SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Selçuknâme'de Malatya

0
Güncellendi - 2015-12-28 01:09:19
Selçuknâme'de Malatya
A- A+ PAYLAŞ

Melih YILMAZ

asuyektayilmaz@ hotmail.com

Bir önceki yazımızda Anadolu Selçuklu Devletinin hükümdarı Sultan 1. Alaaddin Keykubat’ın Malatya’da evliliği konusunu işlemiştik. Yazımıza esas aldığımız kaynak da Refik Ahmet Sevengil’in 1931 yılında yayınladığı Tarihte Kadın Simaları adlı kitaptı. Sevengil kitabında Malatya hakkında verdiği bilgileri 1280 yılında öldüğü sanılan ünlü Selçuklu tarihçisi İbn Bibi’ye dayandırır.

Biz de İbn Bibi’nin eseri Selçukname’yi araştırdık.

Refik Ahmet, Muhtasar Selçukname’yi kaynak göstermişti. Muhtasar, kısaltılmış, öz anlamına gelen bir sözcüktür. Acaba Selçukname niçin kısaltılmış, tam metin daha uzun olacağına göre Malatya hakkında daha fazla bilgi vardır belki, düşüncesiyle Selçukname’nin kısaltılmamışının peşine düştük.

Bulduk.

Bulduk ama daha büyük sıkıntılara girdik. “Sıkıntı” deyişimizdeki sebep yazdıklarımızda hata olmaması ile ilgilidir. Özellikle basım yanlışları epeyce bunalttı. 

Efendim, ciddi bir yazı yazıyorsanız kaynaklarınız sağlam olmalı, o kaynaklardan da kuşkulanmalı başka kaynaklarla doğrulamalısınız. Çünkü yazınız toplum içine çıkıyor; araştırmadan, incelemeden, sağlamasını yapmadan gelişigüzel yazarsanız bir uzman çıkıp size haddinizi bildirir!

Selçukname Farsça yazılmış bir eserdir. Tam adı “El Evamirü’l Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Alaiye”dir. Eser Mürsel Öztürk tarafından çevrilmiş ve iki cilt olarak düzenlenmiş. Birinci cilt de bizim yazımızın esasını oluşturan Sultan 1. Alaaddin Keykubat’ın ölümüne kadar olan kısımlardır. Eser 1996 yılında Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmış. İyi ki de yayınlanmış. 1200’lü yılların Anadolu’sunu anlatan bu yapıtın 1996 yılında tam metin olarak yayınlanmasın ayıbı da bize kalsın! (Hadi bir açık kapı bırakalım: Belki daha önce de tam metin olarak yayınlanmıştır da biz ulaşamamışızdır.)

Selçukname ve onun döneminde ya da daha sonraki yüzyıllarda yazılan eserler, yaşadığımız 2000’li yılların kafasıyla düşünürsek tam bir bilimsel metin gibi gelmeyebilir okuyucuya. Çünkü eserin içinde Farsça ve Arapça şiirler vardır; eser bir hikâye anlatır gibi yazılmıştır. Yani bir tarih kitabının içinde bir edebi metnin olması günümüzde hoş karşılanmayabilir. Dolayısıyla “muhtasar” olarak adlandırılan kısaltma, özünü anlatma çalışması bu şiirlerin ve süslü, sanatlı cümlelerin çıkartılıp olabildiğince “bilimsel cümlelerin” alınması çalışmasıdır.

Sunuş, önsöz, giriş vs gibi sayfalar sayılmazsa yalnızca çeviri kısmı yaklaşık 440 sayfa civarında olan İbn Bibi’nin Selçukname’sinin 1. cildinde Malatya adı yirmi beş otuz kez geçer; Minşar adı da iki kez. Bir de Minşar Kalesi’ne Güzerprit denir ki aynıca incelenmesi gereken ilginç bir addır bu.

Malatya adı, “Mahruse-i Malatya” olarak geçer. (Ancak bazı yerlerde bir yazım yanlışı olarak “mahsure” sözcüğü kullanılır ki yanlıştır; ola ki kitap basıma hazırlanırken redaktörün gözünden kaçmış bir hatadır. Böyle hatalara kitabın bazı yerlerinde rastlamak mümkündür.)  Mahrus/mahruse veya mahrusa, muhafaza edilen, gözetilen, korunan anlamına gelmektedir. Özellikle Osmanlı tarihlerinde “memalik-i mahrusa-i şahane” tamlaması Osmanlı ülkesi anlamında kullanılır. 

Sözün özü Anadolu Selçukluları döneminde Malatya bir büyükşehirmiş ve kale içindeymiş.   Bilindiği gibi kadim dönemlerde önemli şehirlerin çevresi düşman saldırılarına karşı duvarlarla örülür, şehir bir nevi kale içinde olurdu. Halk geceleyin kale içindeki evine gider, gündüz kale kapıları açılarak dışarıya çıkılıp –örneğin- tarım arazilerine gidebilirdi. İşte günümüze kadar yarım yamalak gelmiş İstanbul surları, Diyarbakır surları, Antalya Kaleiçi, eski Sinop ve daha birçok yerleşim yerinin çevresini kuşatan kaleler gibi.  

Mahruse-i Malatya’nın o dönemdeki ilk valisi (mutasarrıfı) Melik Muizeddin Kayserşah’tır. Sultanlar değiştikçe valiler de değişir. Sivas, Kayseri-Konya, Şam, Hicaz yolunun stratejik kısmında bulunduğu için hükümdarlar sık sık gelip kalmışlardır. Böyle bir kalma söz konusu olduğuna göre sarayların da olması gerekmektedir. 1. Gıyaseddin Keyhüsrev, Elbistan’dan gelip Şam’a giderken Malatya’da bir süre kalır. Gece eğlenceleri, sohbetler yapılır. Mahruse-i Malatya aynı zamanda zengin de bir yerdir. 1. Gıyaseddin Keyhüsrev Şam’a doğru yola çıkacağı zaman Malatya valisi Melik Muizeddin, Elbistan sahibi olan Melik Mugiseddin’in sultana yola çıkarken verdiği hediyelerin iki mislini verir. Elbistan sahibi Melik Mugiseddin’in verdiği hediyelerse şunlardır: 100 bin adet sikke, 30 baş katır, 30 baş seçkin at, 50 deve, 20 erkek köle, 10 cariye ile her cinsten eşya ve kumaş.

Bir önceki yazımızda Alaaddin Keykubat’ın Malatya’da Minşar kalesinde bir süre tutuklu kaldığını belirtmiştik. 

1.Gıyaseddin Keyhüsrev Konya’da ölünce, devletin ileri gelenleri büyük oğlu İzzeddin Keykavus’u tahta uygun gördüler. İzzeddin Keykavus babası öldüğünde Malatya’da bulunmaktaydı, hemen Malatya’ya haberci yollayıp durumu bildirdiler ve onu başlarına sultan yaptılar.

Alaaddin Keykubat bu sırada Tokat’tadır. O, ağabeyinin tahta çıktığını öğrenince isyan bayrağını açar, başarılı olamaz, Ankara’ya çekilir. Uzun sayfaların sonunda araya giren devlet büyükleri ağabeyden kardeşini öldürtmemesi konusunda söz alırlar; küçük kardeşi de “bu kardeş kavgasının sürmemesi, boşuna kan dökülmemesi”  konusunda ikna ederler. İzzeddin Keykavus Ankara şehrine girdikten “sonra Sultan üç gün boyunca şanı dünyaya yayılan eğlence meclisi düzenledi. (…) O arada Melik Alaaddin’i Malatya’ya götürüp oradaki Menşar kalesine hapsetsin diye Melik Seyfeddin Ay-aba’ya teslim ettiler. (…) Oraya vardıkları zaman Melik Seyfeddin, oranın emirlerinden ve serverlerinden Melik’i kendilerine sağ salim teslim ettiğine dair belge aldı…”  

Şimdi de Alaaddin Keykubat’ın Menşar kalesinden kurtuluşunun anlatıldığı sayfalara bakalım: 

İzzeddin Keykavus ölünce Malatya’da Minşar Kalesi’nde tutsak bulunan Alaaddin Keykubat’ın tahta geçmesine karar verir devletin ileri gelenleri. 

“Böylece devlet ileri gelenleri Melik Alaaddin Keykubat’ın Sultan olması konusunda görüş birliğine varınca (Alaaddin Keykubat’ı Ankara’da teslim alıp Malatya’daki Minşar Kalesi’ne götürüp teslim eden) Melikü’l Ümera Seyfeddin Ay-aba  (şöyle konuşur): “Ankara’dan Malatya’ya götürürken Melik benden incindi. O yüzden bana kin duymaktadır. İzin verin de onun huzuruna ben gideyim ve onun gönlünü alarak canımı kurtarayım, deyince oradakiler hep birden, haklısın, gidebilirsin, dediler.”(a.g.e. s.222)

(…) “O sırada Melik Alaaddin namazgâhta namazını kılmış, oturmuş dualar okuyor ve dışarı bakıyordu. Bir tepenin üzerinden hızla gelmekte olan bir süvari kafilesini görünce o gece gördüğü rüyayı hatırladı. (…) Şüphesiz bunlar benim kellemi almak için acele ediyorlar. Dün geceki rüya da boş bir hayalden ibarettir. Ters dönmüş talihimi rüya görmekle nasıl düzeltebilirim, dedi.”(s.223)

Alaaddin Keykubat, kellesinin gideceğini düşündüğü için kale muhafızına gelen kişilerin niyetinin iyi olmadığını söyler ve ölmeden önce boy abdesti almak istediğini, bunun için gelenlerin bir süre bekletilmesini ister. Gelen Seyfettin Ay-aba durumu ilk önce kale kapısı girişindeki muhafızlara, sonra kale komutanına (kütüval) söyler. Sonra da Alaaddin Keykubat’ın hapiste bulunduğu yere gider.  

“Sultanın mübarek yüzünü görür görmez tevazu yüzünü düşkünlük toprağına koydu ve gözlerinden yaş akıtmaya başladı. Kefeni kucağından çıkararak boynuna astı ve kale komutanına teslim ettiği kılıcı Sultan’ın önüne koyarak ‘Padişahımız bendesi –kulu- hakkında ne uygun görürse onu yapsın, dedi.”(s.224)

“Kalbi (ölüm korkusuyla) yerinden oynamış ve canı ağzına gelmiş olan Melik, bu sözü duyunca rahatladı. Ağzını emir Seyfeddin’in gönlünü almak ve ondan özür dilemek için açtı. Ona güzel vaadlerde bulundu.”(s.224)

Seyfeddin Ay-aba, Sultan’ın iyi dileklerine pek kanmaz. Ondan kendisine dokunulmayacağına ilişkin yazılı belge alır. Yetmez, bir de Kur’an üzerine el bastırarak yemin ettirir.  

Böylece Sultan 1. Alaaddin Keykubat, Mahsure-i Malatya’daki Minşar Kalesi’nde tutuklu bulunduğu odada Sultan olur.

Sultan Alaaddin Keykubat’ın evliliği de bizim bir önceki yazıda anlatıldığı gibi hemen hemen aynı. Yalnız bir noktaya dikkat çekmek isteriz. Refik Ahmet Sevengil’in Cerrah “Fasil” olarak çevirdiği isim bu kitapta “Vasil” olarak yer alır. El yazmasında “vav” ile “fe”nin birbirine karıştırılması nasıl karşılanır bilemem?

Sözün özü, Malatya tarihte birçok önemli olaya ev sahipliği yapmıştır. 

______

MUŞAR KALESİ KALINTILARI ARŞİV FOTOĞRAFLARI: (Yukarıdaki görseller malatyahaber.com Yazarı Orhan TUĞRULCA'nın http://www.malatyahaber.com/makale/musar-kalesi linkinden ulaşabileceğiniz makalesinde yeralmıştır.  Orhan TUĞRULCA tarafından çekilen bu fotoğraflar, Alaeddin Keykubad'ın 7 yıl hapis tutulduğu Muşar Kalesi'nin günümüzdeki kalıntılarını göstermektedir) 

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız