SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Türkülerimiz ve Kaybolan Kültürümüz

A- A+ PAYLAŞ
Selami YÜCEL
 

Yazıya geçmeden önce bir hususu açıklamakta yarar görüyorum: Bu yazıda yer alan konuların bir bölümü 27 Ağustos 2009 tarihinde www.malatyahaber.com sitesinde “İlk Derlenen Malatya Türküleri” başlığıyla yayınlandı. Daha sonra yaptığım çalışmalarla bu konuyu detaylandırdım, eklemeler yaptım. Ayrıca aşağıdaki içeriği 2011 Kasım ayında düzenlenen Uluslararası Malatya Türkü Sempozyumu’nda bildiri olarak sundum.
 
***
 
Daha önce yapmış olduğum çalışmada Malatya Türkülerini ikiye ayırmış idim: Merkez halk müziği ve merkez dışı halk müziği. Merkez dışı halk müziği de ikiye ayrılmaktadır. Aşama açısından Malatya türkülerinin ilk nota kayıtları Muzaffer Sarısözen döneminden öteye geçmediği için birinci döneme Muzaffer Sarısözen Dönemi dedim. İkinci Dönem Malatya Erkek Sanat Enstitüsünün deneme yayınlarına başladığı döneme kadarki safha; Üçüncü Dönem bu radyonun yayınından itibaren türkülerin duraklama dönemine kadar olan safhadır. Bu dönem ikinci dönem türkücülerinin kenara çekildiği zamana denk gelmektedir. Son dönem ise duraklama dönemidir. Biz bu ayırımı yaparken “merkez müziğimiz” açısından değerlendiriyoruz. Arguvan ağzı müzik ilk önceleri yöresel nitelikte iken son otuz beş yıl içerisinde büyük bir aşama göstererek yurt boyutlarına, hatta uluslararası boyutlara ulaşmıştır. 
 
Malatya Kültürünü doya doya yaşayan en son kuşak
 
Kültür denilince akla o yörenin örf ve adetleri, yemekleri, yaşantıları şivesi ve müziği gibi hususlar geliyor. Geleneksel kültürümüz, doğamız, bu arada müziğimiz: toplumsal gelişmemiz, endüstrileşme, iletişimin kolaylaşması, ataerkil aile düzenimizin çekirdek aile sistemine geçmesi, kat mülkiyeti yasasının uygun imar planı yapılmadan yürürlüğe girmesi, yüksek binaların yapılması, köyden şehre göç olgularının etkisi ile son elli yılda büyük değişikliklere uğramıştır. Malatya kültürü de öyledir. Kültürün unutulması, onun yaşam sisteminden çıkarılması o toplumun etkinliğini azaltacağı gibi, o kültürün hem maddi hem de manevi açıdan çökmesi sonucunu dahi doğurabilir. Durum vahimdir. Unutulan Malatya kültürünün canlanması ve yaşam şekline dönüşmesi büyük emekler ve maddi katkılarla ancak kurtarılabilir. 
 
İlkokula gittiğimde öğretmenlerimiz dünya nüfusunun iki milyar, Malatya’nın nüfusunun ise kırk bin civarında olduğunu söylüyorlardı. Senede yedi çuval bulgur ve un tüketir, bahçelerimizdeki doğal sebze ve meyvelerle beslenir, geleneksel düğünlerimizde eğlenir, oyunlarımızı oynar, müziklerimizi dinler, geleneksel yemeklerimizi yer, bağlarda bahçelerde sporumuzu yapar, koşar oynar, çimer ve şivemizi konuşurduk. Hem Malatya doğal hem de biz doğaldık. Kibar konuşmaya ilk defa üniversiteye gittiğimde mecburen başladım. 
 
Yukarıda belirttiğim sebeplerden ve Malatyalıların kültürümüzü önemsememesinden dolayı kültür ve Malatyalılık özelliğimiz hemen hemen bitti. 
 
İşte tarihi bir aşamadayız. Yirmi sene daha geçer ise Malatya kültürünü yaşayanların göçü sonucu kültürün yeni nesillere aktarılması olayı da tamamen ortadan kalkar. Malatyalılık demek sevgi demektir; Malatyalılık demek yardımlaşma demektir; Malatyalılık demek su ile toprak ile bütünleşme demektir; sebzecilik, bahçecilik bağcılık, yabancıyı korumak demektir. Yöresel oyunlarımızı oynamak, türkülerimizi söylemek, sularımızda çimmek, koşmak, güreşmek, sülü deynek oynamak, eşgileme ekmeği yemek, küfdelerimizin her türünü yemek,  Malatya’ca konuşmak vesaire vesaire…  İşte Malatyalılık ve Malatyalılık ruhu budur. Bu ruhun ve bu yaşam tarzının kaybolması ile birlikte Malatya ve Malatyalılık felsefesi de sona erecektir. 
 
Malatya’ya geldiğimde ablamın evinde kaldım. İlk gün unutulan kültürlerden bir tanesine tanık oldum. Sabahleyin kalktığımda ablam çökelek ve peynir karışımı hazırlıyordu. Ben biraz şaşırdım. Bunu ne yapacaksın, diye sorduğumda “Memnune abla ocak yağdı. Sacı da ocağa koydu. Komşular toplandı. Eşgileme ekmeği ve yuğa yapacaklar. Ben de malzemeyi götürüp börek yapayım,  yarın da sıra bende” diye cevapladı. Bu cevaba hem şaşırdım hem de mutlu oldum. Biz gözlemenin yarım daire şeklinde yapılana yanıç veya börek deriz.  Başka bir eve uğradığımda da bahçede ocağı yakmışlar. Sacı kurmuşlar. Eşgileme ekmeği geldi. Demek ki bazı yerlerde “gımılama” var. Tandır ekmeği de yapıp yapmadıkları sorusuna verdikleri cevap şöyle: “Gardaş, tandır mı, tandırcı mı galdı ki tandır ekmegi yapağ” 
 
Malatya’ya gelirken düşünmeye başladım. Geleneksel kültürlerimizden halen yaygın olarak uygulanan kültür hangisi diye. Birden bire aklıma geldi: Açık ekmek fırınları. Bu fırınlar ve çıkardıkları ekmekler hemen önceki ekmekler gibi. Malatyalı tavasını hazırlar, patlıcanlarını, biberlerini tele dizer, gurebiyesini (Kurabiye), baklavasını hazırlar, fırına götürür. Fırıncı da bunları para almadan pişirir. İşte şu anda Malatyalımızın en büyük reklamı bu fırınlardır. Özellikle biz gurbetçiler açık ekmek özlemimizi bu fırınlar vasıtasıyla gideririz, kendimizi tanıtırız. Ancak; şimdi yoğunluk sebebi ile bu tür pişirmelerde fırıncılar ufak bir para alıyormuş. Bu tür ufak tefek ekstraları bedava pişirmek Malatya’nın en güzel özelliklerinden biri idi. 
 
Türkiye’deki Derleme Çalışmaları
 
 
Cumhuriyet döneminde Türkülerimizin notaya alınarak kaydedilmesine büyük önem verilmiş ve bu çalışmalar sonucunda 1916 yılında Darü’l Elhan adıyla kurulmuş olan İstanbul Konservatuarı, 1926-1929 yılları arasında derleme çalışmaları yapmıştır. 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuarı faaliyete geçmiş, bu konservatuar 1937 yılından 1950 yıllarının sonuna kadar aralıksız derleme çalışmaları yapmış ve bu amaçla geziler düzenlenmiştir. Bu derleme çalışmalarında, başta rahmetli Muzaffer Sarısözen olmak üzere birçok müzik adamının emeği vardır. Ankara Devlet Konservatuarı yaklaşık 10.000 adet halk ezgisi derlemiştir. Sarısözen bunları tele, muma ve taş plaklara kaydetmiş, konservatuar arşivinde bir düzene koymuş ve bir kısmını da notaya almıştır. 
 
Sarısözen gittiği şehirlerde veya köylerde türkü ile ilgilenen, söyleyenleri, çalanları araştırıyor ve türküleri tele, taş plaklara ve muma kaydediyor ve ayrıca bir tutanak tutuluyordu. Tutulan tutanak, kaynak kişinin kim olduğu, türkünün nereye ait olduğu, derlenme tarihi, kayıt numarası, derleyenlerin isim ve imzaları ile türkünün sözlerini içeriyor, derlenen her türküye bir sıra numarası veriliyordu. Derlenen türkülerden ortalama olarak 5.000 âdeti notaya alınmış ve TRT notaları oluşturulmuştur. Diğerleri ise notaya alınma gününü beklemektedir. 
 
Muzaffer Sarısözen tarafından derlenen Malatya Türküleri ve Oyun Havaları Listesi
 
Bahsettiğim Ankara Devlet Konservatuarı’nın listesine aldığı illerin başında Malatya gelmektedir. Muzaffer Sarısözen tarafından derlenen Malatya oyun havaları ve türkülerini liste halinde aşağıya çıkarıyorum. Toplam 97 adet eser vardır.
 
Listenin Yorumu ve Sanatçıların Tanınması
 
Kendisinden oyun havası derlenen Bayram Köroğlu İsmetpaşalıdır. Yani Yeşilyurtludur. Kültürlü bir insandır, eserleri vardır. Boğaçan Destanı bunlardan birisidir.
 
N. Niyazi Özer’den Yürüdüm geri durdum, Herdem oyun havası, Geline bak geline, İğde şarkısı, derlenmiştir. Niyazi Özer’in şarkıcı Zerrin Özer’in babası veya dedesi olduğunu tahmin ediyoruz. Zurnacı Hasan’ın hem davul, hem zurna çaldığı ifade edilmiştir. Özellikle davuldaki mahareti ve davulu’nun gür sesi meşhurmuş. Hasan tokmağı davula vurunca tavandaki tozlar ve kesekler yere inermiş. Bir defa yarışmada davulunun alametinden ampulün koparak yere düştüğü söylenmiştir. Kemal Tahir’in romanında ismi geçen gardiyan Ayşe’nin kardeşidir. Hidayet Toker’in dayısı olduğu söylenmiştir.  Malatya davulu güm güm diye başka yerin davulu ise pat pat diye ses çıkarırmış. Celal Yalvaç Bey Davulcu Hasan’dan bir şiirinde şöyle bahsetmiştir.
 
Zurnacı Abuzer’le meşhur Davulcu Hasan
Mişmiş gecelerinde onlardı hava basan
Davul zurna çalarak gezerlerdi yurtları
Derino ve lorkeyle yenmişlerdi kurtları
 
Bu ikili bir kış günü düğünden gelirken kurtlara rastlarlar. Bunlardan kurtulmak için davul zurna çalmaya başlarlar. Kurtlar oynar gibi hoplamaya başlarlar. Ancak; Hasan ile Abuzer’e dokunmazlar. Bizimkiler gülmeye başlar. Biri diğerine. “Ula Hasan biz Delilo çalıyığ, gurtlar ise Lorke oynuyu” der. 
 
Sarısözen, Zurnacı Hasan diye kayda geçmiştir. Güreş havası, Malatya dilanı, Üç ayak, Tesleme, Yol havası, Seyit Ali, Şirvan, Tezleme, Cezair, Düğün sabah havası, Paşa göçtü havasını seslendirmişlerdir. Bu oyun havalarının çoğu günümüze gelmemiştir. Muzaffer Sarısözen’in bahsettiği Zurnacı Hasan ile şiirdeki Davulcu Hasan’ın farklı kişiler olması az da olsa olanaklıdır.
 
Darbukacı Said’den Celal Yalvaç Bey şiirinde şöyle bahseder.
 
Malatyalı Fahri’nin tamburu çok inlerdi
Dömbelekçi kör Sait bakraç sesi dinlerdi
Sese doğru atardı lastik sapanla taşı
Bize komik gelirdi hedefinin telaşı.
 
Muzaffer Sarısözen, Darbukacı Said’den iki türkü derlemiştir. Hekimhan dağları ve Koyun gelir yata yata türküleri. Darbukacı Said’e “bakar kör” derlermiş. Gözleri açık olduğu halde hiç görmezmiş. Ancak; hisleri, ses alma yeteneği müthişmiş. Sapan kullanır kuş seslerine göre yön tayini yapar kuş bile avlarmış. Bazen da şiirde bahsedildiği üzere bakraç seslerine göre suya gelenlere sapan taşı atarmış. Kör olduğunu bilen çeşmeye gelenler ise kaçışırlarmış. Telaşlanan çeşmeciler seyredenleri güldürürmüş. Hamikoğlu Haci Ağa’nın evinin yanında evleri varmış.
 
Veysel Uçkun’dan Ceylan ne gezersin dağlarda isimli maya derlenmiştir. Uçkun, Malatya tapu dairesinde memur ve yönetici olarak görev yapmıştır. 
 
Eski Malatyalı (Battalgazi) Kadir Ağa’dan Memeleri şişedir, Eski deryaya karşı penceresi, Maden üstü derende, İki bülbül, Havuz başının gülleri, Bahçalarda yeşil yaprak, Puşular ha puşular, Kırmızı gül olam, Şu gelen geline benzer, Sürmelimin kaşlarına mailim, Şu tepe toprak tepe, Galeden endim eniş Mezarımın üstünde laleler biter, Çağırırım gele Zeynep, Hanım kız oturmuş dokuyor halı isimli türküleri derlenmiştir. Bu türkülerin çoğu günümüze gelememiş ve notaya alınmamıştır. Kadir Ağa’da derlenen Havuz başının gülleri türküsü benim Aziz Azmi Fenercioğlu’nun Muzaffer Sarısözen hoca ile bir tartışmasını gündeme getirdi. Azmi Fenercioğlu, Muzaffer Sarısözen hocasına sitem ederek, “hocam, Malatya türkülerinin bazılarını Elazığ’a mal etmişsin” demiştir. Azmi Fenercioğlu özellikle Havuz başının gülleri türküsünün Malatya’ya ait olduğunu ısrarla anlatmaya çalışmış, “Elazığ’da havuz ve havuz başı yok ki bu türkü Elazığ’ın olsun. Sular, havuzlar ve havuz başları Malatya’da var” diye iddia etmiştir. İlk önce Azmi Fenercioğlu’na inanamamış idim. Ancak Kadir Ağa’dan derlenen Havuz başının gülleri isimli Malatya türküsünün Muzaffer hoca tarafından Kadir Ağa’dan ilk önce derlenmiş olması Azmi Fenercioğlu’nun haklı olabileceği kanaatini bizde oluşturdu.
 
Hamikoğlu Muhammet Dayı, Kadir Ağa’nın sesinin güzelliğini methede ede bitiremez sıklıkla onun türkülerini icra etmeye çalışır ve okurmuş. Maalesef Kadir Ağa’dan ve eserlerinden tık yok. 
 
Necati Coşkun ve Hakkı Coşkun kardeş olup, adı ilk önce Çırmığdı, daha sonra İsmetpaşa, en sonunda da Yeşilyurt olan ilçemizdendirler. Hakkı Baba’yı çok yakından tanımama ve birkaç defa da özel olarak çalıp-söyleminde bulunmama ve uzun zamandan beri türkülerin içinde olmama rağmen 4.7.1938 tarihinde Kayalı’ya Şirin Derler, Elaziz Bir Uzun Çarşı Malatya Yolları Her Yandan Yüce ve Alçacık Duvardayım türkülerini Muzaffer Sarısözen ve ekibine vermiş olmasına rağmen halen de bilmemekteyim. Sadece Yeşil Kurbağalar Öter Göllerde türküsü biliniyor. TRT repertuarında Eğin türküsü olarak Ahmet Türkoğlu adına kayıtlıdır. 1938 yılında derlenen türküde Yeşil Kurbağalar türküsü İsmetpaşa Kazası türküsü olarak görülüyor. 
 
Necati Coşkun tarafından derlenen ve listede yer alan Saraydan İndim Yayan, Dama Çıkma Görürler Güzel, As Beni Zülfün Telinden, Yörü Gözel Yörü ve Aya Bak Yüce Gider türküleri için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.  Necati Coşkun radyoda türkü programları yapmıştır. Başka türkü derlemeleri de vardır. Al Almanın Dördünü, Su Gelir Lüle Lüle bunlardan bazılarıdır. Necati Coşkun vefat edeli epeyi oldu ancak Hakkı Coşkun birkaç sene önce rahmete gitti. Rahmetli hep yeni türküler okuyor idi; yazı konusu olan türküleri yaygın olarak seslendirmemişti. Hakkı Coşkun’un bizim bildiğimiz Hakkı Coşkun olup olmadığı hususu araştırmaya değer. Hakkı Coşkun’un amcası ve babasının sesi de güzelmiş. Muzaffer Sarısözen, Hakkı Coşkun’da türküleri 4.7.1938 yılında derlemiştir. Hakkı Coşkun 1923 yılında doğduğuna göre o zaman on beş yaşlarında olmalı. Bu kadar küçük çocuğun Muzaffer Sarısözen’e türkü vermesi şüphemi artırdı. Hakkı Coşkun’un bazı türküleri hiç söylememesi de işin tuzu biberi.
 
Karanfil Eker Misin, Dağların Adı Nedir ve Şeftali Ağaçları isimli türkülerin kaynak kişisi Mahmut Kızılkaya da Yeşilyurtludur. Bir ara Malatya sahnelerinde türkü okuyan Turan Kızılkaya’nın akrabası olabilir.
 
Kayıtlarda Minayık Köyü-Hasan Hüseyin diye geçen kişi saz çalma ustalığı ile meşhur Ali Ekber Çiçek’e bile ”biz saz çalmasını bilmiyoruz” dedirten bağlama ustalarından birisi olan Hasan Hüseyin Orhan’dır. 1900 yılında doğmuş ve derleme ekibine dört türkü vermiştir. Bunlardan ikisi oyun havası, bir tanesi ise davarı suya götürme, çevirme havasıdır. Büyük ihtimalle listede yer eden Bülbül türküsünü ekibe veren ve Hüseyin Orhan diye geçen kişi ile Hasan Hüseyin Orhan aynı kişidir. 
 
Malatya türkülerinde kadınlar da kaynak kişi olmuşlardır: TRT repertuarına Ali Kızı Emine’den üç türkü alınmıştır. Bunlar, Bacının Adı Emiş, Çay Köyü’nün Üstünde Uruldum ve Malatya’dan Çıktım Köylü Köyü’ne türküleridir. Diğer kadın kaynak kişi ise Malatya İsmetpaşa Mahallesi’nden olan Narı Gülşen’dir. Üç türküsü vardır. Kaynak kişinin derlenen türkülerinin isimleri Bahçelerde Mor Meni, Ali’min Bindiği Atlar ve Sigaramı İnce Sar’dır.
 
Oyun havalarına gelince: Derlenen ilk Malatya türküsünden yirmi beş adedi oyun havasıdır. Zurnacı Hasan’dan on bir adet oyun havası derlenmiştir.  Mamoğlu Remzi’nin Siverek Dilanı ile Çeçen Kızı günümüze ulaşmamıştır. Horlatan kaval çalan Hamal Hasan’dan üç oyun havası repertuara aktarılmıştır. Bunlar Mamioğlan, Gız Saçların ve Ayak Makamı oyun havalarıdır. Kemençe çalan Enver Öğretmen’in de repertuarda üç adet oyun havasının olduğunu söyleyebiliriz. Yusuf oğlu Ebuzer’i de bu arada zikredelim. 
 
Enver Öğretmen’den de bahsetmek gerekiyor. Enver Öğretmen kemençe çalar ve Sultansuyu Harasında ilk okul öğretmenliği yaparmış. Daha sonra Malatya Merkezde öğretmenlik yapmıştır. 
 
Şu anda on beş kadar Malatya oyun havası, bir ekip tarafından ancak oynanmaktadır. Halkımızın da en basit Malatya oyunlarını dahi oynayamadığını belirtmeden geçemeyeceğim. 
 
Kaybolan Değerler
 
Büyük çabalar gösterilerek derlenen Malatya türküleri ve oyun havalarında hiç birisi aradan 60 sene geçmiş olmasına rağmen notaya alınmamış, sanatçılar tarafından devam ettirilmemiş ve oyun havaları çalınmamış ve oyunlar genç kuşaklara aktarılmamıştır. Malatyalı başka şeylere sarıldığı kadar kültürüne sarılmamış, sahip çıkmamış, onu bağrı yanık ve öksüz bırakmıştır.
 
Haber aldığıma göre türkü kayıtları bozulmaya başlamış, belki de silinmiştir. Tez elden Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun (TRT), Devlet Konservatuarı’nın, Malatya Valiliği’nin, İnönü Üniversitesi’nin, Malatya Belediyesi ile kültür ve türkü sevenlerin hızla faaliyete geçerek türkü kayıtlarının kopyasını alması, notaya dökmesi, icrasını temin etmesi ve türkü dağarcığına katması icap eder. Aksi takdirde bir döneme imza koyan Malatya türküleri ve oyun havalarının ruhlarına Fatiha okumaktan başka çaremiz kalmaz. Zamanı geçirmeyelim; yoksa “Eyvah eyvah! Aman ki aman” diyerek ah çekmek zorunda kalabiliriz. Malatya olarak kültür konusunda zaten yayayız ve ağlanacak durumdayız. Boşlukları hızla doldurmak zorundayız. 
 
*Armağan Coşkun Elçi tarafından yazılan ve Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan “Muzaffer Sarısözen” isimli kitaptan faydalanılmıştır.
UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız