SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Vali Saran - Otar Iosseliani ve MUFF

A- A+ PAYLAŞ
Niyazi DOĞAN
dogannd@gmail.com
 
‘Demokrasiden nefret ediyorum. Çünkü demokrasi bir salaklar birliğidir’. 
 
Tırnak içine almamdan anlamışsınızdır elbet ama ben yine de yazayım: Bu sözler bana ait değil. 
 
Telif hakları Otar Iosseliani’ye ait bu sözlerin. 
 
Otar  Davidovich Iosseliani…
 
Bu isim uzun dönemli belleğinizin bilgi stoklarında mevcut mu bilmiyorum ama, geçen yıl ilki yapılan Malatya Film Festival’inde Yaşam Boyu Başarı Ödülü verilen ve ödülünü almak üzere Malatya’ya gelen Gürcü asıllı Fransız yönetmenden söz ediyorum.
 
Sinemanın alaycı ve büyüleyici şairi olarak nitelendirilen Otar Iosseliani Chantrapas / İşe Yaramaz filminin Türkiye’deki ilk gösteriminin de yapıldığı Malatya’da, sinemaseverlerle buluşmasında bir izleyicinin sorusunu yanıtlarken aynen böyle konuşmuştu: Demokrasiden nefret ediyorum. Çünkü demokrasi bir salaklar birliğidir. 
 
Peki durduk yere mi Otar Iosseliani’nin bu sözlerini tam bir yıl aradan sonra ve Malatya Film Festivali’nin 2.’sinin başladığı bugün yeniden gündeme getiriyorum? 
 
Hayır. 
 
Vali Ulvi Saran Malatya Film Festivali’nin temelini atan ve 2. yılında da organizasyonu yöneten isimdir. 
 
Dolayısıyla sinemanın aykırı duruşlu yönetmeni Otar Iosseliani’niyle tanışmamıza vesile olan da Vali Saran’dır. 
 
Otar Iosseliani ile Vali Ulvi Saran arasında bu köprüyü kurduktan sonra Azerice’deki güzel deyimi ile 'sözümün canına gelmek' istiyorum: 
 
Vali Ulvi Saran’ın genel yönetim anlayışını güncel bir örnek olması açısından Malatya Film Festivali’ni yönetme tarzı üzerinden irdelediğimizde, felsefi düşünüşüne bütünüyle sirayet etmese bile yönetsel pratiğinde Otar Iosseliani’nin yukarıda alıntıladığım sözlerini çağrıştıran / bu sözlerdeki jakoben anlayışa onay veren / sansürcülüğe eğilimli bir bürokrat tipi çizdiğini söylemek durumundayız. 
 
Bu tespit Vali Saran için sarsıcı olabilir. Hatta haksızlık da yapıyor olabiliriz. 
 
Ama, açıkça söylemek zorundayız ki, Vali Saran’ın Gürcü Yönetmen Iosseliani’nin bu sözlerini çağrıştıran üç yıllık yönetsel pratiğinin, düşünen / sorgulayan / Malatya için sorumluluk duyan / güç karşısında eğilmeyen / iktidar tapınmacılığını reddeden / iktidarın koca bir şehri tek tipleştirme mücadelesi karşısında asla umutsuzluğa düşmeden gerçekleri seslendirmek yolunda her faturayı ödeme cesareti gösteren / çoğulculuğu çoğunluğun tahakkümünde boğduran anlayışa şiddetle muhalefet eden insanlar nezdinde yarattığı algı budur. 
 
Bu algıyı destekleyecek bir hayli materyal bulunmasına karşın Vali Ulvi Saran, bunun yanlış / haksız, hatta acımasız bir algı olduğunu düşünüyorsa, ortada bir başka sorun; algı yönetiminde bir arıza var demektir. 
 
İrdelememizi güncel bir örnek olarak Malatya Film Festivali üzerinden yapacağımızı söylemiştik. 
 
Tam adı Malatya Uluslararası Film Festivali. Kısaca MUFF.
 
Bu festivale uluslararasılık boyutu kattığı ileri sürülen kriterlerin ve uygulamaların ne kadar sağlıklı olduğunu tartışmak istemiyorum. Geçen yıl, ilk festivalde festivalin uluslararasılık boyutu ancak ucube nitelemesi ile açıklanabilirdi çünkü…
 
Ama uluslararasılık sorunsalını arka plana atıp, festivalin yapısal arızaları üzerinde durmak, festivalin geleceği, kalıcılığı, kurumsallaşması, en önemlisi de Malatya ile bütünleşmesi bakımından bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. 
 
Herşeyden önce, festival Vali Ulvi Saran’ın tepeden inmeci tutumu nedeniyle iki yıldan bu yana kapalı devre bir organizasyon olarak yürütülmektedir. 
 
Yönetimde şeffaflık ve katılımcılığı dilinden düşürmeyen Saran, MFF’deki yönetim anlayışı ile festivalin Malatya ile aidiyet bağı kurmasını / şehrin festivali sahiplenmesinin önünü tıkamış / temelini attığı ve halen yönettiği festivalin göreceli olarak ölü doğmasına ve engelli olarak büyümesine zemin hazırlamıştır. 
 
Malatya, adını taşıyan film festivalinin varlığı ile yokluğu arasında bir farkı henüz yaşamıyor. Çünkü, bu festival Malatya’ya, Malatya insanlarına, geniş ve farklı toplum kesimlerine mal edilemedi.
 
Yerel katılımcı paydaşlar organizasyona ortak edilmedi. İnönü Üniversitesi bile bu yılki organizasyonda devre dışı kaldı. Yerel yönetimlerin adı var kendileri yok..Festivalin şekillenmesinde polisin belirleyici fikri vardır ama Güzel Sanatlar Fakültesi kıyısında köşesinde bile yoktur. 
 
Bırakın yerel paydaşların ortak edilmesini, başlangıcından bugüne festivallerin lansmanları İstanbul’da yapılıyor sadece. 
İstanbul kültür - sanat ve medya üssüdür. 
 
Elbette festivalin bir lansmanı da kültür-sanat-medya başkentinde yapılmalıdır. 
 
Ancak, herşeyden önce bu şehre ait, bu şehrin adını taşıyan, trilyonluk bütçesi bu şehrin ekonomisi ile finanse edilen uluslararası etiketli organizasyonun ilk lansmanını kendi evinizde yapmak zorundasınız.
 
Bu şehirde festivale dair tek bir toplantı, tek bir sunum, tek bir aktivite gerçekleştirilmedi. 
 
Ne ilkinin, ne de bu yılki 2. festivalin hazırlık sürecinde…
 
Festivalin lansmanı, bu şehirden 1100 km. uzakta İstanbul’da yapıldı. Yerel medya taşıma modeliyle İstanbul’a götürüldü.  
 
Lansmanı İstanbul’da yapılıyor, hazırlık organizasyonu Ankara’da. 
 
Organizasyonu yapan vakfın yöneticilerini gören, tanıyan, konuştuğunu duyan yok.
 
Çünkü herşey İstanbul – Ankara hattında kotarılıyor. 
 
Ama adı Malatya Film Festivali… 
 
Bunun anlamı şudur: Kendi evinizin ahalisini adam yerine koymuyorsunuz. 
 
Malatya halkını / medyasını / yerel paydaşları / yerel kültür-sanat çevrelerini / üniversiteyi yok sayıyorsunuz.  
 
Pozitivist bir yaklaşımla bu şehri aydınlatma misyonu ediniyorsunuz kendi kendinize…
 
Çünkü Malatya’ya Otar Iosseliani’nin açtığı pencereden bakma eğilimindesiniz.
 
Çünkü Malatya sessiz / yerel dinamiklerini kaybetmiş. Öğrenilmiş çaresizliği marifet sayıyor bu şehir / halen nahiyelerdeki baş efendi korkusunun mirası olan genetik korkuyu yaşıyor devletin bürokratı karşısında. 
 
Öyle genetik bir korku ki, bu şehirden yüzde 70’lere varan oy ile seçilmiş, askeri hizaya getirmekle övünen AKP iktidarının 5 milletvekili atanmış valinin huzurunda tespih taneleri gibi sıralanıp şehrin atanmış yöneticisine rapor sunan daire müdürleri görüntüsünden hiç gocunmuyor mesela… 

Festivalin bir başka yapısal sorunu, festival yönetiminin sivil bir karakter taşımamasıdır. MFF internet sitesine bakarsanız çok sayıda isim görebilirsiniz. Ama hepsi hikayedir. Tepesinde Vali Ulvi Saran’ın bulunduğu daracık bir memurlar heyeti, artı, organizasyonu üstlenen vakfın birkaç yöneticisinden başka kimse yoktur festivalin kimyasında. 
 
Bu nedenle Malatya Film Festivali’nin kimyası otoriter eğilimli devletçi bir yapıya sahiptir. 
 
Festivalin sanat dünyasında kalıcı ve anlamlı bir karşılık bulması için bundan sonra yapılması gereken ilk iş festivalin devletçi yapısından kurtarılmasıdır. 
 
Sanatın özgür karakterine / muhalif tavrına / muhalifliğinden gelen çoğulcu yapısına / çok sesliliğine / sinemanın hayata dair gerçeklerle bağımızı kurma iddiasına, çelişkileri / kirli savaşları / insan hakları ihlallerini gösterme sorumluluğuna saygı duyacak bir film festivali ancak devletten bağımsızlaşmakla mümkündür. 
 
Türkiye’deki en köklü film festivali olan Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde valinin herhangi bir fonksiyonu yoktur. Açılış ve ödül gecesinde kısa birer konuşma ya da ödül vermek dışında sembolik görevi bile yoktur devletin atanmış tepe yöneticisinin. Antalya’da festivalin asıl yapıcısı temel görevi festivali organize etmek olan AKSAV’dır. AKSAV’ın Yönetim Kurulu Başkanı Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı olmakla birlikte, kentin tüm dinamiklerini bünyesinde güçlü bir şekilde barındıran yerel paydaşlar topluluğudur. 
 
Antalya ile Malatya festivallerini kıyaslamak kimi yönleri ile doğru değildir. Ancak karakteristik anlamda şunu söyleyebiliriz: Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin 1950’li yıllarda başlayan serüveni Antalya halkından kaynaklı sanatsal bir dip dalga iken, Malatya Film Festivali devletin valisinin tepeden inme kararıyla imal edilen bir festival niteliği taşır. 
 
Kuşkusuz Malatya’da bir film festivali düzenlenmesi olumlu bir adımdır sanatsal alanda. Ancak, Antalya gibi, kültürel-sanatsal dip dalgadan kaynaklanmayan festivalin bir de devletçi ve iktidarcı bakış açısıyla inşa edilmesi sinemaya salt kitle eğlendirme aracı olarak bakılması sorunsalını yaratacaktır. Bu devletçi kafanın işine gelecektir belki, buna karşılık sinemanın ruhu sızlayacaktır. 
 
Malatya Film Festivali’nin devletçi ve iktidarcı kimyası o kadar güçlü ki, Malatya Film Festivali’ne davet edilen sanatçılar ve üst düzey diğer konuklardan AKP iktidarını eleştirmeyeceğine dair güvence istendiği, hatta dağıtılan davetiyelerin gittiği adreslerin bile, salonlarda AKP’ye sorun çıkarıp çıkarmayacağı şeklindeki elemeden sonra tespit edildiği ileri sürülüyor. 
 
Bu konuda şaşırtıcı tek tercih; festivalin Sinema Teknik kitaplarını (Sinematek) hazırlayan ekibin içinde sağlam bir AKP muhalifi olan ve tweetlerinde Başbakan Erdoğan’ı Galatasaray Türk Telekom Arena Stadı’nda ıslıklayan Galatasaraylıları ‘elinize, ağzınıza sağlık’ diye kutlayan Esin Tatlav’ın bulunmasıdır… Vali Ulvi Saran’ın Tatlav’ı festival ekibi içine dahil etmesi Saran’ın başbakan ile yakınlığını bilenler tarafından ilginç bulunuyor.

MFF’nin geçen yıl ilki düzenlendi. İlk olmasından dolayı yaşanan bir organizasyon hatasını, hatta rezaletini o dönemde yazmadık. Çünkü, yeni bir deneyimdi ve bu nedenle kimi arızaların yaşanmasına hoşgörüyle bakılabilirdi.
 
Ancak bu hoşgörü yanlış anlaışlmış olacak ki, festival yönetimi geçen yılki yanlışlarını hazırlık sürecinde tekrar etmekten imtina etmediler.
 
Bu nedenle, bizim için geçen yıla bir zoom yapmak elzem olmuştur. 
 
Madde madde gideceğim. 
 
1-MFF’nin ilk organizasyonunu alan firma İstanbul Organizasyon 1.5 milyon TL para aldı, 44 bin TL ödül dağıttı. Bütçe ile toplam ödül arasında oransal bir kıyaslama yapıldığında, Antalya Altın Portakal’ın kıyısına bile yaklaşamamıştır. Bütçenin büyüklüğü oransal olarak kıyaslandığında ise Antalya ile Malatya arasında anlaşılabilir bir fark vardır. 2010’da Antalya’nın dağıttığı toplam ödül bütçenin 15’de 1’i iken, MFF’de 40’da 1 olarak gerçekleşti. 
 
2-MFF’nin ilkinde yalan balonları uçuruldu. Örneğin, İstanbul’daki tanıtım toplantısında Amerikalı ünlü yönetmen, senaryo yazarı ve aktör Woody Allen’in festival etkinlikleri kapsamında Malatya’ya geleceği duyuruldu. Bu konuda ulusal basında çok sayıda haber yayınlandı. Festival zamanı geldiğinde bunun koca bir kandırmaca olduğu ortaya çıktı. Ekşi Sözlük’te bu nedenle alay konusu olduk: Bir Ekşi Sözlük entrysi şöyle diyordu bu konuda: MFF: Woody Allen’in Beydağı Turizm’den bilet bulmadığı için katılamayacağı festivaldir. Şehir Efsanesine göre festivali organize edenler yaklaşık 1 ay önce çıkan yalan haberle için ‘Reklamın iyisi kötüsü olmaz’ demekteymiş. Daha ilk senesinde bu tür ciddiyetsizlikle hazırlanan festival umarım sinema kültürünün yayılmasına katkı sağlar ve dona uğramış bozuk mişmiş sendromu ile karşılaşmayız. 
 
3-Sinan Çetin’in galası Malatya’da yapılacağı açıklanan ''Kağıt'' filmi sinemaseverlere herhangi bir açıklama yapılmadan festival programından çıkarıldı. İzleyiciye saygı anlamında bir özür bile dilenmedi. 
 
4-MFF’nin açılış filmi,  Osman Seden’in yönettiği, Türkan Şoray ve Fatma Girik’in birlikte yer aldığı tek film olan Badem Şekeri’ydi.  Filmin başrol oyuncuları Türkan Şoray ve Fatma Girik’in de hazır bulunduğu İnönü Üniversitesi Turgut Özal Kongre ve Kültür Merkezi’ndeki  festival açılış gecesinde nutuklar atıldıktan sonra açılış filminin gösterime girmesi beklenirken, gösterim iptal edildi. 
 
5-Açılış töreninde bir konuşma yapan AKP Milletvekili Mücahit Fındıklı sinema ile bir ilgisinin ve bilgisinin olmadığını gösteren bir gafa imza attı. AKP propagandası niteliğindeki konuşmasında Fındıklı, Malatyalı sinema sanatçısı Kemal Sunal’ı sinema filmleri de çekilmiş olan hayali polisiye roman kahramanı Sherlock Holmes’a benzetti. Oysa, Fındıklı'nın kastettiği, ancak adını aklına getiremediği ve bu nedenle polisiye roman kahramanıyla karıştırdığı isim, ünlü komedyen Şarlo lakaplı Charlie Chaplin'di.
 
6-O gece bir de talihsiz bir kaza yaşandı. Erol Günaydın’ın tekerlekli sandalye ile sahneye çıkması için salonda yapılan düzenlemede kullanılan mekanizmaya ayağı takılarak yere düşen Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Göknur Aktay ciddi şekilde yaralandı.  Salonda uzun süre yerde yatan Prof. Dr. Aktay’ın hastaneye kaldırılması için çağırılan ambulans, Turgut Özal Tıp Merkezi'ne 500 metrlik mesafedeki salona ancak 30 dakika sonra gelebildi! 
 
7-Festivalin ilkinin en trajikomik olan yanı ise, ödül töreni gecesinde festival jürileri tarafından ödüle layık görülen filmlerin büyük bölümünün ne oyuncusu, ne yönetmeni ne de yapımcısının törenin yapıldığı salonda olmamasıydı. Ödüllerin çoğu sahibine ulaştırılmak üzere emanetçiler tarafından teslim alındı. En İyi Film Ödülü’ne layık görülen Görünmez Kadın” (La Femme Invisible) yönetmeni  ve senaristi Agathe Teyssier’in da salonda olmaması şaşırtıcı değildi. Ama, Teyssier ‘in daha önce kayıt edilmiş bir sinevizyon konuşması ile teşekkürlerini sunması ‘Görünmez Kadın’ konseptine yakışmıştı doğrusu… Görünmüyordu, çünkü gerçekten yoktu salonda…
 
8- Malatya’da tanıtım yapılmadı, bu nedenle festival filmlerinin çoğunluğu sinemalarda 10-15 kişi tarafından izlenebildi.
 
9- Festivalin bütçelendirmesi Kayısı Araştırma ve Tanıtma Vakfı üzerinden yapıldı. Lakin Festival kapsamında kayısıya dair tek kelimelik / tek karelik tanıtım yapılmadı. 
 

 
Malatya Film Festivali’nde bugün yeni bir dönüm noktası. Bu akşam festivalin 2.sinin açılış töreni yapılacak ve yarından itibaren de çok sayıda film gösterime girecek. 
 
Tüm eleştirilerimize karşın, böyle bir sanatsal etkinliğin Malatya’ya kısıtlı da olsa katkı sunacağını söyleyebiliriz. Festivalin içeriğini, yarışacak filmleri ve özellikle Zenne adlı film ekseninde kopan fırtınayı tartışmıyoruz. İçerik bütünüyle ayrı bir konu. 
 
Sorun, otoriter / saydamlıktan uzak yönetim anlayışı / uslubu ve festivalin devlet memurları tarafından yönetilmesi sorunudur.
 
Eleştirilerimiz, festivalin sinema sanatının özgürlükçü ruhuna aykırı yapısal sorunlarının giderilmesi sivilleşmesi, halkın ve sivil toplum örgütlerinin sahiplenmesi ve adını taşıyan Malatya ile derin bir aidiyet bağının kurulmasına zemin hazırlayacak tartışmanın fitilini ateşlemektir.
 
Festival ancak bu şekilde geleceğe yürüyerek kökleşebilir. Kurumsallaşmasını sağlayarak kişilere bağımlı olmadan geleceğe taşınabilir. 
 
Aksi takdirde festival lobileri ve avcılarının nemalanması, iktidara yakın çevrelere para aktarma aracı olarak kullanılması dışında bir işlev üstlenmeyecek, sinema dünyasına yeni bir soluk getirme iddiası havada kalacaktır. 
 
Dünyada 4 bin film festivali var. 
 
Ya bu festival okyanusu içinde eriyip kaybolacaksınız, sıradanlaşacaksınız. Ya da kimyası özgür / sivil / özgün / evrensel /  içeriği zengin / çok sesli / bütçesinin aslan payı organizasyon şirketine değil sinemanın yaratıcı oyuncu ve yönetmenlerine gidecek bir konseptle fark yaratacaksınız.
 
Seçim sizin…
 
Çünkü güç sizin elinizde…
 
Maalesef, kaydını da düşerek…
 
İyi Seyirler…
***
 
AKP MİLLETVEKİLİ MUSTAFA ŞAHİN’E NOT: Şu Bizim Radar Mücahitleri yazısı anlaşılan sizi çok öfkelendirmiş. Ufuk TV’de tek başına konuşmanın verdiği rahatlıkla ölçüsüzce ve düzeyi koruma kaygısı gütmeden bana cevap vermeyi denemişsiniz. Ama başaramamışsınız. Sadece düzeyinizi açık etmeye yarıyor sözde cevabınız. İslami dayanışmayı, Amerika ve NATO ile dayanışmaya çevirme yolundaki ustalığınızı ve bu konudaki derin çelişkinizi deşifre ettiğimiz için öfkenizi anlıyorum. ‘6 ay yatıp da 6 ayda ancak toplamış olduğun zekânla bir yazı da yazabilirsin. Ama önce şunu söyleyeyim. 6 ay düşünüp bir gün yazı yazabilecek bir donanıma sahipsen..’ diyorsunuz benim için.. Alay ettiğiniz zekâmla ilgili olarak vereceğim ayrıntılı cevap, tanır mısınız bilmem ama bir zamanlar politika hayatımızın en parlak isimlerinden biri olan Osman Bölükbaşı'ndan aldığım ilham ile olacaktır...  Önceliği film festivaline verdiğim için sizi kısa bir süre daha bekleteceğim...

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız