SON DAKİKA
SON DEPREMLER

"Yapısal Reformlar Hayati"

0
Güncellendi - 2015-12-27 19:05:05
A- A+ PAYLAŞ

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Türkiye olarak Suriye’deki kimyasal silahların tamamının, denetlenebilir bir şekilde, en kısa zamanda imha edilmesinden memnuniyet duyarız" dedi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM 24. Dönem 4. Yasamı Yılı açılışında yaptığı konuşmada, kuvvetler ayrılığı, özgür basın ve etkili muhalefetin demokrasinin olmazsa olmazları arasında olduğunu belirterek, "Yasama, yürütme ve yargının etkin ve verimli çalışması; ciddi, yapıcı, güçlü bir muhalefetin varlığı; özgür, eleştiren, tarafsız ve bağımsız bir medya; ülkelerin demokratik gelişimi açısından çok önemlidir. Anayasa ve yasalarla teminat altına alınmış özgürlüklerini kullanma iradesine sahip bir medyanın varlığı, demokrasimize güç katar. Geçen yıl bu kürsüden de ifade ettiğim gibi, tüm bu konularda ortaya çıkan eksikler veya yanlış uygulamaların düzeltilmesi tüm ülkemizin yararınadır. Zira, demokratik hak ve özgürlüklerin en geniş biçimde kullanılmasına imkan sağladığı için geriye gitmiş, bundan zarar görmüş dünyada tek bir ülke dahi yoktur. Bu nedenle, işleyen demokrasisiyle bölgesinde seçkin bir yere sahip olan ülkemizde, en yüksek demokrasi standartlarını hâkim kılmak temel önceliğimiz haline gelmelidir. Öte yandan, demokratik kültürün içselleştirilmediği bir siyasi ve sosyal düzende, anayasal kurum ve güvenceler ne kadar iyi çalışırsa çalışsın, gerçek anlamda olgun bir demokrasinin varlığından söz edilemez" dedi. Tüm siyasi partilerin demokrasi kültürünü geliştirmek için gayret göstermesinin Türkiye'nin geleceği bakımdan önemli olduğuna dikkati çeken Gül, demokrasi kültürünün oluşması bakımından en kritik aktörlerden birinin de şüphesiz ki medya olduğunu ve bu bakımdan medyanın da yapıcı bir tavırla bu sorumluluğunun farkında olmasının önemli olduğuna dikkati çekti.

Gül, "Uzun yılların ihmali ile demokratik noksanlıklarımızın eseri olan Kürt sorununun da yine demokrasi içerisinde çözülebileceğini hep savundum. Bu doğrultuda yürütülen tüm reform çalışmalarına ya öncülük ettim, ya da bu gayretleri destekledim. Söz konusu çabaların siyaseten değil, milletimizin bekası için yapılması gerektiğine daima inandım. Millet olarak kendi sorunlarımızı büyük bir özgüven içinde çözebileceğimizi her zaman ifade ettim. Halkımızın hak, adalet ve daha geniş özgürlük yönündeki taleplerinin karşılanmasının ve vicdanlara ters düşen yanlışların giderilmesinin, devletimizin ve hükümetimizin en şerefli vazifesi olarak gördüm. Bu şekilde gerçekleşecek çözümlerin onuru ve itibarının da devletimize ve milletimize ait olacağına inandım" diye konuştu.

Hükümetin, iyi niyetle ve cesaretle çözüm sürecini sürdürdüğünü anlatan Gül, bu gayretlerin sonucunda erişilen sükunet ortamının, halkın barış, huzur ve refah yönündeki umutlarını arttırdığını ifade etti. Gül, "Anadolu'yu ziyaretlerim sırasında, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde gerçekleştirdiğim temaslarda halkımızın bu heyecanına bizzat şahit oldum. Mevcut sükunet ortamının kalıcı kılınması ve sürecin bir 'kardeşlik barışıyla' taçlandırılabilmesi için gerekli adımlar suhuletle ve kararlılıkla atılmalıdır. Bu elbette bir pazarlık süreci olamaz. Sorunun özü de, çözümü de demokrasimizin standartlarının daha da yükseltilmesinde yatmaktadır" dedi.

Milli birlik ve beraberliği pekiştirmenin yolunun, Türkiye'nin geleceğine tüm vatandaşların eşit ve kararlı bir şekilde inanması ve sahiplenmesinden geçtiğine dikkat çeken Gül, "Demokratik sahiplenme ve ilerleme, tehditlerle, şiddetle sağlanamaz. Türkiye gibi köklü devlet geleneğine sahip bir ülkenin halkı, bu tür tehditler karşısında nasıl davranacağını kuşkusuz bilir. Bu nedenle, herkesin sorumluluk duygusu içinde hareket ederek iyi niyetli gayretlere katkıda bulunması gerekir. Yakın bölgemizde yaşanan trajediler, ülkemize, demokrasimize, milli birlik ve bütünlüğümüze sahip çıkmanın ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. Bölge halklarının umut olarak gördüğü Türkiye, 'kendi barışının fırsat ve umudunu' söndürmemelidir" şeklinde konuştu.

Geçen yıl Meclis kürsüsünden küresel ve bölgesel gelişmelere dair yaptığı değerlendirmelerde tablonun karamsarlığına vurgu yaptığını hatırlatan Gül, bugün gelinen noktada, çok daha olumsuz, kırılgan ve daha karamsar bir tabloyla karşı karşıya olunduğunu ifade etti. Suriye'de geçen yıl binlerle ifade edilen kayıpların, bu yıl yüz bini aştığını, toplu katliamlara yol açan kimyasal silahların kullanıldığını ve Suriye nüfusunun neredeyse yarısının mülteci durumuna düştüğünü anlatan Gül, "Etnik, dini, mezhebi ve ideolojik fay hatları etrafında cereyan eden Suriye'deki iç savaş, tüm bölge için risk ve tehdit oluşturmaktadır" ifadelerine yer verdi.

Arap aleminin en önemli ülkesi Mısır'da, başlangıçta büyük ümitler yeşerten demokrasi deneyiminin akamete uğradığını belirten Gül, Yine, Irak'ta son 10 yıldır devam eden terör ve şiddet dalgasının sadece geçen Ramazan ayında bin 500 kişinin ölümüne neden olduğunu dile getirdi. Gül, tüm bunlara ilave olarak, dünyanın başka yerlerinde irili ufaklı çatışmalar, terörist eylemler, yoksulluk ve sosyal huzursuzlukların devam ettiğini söyledi.

Geçen hafta BM Genel Kurulu vesilesiyle bulunduğu New York'ta çok sayıda temas gerçekleştirdiğini hatırlatan Gül, özetini sunduğu vahim durumlar karşısında uluslararası camianın sergilediği tutumun da üzüntü verici olduğunu anlattı. Gül, "Büyük umutlarla başladığımız 21. Yüzyılın ilk 13 yılında insanlık bu yüzyıla hiç de yakışmayan trajedilerle karşı karşıyadır. Yaklaşık yüzyıl önce yasaklanmış kimyasal silahlar kullanılmakta; Orta Çağ’da Hıristiyan aleminde yaşanan mezhep çatışmalarının benzeri, maalesef bu sefer bizim bölgemizde Müslümanlar arasında cereyan etmektedir. Ardımızda bıraktığımızı düşündüğümüz Soğuk Savaş’ın ideolojik rekabet ve vekâlet savaşlarının benzerleri, bugün Suriye’de sahnelenmekte; radikalizm ve aşırılık küresel düzeyde yayılmaktadır. Arap dünyasında yönetenler ile yönetilenler arasındaki meşruiyet bağını sağlamlaştıracak demokratik dönüşüm süreci sancılı bir döneme girmiştir. Bahsettiğim küresel ve bölgesel konjonktür, doğal olarak ve belki de en fazla ülkemizi çetin dış politika tercihlerinde bulunmaya zorlamaktadır" şeklinde konuştu.

Bu olumsuz tabloya rağmen Türkiye'nin, işleyen demokrasisi ve gelişen ekonomisiyle bölgesinde bir istikrar adası ve umut kaynağı olmayı sürdürdüğünü vurgulayan Gül, Türkiye açısından en temel dış politika önceliğinin de, Türkiye'ye yumuşak ve erdemli güç olma özelliği sağlayan bu konumunu korumak ve bugüne kadar elde edilen kazanımları muhafaza etmek olduğu kanaatinde olduğunu ifade etti. Türkiye'nin ancak bu yolla, çevresinin demokratik değişim ve dönüşümüne katkı sağlayacağını bildiren Gül, önceliklerin bu şekilde belirlenmesi ve halka karşı olan sorumluluğunun Türkiye'nin yüksek menfaatlerinin bir gereği olduğunu belirtti.

SURİYE'DEKİ İÇ SAVAŞ

Suriye'de cereyan eden iç savaşın şüphesiz Türkiye'nin en ciddi dış politika meselesi olduğuna dikkat çeken Gül, kimyasal silahların kullanımının iç savaşa yeni bir boyut getirdiğini dile getirdi. Suriye’deki kimyasal silahların önce uluslararası denetime alınması, bilahare yok edilmesi için Birleşmiş Milletler çatısı altında bir ara-çözümün bulunduğunu anlatan Gül, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, Türkiye olarak Suriye’deki kimyasal silahların tamamının, denetlenebilir bir şekilde, en kısa zamanda imha edilmesinden memnuniyet duyarız. Ayrıca ümit ederim ki, Suriye’deki kimyasal silahların temizlenmesi için başlatılan bu süreç, tüm Ortadoğu'nun nükleer dahil bütün kitle imha silahlarından arındırılmasına öncülük edecek yeni bir güvenlik mimarisinin ilk adımı olur. Ancak, kimyasal silahlarla ilgili atılacak adımlar, Suriye’deki insani trajedinin gerçek mahiyetini unutturmamalıdır. Ülkede akan kan ve şiddet mutlaka durdurulmalıdır. Ortada yüz binden fazla insanın hayatını kaybettiği, 21. Yüzyılın en büyük katliamı söz konusudur. Bu vahşi iç savaşa bir son verilemezse korkarım gelecek sene bu rakamların katlanarak devam ettiğini hep birlikte görürüz. İnsanlık onuru ve vicdanını yaralayan bu durum karşısında uluslararası camianın daha fazla hareketsiz kalması kabul edilemez. Suriye halkının bekası, güç dengesi politikalarına, Soğuk Savaş mantalitesiyle yürütülen vekâlet savaşlarına ve dar çıkar hesaplarına feda edilmemelidir."

İç savaşların, savaşların en acımasızı olduğunu söyleyen Gül, bu çatışmalar uzadıkça radikalizm ve aşırıcılığın kök saldığını, kendi altyapısını oluşturduğunu, sadece iç savaş yaşayan ülkeyi değil, bölgesel ve küresel istikrarı da tehdit ettiğini ve bunun örneklerinin, Afganistan’da, Somali’de, Irak’ta görüldüğünü bildirdi. Bu bağlamda, her ne gerekçe ile ve kaynağı ne olursa olsun masum insanları vahşice katleden her türlü eylemi kınadığını belirten Gül, Türkiye'yi hemen yanıbaşımızda filizlenen tehlikelerin uzağında tutmanın, şüphesiz milli güvenlik politikasın öncelikleri arasında olduğunu dile getirdi.

"Suriye’deki iç savaşın komşu ülkeler için oluşturduğu bir başka büyük sorun da mülteciler meselesidir" diyen Gül, konuşması şöyle sürdürdü: "Suriye’deki çatışma ve saldırılardan kaçarak ülkemize sığınan insanlara bu zor günlerinde kucak açmak, milletimizin şerefle ifa ettiği bir insanlık vazifesidir. Ülkemizin bu sorumluluğu büyük bir fedakârlık ve özenle yerine getirdiğine esasen tüm dünya şahittir. Bugün itibariyle sayıları yüzbinleri bulan ülkemizdeki Suriyelilerin memleketlerine olan bağlarının idamesi ve kopmaması için Suriye’nin bir an önce yeniden yönetilebilir ve yaşanabilir bir ülke haline getirilmesi elzemdir. Aksi takdirde, bu durumun kalıcı hale gelmesinin mülteciler için de, kabul eden devletler için de ne kadar zor ve kalıcı bir soruna dönüştüğünün dünyada çok çarpıcı örnekleri mevcuttur. Suriye halkının acılarının dindirilmesi ve bölgenin yeniden istikrara kavuşturulması için çabalarımızı uluslararası camiayla birlikte kapsamlı ve iyi planlanmış bir siyasi çıkış stratejisi çerçevesinde kararlılıkla sürdürmeliyiz. Nihai hedefimiz, kendi halkıyla ve komşularıyla barışık, toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini koruyan yeni bir Suriye’nin inşası olmalıdır. Bir geçiş döneminin ardından kurulacak yeni Suriye’de, savaş ve insanlık suçu işlemiş kişilere asla yer verilmemelidir. Suriye’de devam eden insanlık dramının sona erdirilmesinde BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi (P5) ve Suriye’ye komşu ülkelerin birlikte yürütecekleri samimi çabaların belirleyici rol oynayabileceğine inanıyorum. Er ya da geç insanlığın ortak vicdanının bu vahşete son verecek bir çıkış kapısını aralayacağına dair umudumu korumak istiyorum. Son olarak, Suriye’nin içinden geçtiği bu zor süreçten bir şekilde menfi etkilenen halkımızın meselelere sağduyu içinde yaklaşan vakur tutumunu da şükranla karşıladığımı bu vesileyle ifade etmek isterim."

MISIR'DA YAŞANAN GELİŞMELER

Mısır’da yaşanan gelişmelerin, hem Arap dünyası hem de İslam dünyası bakımından her zaman önemli yansımalarının olduğuna dikkati çeken Gül, "Biz Mısır'ın geleceğinin, halkının özgür iradesinin tecelli ettiği, anayasal meşruiyetin hakim olduğu ve demokrasinin temel prensiplerinin hayata geçirildiği bir sistemde yattığına inanıyoruz. Bu doğrultuda, kardeş Mısır’ın en kısa zamanda kaldığı yerden tekrar demokrasiye geçmesini; siyasi tutukluların serbest bırakılmasını; ülkenin yaralarını saracak şekilde bütün siyasi akımların yer alacağı özgür ve adil seçimlerin gerçekleştirilmesini umut ediyoruz. Tarih boyunca Akdeniz’in iki yakasında sürekli etkileşim içinde bulunmuş iki halk ve ülkeyiz. Türk halkı olarak, Mısır’ın her bakımdan güçlü bir ülke olmasını, halkının huzur ve refah içinde yaşamasını çok samimi bir şekilde arzu ederiz. Netice itibariyle, Mısır halkı ve devleti ile kadim kardeşlik ve dostluk hukukumuz, aramızdaki görüş farklılıklarını aşabilecek kadar güçlüdür. Bu güçlü bağlardan yararlanarak, Mısır’ın demokrasiye dönmesine ve normalleşmesine katkıda bulunabilir, ülkelerimiz arasındaki ilişkileri daha da ileri seviyeye taşıyabiliriz" ifadelerini kullandı.

New York’taki temasları çerçevesinde, İran'da yeni bir dönem başlatan Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüşme fırsatı bulduğunu hatırlatan Gül, İran ile ikili ilişkileri ilerletmek ve başta Suriye krizinin çözümü olmak üzere çeşitli bölgesel meselelerde işbirliğini güçlendirmek hususunda anlayış birliğine varıldığını ifade etti. Ayrıca, İran ve ABD arasında başlayan ilk doğrudan temasların da bölge barışına katkı sağlamasını temenni ettiğini anlatan Gül, "Diğer bir komşumuz Irak ile ilişkilerimiz de kuşkusuz çok önemlidir. Son 10 yıldır kritik bir dönemden geçen Irak’ın toprak bütünlüğü ile siyasi birliğini hep savunduk. Siyasi istikrarına ve ülkenin yeniden imarına katkıda bulunmak için her türlü çabayı sarfettik. Irak’ta 10 yıldır süren şiddet sarmalından büyük üzüntü duyduk, duyuyoruz. Özellikle son dönemde Irak’taki her kesime ve bu arada Türkmen kardeşlerimize de yönelik artan terör saldırılarını endişeyle takip ediyoruz. Halihazırda Irak, ülkemizin en önemli ticari ve ekonomik ortaklarından biridir. Son dönemde siyasi ilişkilerimizde yaşanan hassasiyetin de en kısa zamanda aşılacağına inanıyorum. Muazzam bir işbirliği potansiyeline sahip Irak-Türkiye ilişkileri tam layıkıyla değerlendirildiğinde, sadece halklarımızın ortak refahına değil, tüm bölgenin barış ve istikrarına katkıda bulunacaktır" şeklinde konuştu.

Son yıllarda geliştirilen bölgesel süreçlerden birinin de Körfez İşbirliği Konseyi üyeleriyle başlatılan Stratejik Diyalog mekanizması olduğunu vurgulayan Gül, körfez ülkeleriyle karşılıklı saygı ve güven temelinde büyük bir ivme kazanan ilişkilerin son dönemde her alanda meyvelerini vermeye başladığını belirtti. Bu ülkelerle çok sayıda önemli ticari, ekonomik ve askeri anlaşmaların imzalandığını anlatan Gül, KİK ülkeleri ve Türkiye'nin pek çok bölgesel meselede benzer tavırlar sergilediğini ve ortak girişimlerde bulunduğunu söyledi. Gül, bazı meselelerde Körfez ülkeleriyle konjonktürel görüş ayrılıkları olsa dahi karşılıklı kazanımların korunmasını ve ilişkilerinn daha da güçlenerek devam etmesini arzu ettiklerini dile getirdi.

Orta Doğu'nun temel sorunu olan Arap-İsrail ihtilafı çözülmeden bölgenin ve dünyanın huzur bulmasının mümkün olmadığını söleyen Gül, "Bu anlayışla, son dönemde başlayan müzakerelerin, tüm Filistinlilerin kabul edebileceği, 1967 sınırlarını esas alan, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve yaşayabilir bir Filistin Devleti’nin kuruluşuyla ve kalıcı bir barışla neticelenmesini arzuluyoruz. Ancak, bir yandan müzakereler sürerken, diğer yandan başta Doğu Kudüs’te olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarında yeni yerleşim yerleri inşasına izin veren İsrail’in tavrını çok tehlikeli ve bu süreçle bağdaşmaz buluyoruz" dedi.

Gül, "Meclis kürsüsünden yaptığım bütün konuşmalarımda Avrupa ülkeleriyle ve müttefiklerimizle olan ilişkilerimizin önemine değindim. Bu ilişkilerin sadece bir dış politika veya güvenlik ittifakı tercihi değil, aynı zamanda milletimizin tarihi tecrübesinin ışığında şekillenen stratejik yönelimi olduğunu ifade ettim. Bugün de hangi kritere göre bakarsanız bakın, ekonomik, siyasi, askeri ve insani ilişkilerimizin sıklet merkezini hala bu ülkeler oluşturmaktadır. Kuşkusuz bu ilişkilerin en temel sütununu üyelik müzakerelerini sürdürdüğümüz AB ile münasebetlerimiz teşkil etmektedir. Mevcut küresel ve bölgesel konjonktür ışığında, bir ayağını sağlam bir şekilde AB’de tutabilen bir Türkiye, hem kendisi için belirlediği büyük hedefleri gerçekleştirebilir, hem de AB ile birlikte, bölgesine, komşu halklara çok daha etkili bir destek sağlayabilir. AB sürecinin ülkemizin pek çok alandaki standartlarının yükseltilmesinde oynadığı rol de hepinizin malumudur" ifadelerine yer verdi.

Diğer taraftan, Euro bölgesinde yaşanan krizin, AB’nin daha esnek bir yapıya kavuşturulması gereğini ortaya çıkardığını anlatan Gül, konuşmasında şunları kaydetti: "Bu yeniden yapılanma sürecini dikkatle takip etmeli, 5 yıl öncesinin değil, 5 yıl sonrasının Avrupa Birliği’ni düşünerek stratejilerimizi belirlemeliyiz. Yeniden yapılanan AB’de Türkiye’nin yerini pekiştirecek biçimde kendi politikalarımıza bugünden yön vermeliyiz. Amerika Birleşik Devletleri ile ikili çerçevede siyasi, askeri, ekonomik ve bilimsel alanlardaki ilişkilerimizin önemi kadar, bölgesel konulardaki istişarelerimiz de önemlidir. Öte yandan, NATO müttefiklerimizle ortak değerler temelinde yürütülen ilişkilerimiz, bugün de dayanışma ruhuyla sürdürülmektedir.

Bu bağlamda, Suriye’de kriz dolayısıyla, hava savunma sistemimize katkı sağlamak suretiyle Türkiye ile dayanışma sergileyen müttefiklerimiz, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya ve Hollanda hükümetlerine Türk halkı adına teşekkür ederim."

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Bugün ekonomisiyle, demokrasisiyle ve ordusuyla güçlü bir ülke olarak tüm dünyada saygın bir yere sahibiz. Şimdiye kadar olan kazanımlarımızın üzerine daha büyüklerini inşa ederek yolumuza azimle devam edeceğimizden de hiç şüphem yoktur” dedi. 

11. Cumhurbaşkanı sıfatıyla son kez Genel Kurul’a seslenen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM 24. Dönem 4. Yasama Yılı açılışında yaptığı konuşmada yaklaşık 50 yıldır devam eden bir ihtilaf olan Kıbrıs meselesinin artık bir çözüme kavuşturulma gerektiğini belirterek, “Çözümün parametreleri esasen bellidir. Bu temel üzerinde vakit kaybetmeden kapsamlı bir çözüme ulaşılması için iki toplum arasındaki doğrudan müzakerelerin yürütülmesi elzemdir. Ancak ucu açık müzakere süreçlerinden de bir netice alınamadığı tecrübeyle sabittir. Başlayacak süreç esasen herkes için bir samimiyet testi olacaktır. Türkiye, her zaman olduğu gibi adada adil ve kalıcı bir barışın tesisi yönünde her türlü diplomatik süreci destekleyecek ve kardeş Kuzey Kıbrıs Türk halkı ile dayanışmasını en yüksek seviyede tutacaktır” dedi.

“Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığım süre zarfında en fazla önem verdiğim alanlardan biri de kardeş Türk Cumhuriyetleri ile ilişkiler olmuştur” diyen Gül, şunları kaydetti:

“Şüphesiz bu sürecin en önemli kazanımı Türk Konseyi’nin kurulmasıdır. Son 6 yılda Türk Cumhuriyetlerine gerçekleştirdiğim 19 ziyaret ise, ilişkilerimizin somut olarak hacim ve derinlik kazandığının bir göstergesidir. Bu ilişkileri gelecek nesillere güçlü bir şekilde taşımalıyız. Komşumuz Rusya Federasyonu ile yürüttüğümüz çok boyutlu ve kapsamlı ilişkilerin her geçen gün ilerlemesinden büyük memnuniyet duyuyorum. Bu yakın işbirliğinin bölgesel ve küresel meselelerde de sürdürülmesi ayrıca memnuniyet vericidir.”

“TÜRK DIŞ POLİTİKASININ SON 11 YILDA SERGİLEDİĞİ AKTİF ÇABA TÜRKİYE’Yİ GÜÇLÜ BİR ÜLKE HALİNE DÖNÜŞTÜRDÜ”

Gül, Türk dış politikasının son 11 yılda sergilediği aktif çabaların Türkiye’yi küresel ve bölgesel bağlantıları güçlü bir ülke haline dönüştürdüğünü belirterek, “Bu itibarla G-20’nin aktif bir üyesi olarak, dünyanın yükselen ekonomileri Çin, Hindistan, Brezilya ve Endonezya ile ilişkilerimize daha da ivme kazandırmamız gerektiğine inanıyorum. Aynı şekilde son yıllarda önemli neticeler aldığımız Afrika, Latin Amerika ve Pasifik ülkelerine açılım politikalarımızın sürdürülmesinde büyük fayda vardır. Son olarak, dünyada ve bölgemizde yaşanan dramatik gelişmelerin, ülkemizin kapsamlı savunma reformu ihtiyacını daha da belirginleştirdiğini dikkatinize getirmek isterim. Esasen talimatlarım doğrultusunda başlamış olan kapsamlı çalışmaların önemli olduğuna inanıyorum” şeklinde konuştu.

Konuşmasında dünyadaki ekonomik gelişmelerle ilgili de değerlendirmelerde bulunan Gül, 2008’de Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan, kısa süre içinde önce Avrupa’yı, daha sonra tüm dünyayı tesiri altına alan ekonomik krizin etkilerinin tam atlatılamadığını ifade etti. Gül, başta ABD olmak üzere gelişmiş piyasa ekonomilerinin kriz döneminde uyguladıkları parasal genişleme politikalarını değiştirme yönünde verdikleri sinyaller, aralarında Türkiye’nin de olduğu yükselen ekonomilerin kur ve faiz göstergelerinde bir dalgalanmaya yol açtığını kaydetti.

Ortaya çıkan bu şartların Türkiye’de de kur ve faiz hadlerinde dalgalanmaya sebep olduğunu söyleyen Gül, bu hareketlerin Türkiye’ye has bir durum olmadığını, diğer yükselen piyasalarla paralellik arz ettiğini ifade etti. Türkiye’nin makroekonomik temelleri son derece güçlü olduğunu vurgulayan Gül, “Başarıyla uygulanan ekonomik politikalar ve sağlanan mali disiplin sonucunda enflasyon ve faiz oranları tek hanelere inmiştir. Kamu borç stokumuz ve bütçe açıklarımız Maastricht kriterlerinin de altında seyretme başarısını göstermiştir. 2001 yılında yaklaşık yüzde 18 olan faiz harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı, 2012 yılında yüzde 3,5’a çekilmiştir. Bu da ülke kaynaklarının fiziki yatırımlara ve reel ekonomiye aktarılması imkanı tanımıştır. Kredi derecelendirme kuruluşları da bu olumlu tabloyu görerek geçtiğimiz dönemde ülkemizin notunu ‘yatırım yapılabilir ülke’ seviyesine yükseltmişlerdir. Nitekim, büyüme performansıyla ilgili son veriler de Türk ekonomisinin güçlü makro ekonomik temeller üzerinde yükselmeye devam ettiğini göstermektedir” diye konuştu.

“YAPISAL REFORMLAR SON DERECE HAYATİ KONUDUR”

“Önümüzdeki dönemde gelişmiş ülkelerde 2008 krizi sonrası başvurulan parasal genişleme politikalarının büyük ölçüde değiştirileceğine şahitlik edeceğiz” ifadesini kullanan Gül, konuşmasına şöyle devam etti:

“Söz konusu küresel ekonomik konjonktür, bizim gibi iç tasarruf oranları düşük ülkelerin büyümelerini finanse edebilmek için gerekli kaynağa erişimlerini zorlaştırabilir. Türk ekonomisi açısından bu yeni dönemin kayda değer etkileri olacağı aşikardır. Esasen ülkemizde artık kronikleşen düşük iç tasarruf oranı sorununu halletmemiz öncelik arz etmektedir. 1990’larda yüzde 23’ler civarında olan iç tasarruf oranımız, ilerleyen yıllarda düşmeye başlamış, son dönemde ise alınan tüm tedbirlere rağmen ancak yüzde 15’e yükseltilebilmiştir. Söz konusu düşük tasarruf oranı, sürdürülebilir bir büyüme performansı yakalamamızın önünde en önemli engellerden birini teşkil etmektedir. Dolayısıyla, büyümenin finansmanında bir taraftan iç tasarruf oranını arttırırken, diğer taraftan doğrudan dış yatırımlar ve toplam faktör verimliliğini arttırmamız elzemdir. Bu doğrultuda gerçekleştirilecek yapısal reformlar, her zaman dikkat çektiğim gibi, ülkemizin orta gelir tuzağına düşmemesi bakımından da son derece hayati bir konudur.”

“VERİMLİLİĞİN ARTTIRMANIN İLK ŞARTI EĞİTİM KALİTESİNİ YÜKSELTMEKTİR”

Bugünün küresel ekonomik rekabet şartları altında verimliliği arttırmanın ilk şartının eğitim kalitesini yükseltmek olduğuna dikkat çeken Gül, “OECD verilerine göre Türkiye’nin temel bilimler eğitimindeki performansı son sıralarda yer almaktadır. Hükümetimizin eğitime bütçeden en fazla payı ayırdığı, en büyük yatırımları yaptığı bir dönemde ortaya çıkan bu durum hala eğitim sistemimizde katledilmesi gereken mesafe olduğuna işaret etmektedir. Anadolu’yu ziyaretlerim sırasında pek çok üniversitede incelemelerde bulundum. Üniversitelere gerçekten muazzam kamu kaynağı sağlanmakta, bunlar yüksek standartta fiziki ve teknolojik altyapıyla donatılmaktadırlar. Dolayısıyla, üniversitelerimizden de eğitim ve bilimsel araştırma performansını aynı şekilde yükseltmelerini beklememiz toplum olarak en tabii hakkımızdır. Bilgi çağının gerektirdiği donanımlara sahip, özgüveni yüksek, araştırmacı, analitik düşünceye sahip bir neslin yetiştirilmesi, gelecekte ekonomik ve beşeri kalkınmamızın lokomotifi olacaktır” ifadelerini kullandı.

Verimliliği artırmanın ve rekabet üstünlüğünü sürdürmenin diğer önemli şartının ise, bilim, teknoloji ve yenilik politikalarına öncelik vermekten geçtiğini belirten Gül, bu politikaların artık bir beka meselesi olduğuna her vesileyle dikkat çektiğini dile getirdi. Araştırma-gelişme ve inovasyon faaliyetlerine son yıllarda sağlanan desteğin aratarak devam etmesinin bu bakımdan büyük önem taşıdığını söyleyen Gül, “Söz konusu faaliyetlerin özel sektör tarafından ticari ürün ve başarıya dönüştürülmesi, yeni büyüme politikamızın da temel dinamiği olmalıdır. Son 12 yılda ülkemizi işleyen bir piyasa ekonomisi yapmak için çok gayret sarf edildi. Bunu gerçekleştirmek için pek çok iktisadi ve hukuki köklü reformlar hayata geçirildi. Ülkemizde sağlanan siyasi istikrar süreklilik arz eden önemli ekonomik başarılara tahvil edildi. Yapılan reformlar sayesinde yerli-yabancı ayrımı gözetmeden tüm girişimcilere dostça davranan bir ekonomi olduğumuz algısı tüm dünyada yerleşti. Ülke olarak bunun meyvelerini doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve ucuz maliyetli fon girişleriyle aldık. Önümüzdeki dönemde de bu kazanımlarımızın ve dünya piyasalarındaki müspet algımızın aşınmasına izin vermemeliyiz. Hem yabancı yatırımcıyı, hem de kendi ülkemizdeki müteşebbisi rahat ve güvenli hissettirecek ortamı her zaman muhafaza etmeliyiz” şeklinde konuştu.

“EKONOMİK BÜYÜMENİN ORTAYA ÇIKARDIĞI REFAH ARTIŞININ ADİL DAĞITILMASI ÖNEMLİDİR”

Bir ülkenin ekonomik büyümesinin tek başına toplumsal huzur ve barışın teminatı olamayacağını kaydeden Gül, “Dolayısıyla, ekonomik büyümenin ortaya çıkardığı refah artışının da adil dağıtılması önemlidir. Bu bağlamda, ülkemizdeki gelir dağılımını düzeltici sosyal politikaların devamında büyük yarar vardır. Bu çerçevede, en önemli araçlardan biri olan kentsel dönüşüm projelerinin çevre, şehir estetiği ve sosyal intibak kriterleri de dikkate alınarak uygulanması elzemdir. Nihayet, kadınların başta siyaset ve ekonomi olmak üzere toplum hayatımızın tüm alanlarına aktif katılımlarının sağlanması, beşeri kalkınmamızın anahtarı olacaktır. Bu konuda yaşanan sorunların çözümü de memleketimizin öncelikleri arasında yer almalıdır” ifadelerini kullandı.

Bu yıl 29 Ekim’de Cumhuriyetin 90. yıldönümünün kutlanacağını söyleyen Gül, şunları kaydetti:

“Tüm halkımızla birlikte Cumhuriyetimizin bu süre zarfında elde ettiği kazanımlardan gurur duyuyorum. Bugün ekonomisiyle, demokrasisiyle ve ordusuyla güçlü bir ülke olarak tüm dünyada saygın bir yere sahibiz. Şimdiye kadar olan kazanımlarımızın üzerine daha büyüklerini inşa ederek yolumuza azimle devam edeceğimizden de hiç şüphem yoktur. Bu, seçildiğim görev süresi içerisinde benim son yasama yılını açış konuşmam. Cumhuriyetin 27. yıldönümünde doğmuş ve onun en önemli erdemlerinden biri olan fırsat eşitliğinden yararlanmış bir Türk vatandaşı olarak milletimizin bana lütfettiği Cumhurbaşkanlığı görevini layıkıyla yerine getirmeye çalıştım. Geride bıraktığımız altı yıl içerisinde doğru bildiklerimi söylemeye, hatırlatmaya ve yapmaya gayret ettim. Rehberim, Anayasamız, inançlarım ve vicdanım oldu. Hayatım boyunca, halka hizmeti Hakk’a hizmet bilerek, yüce milletimizin hizmetinden hiç ayrılmadım. Bundan sonra da bu anlayış ve şuurla milletimizin hizmetinde olmaya devam edeceğim. Sözlerime son verirken, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere yüce Meclis’in ebediyete intikal etmiş tüm üyelerini ve bütün şehitlerimizi bir kez daha rahmetle yad ediyor ve yeni yasama yılının Milletimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.” 

UYARI: Sitemizde çoğunlukla muhabir arkadaşlarımızın imzalarıyla ya da mensubu oldukları basın kuruluşları kaynak belirtilerek yayınlanan üstteki haber benzeri araştırmalar, haberler, röportajlar, maalesef “emek hırsızı” –özellikle de biri sürekli olmak üzere- sözde bazı internet yayıncıları tarafından, ya aynen ya da küçük bazı değişiklikler yapılarak, kendi özel araştırmaları ya da haberleriymiş gibi kendi yayın organlarında yayınlanabilmektedir. Haber kaynağıyla ya da araştırmasıyla, istihbaratıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece gerçek gazetecilerin ‘kamuoyunun bilgisine sunulmuş’ emeğinin üzerine ‘çöküp’, gazetecilik- habercilik yaptıklarını zanneden ve böylece kamuoyunu da aldatanların bulunduğuna bir kez daha dikkat çekerken, söz konusu unsurları da ‘gerçek gazetecilerin emeğini çalmamaları’ konusunda uyarıyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız