SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

Yaşar Duran ve Hatırlattıkları

Yaşar Duran ve Hatırlattıkları
A- A+ PAYLAŞ

..Yaşar Duran, Malatya futbol tarihinin en görkemli günlerinde 2 sezon kaleyi korumuştu. 1987-88’de lig üçüncüsü olan takımın da kalecisiydi. Yaşar'ı maçlarda.. 

Bülent KORKMAZ

korkmazbulent@gmail.com

18 Nisan 2021 günü sitemizde İhlas Haber Ajansının geçtiği bir haber yayınlandı. 1980 ve 90’larda Gaziantepspor, Fenerbahçe, Malatyaspor, Sarıyer ile milli takımda kalecilik yapmış, bugün antrenör olarak mesleğine devam eden, Yaşar Duran’la bir röportaj yapılmıştı. Duran’ın söyledikleri bizi yıllar öncesine götürdü.

Malatyaspor’a ilişkin söylediklerinin yanı sıra, kaleciyken pek bilindiğini sanmadığım bir “özelliğinden” yola çıkarak, ona ve futbolun seyrine dair bir şeyler karalamaya çalıştım.

Öncelikle okumayanlar için haberin linkini şuraya bırakalım: https://malatyahaber.com/haber/389603/

Yaşar, Malatya futbol tarihinin en görkemli günlerinde 2 sezon kaleyi korumuştu.  1987-88’de lig üçüncüsü olan takımın da kalecisiydi. Yaşar Duran’ı maçlarda, antrenmanlarda defalarca izledim. İş ilişkisi çerçevesinde birçok defa görüşmüşüzdür. Alçakgönüllü, kendi halinde, işine odaklanan, güler yüzlü bir insan olarak hatırlıyorum.

Bugün 65 yaşına gelmiş Duran’la ara sıra röportajlar yapılıyor; televizyona çıkarılıyor. Sanki başka bir mevzu yokmuş, bir de o malum ibare (kova) kullanılmasa haber veya yayın izlenmeyecekmiş gibi, laf dönüp dolaşıp, İngiltere’den yediği 8 gole getiriliyor.

Duran vakası bir yana, genel olarak, insanlarla alay edilmesinden, dalga geçilmesinden veya elinde olmayan bir kusurundan ötürü o şahsın küçümsenmesinden hoşlanmayan gillerdenim. Bu tür tavır etik olmadığı gibi, birçok durumda, arka planda yatan asıl sorunu veya sorunları gözden kaçırır.

“Yaşar Duran-İngiltere meselesinde” tam olarak böyle bir durum var ve Duran günah keçisi yapılarak o günkü Türk futbolunun seviyesinin gözden kaçtığını/kaçırıldığını düşünüyorum sayın seyirciler, bilhassa gençler ve o günleri unutmuş olabilecek 50/60/70+ yaş baremindeki muhterem futbolseverler.

Milli takımlar düzeyinde 2002’ye kadar sadece 1954 Dünya Kupasına katılabilmiştik (başka da katılmışlığımız yok zaten). 60’larda Göztepe’nin Fuar Şehirleri Kupasında yarı final, Kupa Galiplerinde çeyrek final oynaması haricinde elle tutulur bir kulüp başarısı da elde edememiştik. Avrupa arenasında saman alevi galibiyetlerden (Fenerbahçe’nin Manchester City, Trabzonspor’un Liverpool’u yenmesi gibi) başka hatırlamaya değer karşılaşmalar oynayamamıştık. Milli Takım arada bir Arnavutluk, Galler, Lüksemburg’u yenince mutlu oluyorduk. İstanbullular ön elemede en fazla bir Yunan, Fin, İsveç takımını geçebiliyordu. Golsüz biten bir Batı Almanya maçında Cemil Turan’ın kaleciyle karşı karşıya kalıp golü atamadığı bir pozisyonla bile gururlanmıştık. Dönemin popüler dergisi Gırgır bu pozisyona karikatür bile çizmişti; varın gerisini düşünün! 1983’te Galatasaray’ın sahasında 4-2 kaybettiği maçın rövanşında Austria Wien’i 1-0 yenmesi manşetlerden inmemişti. Macaristan’ı özel maçta 3-1 yendiğimiz maçın tarihini Google çıkmadan önce bile ezbere bilirdim: 19 Şubat 1956.

Anlayacağınız, bir gün görmedik gençler! ‘Fakir ama gururlu genç’ formatında şerefli yenilgilerle idare ediyorduk.

Türk futbolunun karanlık çağı denebilecek böyle bir “konjonktürde” Yaşar Duran İngiltere’ye karşı kalede durma talihsizliğini yaşayacaktı. “Duran” sadece o değil, takımın tamamıydı; gücümüz bu kadardı.

Zaman makinesi diye bir şey olup, ileriye giderek, döneminin en iyi kalecileri diyebileceğimiz Iker Casillas, Manuel Neuer, Gianluigi Buffon’u getirip kalemize koysak da, değişen pek bir şey olmazdı. Ülkece sekiz sıfırlıktık.

Elbette her kaleci gibi Yaşar Duran da hatalı goller yedi. Ama bu şu gerçeği değiştirmez: Duran, oynadığı dönemin en iyi kalecilerinden biriydi. İyi kaleci olmazsa onca yıl Fenerbahçe, Malatyaspor, Sarıyer gibi takımlarda, en önemlisi (A) milli takımda kale teslim edilir miydi? Torpille gelmedi oralara; kalecilik kalitesi ve kalibresiyle teslim aldı file bekçiliğini.

Malatya’da ise futbol hayatının en iyi dönemlerinden birini yaşadığını düşünüyorum. Bir takımda kalecinin takımına verdiği güven performansını doğrudan etkiler. Sadece savunma oyuncuları değil, orta alan ve uçta oyuncuları da, kalecisine güveniyorsa, daha rahat, verimli ve farklı oynar. Yaşar, takım arkadaşlarına bu güveni fazlasıyla veriyordu. Bilhassa rakiple karşı karşıya kaldığı pozisyonlarda çok başarılıydı. Zamanlamayı iyi yapar, rakibin açısını kapatır veya onu zor bir açıya top taşımaya sürükler, fizik üstünlüğünü de kullanarak atağın gol olmasını engellerdi. Malatyaspor’dan ayrıldıktan sonra gittiği Sarıyer’de de böyle çok maç çıkardı diye hatırlıyorum.

“Forvet” Kaleci

Duran, röportajın bir yerinde, birçoğuna “garip” gelecek önemli bir cümle kurmuş. Fenerbahçe kalecisi Altay Bayındır’a hitaben “ayakların zayıfsa ona çalışacaksın. Antrenmanlarda forvet oynayacaksın” dediği bölümü kast ediyorum. Tanıklığımdan yola çıkarak, ne demek istediğini açıklayayım.

Duran, Altay’a, futbolcuyken kendisinin yaptığı şeyi tavsiye ediyor aslında…

Duran, Malatyaspor antrenmanlarında sık sık forvet oynardı. Özellikle yarım sahada yapılan çift kale maçta golcü Oktay Çevik’le aynı takıma geçer, rakip kalede gol arar ve atardı da. Bu ikili ileride, inanın, karşı tarafa “zar ağlatır”, top göstermezdi. Malatyaspor taraftarının, havada bir dakika duruyor, dediği Oktay’la, “kafa voleybolu” diyebileceğimiz “atraksiyonları” halen gözümün önündedir.

Üstelik Yaşar’ın futbol oynadığı yıllarda, bir oyuncu kendi kalecisine ayağıyla bilerek pas vermişse kaleci topu eline alabilirdi. Yani ayak bileklerini geliştirmesine çok da gerek yoktu diye düşünülebilirdi ama Yaşar eylemiyle aksi fikirde olduğunu gösteriyordu.

Kalecilerin bu avantajı kullanıp, zamandan aşırı çalmaları kabak tadı verince, 1992 Avrupa Şampiyonasının ardından kuralda değişikliğe gidildi ve bir oyuncu kalecisine ayağıyla bilerek pas vermişse kalecinin topu eline alması yasaklandı. Bu değişiklik kalecilerin ayak hâkimiyetinin artmasını zorunlu kıldı.

Bu kuralın nasıl uygulanacağına dair Türkiye Futbol Federasyonu hakemlere yönelik bölgesel seminerler düzenlemiş, bunlardan birine katılmıştım. Sivrice’deki seminerde hakem hocası Adana bölgesinden Mahmut Çetiner, bir hakemin kuralın getireceği problemlere yönelik sorusu üzerine, “kuralların daha nasıl değişeceğini bilemezsiniz. Belki bir gün, kaleci topa elle müdahale etmesin diyecekler” babından bir cümle kurmuştu. Elbette kalecinin topu eline alamaması gibi bir kural değişikliği ufukta gözükmüyor; hiçbir zaman olmaması da mümkün ama öyle şeyler değişti ki, geleceğin ne getireceğini bilemeyebiliriz. Her değişmede Çetiner’in bu lafı kulağımda çınlar.

Kaleciye bilerek verilen pası eline alamaması kuralına ek olarak sarı ve kırmızı kartların çok daha kolay çıkarılmaya başlanması, farklı etmenlerle birlikte, önce üst düzey takımlarda teknik becerisi daha yüksek savunma oyuncuları belirmeye başladı. Elbette önceden de vardı ama eskiden savunmacıdan beklenen “top taca vurulmuşsa görev tamamlanmıştır” (Branko Stankoviç dedi diye duydum ama ispatlayamam) idi. Malatya ölçeğinde bu “gelenek”, şimdiki hastanenin yerinde bulunan Şeker Stadında oynanan maçlarda, savunma sıkışmışsa veya son dakikalarda zamandan çalmak elzemse, bek ve stoperlere kenardan “tudluğa vur; tudluğa vur” diye bağırılması şeklindeydi. İstasyon yönündeki Dutluk uzaktı ve tek topla oynanan maçta gidenin gelmesi uzun sürüyordu.

2002’de Almanya’yı 2-0 yenerek Dünya Kupasını kaldıran Brezilya Milli Takımı Teknik Direktörü Luis Felipe Scolari, maç sonrası demecinde, Brezilya’nın şampiyonluğunda teknik becerisi çok yüksek (Ronaldo ve Rivaldo’dan bahsediyoruz) oyunculara atıfta bulunulduğunu ama takımlarının teknik becerisi çok yüksek defans oyuncularına da sahip olduğunu ve dolayısya bu futbolcuların emeğinin gözden kaçmaması gerektiğini ifade etmişti. Brezilya’nın yaşadığı ve yaşattığı, bilhassa 92’deki değişiklikle başlayan süreç birlikte, futbolun nereye evrildiğine önemli bir örnekti.

Futbolda değişim o tarihten sonra da durmadı. Oyun kurallarının belirlenmesindeki karar mercii IFAB (Uluslararası Futbol Birliği Kurulu) son birkaç yılda devrim niteliğinde değişiklikler getirdi. VAR, bunların başında geliyor. (Ülkemizde halen “takımına” göre uygulanıyor ya; neyse!). Penaltı kuralının esnetilmesi, daha doğrusu eskiye oranla çok daha kolay penaltı çalınması – şahsen ‘yeni nesil penaltıları’ futbolun doğasına aykırı bulsam da - ve kale atışının, top ceza sahasını terk etmeden, pas yaparak kullanılmaya başlanması da savunma oyuncularının teknik becerisinin yüksek olmasını gerektiriyor; gerektirecek.

Eskiye oranla çok daha hızlı, rekabetçi, zorlu oynanan futbolun forvetleri, kale alanınız ve çevresinde geçip gol atmaya çalışırken, onlara harala gürele dalamıyorsunuz. Ceza alanınızda topu veya rakibi karşılarken istem dışı bir müdahale; elinizin, beden hareketinin doğası, gereği açılması penaltıya sebep olabiliyor. Savunma oyuncuları tüm bu zorlukların üstesinden gelecekse daha teknik olmaları bekleniyor.

Son 15 yılın en başarılı teknik adamı diyebileceğimiz Joseph Guardiola’nın “topa sahip olursan, gol yemez, gol atarsın” düşüncesi de, sahanın bir ucundan diğerine, teknik becerisi yüksek oyuncular gerektirmiyor mu?

Hafta arası Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde oynanan Paris Saint-Germain Bayern Münih maçının ilk yarısının ortalarında, Bayern’in amansız bir baskı kurduğu anda PSG savunması ve yardıma gelen orta alan oyuncularının, kendilerine göre sağ kanatta, top çıkarmayı başardığı bir bölüm var. Bu sezon izlediğim en iyi maçın en iyi anıydı ve futbolun “neyi talep ettiğinin” muhteşem bir uygulaması…

Bilhassa savunma yapanlardan…

Yaşar Duran’ın yıllar önce futbolcuyken yaptığı bir uygulama ve belirtilen haberde genç bir kaleciye verdiği nasihat günümüz futbolunda anlam kazanıyor. Elbette bu günleri ne o ne bir başkası öngörebilirdi ama kalecinin başka mevkideki oyuncudan beklenen beceriye sahip olması gerektiğini fark edebilmesi ilginç.

Düzeltmeler

Unutmak veya yanlış-eksik hatırlamak doğamızın bir parçası. Yaşar Duran röportajında Malatyaspor’a ilişkin iki noktayı yanlış hatırlamış. Düzeltmekte fayda var.

Malatyaspor’un ligi (85-86) beşinci bitirmedi; averajla altıncı bitirdi. Fenerbahçe beşinci oldu. Malatyaspor son maçta Rizespor’u 7-4 yenerken bu fark beşincilik için yeterli olmadı. O maçta kaleyi Yaşar Duran değil Malik Gençalp koruyordu.

Brezilya’dan (88-89) sezon başlamadan 3 futbolcu gelmişti: Carlos Roberto Gallo,  Éder Aleixo de Assis ve Sérgio (Serginho) Bernardino. Éder, sezon açılışına katılıp gitti ve dönmedi. Dolayısıyla Malatyaspor’da hiçbir resmi maçta forma giymedi. Serginho bir sezon oynadı; Carlos 2 sezon. Carlos’lu Malatyaspor küme düştü (89-90). Ayrıca bu futbolcuların hiçbiri geldikleri tarihte Brezilya Milli Takımında oynamıyordu. Ancak Carlos, Malatyaspor’dan ayrıldıktan sonra, Brezilya Milli takımına çağrıldı, 1993’e kadar birkaç maçta daha oynadı.

***

Üstteki Fotoğraf: Yaşar Duran Sarıyer kalecisiyken Malatyaspor’a karşı da oynamıştı. Maç öncesi bir hatıra fotoğrafı çektirmişim. O yıllarda fotoğraf çektirirken gülmek gibi bir gelenek icat edilmemişti; ciddi olmalıydık. Bizim burada gülmemizin sebebi, o sırada tribünden Duran’a yönelik bazı takılmalar. “Seyircidir, söyler, normal bunlar” diye karşılamış, kendisi de gülmüştü.

Alttaki Fotoğraf: Malatyaspor’un 1986- 87 sezonundaki Yaşar Duran’lı kadrosu… Ayaktakiler (soldan sağa): Yaşar Duran, Bünyamin Süral, Eren Talu, Cavit Kurucu, Fuat Akyüz, Feyzullah Küçük (Süper Lig Hakemi Zorbay Küçük’ün babası). Oturanlar (soldan sağa): Oktay Çevik, Levent Numanoğlu (Süper Lig Hakemi Tugay Kaan Numanoğlu’nun babası), Adnan Esen, Metin Yıldız (Büyük Metin), Ferudun Özütok.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

1 yorum yapılmış

  • Cengiz ALTAŞ (2 yıl önce)
    Fotoğraftaki kadro çok iyi kadroydu gerçekten
    0
    0
    Yanıtla

Bülent Korkmaz yazıları