1960'ların Kışla Caddesi..
...Ne güzeldi Malatya, ne güzeldi diğer caddelerdeki gibi Kışla Caddesi esnafları..
Raşit KISACIK
Değerli kardeşim Atilla Kantarcı güzel bir yazıya imza atmış. 1960’ların Kışla caddesini anlatmış. Ellerine sağlık… Ancak bir çok şeyi ya unutmuş, ya değersiz görmüş ya da başka nedenlerle yazmamış. Önce kendisinin affına sığınarak bu önemli ve çokça gördüğüm eksikleri, onun yazısından da yararlanarak tamamlayayım dedim.
İşte benim de hatırladıklarımla 1960’ların KIŞLA CADDESİ…
* * *
Kışla Caddesi yani Atatürk Caddesi, şimdiki Orduevi'nin bulunduğu yerdeki kışlanın önünden başlayıp eski Belediye Binasına kadar olan bölümün adı. Hüseyin Bey köprüsü Kışla, Sinema (Beşkonaklar), Sivas ve Hastahane caddelerinin kesiştiği kavşağın adıydı. Saray Mahallesi’nden geçip Tekke camisinin altından geçerek Ucbağlar’a (Üçbağlar değil) giden bir derenin üzerinde tahtadan bir köprü vardı. O köprünün adı Hüseyin Bey köprüsüydü. Yani eski müftülerden Hüseyin (Taner) hocanın adından ileri geldiği söylenirdi.
Bu köprünün Sivas Caddesi'nin başında Şehir, tam karşısında Gazi İlköğretim Okulu yanındaki parkın yerinde ise İstanbul sinemaları vardı. Şehir Sineması önündeki meydan ile İstanbul sinemasının yanı Eskimalatya (Aşşağı Şeher) ve Orduzu otobüslerinin son durağıydı. Orduzu otobüsü geldiğinde insandan çok külek adı verilen sitil benzeri uzunca bakır kapta oluşan yoğurtlar indirilirdi. Yoğurtlar genellikle Akpınar’daki Çolak adıyla bilinen kişiye verilir, akşam ise boşu ve (Çolak’ın kârından sonraki) yoğurdun tam parası ödenirdi.
Bu meydanda aynı zamanda müşteri bekleyen payton (fayton) durağı da vardı. Büyük kavşakta benzin varilinden bozma bir sözde kapılı bir şemsiyeli trafik polisi noktası bulunurdu. Onun karşısında ise, yani yeşil alanın başlangıcında ise tuğladan yapılmış küçük bir kulübe bulunurdu. Burası ise bir Çarşı bekçisinin yeriydi.
O dönemlerde en iyi ve ünlü mekan İsmet Paşa parkıydı. Parkın üst bölümünde Vali Konağı yanında bir aile çay bahçesi vardı. Sahne programları ile ünlü. Adı Hürriyet Aile Çay Bahçesi'ydi. Şimdi bazı yerel yöneticiler bile o nedenle İsmet Paşa parkının adını Hürriyet Parkı olarak anarlar! Buranın bir ayağı engelli bekçisi vardı. Yeşil gözlü. Çiçeklere dokunanı uzaktan da olsa taş atarak kovardı.
İsmet Paşa parkının girişinde ise resimli kitapların okunması amacıyla kiralandığı, yerlere dizili kitaplar bulunurdu. Her kitabın okuma fiyatı 5 ile 10 kuruş arasında değişirdi. Teksas, Tommiks, Kinova, Kara Maske Vs.. En pahalısı ise Karaoğlan kitabıydı.. Çimenli ya da toprak zeminli yerlere oturarak okurduk onları…
Durağın karşı sırasında Kerim ve Nedim Alataş kardeşlerin kitapçı dükkanı bulunmaktaydı. Burada yaz günlerinde renkli kar ve buz parçacıklarını yemeyen yok gibiydi. Muhallebi üstüne kar yada buz parçası konur, kırmızı renkli tatlandırıcı ile tatlandırılırdı. Adına da Cicibici denilirdi.
Bir gözü kataraklı Padişah Macunu satan, 'Kurrabiye' diye kuru pasta satan, özellikle Ramazan aylarında 'Yassı Kadayıf' diye bağıran, kalburu kafasına koyup üzerini havlu ile örten satıcıları da unutmamak gerekir. En büyük zevkimiz bardaklarla ölçülendirilen davin,yemişen almak ve bunların çekirdeklerini davin atacağıyla birbirimize atmaktı. Bu arada Dondurmacı Abdo Dayı'yı anmadan geçmek olmaz. Gazi İlkokulu çıkışında yürüyen dondurma dükkanıyla konuşlanan Dondurmacı Abdo dayıyı arada bir kova içersinde haşlanmış nohut satar, tuzladıktan sonra bardağı cebimize boca ederdi. Sıcak tuzlu nohut cebimizi kirletmiş umurumuzda mıydı ki!..
Yeni sigaraya (salt özenti nedeniyle) yeni başladığımız dönemde, sigara içen büyüklerimizi takip eder, büyüğümüz sigarayı atınca, sağa sola bakar, iki ayağımızın arasına aldığımız ve adına izmarit ya da pöçük dediğimiz artık sigarayı alır iki-üç nefeste bitirirdik. Uzun süre sigarayı atmayan içinde “Pöçüğüne kadar içmesssssseeennnnnn…” der içimizden küfrederdik.
Bir de arabacı Abdullah Dayı vardı bu yöreden ayrılmayan. Bir gün camı olmayan yalnızca çerçevesi olan bir gözlükle görmüş ve gözlüğün camlarının olmadığını söyleyince şu yanıtı almıştım: “Çağam nede olsa faydası var!”
Burada bir de ciğer kebabcısı Albay vardı. Bembeyaz kıyafetiyle biyam (meyan şurubu) satan Neşeli Memmed! O neslin hala hafızalarındadır.
Ha bir de belespitçi (bisikletçi) Enver Usta vardı. Saatini 25 kuruşa bisiklet kiraladığımız günlerirden bir anımı anlatmak istiyorum. “Üç arkadaş bisiklet kiralayıp Kırkgöz köprüsünden geçip Korucuk’a gidiyordum , Sinan köyü yokuşunda hızla ilerlerken bir çukura düşmüş takla atmıştım. Kendi yaralarıma değil de bisikletin ön tekerinin eğildiğine ve direksiyonun kırılmasına üzülmüştüm. En az 20 kilometrelik yolun (ki Malatya’ya doğru hep rampadır) sırtıma alıp Bisikletçi Enver’in karşısında gece vakti Şehir Sineması önüne bırakmıştım.
Bir de Akpınar’da cüce boyacı dediğimiz boyu oldukça kısa olan ve ayakkabı boyayıp geçimini sağlayan biri vardı. Onun oğlu vardı Gotto Mino (geçenlerde vefat etmiş, Allah rahmet eylesin) lakaplı bir genç. Sanat okuluna gittiğimiz günlerde yağmurlu havalarda bile İsmet Paşa parkının okula yakın yerinde ateş yakar, et sucuğunu pişirir somun ekmek arasında yerken Derdalan şarabını da yudumlayıp dururdu. O sucuk ekmekten gençlere dağıtırdı.. O kadar da cömertti… (Her ne kadar içtiğinde kendine jiletle zarar verse de). Bir gece evlerine gider, kapıyı çalar. Babası, 'kim o?' diye seslenir. Bunun "Aç kapıyı baba Şaraplar İlahı Gotto Mino geldi.." sözleri bir dönem Malatya'da çok kullanılan bir söz olmuştu. Bu Gotto Mino, bir gün yine parkın yakınında demlenmektedir. Ağlamakta olan bir öğrenciyi farkeder. "Niye ağlıysın?" diye sorup, "Öğretmen sınıftan attı!" yanıtını alınca, çocuğun kolundan tutar Atatürk Ortaokulu'na (şimdiki Milli Eğitim Müdürlüğü) gider, çocuğun gösterdiği sınıfa girer ve öğretmene çıkışır: "Çocuğu niye kovalıysın. Benim gibi mi olsun!" der. Öğretmen donmuş, öğrenciler şaşkındır. Gotto Mino, çocuğu bırakıp çıkar. işte o Gotto Mino’yu unutmak mümkün mü?
Hüseyin Bey köprüsü yakınında develeme (topaç) satan Eskimalatyalı Mamoş'u ve Kışla caddesini sabahtan akşama kadar turlayan , arada bir ağaç gölgesinde uyuklayan o caddedeki esnafların verdikleriyle karnını doyuran, askeri palto ve postal ile gezen Orduzulu Mamilo var ya, hani anasının ölümünü haber verenlere “Ben gelemem. Cenaze yerde kalmaz çabuk gidip gömün” diyen Mamilo. O da bence unutulmazlar arasında…
Bakkal İsmet dayıdan kaynana şekeri yemeyen var mıydı acaba .O zaman kaynana şekeri çocukların en sevdiği şekerlemeydi,zaten fazla da seçeneğimiz yoktu .Camında sürekli resimlerin asıldığı,hepimizin 23 Nisan, 19 Mayıs, Cumhuriyet.. bayramlarında çekilen resimleri aradığımız Cemal Usta'nın (Gülpınar) Foto Sümer'i, Bağdat kasabı Kasap Ali ,Darendeli yorgancı Haşim ve ustası, Malatya’nın en eski yorgancılarından Hacı Süleyman Efendiyi (Sözen), meşhur Orduzulu Bakkal Barbaros’u hatırlamadan geçemeyeceğiz..
Enteresan bir kişilikti Barbaros. Usturaya verilmiş kafası ,üzerine giydiği atleti (yaz günü genelde atletle gezerdi) paçaları çemirlenmiş (sıvanmış) bermuda kıvamında pantolonu ve tokyo terlikleriyle iş yapan, şairliği de bulunan Barbaros… Kendisi Tekel bayisiydi, dolayısıyla içkide satardı. Büyük bir buzdolabının arkasında da içenlere tek tek attırdığı olurdu fakat patırtı gürültü, kavga hiç görülmezdi, mesleğinin duayenlerindendi!..Hani bir gün dönemin valisi gelip tezgahta bulunan gazeteleri karıştırırken, bir maden suyu istemiş. O sırada karşıdaki Kent Oteli'nin bir çalışanı dükkana gelmiş, Vali'yi tanımış ve Barbaros'un kulağına "Bu adam Vali ha.." demiş. Barbaros, bir söyleyene, bir valiye bakıp, sonra "Yürü la.. Valinin ne işi var burda!" diye söylenmiş. Barbaros'un, çocuklarını ziyarete dışardan gelmiş biri zannettiği kişi ayrılırken, "Efendi, ben Valiyim. Seni çay içmeye beklerim." diye konuşunca, Barbaros'ta şafak atmış.. Neyse daha sonra ahbap olmuşlar.
Barbaros'un tükanının (dükkan) altında Tohma, Fırat ya da başkaca akarsularda tutulan tatlı su balıklarının satıldığı bir balıkçı vardı Deniz balıkları henüz şehrimize gelmediği için şabutlar, aynalı sazanlar satılırdı. Biraz ileride Güven kasabı Turgut Güven'in kasap tükanı vardı. Yanında TRT Malatya muhabirliği görevini de yapan Bahattin Erdem'in Yeni Haber Gazete ve Matbaası, onun yanında Haşim Türkmen'in Ufuk Gazetesi ve Ünal Matbaası, onun da karşısında Hüseyin Karataş’ın sahibi olduğu Gayret Gazete ve Matbaası, birkaç kerpiç bina aşağıda ise Lütfi Kaleli’nin sahibi olduğu Sebat Gazete ve Matbaası vardı. Yine orada Lütfü Toraman dayı ,gerçekten toraman gibi tükanın önünde oturur evde yaptırdığı turşuları satardı.
Arkın kitapevi sahibi Hasan Ramazan Arkın, Bisikletçi Enver’in yanında 'martavallarıyla ünlü' Berber Ziya'nın dükkanı...Gopuk Hacı'nın oğlu Memmet ve Murat kardeşler... Bakkal Ali İhsan'ın karşısında Harput lokantası... Şehir sinemasının önünde kova içersinde haşlanmış tuzlu nohut ... Muzaffer ve Yılmaz Güçlü kardeşler,hepimizin kalem,defter,silgi aldığımız belki haftada bir gün mutlaka uğradığımız kırtasiyeciydi. Gerçi en eski kırtasiyeci eski belediye binasının tam karşısındaki pasajda bulunan Öğüt kitap ve kırtasiyeciydi ama Güçlü’lerin kırtasiyeci dükkanı daha moderndi.. Onun yanında ise Kasap Nurettin'in Numune kasabını, İstanbul Pasajına giriş köşesindeki Gömlekçi Şerif Dayıyı,öbür köşedeki Berber Yusuf, Berber Ahmet, Berber Halis'in beraber çalıştığı berber tükanı -ki aynı zamanda babamın dolayısıyla da benim berberimdi Yusuf Soyak daha sonra Almanya ya gitti ve dükkan diğer iki ortağa kaldı.- Daha sonra çocukların çok korktuğu!! Berber Şükrü Kaya. Ki aynı zamanda sünnetçi olan Şükrü dayıyı da anmadan geçmeyelim .Yanında Pötürgeli Ali Usta ile Terzi Mustafa'nın ortak olduğu bir terzi tükanı,yanında devrin en büyük ve çeşidi bol manavlarından Pazarbaşı manavı gelmekteydi. Manav Necati, Nedim ve Hayati Pazarbaşı kardeşlere aitti, Hayati Pazarbaşı genç yaşta vefat ettiği için dükkanın en görünen yerine kocaman bir resmî asılmıştı.Sanki müşterileri o karşılar gibiydi.
Bitişiğinde İlhan Evin'e ait Foto Net adlı fotoğrafçı yanında Orduzulu Kenan Demirel'in anahtarcı tükanı, Terzi Hacı usta'nın Sezon Terzihanesi,Malatya'nın sayılı pastanelerinden biri olan aile pasta salonu, sahibini hatırlayamadığım açık ekmek fırını ve aynı sınıfta okuduğumuz Ferda Kutan'ın babası herkesin saygı duyduğu röntgen mütehassısı rahmetli Mehmet Kutan'ın ofisi. O dönem başka röntgenci var mıydı diye düşündüm ama bulamadım. Haşmet Ergün beyin sonradan inşaat malzemecisi olacak olan Haşmet Kitapevi. Haşmet abiyi de hep o vakarlı ve olgun duruşuyla hatırlarım. Sonra Tağhmazların Gadir'in mobilya imalathanesi. Tağhmazın Gadir'in oğlu Bekir'i çoğunuz hatırlarsınız yaşına göre genç irisi peltek peltek konuşmasıyla herkesin sevdiği bir çocuktu. Yanında Afaflar çıkmazının köşede Adıgüzel ve Hacı Çakı kardeşlerin meşhur Çakı kebap salonunda bizim neslin mutlaka birer kebap yemişliği ve epey bir beklemişliği vardır. Kadın terzisi ve tanbur üstadı Kanbur Hilmi'yi de anmadan geçmeyelim. Köşede Palulu İzzettin ve Ahmet Özdinç kardeşlerin manav dükkanı , üst katında Ermeni hemşehrilerimizden oğlu Nişan Boyacı'yla tanışmaktan gurur duyduğum dişçi Haydar Boyacı, yanında Hayati Erkuş’un şekerci dükkanı vardı. Şekercilik mesleği birkaç aile arasında bölüşülmüştü sanki. Bunlardan biri de Erkuş ailesi idi. Daha sonraki yıllarda, rahmetle andığım Şekerci Ahmet adıyla maruf Ahmet Işık da Sinan lokantasının olduğu yerde dükkan açacaktı.
Yine rahmetli Ali Ersu'nun tükanı, Orduzulu Mehmet Turgut ve oğlunun beraber çalıştırdığı saat tamir tükanı, Sözenler'in toptan bakkaliyesinin karşısında ise, Emirahmetoğlu garajı ve içinde Sait ve Vahap Özköse kardeşlerin motor yenileme atölyesi. Yine mazotla silinen ahşap zeminin havayla karışan muhteşem kokusuyla hatırladığım, üst katında terzilerin oturduğu altında her sözü kitap gibi olan Adıyamanlı Hacı’nın (Özyavuz) lokantası, Hasan Celal Güzel’in babası Kamil Güzel'in Massey Fergusson marka traktör satış mağazası, Çil Tahir'in parçacı tükanı, Ilıcakların lastikci tükanı. Karşıda Fırat Palas oteli, Aşçı Rıfat ustayla, ortağı Aşçı Mustafa (Hacıbaba- Saygı)'nın beraber çalıştırdığı meşhur Sinan lokantası ve üst katta hizmet veren otel. Turfanda Pasajı, pasajın içindeki meşhur Japon Pazarı ve Kilis Pazarı bir dönem Malatya'da çok kişinin okulda resim hocalığını yapmış Saadet Özgüngör‘ün eşi Mehmet Özgüngör'e ait Şifa Eczanesi…
Yakınında ise eski eczacılardan, dürüstlüğüyle nam salmış Mithat Barış’ın Barış eczanesi bulunurdu. Mithat amca ile ilgili çok sayıda anı var ama uygun olan birini anlatmak isterim. Bir gece yarısı Mithat Amca’nın kapısı çalar. Çizgili pijaması ile kapıya çıkan Mithat amcaya birkaç kişi “….Mithat amca falan ilaç sende vardır. Acil bize lazım” der. Mithat amca“Bakalım varsa veririz” der, müsaade isteyip üstünü giyer. Eczaneye gidildiğinde hep birlikte dolaplar incelenir ve sonunda Mithat amca “Yok gardaşım yok” der. Müşteriler “Senin bilmen lazımdı amca olup olmadığını… Niye yorulduk ki?” der. Mithat amca derin bir offf çeker ve “Oğlum olmadığını biliyordum. Yok deseydim bana küfredip 'Adam erinip (üşenip) eczaneye gelmedi' derdiniz. O küfürü yememek için geldim” demiş ve dürüstlüğünü göstermişti. ..
Caddenin yukarı istikametine doğru solda İnci Pavyon ile Çağlayan pavyon yan yana bulunurdu. En tanınmış sanatçıları ise Ali Acıburç (Kemancı) ve cümbüşü ile Bedri Karahan (Topal Bedo) idi. Hatta bir gece pavyonda kavga çıktığında Bedo'nun yanındakilere “Ula beni de kucaklayın ki iki tenede ben vuram” dediği, kavgaya karıştığı için kendisini sırtına alıp karakola götürmek isteyen Merkez Karakolu bekçisine “Beni diye karakola götürüysün?" diye sorduğunda aldığı ”Anama sögdün onun için” aldığında kızıp, “Ula ben garakolda gumserin (komiserin) anasına sögdüm, bir şey demedi de senin anan onunkinden acer mi (kıymetli mi)? “ diye çıkışması dillere düşmüştü.
Bir keresinde de "Yahu Bedri abi, türkünde 'Giderim Sıvas üstü, Antep yoluma düştü' diyorsun ya… Sivas nere Antep nere?!..” soruma “Ula senelerdir 'İlimon ektim taşa…' diye bir türküye ses çıkarmıyorsunuz da benim iki şehir yönüne mi karışıyorsunuz? Taşa limon ekilir mi diye sormadınız? Bırakın iki tane de plak Antep’te satak” diyerek bizi güldürmüş ve Malatya espri tarihine not düşmüştü.
Biraz aşağısında ise yani Akpınar ile Kışla caddesi köşesindeki Şirket Han bulunurdu. Han iki katlıydı. Üst katında Şapkacı Kirkor, Avadis gibi çoğu Ermeni zanaatkarlar bulunurdu. Meydanda ise kocaman aslanlı bir çeşme ve çevresinde kürsülerde çay içen çoğu emekliler bulunurdu. Çarşı girişinde ise Camcı Şeftalicioğlu, üst katındaki kahvehane de ise Karabağlar’ın işlettiği Kahvehane vardı. Arka bölümünde ise Ertaç Önal ağabeylere ait işyeri bulunurdu. Yani Cezmi Kartay caddesi tarafında. Efe garajının karşısında ise Öğretmen Kemal Abbas olayı ile ünlenmiş olan iki katlı Fırat Palas oteli vardı. Tam karşısında Kantar Palas oteli…
Evet geçmişe kısa bir yolculuk yaptık , Bu yazıda ismi geçenlerin çoğunluğu vefat etmiş durumda. Kalanların bazılarının ise işyerlerini çocukları çalıştırmakta.. Ne güzeldi Malatya, ne güzeldi diğer caddelerdeki gibi Kışla caddesi esnafları… Dayanışma, sevgi, saygı, ahde vefa..
Sayın Atilla Kantarcı’nın yazısını da internetten bulup okumanız dileğiyle…
________________________
FOTOĞRAFLAR: Tebrik kartlarından 1960'ların Kışla Caddesi