SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Söz Özal Ailesinde..

A- A+ PAYLAŞ

8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın eşi Semra Özal ve oğlu Ahmet Özal, Can Dündar'ın sunduğu "Cumhurbaşkanı Özal: Bir ölümün anatomisi" özel yayınında konuştu.

8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümünün üzerinden 17 yıl geçti. Özal'ın ölüm nedeni kalp krizi olarak açıklansa da ölümüyle ilgili tartışmalar bitmedi. Özal ailesi bu ölümün şüpheli olduğunu dile getirdi.

Can Dündar’ın sunduğu "Cumhurbaşkanı Özal: Bir ölümün anatomisi" özel yayınına katılan Semra Özal, Turgut Özal'ın ölümüyle ilgili açıklamalarda bulundu.

Semra Özal, "Kadere inanmış biriydi ama sağlığına çok dikkat ederdi. Özellikle ameliyatlardan sonra beraber onun sağlığına çok dikkat ederdik. Gerçi kendisi pek söz dinlemez aklına eseni yapan bir insandı ama sağlığı konusunda bizi çok dinlerdi. Türki devletlere gitmeden önce Amerika’da check-up'a girdi hastaneden sapasağlam çıktı. Ameliyatlarından sonra çok sıkı dikkat ediyorduk beslenmesine kendisi de dikkat ediyordu. Türki devletlerde de katiyen bir şey yemedi.

Hiçbir şikayeti yoktu çok sağlamdı çok keyifliydi ayrıca da. Seyahatler biraz uzun sürdü, havalar sıcaktı, biraz yoruldu ama yorgunluğunun dışında hiçbir şikayeti yoktu. Kiloda almamıştı orada yemek yiyemedi çünkü.

Spor yapardı sabahları. Fakat o gün İstanbul’a gideceğimiz "Bugün yürüyüş yapmayacağım.Tekrar duş yapacak kadar vaktim yok, geç kalırız" dedi. Konuşarak kahvaltı sofrasına geliyorduk ve konuşurken birden arkamda düştü." diye konuştu.

Emin Çölaşan'ın yazısı ve Hüsamettin Cindoruk'un "Özal eceliyle ve son gezisinde yediği aşırı yemeklerden dolayı öldü" sözlerini nasıl yorumluyorsunuz? sorusunu Semra Özal şöyle yanıtladı:

"Ben bunları dinlerken gülüyorum. Check-up'a girmiş komple sapasağlam raporu almış seyahate çıkacağını söyleyince de tamam gidebilirsin hiçbir şeyin yok denmiş bir insan için böyle bir şey söylenmesi mümkün değil. İkincisi komadaki bir hastayı düşünün başındaki doktora sorun artık gidiyor aletlere bağlı ona rağmen onun ne zaman öleceğini hiç kimse söyleyemez ve bilemez. Prostattan kimse ölmemiş ve normal prostattı, alındı temizlendi. Kanseri filan yoktu hiç bir şeyi yoktu. Abur cubur katiyen yemiyordu ameliyatlardan sonra aklı başına gelmişti daha önce yerdi ama ameliyatlarından sonra özellikle kalp ameliyatından sonra çok dikkat ediyordu doktorların söylediğine ve onun dışına çıkmıyordu. Köşk'te de ben kendim yapıyordum zaten yemeklerimizi."

Ahmet Özal da, "Emin Çölaşan'ın yazdığı yazının doğru olup olmadığı konusunda benim şüphelerim var. Ben doktor değilim ama prostat ameliyatı olmuş bir insanın prostattan sabah kalkıp ölmesi filan mümkün değil, doktorların söylediğine göre. Ayrıca Hipokrat yemini Amerika’da çok ciddi bir iştir, hastaneler veya doktorlar hastalarla ilgili bilgi vermeleri çok büyük suçtur. Bunu belki sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Bey'e sormak lazım benim o yazıyla ilgili şüphelerim var" diye konuştu.

