SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Orhan Alkaya

Sevgi Kuşu Uçtu Gitti

Sevgi Kuşu Uçtu Gitti
A- A+ PAYLAŞ

Yaşlıların Ednan Begi, çocukların, gençlerin Adnan Amcası, benim de ta çocukluğumdan beri belleğimin en renkli köşesinde yer almış, Adnan abim: Adnan Işık..       

Orhan ALKAYA oalkaya44@hotmail.com

Malatya, yaklaşık iki ay önce, değerli, renkli ve vefalı bir dostunu daha kaybetti.

Yaşlıların Ednan Begi, çocukların, gençlerin Adnan Amcası, benim de ta çocukluğumdan beri belleğimin en renkli köşesinde yer almış, Adnan abim: Adnan Işık.

Adnan Işık, 88 yıldır içinde büyütüp beslediği sevgi kuşunu uçurup giderken onu tanıyan herkesin yüreğine sıcak bir gülümseyişin anısını bırakıp da öyle gitti.

1960’ların Malatya’sında çocukluğumuzun küçük dünyasında büyümeye çalışırken yaşamımıza, o geniş ve zengin dünyasından her zaman yeni heyecanlar, yeni renkler, yeni boyutlar taşıyarak yaşamımıza dokundu.

Çocukluğumuzun 5-6’lı yaşlarında ilk kez fotoğraf makinası ile tanıştırarak küçüklüğümüzün en güzel fotoğraflarını çekti -ki yıllar sonrada benim çocuklarımın da en güzel fotoğraflarını çekecekti -.

İlk gençlik yıllarımızla beraber, bu kez kitaplar, dergiler hediye ederek, bizi bilgi ve edebiyat dünyasının aydınlık yolu ile tanıştırdı. Lise yıllarımızda ise yeni çıkan plaklarla buluşturup müziğin engin dünyasının kapılarını araladı. Sonraki yıllarda yaşamımızın her evresinde bize, yakınlarına, arkadaşlarına ve tanıdığı herkese dostluk, vefa, sevgi duygularını aşılayıp durdu..

Malatya’ya her gelişinde ziyaret edilecek büyükler, hastalar, aranacak arkadaşlar, yapılacak taziye ve mezar ziyaretlerinin listesiyle dolu not defteri cebinde, zengin - yoksul büyük - küçük, uzak- yakın demeden yakınları ve tanıdıklarının gönlünü aldı, sohbetleri ile unutulmaz hatıraların biriktirilmesine vesile oldu.

Adnan Işık, 1932 yılında mütevazı bir yaşam süren bir anne ve babanın ilk çocuğu olarak Malatya’da dünyaya geldi. Annesi “Çağam seni turfanda mişmiş zamanı doğurdum” diye tarihe not düşerdi.

İlk gençlik yıllarında oluşan edebiyat merakı ile öyküler yazmaya başlarken, bir yandan da Malatya Gençlik takımında futbol oynuyordu.

Gençliğinde filiz veren edebiyat ve futbol tutkusu onun sonraki yıllarındaki sosyal ve kültürel yaşamının boyutlarını da belirlemişti diyebiliriz. Edebiyat tutkusu, üniversite yıllarında dönemin önemli edebiyatçıları ile tanışmasını sağladı. Bunların arasında Bülent Ecevit, Ülkü Tamer, Onat Kutlar, Kemal Özer, Doğan Hızlan, Edip Cansever, Hilmi Yavuz ‘u sayabiliriz. O dönemlerde yayımlanan Pazar Postası ve A dergilerinde öyküleri yayınlandı.

Futbola sevgisi ve sıkı Galatasaray taraftarlığı yaşamı boyunca devam etti. Galatasaray camiasının sevilen bir üyesi olarak Divan Kurulu üyeliğine kadar yükseldi. Bir kültür insanı ve futbol tutkunu kimliği ile Galatasaray’ın 8860 Sicil Numaralı Divan Kurulu Üyesi olarak Galatasaray dergisi yayın kurulunda ve Galatasaray müze müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu.

Çalışma hayatının büyük bir bölümü, dönemin en görkemli kuruluşlarından biri olan Sümerbank Fabrikaları’nın mali işlerinin yöneticiliği ile geçti.

İş yaşamı boyunca hep akçeli işlerin yöneticiliğini yapmasına rağmen, saygın ve onurlu duruşunu şık bir elbise gibi ölünceye kadar üzerinde taşıdı.

Yaşamı bir devlet maaşının imkânları içeresinde geçmesine karşın, sosyal hayatı çok zengin ve oldukça renkliydi. Sıcak ve samimi kişiliği, kültürel birikimi sayesinde sayısız dostlar edindi. Edebiyat, spor ve sinema dünyasını izlemeyi hiç bir zaman bırakmadı. Bulunduğu her ortamda çağdaş Malatyalı kimliği ile tanındı, sevildi ve saygı gördü.

Malatyaspor’un şimdiki Süper Lig’in muadili olan 1. lige çıkarak büyük başarı kazandığı yıllarda Milliyet gazetesinde kaleme aldığı “Çaput Toptan, Meşin Yuvarlağa” başlıklı yazı dizisi büyük yankı uyandırdı.

Yine Malatya Eğitim Vakfı dergisinin yayın yönetmenliğini yapmanın yanı sıra Malatya tarihinin renkli simaları için toplumsal bellek açısından önem taşıyan yazılar yazdı.

Derken Turgut Özal dönemi başlamıştı. Sakin ve yalın yaşayan ülke ve Malatya bir anda hızlı bir yaşama evrilmişti. Artık her şey hızlanmıştı. Ekonomideki yeni dönemin ve teknolojik yenilenmenin etkisiyle kent yaşamı da değişmeye başlamış yeni yollar ve binalar yapılmış yeni iş imkânları doğmuş, herkesin bu değişimin kıyısında köşesinden tutarak nasiplenmeye çalıştığı bir koşuşturma başlamıştı.

İş ve devlet hayatında Malatyalı olmanın moda olduğu, dolayısı ile sadece nüfus cüzdanında Malatya yazanların bile devlet kapılarına kapaklandığı bir zaman yaşanıyordu.

Onun gölgesinde kuytuya yatanların bir anda yıldızları parlarken, Malatya aşığı Adnan Işık’ın talihine ise 60 yaşından sonra Kars’a tayin olmak çıkmıştı.

Para, pul, menfaat, şöhret, reklam, satış gibi kavramların at başı koşturduğu yeni bir dönem başlamıştı. Fakat O, bu yeni hayata ayak uyduramamıştı.

Bir süre sonra sessiz sedasız emekli olarak İstanbul’a yerleşti.

Bu dönemde yayınladığı Malatya şiiri yurt içinde ve yurt dışında yaşayan Malatyalılar tarafından büyük bir ilgi, coşku, hüzünle ile karşılandı. Şiir yüzbinlerce insanın doğup büyüdüğü kentin fiziki ve sosyal kültürel yaşamının yok oluşunu ve yenisinin doğuşunu lirik bir dille anlatıyordu.

O zamanların Kernek Göl Gazinosu’nda Turgut Özal’ın da bulunduğu bir Kayısı Şenliği’nde, Adnan Işık’ın bu efsane şiiri okunduğu zaman, şehirleri geleneksel kimliğinden koparan süreci başlatan değişimin mimarı Turgut Özal’ın bile gözlerinin dolduğu söylenirdi

Uzun süredir üzerinde çalıştığı Malatya tarihi üzerine olan çalışmalarını hızlandırdı ve Osmanlıca salnameleri ve belgeleri Türkçeye çevirmek için altmışından sonra Osmanlıcayı öğrendi. İstanbul’da, Devlet Arşivlerini ve Devlet Kütüphanelerini mesken tutarak Malatya tarihine ait gün yüzüne çıkmamış belgeleri günışığına çıkardı.

Nihayet 1998 yılında maddi imkânsızlıklarına rağmen, kendi olanakları ile 1830 - 1919 arasını kapsayan Malatya Tarihi kitabının birinci cildini hazırladı ve yayınladı.

Yeterli yetersiz herkesin kendisini allayıp pullayıp devlet olanaklarını arkasına alıp “yürü ya kulum” dediği bir dönemde o çantasına koyduğu kitabını tek başına kapı kapı dolaşıp tanıtmaya ve satmaya çalıştı.

Kamu kurumlarını okulları, kütüphaneleri yıllarca dolaştı. Kitap kamuoyunda ilgi ve saygınlıkla karşılandı. Malatya’nın tarihsel belleği ve kadim dostu Celal Yalvaç, kitabı şimdiye kadar “Malatya tarihi üzerine yazılmış en kapsamlı ve ciddi bir eser “olarak niteledi. Ancak bilim, sanat ve kültürün bir kenara bırakılıp popülizmin, magazinin ve gösterişli hayatların revaçta olduğu bir zamandı. Bu nedenle kitaba sahip çıkması gereken bazı kamu kurumlarının ve kişilerin kitaba kayıtsız kalması, artık onun sıcak gülüşüne bir acı tebessüm de eklemeye başlamıştı.

Adnan Işık'ın çocukluğundan itibaren kişisel ve kültürel hayatında sinema önemli yer almıştı. Bu sevda onu Malatya sinema tarihini araştırmaya ve yazmaya yönlendirdi. Özellikle Malatya ‘da ilk film gösterimi ile ilgili bilgilere ulaştığında bir çocuk sevinci ile bizlerle paylaştığını anımsıyorum.

Malatya film festivalinin düzenlenmeye başlaması onun için bir sevinç kaynağı olmuştu. Bu vesile ile memleketi Malatya’ya geliyor ve sevdikleri ile hasret gideriyordu.

Yıllardır araştırdığı Malatya sinema tarihini yazmaya daha da istekli çalışıyordu. Ancak festival komiteleri, bazı yıllar “daha renkli ve önemli zatlar”ın varlığı nedeni ile Adnan Işık’ı davetli listesine almayı unutuyor veya son anda hatırlıyordu.

Yeri gelmişken hüzünlü bir anıyı paylaşmak istiyorum: Yine bir film festivali zamanı açılışa geleceğini söylemişti. Bir devlet misafirhanesinde yer ayrıldığını bu nedenle ilk bir kaç gün bize gelemeyeceğini bildirmişti. Fakat açılış günü hava kararmaya yakın telefonum çaldı arayan Adnan Abi idi. Malatya’da olduğunu, gelen konuklar için lüks otellerin kapatılmış olduğunu, kendisi için yer ayrılan misafirhanede bile yer verilmediğini bu nedenle gelip kendisini almamı istiyordu. Onun için üzünçlü benim için sevinçli bir akşamdı; bahçede sofrayı kurmuş bir yandan vakt-i kerahet eylerken bir yandan da televizyondan film festivalinin açılış haberini izliyoruz. Ekranda festivalin onur konuğu bir manken ve artistin oldukça dekolte giysisi ile uçaktan inişi gösteriliyordu. Kırmızı halılar seriliyor, memleketimizin ‘önemli insanları’ ve kalabalık bir insan topluluğu gelenleri karşılıyor, çiçekler takdim ediliyor, kameralar görüntü almak için itişip kalkışıyorlardı.

Ben, usulca ve çekinerek, “Adnan Abi sen şimdi belki sana yapılan vefasızlığa üzülüyorsun ama asri zamanların kültür ve sanatı da böyle oluyor” diye teselli etmiştim.

Onun sinema sevdası, emekliliğinde yerleştiği İstanbul’da iyice alevlenmişti. Sinema ile ilgili etkinlikleri ve festivalleri daha yakından izliyor, bu arada renkli anılara imza atıyordu. Yaklaşık on yıl kadar önce İstanbul Kültür Sanat Vakfının her yıl düzenlediği Uluslararası İstanbul Sinema Festivalinin açılış galasında izlemek istediği filme bilet bulamayınca o samimi ve sıcak tavrı ile oracıkta “Amcaya bir bilet” diye bir pankart yazıp, girişte beklemeye başlayınca bir anda protokolün davetlilerin ve medyanın ilgisini çekerek açılışın sembolü haline gelecekti. Bu görüntü bir anda medyanın ve festivalin Web sitesin açılış sayfasını süsleyecekti. Bundan sonra Beyoğlu’nun tüm sinemalarının ve kültür mekânlarının sevimli Adnan Amcası olarak sevgi ve ilgi görecekti. Bir başka defa, Beyoğlu’ndaki tarihi Emek Sineması’nın yıkılıp AVM yapılmasına karşı yapılan gösteride, bir ucunu dünyanın ünlü yönetmenlerinden Costa – Gavras’ın tuttuğu pankartın diğer ucunu da kendisi tutup en öne geçtiğinde yaşı sekseni bulmuştu. Kendi memleketinde tatlı sularda yüzen türedi kültür adamlarınca yok sayılan Adnan Işık’ı, Galatasaray camiası ve dönemin başkanı Alp Yalman, divan üyesi olarak bağrına basacak bir yandan da Galatasaray Müzesi’nde müdür yardımcılığı ve Galatasaray Dergisi yayın kurulunda görev yapacaktı.

Daha önce 1830 - 1919 yıllarını yazdığı Malatya Tarihi’nin Cumhuriyet sonrası dönemini de yazmak için gerekli araştırmaları yapmış, bin bir emekle elde ettiği, çevirisini yaptığı belgeleri tasnif etmiş, ancak kitap haline getirebilmek için gerekli ilgi ve desteği görememişti. O, hayatının hiçbir döneminde kişisel bir çıkar için muktedirlere el açmadı ya da boyun eğmedi. Bu nedenle, yaptığı çalışmaları ve belgeleri memleketinin kültür hayatına bir katkı olsun diye isteyen herkesle paylaştı; arşivini herkesin ve memleketin faydasına sundu.

Kültür ve sanatı, yaşamının merkezine oturtarak geçirdiği emeklilik yıllarında büyük aşkı Malatya ile gönül bağını hiçbir zaman koparmadı.

İstanbul’da akranları ve arkadaşları ile düzenlenen Salı Toplantılarında memleketinin değerli simaları ile bir araya gelerek memleket sevgisini terennüm etti.

Her yıl bir grup arkadaşı ile Malatya’yı ziyaret ederek, burada yaşayan yarenleri ve arkadaşları ile hasret giderdi.

Bu ziyaretlerde, hatıralar tazelendi; kadim dostu Celal Yalvaç ile yeni bilgiler paylaşıldı; tadına doyulmaz sohbetlerde saatlerin nalı kıp geçtiğinin bile farkına varılmadı… Malatyahaber. com ofisine yapılan daimi ziyaretlerde, bitmeyen anılar paylaşıldı; sitede yayınlanacak yeni yazılar üzerine fikir alışverişinde bulunuldu. Akşamları ise arkadaşları ve yakınları ile kayısı bahçelerinin serinliğinde eşsiz sohbetlerin, renkli anıların paylaşıldığı sofralar kuruldu.

Hangi koşullarda olursa olsun, yaşama sevincinden ve sosyal hayattan kopmadan yaşayan Adnan Işık, sürekli üreten her zaman devinen bir yaşam sürdü.

Son yıllarında Milli Olimpiyat Komitesi’nde görev aldı. Özellikle Osmanlıca belgeleri günışığına çıkarıp, günümüz alfabesine ve Türkçesine kazandırmanın çabası içinde oldu.

Hiç bir çıkar ve menfaat kaygısı gütmeden hayatı amatörce yaşadı.

Maddi olarak belki zengin bir yaşam sürmedi ama sosyal ve kültürel zenginlik, renklilik ve derinlikle dolu yaşamı, bir gül gibi yakasında taşıdı.

İçindeki çocuğu hiç öldürmedi; o çocuğu hep yaşattı.

Yüreğinde beslediği sevgi kuşunu hep yükseklerde uçurdu.

Nihayet bir gün, o sevgi kuşu, yalın ve yavaş zamanların memleket özlemini geride bırakarak sonsuzluğa kanat çırptı; uçtu ve gitti.  Işıklar içinde uyu Adnan Abimiz…

MALATYA

Şimdi nerde o şehir, o yeşillik, o bahçe? Gölgelere aşina ergi bürgü sokaklar Hani nerde Gaysıya “mişmiş” diyen ihtiyar? “Samud”“Anuh” nerede? Şimdi nerde o lehçe?

Yeşildi memleketim, her mevsim perde perde, “Güz’ nerede? “Bıldır” dan gar kalırdı kuyuda, “Hayfene” unutuldu, nerde “pıtpıt”“marhuta”? “Pilo”“küfte” nerede? “Bibi”“ami” nerede?

Suya dökülen dallar, dere nerde ah şimdi Binbir çeşit güllerle “havlu” nerede kaldı? Suyu çeken çıyrığın sesi mazide kaldı Kuzu meler, kuş öter, nerde o bağlar şimdi?

Asfalt yol, beton evler, araba binbir çeşit Nerde “payton” nerde at, bulgur’a dam nerede? Ruhumuz serinlerdi, değirmanlar nerede? Söyleyen beri gelsin, Mısri’den iki beyit.

Düzen bitişik imiş gata verdik arsayı, Parsayı eller aldı, sıkıştık iki göze Dorğusundan vazgeçtik, hasretim ergi söze, Kıbti soylu kesilmiş ara, “beğ”nen ağayı.

Kurnada “kol gibi su”, nerde hamam “halveti” Sıhhi banyolar çıktı, kürün külhan nerede? Kınalıydı koyunlar, “Masad” kurban nerede? Nerde diz boyu gar’ın, yağmurun bereketi?

Mecidiye hesabı saf gümüştendi para, Hani nacar, hani köşger, ganere nerde kaldı? Dorğu dartan satıcı, ayda yıldızda galdı, Nerde “Şeytan pazarı”, gabaralı gundura?

O bizim dünyamızdı bu da sizin dünyanız “Hasan dayı” nerede, “Hadce bacı” nerede? Kaçak tütün nerede, kavlı çakmak nerede? Bizimki bize kalsın, sizin olsun dünyanız.

“Sarı kurdelem sarı” kırık plakta kaldı. “Komşu komşuya muhtaç” o da kitabda kaldı. Bekle Adnan’ım bekle, Mihr-i varak’tan vefa, Nerde dost, nerde yaran, ihvan nerede kaldı,

_______________________

FOTOĞRAFLAR: Orhan ALKAYA- Tahsin AYDOĞMUŞ (son 2 fotoğraf)

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

8 yorum yapılmış

  • Yaşar Gündüz (1 yıl önce)
    Çok güzel anlaşılır bir yazı olmuş tebrikler. Bende kısa bir zaman içinde rahmetliyi tanıdım kitabını aldım. Kitaplığımda hala,Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun.
    0
    0
    Yanıtla
  • Muharrem İnan (3 yıl önce)
    Ellerinize sağlık.Adnan beyle çalıştığım kütüphanene de tanışmıştık.Malatya tarihi ile ilgili araştırma yaptığını öğrenince kendisine ilgim artmış istediği kaynaklara daha hızlı ulaşmasını sağlamış idim. Gerçek bir beyefendi kişiliği vardı.Allah rahmet etsin.
    0
    0
    Yanıtla
  • orhan tuğrulca (3 yıl önce)
    Elinize sağlık Orhan bey, güzel ve akıcı. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun Adnan ağabeyin,
    0
    0
    Yanıtla
  • Batu (3 yıl önce)
    Eline sağlık Orhan... Çok teşekkür ederim...
    0
    0
    Yanıtla
  • Nezir Kızılkaya (3 yıl önce)
    Kültür, kişilerin dolayısı ile de toplumların düşünce ve davranışlarını şekillendiren bir olgudur. Kültürün sosyalleştiren, toplumsal birliği sağlayan yanı da en güçlü özelliğidir. Küreselleşmenin etkilerinin her geçen gün arttığı günümüzde ulusal ve yerel kültürün korunma sorumluluğu her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır. Bu açıdan hem merkezi yönetime hem de yerel yönetimlere önemli görevler düşmektedir. Özellikle kültür kavramının temel yapısını oluşturan yerel kültürün korunması için gerekli tedbirlerin etkin olarak uygulanması gerekmektedir. Anayasamız, Sanatın ve Sanatçının Korunması başlığı altında yer alan 64. Maddede “Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.” hükmü ile bu görevi kamu kurum ve kuruluşlarına vermiştir. Yerel araştırmacı ve sanatçıların desteklenmesi, gelişmesi için yapılacak çalışmalar da ancak kurumsal destekler ile başarılı olur. Bu anlamda merkezi idarenin çok fazla etkin olamayacağı açık olan bu destekler için en uygun kurumsal örgütler, belediyelerdir. Kültürel hizmetlerin Kültür Bakanlığı tarafından merkezi olarak yürütülmesi, yerel kültürün yeterince destek görememesine neden olduğundan, yerel yönetimlerin bu alandaki desteğinin önemi bir kat daha artmaktadır. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin Görev ve Sorumlulukları” başlıklı 14. Maddesi “Kültür ve Sanat” hizmetlerinin yerine getirilmesini belediyelerin temel görev alanlarının içerisinde saymıştır. Yine aynı yasanın belediyelerin giderlerini düzenleyen 60. Maddesinin n bendi “Sosyo-kültürel, sanatsal ve bilimsel etkinlikler için yapılan giderler” düzenlemesi ile bu alanlarda harcama yapma olanağı da tanımıştır. Devletin en büyük kütüphanelerinin bile ihtiyaç duyulan belge ve bilgiyi para ile sattığı bir ortamda yerel araştırmacılar kısıtlı imkânları ile çalışmalarını sürdürmekte zorlanmaktadır. İşin en ilginç yanı ise hiçbir kurumsal destek alamayan bu yerel araştırmacılardan, kurumlar ve yerel yönetimlerin, ihtiyaç duydukları bilgileri hiçbir karşılık ödemeden istemeyi ve almayı kendileri için bir hak olarak görmeleridir. Tüm bu kurallar ve gelişmeler çok sevdiğim “Adnan Abi” için de geçerli olmuş ve bu kent için hayati öneme sahip araştırmaları için emekli maaşının dışında bir kaynak kullanma imkânına kavuşamamıştır. Özellikle geçmiş dönemlerde 20 dakikalık konuşmaları için yerel yönetimler tarafından krallar gibi ağırlanan zatlara gösterilen ilginin küçük bir zerresinin bile, bu kent için neredeyse ömrünü vermiş Adnan Abi için gösterilememiş olması bugün daha fazla içimizi acıtmaktadır. Bir kentin yazarları, kent kültürünün vazgeçilmez yapıtaşlarıdır. Kendi özgün yazarlarını, sanatçılarını unutulmaya terk eden toplumlar, yabancı kültürlerin rüzgârları önünde savrulmaya mahkûm olurlar. Bugün kültüründen kopuk, benliğinden uzak, genç kuşaklardan şikâyet ederken yaşanılan da aslında tam olarak budur.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Teşekkür ederim...
    0
    0
    Yanıtla
  • Nuri (3 yıl önce)
    Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun güzel insan.
    0
    0
    Yanıtla
  • Gezgin (3 yıl önce)
    Duygulanmamak elde degil insanin icinde haykirsada degisen dunya duzeni gelirmi eskisi gelmez cocuk babaya el olmus akraba kaybolmus bu dunyanin duzeni bozulmus yaşlisi yulsek yulsek binalarda artik dısari bakipta kim geliyo ziyaretime onuda gormez olmus bizden sonra nolur bilmem ama belki bir kuru ekmege bir tavada 20 kisi pilavla doymus yinede sukur edip mutlu olmus simdi her sofrada 40 cesit dolmus nimet bile begenilmez olmus
    0
    0
    Yanıtla

Orhan Alkaya yazıları