SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

Size de Çıkabilir

Size de Çıkabilir
A- A+ PAYLAŞ

Bülent KORKMAZ

deybayah@gmail.com

İnsanoğlu gerçekten tuhaf yaratık…

4,5 milyar senedir ucu bucağı belirsiz uzay denen boşlukta salınıp duran gezegende nefes alıp veren yaklaşık 50 milyon canlıdan biri olan insanı, camianın bir üyesi olmama karşın, anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum.

Mesela…

Tüm canlılar karnı doyduğunda köşesine çekilir, kimseye karışmaz, yan gelir yatar. İnsanın öncelikli derdi de karnını doyurmaktır. Karnını doyurur doyurmasına ama gözü asla doymaz. Aklını gece-gündüz tüketmekle, diyelim kendisininki bitti, bu defa başkalarınınkini tüketmekle bozar. Niye böyle yapıyorsun dediğinde “ihtiyaçlar sonsuz, kaynaklar kıt” diye ideoloji beyan eder, utanmadan bunun adını da bilim koyar. Bu açgözlülük yüzünden belki üç vakte kalmadan gezegen havaya uçacak, kendisi araya gidecektir ama ne gam!

Karnın doyuyorsa, başını sokacak evin varsa, kışın soban yanıyorsa, eğitim ve sağlık ihtiyaçların karşılanıyorsa, yetmez mi?

Yukarıdakinin yanı sıra insanın en anlayamadığım sürümlerinden (versiyon) biri  “kifayetsiz muhteris” olanıdır. Yani “yeteneksiz hırslı”. Aslında buna “süper yetenekli hırsız” da denebilir.

Popüler bir örnekle anlatacak olursak…

Hayatında futbol topu bile görmemiş olan kifayetsiz muhteris bir yolunu bulup Barselonaspor Teknik Direktörü Joseph Guardiola’nın ayağını kaydırır ve oraya teknik direktör olur. Olacak iş değildir ama, örnek bu ya, yolunu bulup hâkimi olmuştur La Masia ve de Nou Camp’ın…

Ne mi yapar kifayetsiz muhteris?

Bildiğini, pardon, bilmediğini tabii…

Mesela sihirbazlar kralı Lionel Messi’yi sol bek oynatır, aklın sınırlarını zorlayan pasların efendisi Xavi Hernandez ve Andre Iniesta’yı sırayla kaleye geçirir. Ardından tüm maçlarını kaybeder, Tohma İdmanyurdu’na bile 5-0 yenilir ama yine de şampiyon olduğunu iddia eder; sen bu işi bırak diyenlere de, “ben olmazsam bölük perişan olur(1) der; “bençten” kalkmamak için yapmadık üçkâğıt bırakmaz.

Bu kış kıyamette tüm bu lüzumsuz düşünceler aklına nereden geldi? Diye soracak olursanız…

Malum yılbaşı yaklaşıyor. İnsanların büyük çoğunluğu milli faaliyet kapsamında piyango bileti alıyor. Ben de zengin olma telaşını algılayamıyorum. Kafamda bir şimşek çaktı ve dedim ki kendi kendime “acaba piyango bileti alan insan açgözlü ve de kifayetsiz muhterisin embriyonik hali midir?”

Yok canım, diye cevap verdim, yine kendi kendime (kendimle sohbetim gayet iyidir bu arada), “haksızlık ediyorsun. Bir kere sen sus. Yirmi sene bir şekilde profesyonel futbolun içinde kaldın, bir gün toto oynamadın, iddia, sayısal kuponlarının nasıl doldurulacağını dahi bilmezsin. Bilmediğin konuda fikir beyan etme. Sen o duyguyu, ruh halini anlayamazsın. Anlasan “Büyük” Dostoyevski gibi oturur Kumarbaz diye kitap yazardın”.

Sonuçta bilet alan ve buna bir şekilde ikramiye isabet etmesini bekleyen halkımız masumdur. Çalışmış, çabalamış ama hak ettiği yere gelememiştir veya tembelin önde gidenidir, zengin olmaya bile dermanı yoktur, “rüzgâr esse de kapı çarpılsa” diyen tembel gelin formatındadır.

Aldığı yılbaşı biletine umut bağlayanın istediği öyle çok bir şey de değildir. Belki bir ev bir araba parası umar şans meleğinden. Belki oğlanın okul masrafı,  kızın çeyiz sponsorluğu…

Ama ben yine de bilet almam, almayacağım…

Niye mi? İşte size benden gerçeküstünün sınırlarını altüst eden iki hakiki piyango öyküsü. Öyküdeki kahramanların isimlerini belirtmeyi uygun bulmuyorum; bunun önemi de yok zaten.

Okuyun ve neden şansa umut bağlamayacağımın gerekçeli kararına hak verin.

Bu da benden malatyahaber.com okuyucularına 2012 için Noel Baba hediyesi olsun!

“Bu Şans Bende Olduktan Sonra”

Bundan yarım asır kadar önce Dayı’mıza Milli Piyangodan büyük ikramiye çıkar.

Dayı’nın eline geçen para günün şartlarında “korkunç” bir paradır. İnsanların yaşamında banknotun o kadar önem tutmadığı, ailenin nüfusuna göre 15-20, bilemediniz 25-30, çuval bulgur, bir-iki teneke kavurma, ev imalatı salça, turşu, peynirle günlerin geçtiği bir dönemdir.

Bu parayla ne yapayım, ne edeyim diye düşünür. Aklına bir iş yapmayı koyar. Babası ise “oğlum der, paranı çarçur etme, mülk al. Malatya’da Emeksiz caddesini bir başından diğer başına kadar bu parayla satın alabilirsin. İleride çok para eder oralar” der.

Baba sözü dinlemez bizimkisi ve bir kamyon alır. Şehirlerarası nakliyecilik yapacak, para kazanacaktır. O yıllar memlekette kamyon sayısı iki elin parmaklarını geçmemektedir. Araç kullanmayı bilmediği için şoför tutar, şoförle birlikte kısmetini yollarda aramaya başlar.

Ne var ki araba durmadan kaza yapmaktadır. Yollar kötüdür. Araç teknolojisi zayıftır. Bugünkü gibi öyle garantiydi, servisti söz konusu değildir. Bereket ufak-tefek kazalar geçirmektedirler ama bu kazalar maddi anlamda büyük külfet getirmekte, alınan abdest, ürkütülen kurbağaya değmemektedir. Kaza üstüne kaza derken paralar tükenmeye başlar. Ama “namus meselesi” olmuştur kamyonculuk. Dayı artık tamirat masraflarını karşılamak için borçlanmaya başlamıştır. Kazalar yine bitmemektedir. Hanımının altınlarını, Banazı’da içinde köpüklü suların çağladığı çok değerli bir mülkünü satar. Huzuru kalmamıştır, bankaya borçlanmıştır. Sağındakiler solundakiler “sen kamyonu sat, bankanın borcunu da ödeme, canını mı alacaklar” diye akıl verirler.

Ama onun için “borç namustur” ödenecektir. Çok üzüldüğünü gören rahmetli eşi, Bey sıkma canını, der: “Sen çocuklarımıza iyi bir gelecek sunmak, helal para kazanmak için çalıştın, çabaladın. Benim altınlarıma da üzülme. Canımız sağ olsun. Bir yolu bulunur, ayağa kalkarsın” diye moral verir, destek olur.

Dayı’nın bu haline tamirci de üzülmektedir. Para kazanmaya kazanıyordur bu tamirlerden ama onun da vicdanı rahat değildir. Bir gün Dayı’ya “gel ben sana bir iyilik edeyim, seni bu dertten kurtarayım, borcunu harcını öder, üste kara bile geçersin” der. Dayı meraklanır, nasıl olacak bu iş, diye sorar. Valla, der tamirci, ben buna bir zula yaparım, feriştahı gelse yerini bulamaz. Dayı bu hadiseyi sonradan anlatırken “şeytana uysak adam bizi esrar-eroin işine bulaştıracaktı” der.

Şoförle yola gitmekte bir derttir. Bazen evin henüz talebe olan şoföre takılmakta, yolda uyuya kalmamak isteyen delikanlıya sürekli türkü söylettirmektedir. Çocukta repertuar bitince uyuklamaya başlayan şoför başını dikeltip “türkü söyle bak; yoksa uyurum ha” demektedir.

Sonra…

Kamyon elden gider, üste dünyanın borcu ödenir. Aradan yıllar geçer, ailenin bu efsanevi dramı aile içinde anlatılırken çocuklardan biri “Baba keşke dedemi dinleyip Emeksiz’deki evleri alsaydın” der. Babanın cevabı şudur:

“Oğlum, ben de bu şans olduktan sonra, o evlerin hepsi başıma yıkılırdı”

Ya Çıksaydı

Köyde yaşayan baba, anne ve 2 oğul yılbaşı akşamını beraber geçirmek üzere baba ocağında buluşurlar. Büyük oğul ve baba ehlikeyiftir. Küçük bir rakı alırlar. Küçük oğlan, haliyle anne de, içmemektedir. Saz da vardır, sesleri de güzeldir, türkü de söylenecektir.

Akşam olur, sofra kurulur.

Sevgili halkımın fantastik (2) yılbaşı yemeği çiğköfte ufaktan hazırlanmaya başlanır. Baba piyango bileti aldığını söyler. “Büyük ikramiye çıkarsa beş katlı bir apartman yaptıracağım, her bir kata birini koyarım, çocuklarımla birlikte otururum” der.

Büyük oğlan ise “ben de bilet aldım. Çıkarsa köyde birkaç p…venk var. Onların boynuna zincir takıp dolaştıracağım” şeklinde beklenmedik bir çıkış yapar.

Baba bu lafa sinirlenir “ula o nassı laf? Ağzını heyir aç ki heyir ola” der.

Oğlanın cevabı şudur: Para benim değil mi istediğim gibi harcarım.

Bundan sonrası, sözel olarak, kovboy filmlerinde ilk yumruk atıldıktan sonra karışan bar sahnesi gibidir. Baba “söger sayar”; oğlan karşılık verir, her ikisi de sinirlenip evi terk ederler.

O gece kimsenin içmediği 35 Cl (santilitre demekmiş) rakı, çiğ küfte ve anne-oğul “bız” gibi ortada kalırlar.

O biletlere ne mi olmuştur?

Bereket, amorti bile çıkmamıştır.

_________

1) “Bölük perişan olur” lafı bir Malatya fıkrasıdır. Sanıyorum İsmet Yalvaç ağabey, sanal patron, bunu bir yazıda kullanmıştı. Özce şudur: Yazıhan Sinanlı köyünden bir gencimiz askerden bir ay izne gelir. İzninin ikinci veya üçüncü günü tahta bavulunu toplar. Anası, oğul daha izinden geleli yeni oldu, nereye gidiyorsun, diye sorar. Ana, der izindeki asker “ben gideyim iyisi mi. Yokluğumda bölük perişan olmuştur”.

2) Çiğ köftenin yanı sıra bir dönem halkımızın başka bir fantastik yılbaşı vazgeçilmezi, gecenin 12’sinde dansöz izlemekti. Nesrin Topkapı ablamız bu işin erbabıydı. Onun üzerine dansöz görmedi bizim nesil, yeni neslin göreceğini hiç sanmıyorum. Bir seferinde Çırmıhtı’da yılbaşı gecesi elektrik kesilmişti de, bir kısım büyüğümüz taksi tutup şehere gittiydi onu izlemek için…

 

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Bülent Korkmaz yazıları