'KONSÜLTASYON TEKLİFİMİ KABUL ETMEDİ'

Dönemin GATA Komutanı Ömer Şarlak: Cumhurbaşkanımız Türki Cumhuriyetleri'ne gitmeden önce gece beni telefonla aradılar. "Ayağım ağrıyor, seyahate de gideceğim. Gelebilir misiniz? Seyyar röntgen cihazı varsa onu da getirirseniz memnun olurum" dediler. Sağlıklı görünüyordu. Sol ayağında terlik, sağ ayağında da tokyo vardı. Tokyodan ayak başparmağı çok rahatlıkla görünüyordu şiş ve kırmızıydı. Tipik bir kurt nöbeti krizine benziyordu. "Sayın cumhurbaşkanım sizin ürik asitiniz yüksek çıkmıştır mutlaka tahlillerde” dedim. "Olmaz böyle şey, normaldi" dedi. En son kan tahlilleri getirildi, "yeni yaptırdım" demişlerdi ama tahlil 2,5 ay önce yapılmıştı ve ürik asiti yüksekti. Cumhurbaşkanım ürik asitiniz yüksek seyahate de çıkacaksınız emrederseniz hemen burada, isterseniz Gülhane’de yarım saat içinde bir iki konsültasyon hazırlayabilirim, iç rahatlığıyla gidersiniz dedim. Semra hanımefendi de benden yana oldu. Turgut Bey "Okuyacağım çok dosya var, zamanım yok" dedi. Ben de yarım saatten fazla zamanınızı almayacağız burada yaparız çok kısa sürede her şeyi hazırlarım dedim. "Söz sana dönünce yapalım" dedi. Konsültasyon teklifimi yerine getiremedim. Ben sabah aradım ilgililerden ayağının rahatladığını, ağrısının azaldığını, kaybolmak üzere olduğunu söylediler o şekilde yola çıktılar.

'AZERBAYCAN VE BOSNA İÇİN KENDİSİNİ FEDA ETTİ'

Özal'ın Koruma Müdürü Musa Öztürk: Seyahat 12 günlük bir seyahatti. Ramazan’dan da çıkmıştık, yorucu bir seyahatti. En son durağımız 15 Nisan'da Azerbaycan’dı. Ama işin aslı kendisini Bosna Hersek ve Azerbaycan için feda etti.

Bu arada da Bush seçimi kaybetmiş, Clinton’dan randevu alınmıştı, 25 dakikalık bir randevuydu ama aşağı yukarı bir buçuk saat görüştük. Rahmetli diyordu ki; "Ben 15-20 gün burada kalırsam, ameliyat olursam Bosna Hersek’te, Azerbaycan’da kan gövdeyi götürüyor." Bugün Bosna Hersek kurulduysa sayın Turgut Özal'a borçlular. Yorgundu ama Türk dünyası için Müslüman dünyası için maalesef sağlığına fazla dikkat etmedi.

'BİR BASAMAK İNEMEDİ'
Hürriyet Gazetesi Yazarı Şükrü Küçükşahin: Seyahate çıkmadan önce son görüştüğü kişi Mehmet Keçeciler. Keçeciler’in ifadesiyle iki basamak çıkarken Özal’ın çok zorlandığını görüyor. "Sizi hiç böyle görmemiştim, iyi değilsiniz. Bu seyahate çıkmayın" diyor. Ama "Bu hükümet döneminde Azerbaycan’ı çok küstürdük. Gitmezsem Türk dünyası bizden iyice soğur, bu geziye mutlaka gitmem gerekir" diye bu geziye çıkıyor. Gezide ben bütün programlarına katılmaya çalıştım. Nakşibendi türbesine girdi namaz kıldı, çıktı ve bir basamaktı inmesi gereken inemedi. Ayakkabılarını da giyemedi, korumaları giydirdi. Ben Özal’ı hiç böyle bir tavır içinde görmemiştim. Hareket etmekte zorlanıyor, korumaları kollarına giriyordu. Yemeklere de katılıyordum ve ağır yemeklerdi ve Özal’da çok sevdi yapılan ikramları. Zaten son Azerbaycan ayağında yorgunluktan son noktaya geldiğini yine yakın çevresinden biliyorum. Azerbaycan’da bir iptal düşünülüyordu programda ama Özal asıl Azerbaycan için çıktığı için geziye reddediyordu bunları. Türbede namaz kılarken secdeye iniyor ve vardıktan sonra yanında yine Rüştü Kazım Yücelen var uzun süre kalkmadığını görüyor ve kendi namazını bozuyor ve Özal’ı kollarından tutarak yukarı kaldırıyor. Gazeteci arkadaşımız Servet Kabaklı’nın yaşadığı bir olay, benim fotoğrafını çektiğim ve tabloyu tespit ettiğim. Türbenin etrafından Kabaklı toprak alıyor, Özal’ın talebi için alıyor Hafize anasının mezarına konmak için alıyor. Türbeden çıkarken Halil Şıvgın’da onu görüyor "Ne o Servet, bu kadar toprağı ne yapacaksın" diyor. Turgut Bey "Ben istedim, daha fazla al" diyor. Ama imalı söylüyor. Onun üzerine Servet "Nasıl böyle konuşuyorsunuz cumhurbaşkanım Allah korusun" diyor. Onun üzerine Turgut bey "Sen al benim dediğimi yap itiraz etme" diyor. Servet’in izlenimi de kendi içine bazı şeyler doğmuştu bu yönde işaretler dedi diye.

Ahmet Özal: Toprağı ben kendim koydum mezarına. Ben Rüştü Kazım Yücelen’den böyle bir şey duymadım. ama benim aldığım izleminler kendisinin manevi duygularını son derece yüksek olduğu bir noktadaydı secdeye gittiğinde. Uzaktan baktığınız zaman bunu bir fiziki hastalık olarakta görebilirsiniz fakat o secdede uzun kalmasını belki bazı insanlar farklı anlayabilirler. Bunu ancak inananlar anlayabilir diye düşünüyorum.

Semra Özal: Bir kere bu Şükrü’nün yazdığı bir gazeteci senaryosu. Çünkü her şeyden önce ne bizim memleketimizde ne yurtdışında yemek salonuna gazeteci alınmaz hiçbir gazeteci kimin ne yediğini bilemez. İkincisi, rahmetli salçalı ve yağlı yemek yemezdi. Eti ızgara veya fırında yapardım yemesi için. Dini açıdan o kadar duygusal bir insandı ki Yesevi hazretlerinin huzurunda namaz kılarken secdede uzun zaman durdu hatta kalktığı zaman gözünde yaş vardı hiç kimse kolundan tutup kaldırmadı. Kendisi duası bittiği zaman içinden geldiği zaman kendisi kalkabilirdi. Benim de ayakkabılarımı birisi giydiriyor bunlar hiç laf edilecek şeyler değil, çok normal şeylerdir.

Şükrü Küçükşahin: Ben yemeklere katıldım. Sayın Özal’a bir tüfek hediye edildi bu yemeklerin birinde tüfeği aldı ve doğrulttu ben fotoğraf makinemi aldım ve o yemekte fotoğraf çeken tek gazeteci bendim. Karşısına geçtim "Ben kime nişan alayım Semra" dedi. Semra hanım da Şükrü karşında dedi o bizim arkadaşımız onu vurmayalım diye bir espri yaptı.

'SÖYLENENLER ARASINDA CİDDİ ÇELİŞKİLER VAR'
Sevil Atasoy: Burada eksikliğini hissettiğim iyi bir tıbbi bilgi. Gün gün hangi ilaçları aldığı, ne kadar aldığı bir yerlerde kayıtlı olmalı. Bu kayıtları görmeden ben bir şey söyleyemem. Söylenenler arasında çok ciddi çelişkiler var. Yemek yedi diyen var yemedi diyen var. Davranışları herkes başka türlü yorumlayabilir. Secdeyi de başka türlü yorumluyorlar.

'AÇILIŞTA SADECE LİMONATA İÇMİŞ'
Semra Özal: Perşembe gece döndük biz Ankara’ya cuma sabah o açılışa, arkasından cuma namazına gitti. Ertesi günde İstanbul’a gideceğimiz için ben biraz dinleneyim dedi. O sırada geldiler ve illa bu serginin açılışına geleceksiniz diye çok ısrar ettiler. "Benim işlerim var beni bırakın" dedi fakat o kadar ısrar ettiler ki mecburen gitti. Kaya Toperi ve yanında birileri var. Ben de o arada akşam yemeğini hazırladım geldi. Dedim ki hadi hazır yemeğin "Bir şey yemeyeceğim" dedi. Bir şeyler mi atıştırdın orada dedim "Yok, valla ağzıma bir şey koymadım. Yalnız alkol almıyorum diye özel bir limonata hazırlamışlar. Limonata içtim o kadar" dedi. "Sen hiç limonata içmezsim nasıl içtin" dedim. "Ayıp olmasın diye ne yapayım içtim" dedi. Ondan sonra biraz oturduk, konuştum bazı şeylerini hazırladı İstanbul’a gideceğiz diye, sonra da yattı.

Dönemin Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kaya Toperi: Koruma müdürü programda yoktu diyor ama vardı. Koruma müdürü görevini ihmal etmiş oluyor bir defa. Biz oradaydık Başyaver de oradaydı önden bilinen bir programdı. Orada bulunması gerekirdi, görevi ihmal etmiş oluyor kendisi. O program herkese gitti herkesin elinde vardı. Özal programı neyse yapardı. Ben gitmeyeyim filan bir şey demedi. Biz illa gidelim diyebilir miyiz cumhurbaşkanına.

Sayın cumhurbaşkanına Aynur hanım özel portakal sıkmış. Ben kendisi ile görüştüm "Korumaların önünde portakalı sıktım, ikram ettim cumhurbaşkanına" diyor. Çıkarken gayet keyifli çıktı oradan. Hatta bana, "Sabah kahvaltıya gel birlikte yapalım, ikimizde kilo almışız rejime başlayalım" dedi.

Semra Özal: Korumaların gözünün önünde sıkıldı portakal diyor Kaya bey hiçbir zaman korumaların gözünün önünde onları çağırıp biz bunu sıkıp ikram ediyoruz denmez. Hanımefendinin kendisi de öyle bir şey olmadığını söylüyor zaten. Bana söylediği özellikle limonata.

Sevil Atasoy: Yine farklı söylemler var. Portakal mıydı limonata mıydı? bilmiyoruz. Korumaların önünde sıkılmış portakal olsa bile Romalılar'dan beri zehirli portakal imal eden insanlar çıkar. Yani önünde sıkılmış olması bir şey ifade etmiyor. Öte yandan limonata ise eğer limonata içmediğini herhalde insanlar biliyorlar. Severek içtiği bir içkiyi komplo teorisi üretsek limonata ile onu zehirlemeye kalktılar niçin hiç içmediği bir şeyi bulsunlar ya içmezse o anda onu, neyi seviyorsa onu ikram etmeyi tercih ederlerdi.

'ZEHİR VERİLMEYE DAHA ÖNCEDEN BAŞLANMIŞ OLABİLİR'
Semra Özal: Şimdi hiçbir yerde korumayı çağırıp onun önünde portakal sıkılmaz. İkincisi ben savcılığa delilleri verdim bunu çıkaracak araştırarak ben daha fazla açıklamak istemiyorum. Benim şüphelendiğim şeyler var bu zehir verilmeye daha önceden başlanmış olabilir. Bir Azerbaycanlı'nın bana gelip bazı şeyler verdiği anlattığı el yazısı ile oradan anladığım kadarıyla orada başlamış olabilir.

Sevil Atasoy: Bilindiği kadarıyla sayın Özal’ın saçının kesilip alındığına dair duyumlar almıştık.

Semra Özal: Evet bende var saçından kesilmiş ama dediler ki kökünden çıkarmak lazım ucundaki saç bir şeyi göstermez dediler.

Sevil Atasoy: Saç ayda yaklaşık bir santim kadar uzar ve kökünden itibaren birer santimlik aralıklarla kestiğiniz zaman son geçmiş bir ayı, ikinci santim ikinci ayı gösterecek bir şerit gibidir. Gerçekten çok önemli bir delildir. Üç santim uzunluğundaysa o saç geçmişteki üçüncü aydaki durumu gösterir. Bir almış olduğu toksik madde üç ay öncesinden itibaren başladıysa o ucunda da bulunur.

Semra Özal: Ben birkaç gün diye düşünüyorum.

Sevil Atasoy: Birkaç günse zaten hiçbir şans yok. Ama ben burada elde ona ait bir biyolojik delil olduğunu düşündüğüm bir materyal var, saç var. Her halükarda o saçın incelenmesinden yanayım. Teorik olarak her şeyi delil olarak değerlendirmek gerekir. Örneğin yıkanmamış iç çamaşırları varsa onlar dahi önemlidir ter olduğu için. Üzerinden çok çok zaman geçmiş bir olayda bu delillere ulaşılması olasılığı yok denecek kadar az. Mezar açma önemli bir tekniktir, çok zordur mezarı açmakta oradan çıkan materyali incelemekte zordur ama olmayacak bir iş değildir. Nice defalar Türkiye'de yapılmıştır. Dünyada mezar açmada ilk sıralarda yer alan bir ülkeyiz.

Semra Özal: 18 sene oldu vefat edeli. Her zehir mezarı açıldığında bulunabilir mi?

Sevil Atasoy: Toprağın asilitesine bağlı olarak o civarda bulunan bitki örtüsü ve var olan böceklerin niteliğine bağlı olarak bir çok şey bulunabilir ya da bulunamaz. 20 yıl sonra bile bulunan çok vaka vardır literatürde. Ben saçların daha dipten kesildiğini tahmin ettiğim için ısrarla öncelikle onları söylüyordum. O günkü teknoloji bugünkünden çok geriydi saç analizleri son on yılın giderek artan bir teknolojisidir. Eğer ısrar ederse aile tek yapılacak mezarı açmaktır.

Semra Özal: O en son yapılacak şey ben tahkikatı bekliyorum.

Bir otopsi tartışmasına tanık oldunuz mu siz?

Kaya Toperi: Yüksek Bozer otopsi ister misiniz? diye sormuş hanımefendiye Semra hanımda hayır demiş.

Semra Özal: Öncelikle bana ne Kaya bey ne de bir başkası otopsiden bahsetmedi. Zaten bahsedilmeden bunun otomatik yapılması lazımdı. Resim çekeninde Kaya bey olduğunu biliyorum çünkü Cengiz Aslan onun elinden almış. Ayrıca Yüksel hoca bir metastastan bahsetti hiçbir hastalığı yoktu. Kanser değildi tertemiz alındı kanserle ilgisi yoktu. Hastaneden iki ay evvel bütün check-up’ları yapıldı tertemizdi.

'93-98’E KADAR TÜM SEBEPLER BURADA'
Sizce ne saikla Özal’ı zehirlemek istemiş olabilirler?

Ahmet Özal: 1989 Sovyetler Birliği'nin çöküşüdür. Türki Cumhuriyetler ile Türkiye'yi birleştirecek büyük projeleri vardı. "Türkiye'nin kanayan yarası bu Kürt meselesini çözeceğim. Büyük bir siyasi risk alacağım ama Türkiye için bunu yapmak gerekiyor" dedi. Bu konuda da ben 93 yılını hep hedef gösterdim Eşref Bitlis Paşa’da babamla çalışan çok değerli bir paşaydı. Adnan Kahveci bazı konularda çalışmalar yapıyordu. Rahmetli Uğur Mumcu PKK terör örgütü devlet ilişkileri veya derin ilişkilerle ilgili çalışmalarını açıklamak üzereydi. Bu silsiledir giden 93’ten belki 98’e kadar. Bütünleşen Türk Cumhuriyetleri'yle güçlenen bir Türkiye rahmetlinin iddialı lafları vardı. 21. asır Türkler'in ve Türkiye'nin asrı olacaktır Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar. Ama bütün siyasetçiler lafları edebilir ama eden insan yapabilecek güçteyse tehlikelidir. Türkiye'nin kanayan yarası 17 yıl önce çözülmesi gereken bir Güneydoğu meselesi. Bence sebepler buralarda yatıyor ama sadece rahmetlinin ölümü değil tüm 93-98’e kadar hatta tüm sebepler buradadır.

Semra Özal: İlla sebep arıyorsanız işte Ahmet anlattı. Dediğim gibi ben artık bu konunun ortaya çıkmasını dökülmesini konuşulmasını da istemiyorum. Savcılık artık bu işi çok ciddi şekilde ele aldılar ve neticeye ulaşacaklarına da inanıyorum. Belki tahmin edilmeyen bazı şeylerde çıkacak ama çıkacak yani.

'SOHBETİNİ ÇOK ÖZLEDİM'
17-18 yıllık bir ayrılık sizin için bu gece de sizi üzdük biraz belki en çok neyi özlüyorsunuz Turgut Bey'den ve 18 yıl nasıl geçti?

Semra Özal: 18 yıl korkunç bir kabus gibi geçti yalnızlık kabusu. En çok özlediğim sohbeti. Biz çünkü beraber çalışırken birbirimizi tanıdık, evlendik hep beraber çalıştık, oturduk, gezdik beraber. Onunla çalışmayı ve konuşmayı, sohbeti özledim. Çünkü biz bu kadar yıl evli kaldık bir gün sesimizi birbirimize yükseltmedik. Çok zıt fikirlerimiz olurdu ama hiçbir zaman ne o ne ben sesimizi yükseltmeden fikirlerimizi anlatıp tartışır ve ortasını bulurduk ben bu sohbetini çok özlüyorum. Çünkü böyle konuşacak kimse yok artık.

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız