş, ama sanatseverliği konusunda iki laf etmemiştik.

Efendim, şöyledir:

Yıl 1979.. Yaşar Beg, Erzurum’da askerken Türk sinemasının büyük şahsiyetlerinden Ayhan Işık vefat eder. Ayhan Işık hayranı olan Yaşar Beg, cenaze törenine katılmak üzere birliğinden özgür iradesiyle (maalesef askeri kanunlar bunu ‘firar’ olarak tanımlıyor) ayrılmış, İstanbul’a gidip cenaze törenine katılmış, merhumun ruhuna El Fatiha okumuş. Tam Topkapı’da Dadaş Seyahat otobüsüne binip birliğine dönecekken, Kumkapı taraflarında bir grup Malatyalı hemşerinin ısrarlı konukseverliğiyle Fahri Kayahan’ın kesinlikle türkü söylemediği bir ortama duhul eylemiş. Birliğine avdeti epeyce gecikmiş. Bir gece bulunduğu ortamda bir hengâme çıkmış, AS-İZ abiler yetişmiş, Yaşar Ağam eller kelepçeli yallah Erzurum’a. Komutanı bizimkini sorgulamış, kendisinin de hayranı olduğu Ayhan Işık’ın cenaze merasimi gerekçesini öğrenince, “İyi de oğlum, cenazeyi gömdükten sonra niye geciktin bu kadar?” demiş. Yaşar Begin cevabı, “Çok üzüldüydüm, çok dertlendiydim, kumandanım..” olmuş. Komutan yumuşamış, bizimki 25 gün kadar disiplin hapsinde kalmış. Dava açılmış hakkında ama, askerliğini yakmamışlar. Yaşar Beg, askerliğini bitirmiş, birkaç yıl sonra, 1980’li yılların ortalarında “Ayhan Işık Cenaze Merasimi Katılma Gerekçeli Firar”ın cezası gelmiş.. Tam 100 gün hapis.. Yaşar Ağam, bunun 48 gününü şimdi Öğretmenevi olan eski Malatya Cezaevi’nde, 52 gününü de Hekimhan Cezaevi’nde yatarak ödemiş.. Aile efradı dışındaki bir ziyaretçisi de, her gelişinde “4 paket Birinci sigarası parası (125 kuruşx4= 5 TL) bırakırdı” dediği Hadi Çekirdek amcamızmış.. Hülasa, bugünün Malatya Kültür ve Sanat Derneği Başkanı da olan Yaşar Beg’in, sanat- sanatçıseverliği “ceza-infaz” sisteminde bile tescil edilmiş..

Şimdi bu adamı memleketin sanatıyla doğrudan ilgili bir derneğin başına getirmeyip, kimi getireceksin?

Bu bir yana.

Yaşar abinin, derneğinin, Dr. Abdulkadir Kaya yönetiminde birbirinden güzel parçalar seslendiren Malatya Musiki Cemiyeti’nin, Fahri Kayahan hayranı, ‘Ezo Gelin’ türküsünü okuyan Eski Malatyalı çiftçi Ali Gündoğan’ın ve emeği geçen herkesin eline, diline sağlık. Ne güzel etmişsiniz. Devamını bekliyoruz.

* Kervansaray, Eski Malatya’nın Kurtuluşudur

Eski Malatya’nın tarihini, eserlerini size buradan aktaracak değilim. Zaten öyle bir yeteneğim de yok. Ancak, her ne kadar yaptığımız işten bahsetmeyi hoş bulmuyorsak da (bilenler zaten biliyor), bu noktada demem gerekiyor. Karıştığım işler arasında turizm de var. Yaklaşık 11 yıldır böyle. İşinize gelirse! Memlekete gelen yerli-yersiz (ecnebi) turistlerin birebir muhatap olduğu, ikincisinin elinden düşmeyen (birincisinin kitapla işi olmaz, o her şeyi bilir) seyahat rehberlerini hazırlayan-güncelleyenlerin başvurduğu bir kamu vicdanıyım. Dolayısıyla, söyleyecek sözüm var.

Eski Malatya, eserleri ve dokusuyla harika bir yer. Cuma günkü konserden birkaç saat önce tarihi eserleri tek tek gezip fotoğraflar, sokakları arasında dolaşırken bunu bir kez daha hissettim. Sanki zaman tüneline binmişsiniz, tarihin belirli dönemlerini geziyor, o gizemli havayı soluyorsunuz.

Ne var ki, bir yerin tarih dokusuyla harika bir yer olması, oraya binlerce turistin akmasının garantisi olmuyor. “Efendim buyurun, şu Ulu Camimiz bakın çinileri ne muhteşem, 13. yüzyıldan kalma bu çiniler o dönemin en iyi korunmuşları arasında, mihrap önü kubbesi...” diye başlayan cümleler kurmanız yarar sağlamıyor.

Öyleyse?...

O mekânı ziyaretçiye doğru ve etkili biçimde tanıtmanız, sunmanız, çevre düzenlemesini, o eserle ve tarihsel dönemiyle bağlantılı biçimde yapmanız, mekânın ziyaretini cazip hale getirmeniz gerekiyor. Bu, birçok kurumun (resmi olsun olmasın) eşgüdümüyle, sabırla, profesyonel insanlarla çalışıp zamana yayılarak sağlanabilir.

Bir şey daha...

Malatya’ya gelen turistler “aman aman Eski Malatya’yı göreyim” diye gelmiyor. Gelenlerin neredeyse tamamının amacı, Pütürge-Tepehan üzerinden Nemrut Dağı’nı görmek. Gelmişken araya sıkıştırabilirse Eski Malatya’ya gidiyor. Türkiye’nin şansı Eski Malatya’nın şanssızlığı aslında. Çünkü Türkiye, laf ola beri gele değil ha, insanlığın kültür mirası açısından müthiş bir ülke. Turist memleketin her bir eserini, güzelliğini görmeye kalkarsa, ülkesine dönemez, bizim buranın adamı olup vatandaşlık başvurusu yapar. Garibim aralarından en özgün olanlarını seçiyor. Cami görecekse; Selimiye, Süleymaniye, kilise görecekse, Kapadokya, Van Akdamar; kervansaray canı çekmişse Sultan Han, deniz-kum-güneşi tarihle birlikte arzuluyorsa Antalya diyor. İşte Nemrut da böyle bir mekân. Türkiye bir yana, Dünya’da eşi benzeri yok.

Bana göre, Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı Eski Malatya’da turizmin canlanması açısından, iç turizmi katarak söylüyorum, önemli bir gizilgüce sahip. Bina olarak çok iyi korunmuş. Anadolu’da rastlayabileceğiniz en iyi kervansaraylar arasında. Hatta benim gördüklerim içerisinde, Sultan Han’dan sonra, en iyisi. Geçen yıl ‘Melita’dan Battalgazi’ye Kültür-Sanat Günleri’ diye, Göknur Akçadağ Hocam başta olmak üzere birçok değerli insanın emeğiyle, ayağa kalktılar; çok güzel işler yaptılar. Belediye Başkanı Sayın Gürkan bu işe çok ilgili ve yatkın. Zaten bir yerin kurtuluşu orada yaşayanların sahiplenmesiyle olası. Kimse kimseyi “dışarıdan” kurtarmaz.

* Halkın Katılımı

Kervansaraydaki etkinliklere Eski Malatya halkının katılımı çok güzel. Bunu belgelemek için konseri izleyenlerden rasgele bir grubun fotoğrafını çektim. Fazla söze gerek yok. Her yaş grubundan insan orada. Halkımız, dinlemeyi, eğlenmeyi, katılmayı, sanatı, müziği, güzel olanı seviyor. Öyle evinde oturma sıkıntısına gelmiyor. Eylül’deki etkinlikler sırasında yaşlı-genç, kadın-erkek çok sayıda Eski Malatyalının etkinliklere coşkuyla katıldığına, resim ve heykel sergilerini ilgiyle gezdiğine tanığım. Yaşını başını almış, tipik bir küfte imalatı Malatya hanımı olmanın doğal sonucu kilo sorunu yüzünden yürümekte güçlük çeken bir kaynananın, sergiyi gezdikten sonra yanındaki gelinlerine ve kızlarına “Allah devlete millete zeval vermesin; ne gözel yapmışlar” dediğini kulaklarımla duydum.

Halkımızın ezici çoğunluğunu oluşturan muhterem üyeleri ortamın hakkını böyle veriyor. Maalesef bazı halkımızın birkaç muhterem olmayan üyesi, konser sırasında yaptıkları gibi, yapılan hiçbir işe, tarihe, kültüre, mekâna saygı duymuyor veya bilincinde değil. Bu nedenle konser ortamında gürültü yapıyor, kervansarayın içinde sigara içiyor, yere tükürüyor.

Eski Malatya yatırlarının sinire, kısırlığa iyi geldiğine inanılıyor. Bunların arasında densizliğe iyi geleni var mı, bilmiyorum; ama şöyle bir laftan haberliyim:

“Köklü deliye Gorucuh nede?”

****

FOTOĞRAFLAR izahat (yukarıdan aşağıya):
1. Konseri izleyen halktan 17'den 77'ye "gençler".

2. Protokol mensupları.

3. "Amioğlu" Yaşar Kayahan'ın çaldığı sapı tambur-gövdesi cümbüş müzik çalma "makenesi". TRT bu aleti, soyu tespit edilemediğinden (ya tambur olacakmış ya cümbüş) kabul etmemiş ve Fahri Kayahan'a sansür uygulamış. Güler misin, ağlar mısın? Bereket müzik otoritesi değiliz, yoksa "geyik üretme çiftliği" kurdururduk bunun üzerine. Bu arkadaşlar olasıdır ki künefe yemezler. Yarısı peynir, yarısı tatlı ya!

4. Aşşağı Şeherli çiftçi Ali Gündoğan, hayatında ilk kez sahne alıyor ve ‘Ezo Gelin’i okuyor. Amatör sanatçı bile değilmiş. Sadece Malatyalı Fahri hastası bir Aşşağı Şeherli.. Onun ses rengiyle, tonuyla, tarzıyla okuyor Ezo Gelin'i.. Battalgazi Belediye Başkanı’nın organizasyon komitesini haberdar etmesiyle, yanık sesiyle türküyü okuyor. Alkışlıyoruz.

5. MAKSAD Reisi Yaşar Karaaslan Beg (önde sağ başta) plaketini alıyor.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Bülent Korkmaz yazıları