Kayısı ve Tekelcilik!
KAYISI VE TEKELCİLİK (KAYISININ DÜNÜ, BUGÜNÜ, YARINI)
Fuat KOZLUKLU
10 Ekim 1983-Malatya
-I-
Elleri arkasında, birbirine kenetlenmiş bir üretici. Yaklaşıp soruyoruz.
- Neden kederlisiniz?...
Pek yadırgamış şekilde bir biçimde yüzüme bakıyor.
- Sen necisin gardaş?... Neye sorarsın benim kederli oluşumu?
Öyle ya.. Niçin sorarım kederli oluşunu? Ne gibi bir çare bulurum, onun her üretici gibi içinde bulunduğu sıkıntılı durumuna...
Yerel adı Mişmiş olan ve Malatyanın tüm dünyada tanınmasını sağlayan kayısı, yıllardır içinde kaldığı terkedilmiş çemberinden artık kurtulmak istiyor. Gerçi her zaman istemiş ama, bu kez yıllardır gösterebildiği sabrı, bu kez gösteremiyor. Ticaret Borsasındaki kayısı üreticisi ile aramızda geçen konuşmanın yukarıya aktardığımız bölümlerinde anlaşılıyor ki, her zaman birileri bu zamanda gelip sorarmış kederli durumlarının nedenini. Ancak kimsede çözüm getirememiş... Dünya kayısı üretiminin önemli bir bölümünün üretildiği Doğu Anadolunun her geçen gün gelişmekte olan kenti Malatyada, kayısı üreticisi emeğinin karşılığını alamamaktan dolayı dertli mi dertli...
Dertli kayısı üreticisinin derdini dinlemek için, Malatyanın kayısı üretiminde önde gelen ilçelerinden Akçadağa, Merkez İlçedeki üretim bölgelerine gidiyoruz. İlk durak, kayısının ilçeler arasındaki diyarı Akçadağ.
Malatyanın zeki ve çalışkan insanlarının bulunduğu bir bölgede Akçadağ. Akçadağda hemen hemen her üretici, kayısının verdiği sancıyı ilk olarak dile getiriyor, ardından başlıyor gerisini getirmeye...
Eylül ayının sıcağı, yalayıcılıktan öte gitmeyen rüzgar, sırtımızı aralıklı olarak ziyaret edip giderken, avlunun her yanını kaplamış kuru kayısıyı kürekle torbalara dolduran 35 yıllık üretici İlyas Üçkaç ile başlıyoruz konuşmaya. Nasırlaşmış elleri arasına aldığı tabakasından çıkartıp, ağzında ıslattığı cıgarasını yakan Üçkaç, gözlerini ufukla birleşmiş gibi gözüken birkaç kilometre uzaktaki kayısı ağaçlarına dikerek,
- Don olmazsa, çok şükür deyip bekliyoruz tutmasını diyor kayısının.
Ya sonra?... Ya don olursa?...
Sonrası İlyas Üçkaçın deyimiyle Rezillik...
Oğlu Cemilden olma torunu Cemileyi kucağına, şalvarının peyk denilen şişkinliğine oturttuktan sonra, çakır gözlerini maviye dikip, bir eliyle toprağı eşelemeye çalışarak
-Sahi yav gurban, seni neye ilgilendiriyi bu bizim kaysı. Yüksek okulda mı okuyun? Ziraatçi misin? diyor. Aslına bakılırsa, sırtımdaki çantanın içindeki görmediğinden gazeteci olduğumu anlamıyor. Yoksa, zeki ve turnayı gözünden vuranlardan. Baktımı anlıyor, nesin, ne değilsin?
- Bak dayı, ben gazeteciyim. Kayısının ve Üreticisinin sorunlarını yazacağım der demez, Cemileyi kucağından indirip, hışımla ayağa kalkıyor. Ve, beni evin içine çekiyor. Meğer, evin bir odasında da kuru kayısı duruyormuş. Yaklaşık 2.5 ton olduğunu belirten İlyaş Üçkaç,
- Bak yeğen... Bak ki; Eylül bitmiş, Ekimin sonuna gelmişiz de, hala altın denilen ürünümüz nasıl bahtı karaya dönüşüyo. Bak ki, tekelci üreticiyi nasıl perişan eyliyor.
İlçe merkezinde iki katlı tipik bir köy evinin avlusunda başlayan kayısının, yerel adıyla mişmişiin kötü kaderine nasıl son verilir?... Onu konuşuyoruz. Öyle ya. Derdi olan anlatacak, biz yazacağız. Tekrar avluya çıkıyoruz. İlçenin kuzeyinden kara bulutlar yaklaşmaya başlıyor. Öğleden sonrası saatler 16.00yı gösteriyor.
-Zaliha... Zaliha... Hele bak hele. Gazatacı gelmiş. Bizim tanrı misarifimizdir. Tez ekmek hazırla.
İlyas dayıya sordum:
- Ne kadar kayısı var sende?...
Çakır gözlerini gözlerimin içine dikti, sonra başladı anlatmaya:
- Ben 1925den bugüne dek kayısı yetiştiririm. Benim babamda eve ekmeği kayısı ile getirmiş. Bende kayısı ile getiriyim beyim. Ama gel gör ki, ekmeğimiz git gide acılaşır. Zornan getiriyik eve... Kimse kayısıya bugüne dek sahap çıkmadı yeğenim. Bii koperatıf dedilerdi. Sonası ne oldu bilmiyik Yaş kayısımız çok şükür eyice tutuyo. Ancak, baharda don olmazsa. Don oldu muydu, o sene kayısıdan ekmek zor gelir. Emme, bir de tuttu mu, ekmeğin bir başka tatlı oluyo... Yaş gaysının bi kısmını satıyosun. Böyük bi bölümünüde koyuyosun islim damına, kükürt veriyosun. Sonra kurutuyosun.. Kurutun mu bekle ki fiyatı yüksele, alıcısı çok ola. Gerçi alıcısı her zaman çok olur da, işki piyasaya piyasaya hakim olan Tekelciler ortadan kalksın. Bu Tekelciler İzmirden çıkıyo.. Onlar, üzüm ve incirlerini sattıktan sonra bizim kayısıyı düşünüler. Bizim Cemil diyiki, İzmirli ihracatçılar yabancılara ilk önce üzüm ve inciri alırsanız biz de kayısıyı ucuza veririz. Böyle olunca da, iş galıyı incirle üzümün satılmasına. Tabi, aslında bununlada bitmiyi iş. İncir ile üzüme hökümet taban fiyat verdiğinden, taban fiyatı bulunmayan kayısıya zulmediliyo. Keşke bi taban fiyatımız olsa.. Hem biz kurtuluruz, hem de hökümet para gazanır. Bizim Malatyada yıllardır İhracatçılar Birliği de kurulmadığından, kayısıya kim sahip çıkarsa mal onun oluyo. Kazanç onun oluyu.. Üretciciyi soracak olursan, O da çaresizlikten, garibanlıktan kıvış kıvış kıvranıyo... (Sürecek)
Kaynak: Celal Yalvaç Arşivi.
NOT: Yazının orijinalinde iki başlık var. Celal Yalvaçın ifadesine göre bu yazı Görüş gazetesinde yayınlandı.
Bu yazı ve daha sonra yayınlanacak diğer öykülerde anlaşılacağı gibi Kayısı Üreticisinin dramı hiç bitmemiş. Bu kötü kader kayısının mı yoksa Malatyanın mı? Aslında her ikisinin. Üretici feryat ediyor. Ne olur, devletimiz fındığa gösterdiği şevkatı kayısıya da göstersin? Biz de fındık kadar şanslı olmak istiyoruz diyor. Ama duyan kim? Duyması gerekenler, çare üretmesi gerekenler sürekli bahane üretiyor. Ya da birilerini suçlamakla meşgul... Malatyahaber araştırma servisi aylar önce 2005 yılı Kayısı Üreticisi için zor geçecek diye başlık atmıştı. Gerçekten de 2005 yılı çok zor geçiyor. Bu dramdan nasibini sadece Kayısı Üreticisi almayacak. Eylül ayından itibaren bu ekonomik sıkıntıyı başta küçük esnaflar olmak üzere tüm Malatya yakından hissetmeye başlayacak...
Bizden Söylemesi....