SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Vali Tandoğan Dönemi Malatya

A- A+ PAYLAŞ

VALİ NEVZAT TANDOĞAN DÖNEMİ MALATYA

 

-Emine Bacı’nın rüyası

 

Aziz Azmi FENERCİOĞLU (*)

 

1927.. Malatya’ya yeni vali  Nevzat Tandoğan(**) geldi.   Bazıları ‘Oh şehir eşkiyalarından kurtulduk’ diye sevinirken bazıları da, ‘Vali kavak ve ceviz ağaçlarımızdan ne istiyor? Neden ağaçları kestiriyor?’ diyerek şikâyet ediyorlardı.  Seferberlik yıllarında hükümetin otoritesi zayıflamıştı. Hemen her gece silahlı çatışmalar oluyor, rakı içip halkın huzurunu bozan kabadayılar silah çekip ateş ederek halkı sindiriyorlardı.

 

Vali disiplinliydi, meyhaneleri düzene soktuğu gibi halkın huzurunu kaçıranları Elaziz askeri mahkemesine gönderiyordu.    Nâra atan memuru gece yakalarsa arabasına alıp Yazıhan’a bırakıyor, ‘Sabahleyin seni işinin başında göreceğim’ diye emir verip şehre dönüyordu. Gecenin ayazında ayılan memur 20 km yolu yürüyerek işine dönmeye çalışıyordu, dönemez ise takip edip işine son veriyordu

 

Vali Nevzat Tandoğan taşkınlık yapanları olduğu gibi zabıtayı da denetliyordu.

 

Bir kış günü  Kırkgöz karakoluna gitmiş, arabasını görülmeyecek bir yere bırakmış, karakola yaklaşıp, ‘Soyuldum soyuldum’ diye bağırmaya başlamış, karakol çavuşu silahını alıp, sesin geldiği tarafa koşmuş. Tanımadığı valiye, ‘Babam seni soyanlar ne tarafa kaçtı?’ diye sorunca valinin gösterdiği tarafa koşmaya başlamışlar, bir kimseyle karşılaşmayınca vali bu sefer başka bir yöne kaçtıklarını söylemiş. Çavuş bu sefer o tarafı araştırmış. Tabi kimse yok.  Vali bu sefer başka yönü gösterince,  çavuş valiye bir tekme vurup, ‘Kaçan adamın karda ayak izleri olur, böyle bir iz yok benimle dalga mı geçiyorsun?’ deyince vali çavuşu tebrik edip kendisini tanıtmış, çavuşu terfi ettirmiş.

 

Valinin disiplinli davranışı belalıları sindirmiş,  ne nara atarak halkı huzursuz  eden, ne silah sıkan, ne de başıbaşı boş dolaşan memurlar kalmıştı.

 

Birgün belediye tellalı Ali efendi her zamanki ince sesiyle ‘Eşidin ey ehl-i vilayet, Valiliğin emri budur ki,  şehrin manzarasını kapatan ve sağlığa zarar veren ceviz ve kavak ağaçları kesilecektir’…

 

Ceviz halkın gelir kaynağı idi. Kavak da ceviz gibiydi. Bir kimsenin erkek çocuğu dünyaya geldiğinde  yeteri kadar kavak diker, çocuk askerlik çağına geldiğinde  kavağı satar ya bedel verir ya da sermaye yapardı.  Kavakların kesilmesi ile akşamları ağaçlara konan kuşlar kayboldu. Akşamları kuşlar kavak ağaçlarını tamamiyle sarardı. Kavaklardaki kuşlar silah sıkılarak avlanmazdı. Bunlara silah sıkmak günah sayılırdı. Kuş sürülerinin içinde Anka kuşunun bulunduğuna inanılırdı. Sürü halindeki kuşlara sahça  denirdi.  Cevizlerin kesilmesi ile de sincaplar görünmez oldu ama Çırmıktılı hızarcılara birkaç yıllık iş çıktı.

 

Valinin bir icraatı da Eskimalatya’daki mezarlıkların mezar taşlarını söküp, Kışla Caddesi’ne kaldırım yaptırmak oldu. Bu icraatı şehir halkını üzdü. ‘Binlerce yıllık kabristanımız yok oldu’ diyerek şikayetlendiler ama hiçbir şey yapamadılar. Şehirde park yoktu. Askeri silah deposu yıkılarak park yapıldı.  Şehirde iki büyük, birkaç küçük mezarlık vardı. Büyükleri bir Sancaktar öteki Mücelli Mezarlığı idi. Mücelli Mezarlığı da kaldırıldı.  İsmet Paşa’nın babasının kabri de Mücelli Mezarlığı’ndaydı. Kemikleri bir cenaze töreni ile Sancaktar Mezarlığı’na nakledildi

 

Bir gün minarelerden sela sesleri ile Kazmalı Baba Tekkesi Şeyhi Mehmet Baba’nın öldüğü sela edildi. Cenaze o kadar kalabalık idi ki; Yeni Cami’nin alanı cemaati alacak durumda değildi.  İğne atsan yere düşmüyordu.  Şehir Sineması’nın olduğu yer açık namazgâhtı. Bayram namazları bu açık namazgâhta kılınırdı.

 

Cumhuriyetin ilanı ile zamanı geldikçe yenilikler yapılıyordu. Bu yeniliklerin öncüleri askerler ile öğretmenlerdi.  Şehirde bir ortaokul vardı. Benim okuduğum sıralarda 15 kadar öğrenci vardı.  İlkokul sayısı beş kadardı. Okumaya hız verildi, bu okulların dışında bazı büyük evlerde veya mescitlerde birleşik üç sınıflı okullar açıldı. Ben böyle bir okulda eğitime başladım. İlk hocamız yeşil sarıklıydı, mescitte okuduğumuzdan yaramazlık yaptığımızda mescidin şamdanlarını elimize verir, tek ayak üzerinde durmamızı tembih ederek cezalandırırdı. İkinci yıl mescit yıkıldı, muallimimiz de değişti.

 

Maarif idaresinin kiraladığı dedemin evinin selamlığında iki yıl okudum. Faik Efendi öğretmenimizdi. Faik efendi bize namaz kıldırmazdı ama kendisi kılardı. Abdest alırken ibrikle eline su dökerdik. Yeni yazıdan sonra mektepler yeni düzene girdi. Kız çocuklarla erkek çocuklar bir arada okumaya başladı. O zamanki ilk maarif müdürünün kızlarla erkeklerin bir arada okumasın hoş karşılamadığı için istifa ettiği duyulmuştu.

 

Hacınebioğlu Adil ve Fazıl Beyler  Mülkiye Mektebi’ni bitirmiş,  ikisi de İstanbul efendisi gibi giyinirlermiş saygı duyulan beylermiş. Gençlerde onlara imrenirlermiş. Dâhiliye Vekaletinin (İçişleri Bakanlığı) üst düzey yönetiminde görev almışlar.

 

O yılların ilginç yeniliklerinden biri de sinema ve akasya ağaçlarıydı. Tekkenin karşısındaki namazgâha sinema yapıldı. Daha önceleri Şarlo’nun filmleri Murat Efendi konağındaki kapalı yerde gösterilirdi.

 

Taş bina olarak yapılan sinemada film seyretmek moda haline geldi. Filmleri seyredenler mahallede seyretmeyenlere anlatırlardı. Onlar da ‘Fotoğraflar nasıl oluyor da hareket edebiliyor?’ diye merak ediyorlardı.

 

Akasya ağaçları da Malatya için yenilikti. Akasyalar Kışla Caddesi’ne ve yeni yapılan parka dikildi. Caddedeki ağaçlara hayvanlar zarar vermesin diye demir  kafes den muhafaza altına alındı.  Evlere de süs ağacı olarak dikildi.

 

Yeni yazının kabulü ile şehirde  okuyup yazma çalışmaları başladı. İlkin devlet memurları yeni yazı ile okuyup yazmayı öğrendiler. Genç - yaşlı - kadın - erkek herkeste okuyup yazma hevesi başladı. Mekteplerde okuyup yazma kursları başladı.  Gece kurslarına devam edenler okuyup yazmayı öğrendi. Kız çocuklarına okuyup yazma öğretilmezdi, kız çocuklarında da okuma hevesi başladı. Şehirde ve civarında okuyup yazma oranı arttı.

 

Yeniliklerden biri de bayram ve yılbaşlarında balo düzenlemek oldu. Balo düzenleme geleneği askerlerde daha köklüydü. Askerler baloyu mahfelde düzenler ve Elaziz’deki tümenden yeteri kadar bando müzisyenleri getirilirdi. Halkevi’nde yapılan sivil balolar için keman, klarnet ve bateriden oluşan enstrüman dans müziğini icra ederdi. Türk müziğine benzemeyen tango  müziği ile dans edilirdi. Tango kelimesi de halk harasında modernlik anlamına gelirdi. Zamanın modasına uyanlara asri yerine Tango denirdi: 

 

-Uy anam duydun mu? Fatma da tango olmuş, koltuğunun altına çanta almış. Topuklu ayakkabı giymiş, gibi.

 

Yüz açma modası mecburiyet haline getirildi. Çarşaf bırakıldı, manto giyildi. Erkeklerin de kıyafetleri değiştirildi. Erkekler yazın zıbın (entari) ile dolaşır,  memurlar  setre pantolon giyerlerdi. Esnaf ve sanatkârlar şalvar giyerlerdi.  Dağ köylüler kıldan şalvar, yakın  köyler bezden yapılma uzun dona benzer kıyafetler giyerlerdi.  Memurlar püsküllü fes, bazıları da kuzu derisinden  kalpak giyerdi.

 

Esnaf feslerinin etrafına ince sarığa benzer çit sarardı. Genç kızlar beş yaşına kadar başlarına bir şey örtmezdi, 7 yaşından sonra başlarını yazma ile örterlerdi. Okullara da başları örtülü giderlerdi. Erkek çocuklar başlarına fes giyerlerdi. Okula da fesle giderlerdi, ilkokulda entari giyerlerdi, yaşları ilerledikçe pantolon giyilirdi. İlkokullarda yabancı memur çocukları  kısa pantolon giyerlerdi. Yabancı çocuklar babalarına ‘Beybaba’ diye hitap ederlerdi.

 

Şehir Belediyesinin bandosu yoktu.  Resmi bayramlarda davul zurna ile şenlikler yapılırdı. Okullarda çocuklar davul zurna ile yürüyüş yapar, asker mızıka takımının boruları ile resmi geçit yapar, resmi bayramlarda  vali ve belediye reisi öğrenicilerin bayramını tebrik eder, belediye reisi öğrenicilere şeker verirdi.

 

1920’li yıllarda düğünlerde kadınlar ayrı, erkekler ayrı yerde kendi aralarında eğlenirlerdi. Yüksek okulları bitirip Malatya’ya gelen gençler, bir yenilik olsun diye mi, yoksa Malatya’daki memur ailelerin kızları ile evlenirken, kız tarafının isteği ile mi,  kadın erkek bir arada düğünler  yapılmaya başladı. Şehirde batı usulü giyim ve davranışlar, bilhassa zabitler ve eşleri tarafından uygulanıp, halka örnek oluyordu. Zabit kızları saçlarını kısa kestiriyordu.  Bir yarbayın üç kızı kesik saç ve kısa etekle dolaşmaları yerli halka örnek olmuş, yerli kızlar da onlar gibi giyinmeye özenmişlerdi. Bu hal bazı aileler tarafından  örnek alındı. Bazı ailelerde kızların böyle gezmelerini hoş karşılamadı.

 

Azizler cegetinde Mihri ve Fadime bacı bu tarzı hoş karşıladı:

 -Ne güzel giyiniyorlar saçları kesik, başları dik  dolaşıyorlar.

 

Fatiş bacı:

 -Sus anam Fadime gökten taş yağacak, ne günlere kaldık.  Geçende gördüm, oğlan sandım meğerse kızmış tanıyamadım.  Erkek çocuklarla Sivas Caddesi’nde gezerken  gördüm utandım onlardan. Utanma ne, nerede? Yer yarılsa da yere girseydim. Benim oğlum alsa o kızları gelin diye eve sokmam.

 

-Sen sokmazsın ama okumuşlar o kızları tercih ediyorlar. Geçende Zeliha hanımın oğlu evlendi, anası şehirden nice kızı evlenmesi için oğluna teklif etti. Oğlu ben boşuna mı okudum, Malatya’da kalmayacağım, tayinimin yapıldığı yere gideceğim. Evlendiğim kız da benim yaşantıma uyum sağlasın, yüzü açık giyinişi örnek olsun, diyerek komşuları kaymakamın kızını istemişti. Düğünleri de kadın erkek bir arada yapıldı.  Şehrin ileri gelen zabit ve memurları hanımları ile birlikte düğün yapıldı. Düğünde davul zurna yoktu, askeri birlikten getirilen çalgılar dans müziği çalıp, kadın ve erkekler birbirlerine sarılıp oynadılar. Biz bir köşede olanları seyrettik.

 

Adile bacı:

 - Olacak iş mi, hiç mi haya kalmadı?.

 

- Fadime bacı:

 - Niye şikayet ediyorsun Adile, köylerde dillan çekerken kadınlarla erkekler bir arada oynamıyor mu?

 

Adile:

 - Oynuyorlar ama birbirlerine sarılmıyorlar.

 

- Fadime:

 - Bak onlar tango, gençler de tango olmaya özeniyor. Bunları yakında yadırgamayacağız. Tahsildar Şürü efendi bizimkine anlatmış. Mestikan köyünde ağanın oğlunun düğünü varmış, dans köylere de yayılmaya başlamış erkekler erkeklerle kadınlar kadınlarla davulun vuruşuna uyup dans ediyorlarmış. Bu arada düğüne gelen yabancılar da davulun havasına uyup coşunca  davulcuya bol bol bahşiş veriyorlarmış. Bu arada misafirleri ağırlamaya çalışan hizmetli kahveci, aşçılar da bol bahşiş almış.

 

- Şevkiye desene köylülerde tango oldu…

 

Emine bacı

 - Zeliha Bacının düğününe beni niye götürmedin.  Zeliha çok üzüldü, tango düğününü ben de görürdüm.

 

Emine bacı:

 - Gelmezsin diye düşündüm, zaten biz de bir köşeye büzülüp oturduk  seyrettik.

 

Günler ilerledikçe eski geleneklerde yavaş yavaş siliniyordu, adetler hatta yemek şekilleri de değişiyordu.

 

Mihri bacı:

 -Uşak duydunuz mu? Dondurma diye bir şey çıkmış, İdris Çavuş adlı bir adam  el arabasına bir fıçı kar içerisine bir kab koyup kab ada sütü doldurup dondurarak sokakta sataşıyormuş.  Şevkiye evvelsi gün bizim cegetten  geçti. Kara koyun sütü dondurma diyip satıyordu, çocuklar önceden duydukları için kapış kapış satın aldılar. Bende aldım tadına baktım çok güzeldi.  Şazi İdris’in satış türküsünü öğrenmişti:

 

Arabam var dört teker

Mahallelere dondurma çeker

Alan alır almayanda

Rüyasında ah çeker

Kara koyun Sütlü dondurma.

 

Hatça bacı:

 - Giyim kuşam yeni yiyecek içecek iyi de,  hizmetlilerin saygısızlıkları diklenmeleri ağırıma gidiyor. Kabahatlarını kabullenmeyip dikleşiyorlar, geçen gün eve hizmet için gelen gündelikçiye yaptığı işi beğenmeyince çıkıştım. Sen misin çıkışan. Cart diye karşılık verdi, işimi beğenmiyorsan beni çağırma. Bırak git dedim. Bırakır gider mi? Giderim ama hökümete giderim, Totaba-Hatun yok. Herkes aynı derecede, bunu bilesin, diye cevaplandırınca anam hizmetçi de hökümeti biliyor diyerek dizlerimi dövmeye başladım.

 

Emine bacı:

 -Devir değişti. Kurtla kuzu bir arada gezeceğini yaşayacağını söylüyorlar. Bunlara alışacağız. Mirasta oğlun olmazsa kocanın malı kayınlarına, kızın malı da amcalarına kalıyordu. Kötü mü şimdi kız erkek eşitliği nur nimet anam.  Yenilikler çok iyi oldu. Zamanında demedim mi benim rüyam hayra nişan.

 

______________________________________________________

 

(*) Aziz Azmi FENERCİOĞLU, 1919’da Malatya’da doğdu. Fenercizade İsmail Hakkı Beg’in oğludur. Annesi Nafiye Hanım’dır.

 

1931’de Malatya’daki İzzetiye Mektebi (şimdiki Gazi İlköğretim Okulu)’ni, 1935’de Malatya Lisesi’nin orta kısmını, 1938’de de Sivas Öğretmen Okulu’nu bitirdi. Fark imtihanlarına girerek Mersin Lisesi’nden mezun oldu. 1938’de o zamanlar Malatya’ya bağlı olan Besni kazasının Dumlupınar İlkokulu'na tayin edildi. 1941’de Malatya Cumhuriyet İlkokulu, 1942’de Malatya Fırat İlkokulu, 1945’de Malatya İnönü İlkokulu’nda öğretmenlik yaptı. Bu ara askere gitti. 1946’da Gazi Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik eğitimini sürdürdü. 1948’de Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. 1948’de Maraş’ta, 1952’de Malatya’da İlköğretim Müfettişliği görevlerinde bulundu. Bir ara, İşçi Sigortası Adana Şubesi İşverenler Şefliği görevini yürüttü. 1956’da İçel Milli Eğitim Müdür Muavini görevi ile tekrar Milli Eğitim camiasına katıldı. 1958’de İçel Milli Eğitim Müdürü oldu. 1960’da Tunceli Milli Eğitim Müdürlüğü’ne getirildi. Tunceli Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüğü yaptı. Maraş Öğretmenler Derneği Başkanı görevinde bulundu. Malatya İlkokul Öğretmenleri Yapı Kooperatifi Başkanlığı, Mersin Tüccarlar Kulübü Başkanlığı ve Mersin Öğretmen Yapı Kooperatifi başkanlığı gibi sosyal hizmetlerde faaliyet gösterdi. Atlı sporları sever, antika koleksiyonculuğuna meraklıdır.

 

 Bazı şiir ve yazıları Tanrıdağı ve Kürşat mecmualarında neşredilmiştir. Fransızca bilir. Emekliliğine yakın Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş, Ankara Barosu’na bağlı olarak avukatlık yapmıştır.

 

 Halen eşi Sevim Hanım (1928 Konya doğumlu, Resim öğretmeni, kızlık soyadı Çokesen), 1950 doğumlu kızı Fatoş, 1953 doğumlu oğlu Ali ve torunları ile birlikte Ankara’da ikamet etmektedir. (Kaynak: Dr. Osman Nebioğlu. “Türkiye’de Kim Kimdir? Yaşayan Tanınmış İnsanlar Ansiklopedisi”, Nebioğlu Yayınevi, İstanbul)

 

 (**) Nevzat TANDOĞAN: 1894'de İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. 1914- 1918 yılları arasında öğretmenlik yapmıştır. İstanbul Polis Müdürlüğü 2. şubede müdür yardımcısı olarak göreve atanınca öğretmenlikten ayrıldı. Daha sonra 1. Şube Müdürlüğü'nde bulundu. İstanbul'daki görevinden sonra 1927 yılında Malatya Valiliği'ne atandı. Buradaki valiliği sırasında Konya milletvekili olarak gösterilip seçildiyse de valilikten ayrılmak istemediğinden milletvekilliğinden istifa ederek Valiliğine devam etti. 1929 yılında Ankara'ya vali olarak atandı. Çok uzun süre bu görevde kaldı. Vali olduktan sonra Ankara Belediye Başkanlığı'nı da birlikte yürüttü. On sekiz yıl gibi uzun süre devam eden Ankara Valiliği ve Belediye Başkanlığı, 1946 yılındaki intiharına kadar devam etti.

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız