SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

The Deyin; Yemeyin!

A- A+ PAYLAŞ

Bülent KORKMAZ

deybayah@gmail.com

 

Sabah işyerine ulaşıp her zamanki gibi  “gezegende neler oluyor?” merakıyla Internet denen haceti açtığımda, Malatyalı eski model hatunların biz eski model bebelerine kızdığı zaman söylendiği laflardan biriyle, yani “sabahınan laylaha illallah” diye tepki verdiğim bir haberle karşılaştım.

 

Haber, İngiltere’nin başkenti Londra’nın lüks lokantalarında sincap eti çılgınlığı yaşandığını, 7 dolara satılan gri sincapların iki kişiyi tıka basa doyurduğunu, deneyenlere göre sincap etinin ördek ile kuzu etini andırdığı, tatlı ve sulu olduğu anlatıyordu. Sincap eti tercih edilmesinin nedeni ise bu hayvanların tavuk ve dana gibi sadece sofralara getirilmek için beslenmesi imiş.

 

Benim bu habere okuyucu yorumum: Zıkkımın kökünü yiyesiniz.

 

Bu haberi okuyunca kameralarımı çok değil 10 dakika kadar önce arabada* okuduğum bir kitabın (Andrew Nikiforuk / Mahşerin Dördüncü Atlısı / Salgın ve Bulaşıcı Hastalıklar Tarihi, İletişim Yayınları) 242. sayfasına çevirdim. Vakti zamanında Amerikalılar antibiyotiklerin büyümeyi hızlandırdığını keşfetmişler ve ilk antibiyotiklerden klortekrasiklini tavuk yemine karıştırmışlar. 25 gün içerisinde bu antibiyotik ile beslenen tavukların vitaminle beslenen tavuklardan 3 kat daha hızlı büyüdüğü görülmüş. Sonra ver etmişler klortekrasiklini sığır hayvanına, domuz hayvanına…

 

İngiliz yüksek sosyetesi bunları bilmiyor olamaz. Dana yemine et katıp hayvanı delirten akabinde kendileri de deliren bu Homo Sapiens (Düşünen İnsan) unsurlar doğal ürün arıyorlar ve karşılarına zavallı sincap çıkıyor.

 

Açıkçası bu tür verileri birleştirince insanoğlunun yeryüzünün başına gelmiş en büyük felaket olduğu yolundaki düşüncemin desteklendiğini görüp bundan “işte bakın haklı çıktım” diye mutluluk değil tam tersi büyük üzüntü duyuyorum.

 

Türk Dil Kurumu sözlüğü sincap için şu tanımlamayı yapmış:

 

“Sincapgillerden, ağaçlarda yaşayan, genellikle meyveyle beslenen, çok tüylü, uzun kuyruklu, ince gövdeli bir hayvan, değin, çekelez (Sciurus vulgaris)”

 

Siyah karakterle gösterdiğim “değin” ve yanındaki “çekelez” sincabın yöresel adlarını gösteriyor. Malatya’nın genç kuşağı pek bilmez, bilmeyebilir ama biz “biraz eskiler” sincaba asla sincap demedik çünkü o bizim “deyin” hayvanımızdı. Bu sözcüğün kökeni eski Çincedir ve Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınmıştır.

 

Deyin, Gündüzbey Kozluk mevkisinden çıkıp ta Eski Malatya’ya kadar akan kutsal Derme Suyunun yaşam verdiği, özellikle ceviz ağaçlarının bol olduğu dere boylarında ağaçtan ağaca özgürce yaşamaya çalışırdı ama biz huzur vermezdik.

 

Bugün İngiliz mutlu azınlığın yapmaya başladığı şekilde olmasa bile başka bir şekilde…

 

Nasıl mı?

 

Doğup büyüdüğüm yörenin (Çırmıhtı, Kündübek ve Kileyik) 1920 doğumlulardan da 1960 ortalarına kadar olan doğumlulardan dinlediğim kadarıyla biliyorum. Deyin avcılığı milli sporlarımızdandı. Gençler bir araya gelir, çaya doğru yola çıkar ve sincapları kıstırıp öldürmek için ellerinden geleni yaparlardı. İşin içine bazen delikli demir girer, mertlik ziyadesiyle bozulurdu.

 

Zavallı hayvanı öldürmek için çılgıncasına işler yapılırdı. Can havliyle bir ağacın kovuğuna sığınan sincabı çıkartmak için alttan ateş yapılıp duman verilir; hayvanların sığındığı bahçelerin sekileri yıkılırdı. Üstelik seki yıkmak-evlek dağıtmak-çalı yarmak gibi eylemler bağ-bahçe sahiplerinin sıyırma gerekçesiydi; bunu yapanların derisini yüzdüklerinde ceza indirimine bile gidiliyordu (rivayet tabiî ki).

 

1928 doğumlu İbrahim Gök Dayımın bana anlattığına göre, bir defasında sincabı delikte kıstırmışlar, hayvanı yakalayacaklar, nasıl olmuşsa o keskin dişleriyle kendisini tutmaya çalışan zatın parmağını tutmuş, ne yapmışlarsa bırakmamış. Adamın parmağını kurtarmak için hayvanın kafasını kesmek zorunda kalmışlar; ortalık kan gölüne dönmüş.

 

1960lı kuşaktan, bugünün kastecisi, Selahattin Gökatalay ağabeyimiz ile him komşusu Feridun ve zaman zaman yazılarımıza mevzu olan lirik insan Nafız Abi de dönemlerinin uzman deyin avlama ekibiymiş. Yukarıda değinildiği gibi, hayvanı yakalamak için yuvaya su basma, değnekle dürtükleyip çıkacağı yerde iple bekleme gibi klasik yöntemleri ekip halinde başarılı biçimde uygular ve sonuç alırlarmış. Arada iş kazası geçirdikleri ölümden döndükleri bile olmuş. Bir defasında Nafız Beg parmağını deyine kaptırmış, zor kurtarmışlar. Başka bir av sırasında yuvadan fırlayan deyine Feridun Beg av tüfeğiyle ateş etmiş. Ne var bunda diyeceksiniz ama ateş ettiği hedef bölgenin hemen 50 santim yanında, silaha sırtı dönük vaziyette Selahattin abimiz duruyormuş, canını zor kurtarmış. O kızgınlıkla “nettin la Feridun, beni vuruyudun?” dediğinde yanıt az ve öz olmuş: “deyin gaçıyıdı…”

 

Ben bu avcılık işine şu gün olmuş akıl erdiremiyorum. Zaman öldürmek için mi yapıyorlardı, avcı-toplayıcı atalarımızdan kalan gelenekler yaşasın mı istiyorlardı yoksa başka bir neden mi? Çünkü istisnalar hariç, kemirgen ailesinden (galiba fare ve kunduz da aynı camiadan) sincabı yiyen yoktu. Ayrıca sincap derisi satarak gayrisafi milli hâsılayı arttıran kimseye de rastlanmamıştı.

 

Bu deyin katliamı sonra ortadan kalktı. Nasıl mı?

 

Profesör Sayın Yalçın Küçük “televizyonun insanın başına gelmiş en büyük felaketlerden biri” olduğunu söyler. İnsanlığın bu felaketi sincapların kurtuluşu olmuştur bizim topraklarımızda. Şaka değildir, abartı hiç değildir. Televizyonun başına mıhlanan gençlik eylem artı doğayla iç içe olmayı gerektiren her şeyden elini eteğini çekmiştir. Bu, genci bitiren, deyini kurtaran bir “gelişme” olmuştur.

 

O gün bu gündür bu sevimli canlıların şair Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” şiirinde dile getirdiği gibi “yaşamak şakaya gelmez/büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın/bir sincap gibi mesela/yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden/yani bütün işin gücün yaşamak olacak” nasihatıyla yaşıyorlar.

 

Kendilerine yapılan tüm bu kötülüklere karşın sincapların, karga ile birlikte, yöresel tarım faaliyetinde çok ama çok önemli bir işlevi vardı: Ceviz dikerlerdi. Şahsen bizim yörede ceviz diken kimseye rastlamadım, duymadım. Derler ya, ceviz 7 yıl aşağı büyür, 7 yıl yukarı, 15. yıl meyve verir, ağacı dede dikmiştir, çocukları büyüdüğünü görür, meyvesini torunları yer. Ceviz yetiştirme bu kadar zahmet ve sabır gerektirdiğinden ve insanların ömrü fazla uzun olmadığından ceviz dikimi ekonomik bir davranış olmazdı. Beslenme kaynaklarından biri olan cevizi saklayan sincap bazen sakladığı yeri unutur veya tekrar oraya dönmeye ömrü yetmezdi. Dolayısıyla biz bu sayede muhteşem meyveyi yiyebilirdik. Halen Deyin Dedenin ve Karga Amcanın cevizlerini yiyoruz.

 

Sincabın sakladığı bu cevizleri pek nadir bulanlar vardır ve içlerinde tek bir çürük cevize rastlamamışlardır. Yani, kalite kontrolünde zirve yapmış bir uzmandır sincap…

 

İngiliz dilinde bu hayvanın saklama özelliği nedeniyle sincap anlamına gelen “squirrel” sözcüğü fiil olarak da kullanılır ve “gelecek için para, mücevherat depolamak veya saklamak” anlamına gelir. Türkçe böyle bir fiil yoktur ama olsaydı “sincaplamak” gibi bir şey olacaktı.

 

Anlaşılıyor ki, doğada doğal bir şey bırakmayan Avrupalı doğal olduğu gerekçesiyle bizlerin yıllar önce peşini bıraktığı sevimli dostlarımızın etine gözünü dikti. Maalesef Avrupalı sincapların yakalanma riski bizim yerli sincaplardan daha yüksek. Çünkü sincap oralarda kedi gibi bir evcil yapıda, insandan kaçmayan bir hayvan. İnsanlardan çekinmiyor, çöplüklerden besleniyor. Hatta bir kez televizyonda maçta saha içine girecek kadar kimseden çekinmediğini gördüm.

 

Bir dostun olarak sana sesleniyorum deyin kardeş:

 

Kaç, kaç, kaç!

 

Çevik ayakların ve bedenin seni insan denen mahlûktan ne kadar uzağa götürebiliyorsa o kadar uzağa kaç.

 

 

* Okumaya ne kadar düşkün biri olduğumu, ecnebiler gibi arabada da elimden kitap düşürmediğimi sanmayın. Okumayı sevdiğim doğru ama arabada okuma sevgiden ziyade mecburiyetten. Okumayı ciddi bir iş olarak gördüğümden araba gibi sallantılı ve dikkat dağıtıcı mekânlarda elime kitap almazdım. Gelin ve de görün ki Ocak 2007 ayı itibarıyla bu dünyaya gelerek bizleri şereflendiren, kıymetli oğlum, yüce insan Deniz Beg bilim ve de edebiyat düşmanı çıktı. Evde, yiğitsen, onunla ilgilenme, kitap okumaya kalk. Bir defasında Dostoyevski Mostoyevski dinlemedi, Karamazov Kardeşler romanını ortasından yırttı. Bilgisayarla istediğini yapabilirsin çünkü onun CD ROM bölümünü kafasına göre açıp kapatabiliyor, klavyesine ceviz kırar gibi “çat çat” vurup ses çıkarabiliyor ve Microsoft’un tüm uyarılarına inat oturumu yanlış kapatmaktan olağanüstü zevk alıyor.

 

* Tam yazıyı bağladık; sanal âlem vasıtasıyla salacağız Faik (Demez) abimizden haber geldi: Ağamızın Aşşağı Şeherin dibinde, Mezere (Yaka Köyü) dedikleri yerde bir bahçesi var. O muhitte 50 kadar yaşlı dut ağacı varmış ve deyinler orayı TOKİ şeklinde mesken tutmuşlar. Rivayete göre geçen sene 500 kiloya yakın cevizini yemişler. Cevizi yedikten sonra keyifle ötüp “gıcığ” da veriyorlarmış. Bir defasında dut kovuklarından bir telis ceviz kabuğu toplamışlar (doğal gaz olayına dönmediyseniz, sobada şahane yanar, benden söylemesi). Faik Bey’e naçizane tavsiyelerim: a) Selahattin abime rica et, heyeti toplasın, sürek avı başlasın. b) Entegre deyin eti tesisi kur, ihracata başla, zaten avukatlığın tadı kaçtı c) Sansar besle, doğal dengedir, oturur. d) Bir şey yapma, Hekimhan varken oranın cevizi para etmez. d) hepsi ve de hiçbiri (şaşırtma şıkkı).

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Bülent Korkmaz yazıları