SON DAKİKA
SON DEPREMLER

Yakup Usta

A- A+ PAYLAŞ

Sadık KINIKOĞLU

 

         Yakup Kınıkoğlu 1901 yılında Malatya’da dünyaya geldi. Babası Hasan Malatya ili Arguvan kazasının Tatkınık köyünden. Köy, 10. ve 11. yüzyılda Türklerin Batı Türkistan’dan Anadolu’ya sürdürdükleri büyük Oğuz göçü döneminde Kınık boyundan bir oba tarafından kurulmuş. 1540’lı yıllardaki Osmanlı arşivlerinde TatlarKınığı adıyla yer almaktadır. Annesi ise 93 harbinin yarattığı göç dalgası ile Erzurum’dan Malatya’ya gelen bir şehit kızı.  Batmankılıç  lâkaplı Yüzbaşıoğlu Ali’nin kızı Lütfiye. Hasanın Ağabeyi Mustafa, köyün ileri gelenlerinden âlim bir zat. Aynı zamanda bölgenin malî işlerinden sorumlu bir devlet görevlisi. O yılın tahsilâtını almak üzere gittiği Erzurum’dan dönüş kafilesinde Lütfiye, kardeşleri ve annesi Sultan Hanım da bulunmaktadır. Mustafa efendi yolda rüyasında, iki yavrusu olan bir güvercini koynundan çıkardığını görüyor. Bu rüyanın yorumuna bağlı kalarak Sultan Hanımı kendisine eş olarak alıyor. Sultan Hanımın kızlarından Lütfiye’yi ve Fethiye’yi de küçük kardeşleri Hasan ve Hüseyin ile evlendiriyor. Böylece Malatya’nın Yakup Ustasının hayat serüveni başlıyor. Ailenin bir bölümü daha sonra Malatya şehir merkezine taşınıyor. Yakup burada doğuyor. Ablası Kadriye, ağabeyi Hacı Bayram ve küçük kardeşi Ahmet.

 

Yakup son derece çalışkan, hırslı ve yaratıcı zekâya sahip bir çocuk. Ve o yıllar savaş yılları, 1914-15. Ruslar tarafından silâhlandırılan Ermeni çeteleri Müslüman köylerinde büyük katliam yapıyorlar. Hem ordunun doğu cephesini emniyete almak, hem de masum Ermenilerin zarar görmesini önlemek için imparatorluğun diğer bölgelerinde refah ve emniyet içerisinde yaşayan tek bir Ermeni’yi bile yerinden etmeden Malatya dahil Doğu Anadolu ‘daki Ermeniler Suriye ve Irak’a doğru zorunlu göçe tâbi tutuluyorlar. İşte bu yıllarda Malatya Belediye Encümeni henüz rüştiye öğrencisi olan Yakup’a çok önemli bir görev veriyor. Birer ikişer ayrılan Ermeni ustalardan; demir işleri, kaynakçılık, teneke işleri sobacılık ve pişmiş toprak ürünlerinin yapımını öğrenmek. Belediye Meclisi O’na her gün 1 mecidiye veriyor. Bir gün kendisini fırına atarlar diye korkarak imalâthaneye gitmeyince yanına bir jandarma veriyorlar. Malatya’nın ustalarının çoğunun da ustası olan, ilk yılların tanımıyla Çilingir Yakup Usta’nın mesleğe girişi böyle başlıyor. İlk eserlerinden birisi de, Belediye Meclisi Üyelerinin de katıldığı törende binerek alkışlar arasında rüştiye diplomasını aldığı üç tekerlekli bir bisiklet.

 

Okumayı seven, her türlü yeniliğe açık icatçı bir kafaya sahip olan Yakup Usta imkânsızlıklar içinde küçücük bir demir, teneke ve kaynak işleri atölyesi kuruyor. Sıkışık günlerinde ablası Kadriye de yardım ediyor. Günlük çalışmalarının dışında birçok yeniliğe de imza atıyor.Otomatik sallanan beşikler, rulman kullanılarak daha sessiz ve hızlı dönme dolaplar.

 

1930’lu yılların başında plânı, projesi kendisine ait olmak üzere şehrin en merkezî yerinde Halep Caddesi üzerinde zemin katı atölye olan ve 20 yıl kadar Malatya’nın en yüksek binası unvanını elinde tutan bir bina inşa ediyor. O günün ölçülerinde tam bir mühendislik eseri. Zemin kattaki 6,5 mt yüksekliğindeki bu dev atölye aynı zamanda yeni bir atılımın da başlangıcı oluyor. Bir taraftan İstanbul’dan meslekî teknik kitaplar getirerek diğer taraftan torna, freze makineleriyle donatarak atölyesini Doğu Anadolu’nun en büyük atölyesine dönüştürüyor.

 

1935 yılında Yakup Usta hayatının bir başka mutluluğunu yaşıyor. Kendisine bir çocuk veremeden vefat eden birinci eşinden sonra Malatya’nın geniş ve seçkin ailelerinden Barutçulardan Sabit Efendi ‘nin büyük kızı Sıdıka Hanımla evleniyor. Sıdıka Hanım güçlü hafızası olan, zeki ve çalışkan, mümin, çilekeş bir Anadolu kadını. Beşi erkek yedi çocukları oluyor. İkinci çocukları Cengiz aralarından erken ayrılıyor. Çocuklarının başarılı tahsil hayatlarında her ikisinin de payı çok büyük. Ev ikinci bir okul gibi. Yatak odasının duvarlarında renkli pastel  kalemlerle  yazılı büyük  çarpım  tablosu  vardı. Çocuklar onu ezberlemiş olarak ilkokula başlarlardı. Misafir odası hariç oda ve koridor duvarları her sene yeniden badana edilmek üzere adeta birer yazı tahtası gibiydi. Uzun koridorun duvarlarında atasözleri vardı: “Yalan her fenalığın ilk tohumudur”, “Milyonların temeli bir kuruştan başlar”, “Vakit nakittir”, “İçki kötülüklerin anasıdır” ve diğerleri. Çocuklarının eğitimi ve terbiyesiyle çok yakından ilgili bir baba, ancak ödüllendirmede de cezalandırmada da cömert bir ruh yapısı. Çocuklarıyla yaptığı öğretici sohbetler onun atölyedeki yorgunluğunu unutturan anlar. Bir de hiç aksatmadığı ve son Posta gazetesini okurken uykuya daldığı bir saatlik öğle uykusu.

 

Yeniden atölyeye dönersek;

İstanbul’dan getirttiği kırma dirsek makinesi ile Malatya’da ilk defa seri üretimi gerçekleştiriyor ve Diyarbakır, Adana, Erzurum dahil yakın illerin soba, boru, dirsek ihtiyacını karşılıyor. 1950’li yıllarda İstanbul ve İzmir’den sonra Türkiye’nin üçüncü büyük dökümhanesini kuruyor. Dökümhanesinde kırma dirsek, marangoz şerit makinesi, freze dahil birçok  makineyi üreterek hem atölyesini genişletiyor hem de yeni yeni atölyelerin kurulmasını sağlıyor. Aynı zamanda tek öğretmenli bir okul gibi onlarca çırak, usta ve kalfa yetiştirmek suretiyle Malatya’da sanayin gelişmesine önemli katkılarda bulunuyor.

 

O yıllarda en çok yakındığı hususların başında sanayin gelişmesinin önündeki yasal ve bürokratik engeller geliyordu. İhtiyacı olan yeni bir güç kaynağı, bir elektrik motoru için çok büyük vergiler ödemek zorunda oluşunu “Ülke sanayinin ellerini kelepçelemek” olarak nitelerdi ve bu yanlış tutum ona büyük acı verirdi. Bu duygu ve düşüncesini 14 Kasım 1937 Malatya gezisinde son merci olarak Atatürk’e anlatma görev ve sorumluluğunu da bir bez afişle kortejin önünü keserek başarıyla yerine getirmişti.

 

Malatya – Arslantepe 1933-38 ve 1946-48 yıllarında yapılan Hitit dönemi Arkeolojik kazılarda Fransız arkeologların önemli ekipmanlarını sağlayan da Yakup Usta’dır.

 

1950’li yıllar aynı zamanda oto sanayinin de gelişmekte olduğu yıllar. Fayton ve taş arabalarının dingil ve foryalarını, sair demir aksamlarını ve onarımlarını yapan Yakup usta, yüksek atölyesinde otomobilleri havaya kaldırabilen caraskal düzenekleriyle artık Malatya’nın ilk ve en büyük oto tamircisidir. Yakup Usta’nın ilgi alanları bunlarla sınırlı değil. O Malatya’da ilk defa özel matkap uçlarıyla açtığı artezyenden su çıkaran kişi. Bu özelliği ona 1934 tarihli soyadı kanunu ile “Kınıklıoğlu” aile lâkabını değiştirerek, eşilerek çıkarılan su kaynağı anlamındaki “Eşme” den ilham alarak “Eşmeliler” soyadının verilmesini sağlıyor. Ancak yazım hatası olarak yanlışlıkla  “Öşmeliler” yazıldığı için aile 1967 yılında anlamı olmayan bu sözcük yerine mahkeme kararıyla aile lâkabını köyün tarihiyle de bağlantılı olarak “Kınıkoğlu” şeklinde yeniden soyadı olarak alıyor.

 

Yakup Usta’nın temel dünya görüşünü, hayat felsefesini şu sözü özetlemektedir: Yaratılışın gayesi yaratılmışa faydalı olmaktır”. Ve faydalı olan herkes hiçbir ayırım gözetmeden saygıya ve kutlanmaya değer insanlardır onun için. Bu anlayış onun bütün davranışlarına ve eylemlerine güçlü bir biçimde yansımıştır. Bunu her vesileyle  ustaca dile getirirdi. Sık sık kesilen elektrik geldiğinde, gaz lâmbasının loş aydınlığı ışığa boğulduğunda, hiç ihmal etmez ayağa kalkar ve saygılı bir öğrenci gibi başını eğerek Edison’a selâm verirdi.

 

Onun için Ülkenin en önemli meselesi “Maarif ve Kültür” meselesidir ve “zaman en kıymetli hazinedir”. Özellikle çocuklarının da okuduğu Fırat İlkokuluna ve Malatya Lisesine maddî desteğini hiç eksik etmemiştir. Başarılı öğrencileri teşvik amacıyla ve Hatay’ın Türkiye’ye iltihakını da kutlamak için o yıl lisenin iftihara geçen öğrencilerine üç günlük bir Hatay ili gezisi yaptırmıştır.

 

Lisede doğum izni alan bir hocanın derslerinin boş  geçmemesi için  Valilik nezdinde sonuç alamayınca hiç üşenmeden Ankara’ya gitmiş, iki gün Millî Eğitim Bakanlığının koridorlarında beklemiş, görüşemeyince özel kalem müdürüne bir not vermiş: “Sayın Bakanım, vatan tehlikede sizinle muhakkak görüşmem lâzım.” Bakan kabul edince de ona: “- Yahudi Filistin’e yerleşti. Onlar çocuklarını üç yaşında okula başlatıyorlar, bizler çocuklarımızı beşikte eğitmemiz lâzımken dersler nasıl boş geçer ?” demekten çekinmemiş ve yanına bir hoca katarak Malatya’ya dönmüş.

 

Bir fotoğrafla bugüne yansıttığı, bugün için küçük ama o günler için büyük sayılacak bir eserini, bir kamu hizmetini de ortaya koymalıyız. O yıllarda çoğu açıkta akan kanalizasyon suları zaman zaman taşarak bazı yolları geçilemez hale getirirdi. Çarmuzu yolu üzerinde en fazla kullanılan yola taştan küçük bir köprü yaptırmış ve henüz altı yedi yaşlarındaki büyük oğlundan kendi el yazısıyla büyüdüğünde vatanına benzer hizmetler yapma sözü almış ve köprünün üstünde birlikte fotoğraf çektirmişler. 

 

Yakup Usta’nın hep konuşulan ilginç eylemlerinden birisi de uygun mevsimlerde bir işçi tutarak şehrin kanalboyu başta olmak üzere caddelerindeki ağaçların gelişigüzel büyüyen dip sürgünlerini kestirmek, diplerini çapalatmak ve sulatmaktı. Birçok meselede olduğu gibi bunu da zaman zaman esnaflar arasındaki ağırlığını kullanarak, bakımı gereken ağaçların yakınlarındaki esnafa yaptırırdı. Çoğu anlayamazdı bunu, öyle ya bu devletin ya da belediyenin işi değimliydi?.

 

Gezmeyi de çok severdi. Hemen hemen görmediği şehir kalmamıştı. Sorumluluğu gidebildiği her yeri kapsardı. Aksayan bir şey gördü mü, gücü yetiyorsa hemen düzeltirdi, yetmiyorsa ilgilileri uyarırdı. Bunun bir örneğini duvar komşumuz Babacanların İlhan Yiğitol şöyle anlatmıştı. “- Bir yakınımın tedavisi için Erzurum’a gitmiştim. Bir namaz vakti camiin tuvaletine indiğimde Yakup Amcayı gördüm. Yanında anahtarlar, musluk yedek parçaları bütün bozuk muslukları bir bir tamir ediyordu.”   

 

Yakup Ustayı farklı ve seçkin kılan bir önemli yanı da asla fikrî ipotek kabul etmeyen kafa yapısı, medenî cesareti ve çağdaş din anlayışıdır. Çok güçlü bir Allah inancı vardı. Araştırmacı ruhu ve güçlü sezgisi ile evrendeki her şey onun bu inancını pekiştirirdi. Bazen bir kelebek kanadındaki incelik ve simetri, bazen bir çiçekteki renk cümbüşü ona hemen Allah’ı hatırlatırdı. Nemli gözleri ve titrek sesiyle şöyle derdi: “Neye bakıp ta Allah’ı görmeyesin ?.” Kur’an ahlâkının Müslümanların davranışlarına yansımamış olması ve hele dinin kişisel çıkar ve siyasal amaçlarla istismar edilmesi onu çileden çıkarmaya yeterdi. Özünü yitiren tarikatlarla ve geleneksel din anlayışıyla mesafeliydi. Bugün dinî hayatın yeniden yapılanması adına söylenenlerin mücadelesini o yıllar önce vermişti. Müslüman’ı şöyle tarif ederdi: “Müslüman ol kimseye denir ki: Bir gayrimüslim bütün ef’al/işler ve harekâtında ona imrensin, onu pesend etsin/beğensin takdir etsin. “Ne yazık ki O da hayatı boyunca Mehmet Akif gibi hep Almanlara, Japonlara imrendi. Batının başarıları karşısında ülke genelindeki kötü yönetim örneklerini gördükçe etkili olamamanın da isyanı ve öfkesi ile şöyle seslenirdi:

 

* “Biz dedik yıllarca ‘-Neme lâzım, neme lâzım – Frenk dedi:- Bana lâzım, bana lâzım.”   

*  “-Ekmek onlara sopa bize, hem de tepemize tepemize.”

(Nur içinde yatsın iyi ki Avrupa’nın eşiğinde bugünkü perişan halimizi görmedi.)

        

          Seneler böylece geçti. Atölyeye sahiplenmesini beklediği, birçok yönüyle kendisine en çok benzeyen büyük oğlu da okumayı seçerek Malatya’dan ayrılınca işi sürdürmek giderek zorlaştı. Bir süre sonra takım ve tezgâhlarını çıraklarına devrederek atölyeyi kapadı. Atölyenin yerine bir pasaj inşa etti. Dükkânları kiraya vererek çocuklarının yüksek tahsil masraflarını karşılamaya çalıştı. Sonraları doktor olan en küçük çocuklarıyla yalnız kalmışlardı. Anne de okumakta olan üç oğlunun yanın İstanbul’a gitmek zorunda kalınca Yakup Usta bir zaman örsü döven çekiçlerin, dönen kasnakların çıkardığı sesleri, artezyenden çıkan ve havuz dökülen parmak kalınlığındaki suyun hiç kesilmeyen şırıltısını, hasretle andığı Sıdıka’sının ve çocuklarının cıvıltılarını özleyerek o koskoca evde yapayalnız kaldı. İki kızı da yıllar önce evden uçmuşlardı. Bir süre sonra hatıraları Malatya’da bırakarak aile Ankara’ya yerleşti. Yakup Usta çocuklarıyla ve torunlarıyla bir arada, mutlu sayılabilecek bir on yıl daha yaşadı ve 2 Şubat 1978 tarihinde çok çalıştığı bu dünyadan tıpkı Namık Kemal gibi:

        

“Ölürsem görmeden millette ümit ettiğim feyzi,

 Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun ben mahzun.” diyerek; çocuklarının, devleti ve milleti adına özlemlerine, beklentilerine ve emanetine sahip çıkabileceklerini umarak Ankara’da ebedî istirahatgâhına gitti. Allah ondan razı olsun, mekânı cennet olsun ve ruhu şad olsun.

 

_____

2. FOTOĞRAFIN ALTINDAKİ YAZI: 1939-1940 ders yılında okulumuz iftihar listesine giren ve Malatyalı tesviyeci Yakup Ölçmeliler'in yardımı ile Hatay'a seyahat eden talebe grubumuz.   29.VII. 1940  Malatya Lisesi

 

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız