60'lı Yıllarda Sıtmapınarı ve Çevresi
'Haceli ölmedi. Kazana düşmedi. Haceli ahan burada. Duyduk duymadık demeyin!'
Raşit KISACIK Yazdı kisacik.rasit@gmail.com
SITMAPINARI: Önce Sıtmapınarı (yerel söyleyişle Isıtmapuarı) adının nereden veya neden geldiğini açıklayalım:
Bugünkü Sıtmapınarı Camisi ile alt geçidin başlangıcındaki dükkan arasında kalan bölümde çukur bir yerde şadırvanlı çevresi gölcük olan bir pınar vardı. Aileler sıtma hastalığına yakalanan çocuklarını buraya getirir, soyduktan sonra suya batırıp çıkarır ve iyileştiğine inanırlardı. Bu nedenle o çeşmenin adı Sıtmapınarı olarak kaldı. O pınardan şimdi eser yok ama semt bu isimle anılmaya başlandı. Sıtmapınarı deyip geçmemek gerek. 1960’lı yıllarda Sıtmapınarı Malatya’nın çok çok önemli bir semtiydi.. Kültürü, sosyal yaşamı ve coğrafik yapısı ve insanları ile çok değişik bir semtti.
Şimdiki Sıtmapınarı, o dönemler Hasanbey Caddesi’ne bağlayan caddenin ortasındaki Ethem’in değirmeninden başlayıp, Koyunoğlu, Çukurdere, Dörtyol, Tahtalı Minare ve Sümerbank Fabrikası'na kadar olan bir semtin adıydı. Geniş bir alana yayılmıştı.
Sümerbank fabrikasının hemen yanı başında, bugünkü Polisevi'nin yerinde Sümer Karakolu bulunurdu. Sümer Karakolu’nun yanında o dönemki mezbahaya (Kanara) giden, şimdilerde Sanayi Sitesi'ne giden yol vardı. Sümerbank (Mensucat) Fabrikasın Malatya’lının hem ekonomik hem de sosyal ve kültürel bir yeriydi. Ünlü bir sineması ile olimpik bir yüzme havuzu vardı. Havuzun tramplenlerinden atlamayan memur ve işçi cocuğu yoktu. Türkiye Yüzme Şampiyonaları ile yapılırdı. O dönemin en ünlü yüzücüsü Ateş lakaplı gençti.
Sümer Karakolunun hemen bitimindeki yolun yanında İmam Hatip Ortaokulu vardı. (Henüz lisesi yoktu.) Bu imam Hatip Okulu’nu bölgenin zenginlerinden ve aynı sokağa da ismi verilen Tevfik Topalhafızoğlu yaptırdı. Hatta o okul yapılırken o yörenin de ileri gelenlerinden Z.Z “Malatya’nın acil onlarca ihtiyacı varken bu okula ne gerek vardı” demiş benzeri çok az tepkilere rağmen okul 1959 yılında tamamlanıp eğitim ve öğretime açılmıştı.
Okulun yanından başlarsak, bir kundura tamircisi- mağazası, Sıddık Kısacık’a ait bakkal dükkanı, Karadenizlilerin çalıştırdığı (Lazların fırını denilen) somun ekmek fırını ile yine onların çalıştırdığı Tekel Bayiliği de yapan bir bakkal bulunurdu. Merkeze doğru gidildiğinde bakkalın yanında Peynirci Hacı Ömer Tutluoğlu, kırtasiyeci ile iki katlı kahvehane tam köşede yani sokağa bakan bölümde ise değirmen vardı.
Topalhafızoğlu sokağının karşısında, Sıtmapınarı Camisi’nin tam karşısında kapanan ve daha sonraki yıllarda adına Mustafa Necati ismi verilen yeni yapılmış Cumhuriyet İlk okulu bulunurdu. İlk okulun yanında yine bir kunduracı, bisikletçi ile iki ahşap ev vardı.
Aynı sırada şehre doğru Tekel Tütün Fabrikası (o zamanki adıyla Reji, Osmanlı döneminden beri tütün idaresine Reji denilmiş. Halk J harfi yerine C’yi kullanarak Reci demiştir. Ama fabrikanın tabelasında Reji olarak geçmekteydi. Şimdilerde Reji kelimesi sinema ve tiyatro dünyasında yönetim yeri veya yöneten kişi anlamında kullanılmaktadır). Fabrikanın ihata duvarı yaklaşık bir metre yüksekliğinde ve üzerinde iki büyük demirle birbirine bağlanan sütunlar vardı. Sıtmapınarı’na yakın en baştaki Tekel’in üst düzey memurlarının oturduğu memur evleri, hemen arkasında biraz daha görkemli müdür lojmanı bulunurdu. Müdür lojmanının kapısı ayrıydı. Sonraki kapı ana giriş kapısıydı.
Tekel’in cezaevi (şimdiki Öğretmenevi'nin yerindeydi) tarafındaki kulede kocaman bir saat vardı. Kule gibi bir yere yapılmıştı. Uzaklardan gözükürdü. Sabah 06.30 ve akşam 16.30’da sireni çalardı. Bu sirene halk “Cenavar düdüğü” derdi. (Sümerbank’ın da sireni vardı ama Tekel’inki gibi kentin her tarafından duyulmazdı.) Vardiya değişikliğinin işaretiydi bu sirenler.
Fabrikaya sonraları İnhisar (yani Tekel) daha sonra da Tekel Tütün Fabrikası denildi.
Özellikle milli bayramlarda Tekel Tütün Fabrikası önüne, Şeker ve Sümerbank fabrikaları, İstasyon gibi yerlere geceleri ışıklandırılan taklar kurulurdu. Malatyalıların en büyük zevki bu takları saatlerce izlemekti. Daha sonra ise o dönemlerde Garnizon Komutanlığı'nın ya da Elazığ’dan gelen Kolordu’nun bando takımının düzenlediği uzun askeri araç kuyruklarından oluşan Fener Alayını izlemekti. Fabrikanın hemen bitiminde Çavuşoğlu mahallesine giden dar bir yol bulunurdu. Sokağın sonunda ise yani Çavuşoğlu’daki boş bir arsadaki iki katlı ahşap binada ise Malatya’nın yine renkli simalarından Deli Gaffar kalırdı. Hani çocukların “Ölü malı” dediğinde üzerindeki donuna kadar çıkarıp atan yalnızca fötr şapkası ve kravatı kalan Deli Gaffar.Halasının yanında kalırdı. Halası ne kadar ona iyi baksa da sabah evden çıkıp kendine mekan olarak seçtiği “Bit pazarına” gidinceye kadar halasına olmadık küfürler ederdi. Sanki akşam o eve bir daha gelmeyecek gibi!.
Gaffar’ın kaldığı evin hemen yakınında ise Üçhoran dedikleri Ermeni vatandaşlara ait bir kilise vardı. Sokağın diğer köşesi ise şimdiki Öğretmenevi’nin bulunduğu yer Ceza ve Tutukeviydi. İki katlı ve bahçeliydi. Bahçesinin 6 köşesinde birbirlerine dikenli tellerle bağlı yüksek duvarlı bahçesi bulunuyordu.. Arka bölümündeki hemen hemen bir, bir buçuk metre genişliğinde bir tarafı cezaevi duvarı ile bahçe duvarı arasındaki ıssız yer ilk sigaraya başladığımız zula yeri saymadan geçemeyeceğim.
Burada Tekel Tütün Fabrikası ile ilgili küçük bir anımı anlatmak istiyorum;
Babam Tekel Tütün Fabrikası’nın ilk sireninin çaldığı sabah 06.30’den önce ana kapıya bir çuval içersinde salatalık (hıyar) getirirdi. Çocuktum. Yere sererdim. Karşıdaki fırından yarım ekmek alan işçi kadınlar tanesi beş kuruştan bir adet salatalık alıp işe öyle giderlerdi. Kısa sürede bir çuval salatalığım biterdi. Kar ederdik. Demek ki fırınlarda ekmekler yarım kesilmiş hatta çeyrek kesilmiş olarak da satılırdı- o zaman işçiler yokluktan mı nedir yarım pide ekmek ve bir salatalıkla kahvaltı yapıyor ve doyuyordu…
Cezaevinin Dörtyol bölümüne doğru yanı başında ise hemen yolun karşısından taşınan o dönemlerin en gerekli sağlık tesislerinden TRAHOM SAVAŞ DİSPANSERİ vardı.Malatya’da yaygın bir göz hastalığı idi Trahom..(Bu hastalık gözkapaklarının altında birtakım kabarcıkların oluşmasıyla başlayan, kirpiklerin içeriye kıvrılması, saydam tabakada yaralar çıkması yüzünden körlüğe yol açabilen bulaşıcı bir hastalıktı ve Kırsal alanda yaygındı)
O dönemlerde Malatya’da asfalt beton ya da benzeri yol olmadığından -ana cadde ise kesme taşlardan yapılı ve engebeliydi- tüm cadde ve sokakların toz duman içersinde bulunmasından dolayı Trahom vakaları çoktu. Dispanserde de kutu kutu ilaç verilmez. Tüm hastalar sabah erken saatlerde dispanserin önünde kuyruk oluştururlardı. Mesai başlar başlamaz görevliler ellerinde kırmızı olduğunu hatırladığım ilaçları hastaların her iki gözüne birer damla damlatır, birer küçük pamuk vererek yolcu ederlerdi…
Hatta bu hastaların çokluğundan dolayı sabah erken saatlerde tam karşısındaki Suyolu denilen sonradan ismi Barutçu sokağı olan (Şimdi ne olduysa o sokağın ismi bilemem. Belediyenin aklıevelleri kentteki neredeyse tüm sokaklara kendi kafalarına göre yeni isim verip, şehrin hafızasını yokettiklerinden) özellikle genç kızlar evlerinin önünde oturarak Trahom Savaş Dispanserine giden gözleri kan çanağına dönmüş kişiler için “KÜFTE (KÖFTE) SUYU SÜZÜLDÜ / KÖRLER YOLA DİZİLDİ” diye tempo tutarlar o trahomluların da bunun karşısında sesleri çıkmazdı.
Önceki yıllarda gençler arasında trahomlu sayısı öylesine çokmuş ki, şimdiki Derme İlköğretim Okulunun yanında Trahom Mektebi açılmış, tüm Trahomlu İlkokul öğrencilerini buraya alır eğitim ve öğretim verirlirmiş….
Bu dispanserin yanı başında ise yine bol bir suyun aktığı harık ile boş alan vardı. Bu alana daha sonraları ünlü mimarlardan Hikmet Elgin’in yaptırdığı üç katlı modern bir bina bulunurdu..
Trahom Savaş Dispanseri'nin hemen yanı başında dönemin tanınmış simalarından Hacı Recep Özmansur ile Kasap Salihler ile Elgin ailesinin evi bulunurdu. Her iki bina arasındaki arsanın hemen önünde Malatyalıların “harık” dedikleri (küçücük dere) yolundan geçilirdi. Buradan gençlerin top sahası olarak kullandıkları toprak top sahası olarak kullanılan “Eminecik” denilen alana çıkılırdı. Bölgenin tüm gençleri sabahtan akşama kadar bu sahada top koştururdu. Nice ünlü amatör futbolculara antrenman sahası oldu bu arsa…
Bu arsanın yanında yüksekçe bir kaya üzerine arada bir Tekel Tütün Fabrikası'nın çalışkan motor ustalarından lakabı LEBLEBİCİ olan kişi çıkar, başına Arap Kefiyesi takar eline aldığı Kur’anla kendisinin Hz. Ali olduğunu söyleyerek Kur’an okurdu.
Asfalt değil de parke taşlardan örülü bu ana caddenin cezaevi sırasında iki katlı Malatya’nın bilindik iki katlı küçücük balkonlu evleri bulunurdu. Aynı sırada saz yapım ustası Cafer Bakır’ın, sonradan Hasan Çağlar’a satılan (Çağlar Saz Yapımevi) dükkan vardı. (Cafer Bakır sonraki yıllarda Kışla caddesinde yapılan İstanbul Çarşısındaki yere taşındı, kendisi vefat etmeden dükkanı Hasan Çağlar’a sattı.)
Saz yapım evinin iki ev ötesinde ise, yani ilk fotoğrafçılardan İzzet Usta'nın dükkanı yer alırdı. Bunun yanında ise bir bayan kuaförü vardı. ‘Ondeleci Lütfiye” denilen hanımefendi de burada otururdu. Zafer Turizm’in ünlü kaptanlarından Şoför Mehmet ile nişanlıydı. Şoför Mehmet akşam Ankara-İstanbul seferine çıktığında nişanlısının evinin önünden geçerken uzun uzun korna çalarak vedalaşırdı. Korna sesini duyan çevredekiler Şoför Mehmet’in sefere çıktığını anlardı.
Evin yanı başında ise , kısa boylu bir berberin çalıştırdığı dükkan ve onun da yanında il merkezinde tuhafiye dükkanı olan Mehmet Elgin’in evi, boş bir arsa ile arsanın yanında Kaportacı Erkan Erol’un dükkanı. (Kaportacı Erol, sonradan oto elektrikçiliği de yaptı) Dörtyol’a yakın bölümdeki sokak ise uzundu ama çıkmaz sokaktı. Onun için Şık Şık Cegeti (sokağı) derlerdi. Şık Şık cegetine gelmeden Şeftalicilerin evi ile onun yanında ilk akücülerden Çırmıhtılı (İsmetpaşalı) Mecit Mutlu’nun Akü Onarım Atölyesi ve satış deposu bulunurdu.
Dörtyol’un, Halep Caddesi’nin devamı olan Tahtalı Minare’yi Sıtmapınarı’na bağlayan 2. Halep Caddesi'nin girişinde ise ilk muhasebecilerden Abdulkadir Eriş’in ofisi bulunurdu.
Buradan düzgün bir şekilde Sıtmapınarı’na doğru gidersek, Dondurmacı ve Pastacı Şeftalicioğlu, mobilya mağazası, Dörtyol Camisinin de bulunduğu ara sokak, sonra Abdulgaffar Pırlanta’nın bakkal dükkanı, hemen yanında ise taş merdivenlerle çıkılan iki katlı, Malatya’nın ilk dersanesi olan DAYIOĞLU DERSANESİ sıralanmıştı…
Dersanenin sırasında Mustafa Özkan’ın Oto Lastiği Kaplama atölyesi, Ünal-Ünsal kardeşlerin evleri ile Gülaydınların arkası yazlık sinema olan iki katlı ahşap evleri, daha aşağılarda İğneci Mehmet Narin’in evi (Suyolu), eski Barutçu Sokağı, Malatyaspor’un eski kalecilerinden Vedat Erdoğan’ların evleri… Sokağın yanında ise orta katında eşi hemşire olan, kendisi Pütürgeli Şükrü olayından dolayı cezaevinde bulunan Fettah Erşahin’in eşi ve üç çocuğu otururdu. İki ev sonrası Malatya’nın ilk SSK Hastanesi vardı.
Hastanenin bahçesi, morgu ve mutfağı Barutçu sokağına bakar, ön kapısı ise İstasyon Caddesi’ne, tam da Cezaevi karşısına bakardı. Üç katlı pembe bir binaydı. Alt katı poliklinikler diğerleri hasta yatakhaneleriydi.
Hastanede görevli Şoför Fikri, Osman, Müdür Bayram ağabeyler dahil tüm çalışanlar biz çocukları tanırdı.
Akşamları o sokaktan geçemezdik. Karanlık çökünce Barutçu sokağındaki evimize Tekel Tütün Fabrikası’nın karşısındaki sokaktan girer Kirpilerin evinin önünden geçerek Bakkal Yusuf dayının en başta olduğu sokaktan evimize dönerdik.
O zaman SSK Hastanesi morgu şimdikiler gibi dolaplı falan değildi. Penceresi sokağa bakar, iki mermer taşın üzerinde cesetler bulunurdu, ürkerdik.
Hastaneden hemen sonra Boyacı Vahap Elgin’in, Mumcular ve Şeftalicilerin evleri vardı. Bunu Tekel Tütün fabrikasında çalışan Öğretmen Tahsin beyin babası, Bisikletçi Lütfi ve Bisikletçi Kemal’in ev ve işyerleri izlerdi. Köşeye yakın yerde yazlık bir sinema, onun yanında Dökümcü Basri bulunurdu…
YA TARİHİ TAHTALI MİNARE VE HAMAMI…
Dörtyol, Belediye Hamamı ile önündeki Halep Caddesi, İnönü (İstasyon) Caddesi ile merkeze giden yol olmak üzere 4 yolu bulunduğundan bu ismi almıştı. Halep caddesinde sık sık aslanlı çeşmeler vardı. Yalağından hem faytonların atları sulanır, pınarından ise insanlar su içerdi. Halep Caddesi’nin sağı ve solu Çakmak camisine kadar ahşap evlerle doluydu. Çakmak camisinin yanındaki uzunca ve çıkmaz sokağa ise Çakmak Cegeti (Çakmak sokağı) denirdi. Sokakların sonunda her hangi bir cadde veya sokak olmaz, bir yapı olursa o sokağa çıkmaz ceget denilirdi.
Bu sokağı hemen üst yanındaki sokak ise Malatya belediye başkanlarından Avni Gebeş’in ve akrabalarının oturduğu sokak bulunurdu. Bu sokağa Gebeş sokağı denmesinin nedeni oydu. Sokakta çoğu alttan geçen küçük dere harık bulunurdu. Bahçe sulamalarına yarardı bu su. Hatta daha da ileride Saka Şükrü’nün kahvehanesi ile evi bulunurdu. Kahvehane ya da Saka Şükrü’nün evinde dönemin ünlü sanatçılarından İsmail Şenbahar gibi sanatçılar da kalırdı.
Tam karşıda pide fırını ve fırının karşısında da Şirket Hacı’nın evi vardı. Bakkal Şirket Hacı bölgenin en renkli simasıydı. Şirket Hacı diyip geçmeyin… Mahallenin ahvali (!) ondan sorulurdu. Hangi erkek saat kaçta evinden ayrılıyor? Kadınlar ne yapıyor? gibi gizemleri bakkal dükkanındaki satışlardan çok takip ederdi...İki oğlu vardı. Göbekli, kemeri göbeğinin üstünde tombul bir adamdı. İşçi ve memura birer küçük defter verir, borca mal alanların borçlarını ay sonunda tahsil etmek koşuluyla yazar ve satardı. Aynı defterin büyüğü de kendisinde bulunur. Herkesin hesabı hem kendisindeki büyük deftere, hem de müşterisinin küçük defterine yazılırdı.
Şirket Hacı’nın evinin yanında fabrikanın ve Tahtalı Minare semtinin en renkli siması ise Hatinikli Hasan olarak bilinen Hasan amcaydı. Ailesi ve Tekel Tütün Fabrikasındaki çalışma hayatı hakkında pek az şey bilinirdi.En büyük özelliği işten çıkıp eve gelinceye kadar, ya da evden işe gidinceye kadar sokaklarda gördüğü her çocuğa başta bozuk para veya çikolata vermesiydi. Bu nedenle yörenin tüm çocukları ona Hasan amca derdi. Hatinikli Hasan’ı tanımayan yoktu. Sevmeyeni yoktu. Hele hele çocuklar akşam onun işten çıkışını sabırsızlıkla beklerlerdi
Tam bu evin bitişiğinde Malatya’nın ünlü simalarından Onyedili diye tanınan, kızdırmak için bu lakabıyla seslenildiğinde ortalığı birbirine katan, kafayı iyice karıştırmadan önce berberlik yapan Zülfü'lerin evi vardı. Halep Caddesi’nin devamı olan caddenin girişinde Tahtalı Minare Camisi vardı. Kitabesi 1778’lerde yapıldığına işaret ederdi. Minarenin kısa ve tahtadan olması nedeniyle Tahtalı Minare Camisi adını almıştı. Müezzini kısa boylu asık suratlı Ali Seydi Hoca idi.Hoparlör sonradan konuldu. Önce minarenin ezan okunacak şerefesine Ali Seydi Hoca günde 5 kez tahta ve daracık merdivenlerinden zorlukla çıkardı.
Hele Ramazan aylarında özellikle Şirket Hacı minarenin yanına yaklaşır ve (sigaraya dayanamazdı) “Haydi hoca dahaydi. Oku zamanı doldu” derdi… Aslında bir-iki dakika daha vardı ama Şirket Hacı gene de söylenirdi.
Caminin yanı ise yine yine tarihi olan Tahtalı Minare Hamamı bulunurdu. Şimdilerde Battalgazi Belediyesi'nce restore edilmekte olan Tahtalı Minare Hamamı'nın iki ünlü çalışanı vardı. Biri Lakabı Mele olan bayan tellak, diğeri Külhancı Haceli idi. O dönemde hamamlar arasında sıkı bir rekabet vardı. 1960’ın sonlarında, o dönem çalışan Tahtalı Minare Hamamı için bir söylenti çıkmıştı:
“Tahtalı Minare Hamamı külhancısı Haceli kaynar su kazanına düştü. Haceli geçindi (öldü), su kirlendi!”
Bu dedikodu kısa sürede tüm kente yayıldı ve Tahtalı Hamamı’na müşteri gitmemeye başladı.
Bunun üzerine hamam sahipleri külhancı Haceli’yi bir paytona (fayton) bindirerek sokak sokak dolaştırdılar. Paytondaki çığırtkan ise bas bas bağırıyor, bir yandan da eliyle Haceli'yi gösteriyordu: “Haceli ölmedi. Kazana da düşmedi. Haceli burada!. Duyduk duymadık demeyin! Ahan Haceli burada!..”
Burada bir soluklanarak kısaca Malatya’nın hamam sefasını anlatmak gerekir.
Hamamda özellikle göbek taşlarında terlemeyi artırmak için Patates Öfelemesi (Patates, Samut, Biber ve soğanla yoğrulmuş, acılı karışımlı salata) lavaş ekmeğiyle yenirdi. Kadınlar hamamı ise tam bir curcunaydı. Kurnanın sağ ve soluna sabah erken ya da hamamın delleğine (tellak) bol bahşiş verenin tasları konurdu. Bu hamamın tellağı da Mele isminde şişmanca bir kadındı. Para vermeyenin tasını göbek taşına fırlatırdı. 10 yaşından büyük erkek çocuklarını getiren kadınlara “Babasını da getireydin” diye çıkışırdı. Bu tas koyma bir nevi yer ayırmaydı. Çok kalabalık olduğundan taslarla su yarışı bazen kavgalarla sonuçlanırdı. (Şimdi sağolsun Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan diğer tarihi eserler gibi burayı da restore edip ayağa kaldırdı.)
Zenginlerin evlerinde banyo bulunurdu. Diğer çoğunluk ise zorunlu olarak hamama giderdi. Hamamın insan sağlığına yararı çoktur. Uzun süre kalmamak kaydıyla, sıcak su ve sabunla yapılacak temizlik için en uygun yer olan hamamda, terleyen vücudun, tilif (lif) ya da keseyle ovularak yıkanması, kan dolaşımını hızlandırdığı için rahatlık hissi verir.
Tahtalı Minare Cami ve hamamından sonra Alo Dayının kalaycı dükkanı, karşısında Bakkal Yusuf, özellikle ceviz kaplamalı tahtadan okul çantaları yapan Timur (Temur) Yarız ile şimdi Doktor olan Nevzat Yarız’ın çalıştığı mobilya dükkanı ile Kasap Aboş Dayı’nın buzdolabı olmayan dükkanları bulunurdu.
O dönemde aileler ilçelerinin ve köylerinin ismiyle de anılırdı. Bu dükkanların bitişiğinde Banazılı Hasan, Basri, Yaşar ve yine Banazılı Mehmet ustaların evleri vardı.Tam karşılarında ise SSK eski bölge müdürlerinden Ahmet, Hava Generali Suat ve küçük kardeşleri Mehmet’in de bulunduğu evin ikinci katındaki halaları, Malatya’nın tanınım kadın terzilerinden Meryem’i (Terzi Meyrem) anmadan geçemeyiz.
Daha aşağılarda ise Kuyumcu Kemal Akbez ile Kirpiler denilen ailenin evleri vardı. Bu evlerin tam karşısında Malatya’nın hemen her semtinde (İçme suyu şebekesi henüz mahallelelere gelmediğinden) emme basma tulumbalı pik çeşmeler vardı. Tüm semt çamaşır ve bulaşıklarını burada yıkar, içme sularını sudan daha ağır olan bakır sitillerle (kova) buradan evlerine götürürlerdi. Daha aşağılarda odun deposu ahşap evler ve nihayetinde bir kahvehane ile Sıtmapınarı Camisi bulunurdu.
Kahvehane’nin karşısındaki sokak ise İstasyon (İnönü) caddesine çıkardı. Istasyon Caddesi’nin başlangıcından camiye doğru gidişle başlarsak, Dondurmacı Hoca, Camcı Abit Şekeroğlu (Şekeroğlu yine burada kahvehanesi bulunan, dönemin ünlü kabadayılarından Saka Şükrü’nün damadı Adıyamanlı Hamdi’yi öldürmüştü), Berber Vahap Özçelik, Fırıncı Mahmut bölgenin ünlüleriydi. Her ikisinin arasında sünnetçilik, dişçilik ve berberlik mesleğini birlikte icra eden Berber Mamoş lakaplı bir usta bulunurdu…
Burada Berber Mamoş ile ilgili bir hikayeyi anlatmadan geçmek olmaz. Bu diyalog, Ankara'ya, İstanbul'a giden ya da dönen Malatya otobüslerinin kullandığı güzergahta yeralan Kırşehir- Kaman'da otobüsün mola verdiği yer tuvaletindeki pisuvarda yan yana teşaşür eylemini icra etmekte (küçük abdest ihtiyacı gidermekte) olan iki kişinin arasında geçmektedir:
-Gardaş sen Malatyalı mısın?-
-Evet
-Sıtmapınarı'ndan mısın?
-He ağabek, oradanım.
-Seni de Berber Mamoş mu sünnet etti?
-He vallah. O sünnet etti. Nassı bildin?
-Seninkini de yamuk kesmiş, deminden beri ayağıma işiysin de ondan!
En sonda ise Malatya’nın özellikle Sıtmapınarı bölgesinin gezici iğnecisi Hanifi bulunurdu. Zaten İğneci sayısı azdı. Hanifi dışında Sümerbank’ta çalışan İğneci Mehmet Narin, Kernek’te ise bayanlara iğne yapan İğneci Zühre (İnneci Zörhe derlerdi) vardı.
İğneci Hanifi’nin yanında Bisikletçi Mustafa, onun yanında Demirci ve Tornacı İlhan Usta, karşısında Şemsettin Tosik’e ait gazocağı tamirhanesi vardı. (Gazocağı diyipte geçmeyin. O dönemde evlerin tek vazgeçilmeziydi. Başlığının altındaki minik çukur yere once ispirto konur o tutuşturulduktan sonar, gaz dolu ocak pompalanarak yakılırdı. En çok meydana gelen arızası gazocağı başlığının gaz sızan yerinin tıkanmasıyla oluşan bozukluktu. Bu da tanesi 10 kuruştan satılan gazocağı innesi (iğnesi) de denilen, teneke ucuna iliştirilmiş saç kılı kadar ince iki santimlik telin batırılması ile açılırdı. Bir de pompa yerindeki mantar ya da lastikten yapılmış tıpa satılır ya da takılırdı. Her evde kullanılan 'asri ocak' işte buydu)
Gazocağı tamircisinin karşısında Tornacı İlhan Usta’nın bitişiğinde Balıkçı Talat, köşede ise Pınar Taksi yeralırdı.
Hemen onun yanında ise dönemin ünlü kahvehanelerinden Angara (Ankara) kahvesi vardı. Bu kahvehaneye genelde Tekel Tütün fabrikası işçileri giderdi. Sıtmapınarı’nın diğer başında ise İstanbul kahvehanesi, bir de bu ikisinin arasında, orta yerde aynı isimle anılan “Orta Kahve” hizmet verirdi (Bu orta kahvehaneye de genelde Sümerbank fabrikası işçileri giderdi) Sigara dumanından geçilmez, hemen herkes Malatya’nın ünlü kağıt oyunlarından Oşgin oynardı.
Orta Kahvehanenin yanında iki adet bakkal dükkanı ile Mısırlıoğlu’nun çerez dükkanı bulunurdu.
Sıtmapınarı’nın şimdiki Halk Eğitim Merkezi’ne kadar giden bölümünde Teksif Sendikası binası, Berber Nevzat Durak vardı.
Buranın bitiminde yani Sümer Karakolu karşısındaki alanda ise once Sümerbank’ın tek katlı memur evleri (lojmanları) onun da bitiminde Istasyon virajına kadar olan bölümde ise işçi evleri vardı. İşçi ve ve memur evlerinin arasında, bugünkü Belediye Binası karşısındaki hizmet binasının yerinde ise bir PTT Şubesi ile Sümerbank’ın fason kumaşlarını satan, parça bez mağazası denilen bölüm vardı. Buranın yetkilisi ise, yaptığı iş lakabı olan 'Parçabez Ahmet' isimli aynı zamanda amatör futbolla da ilgili biriydi.
SÜMERBANK (MENSUCAT) FABRİKASI NEDEN MALATYA İÇİN ÇOK ÇOK ÖNEMLİYDİ?
Ah Sümerbank ah!..
Dilin olsa da konuşsan..
Daha önce de yazmıştım hani şu geçmişte tüm Malatya’yı ve Malatyalıların ekonomik yönden gelir kaynaklarından en önemlisi..
Malatya ekonomisini ayakta tutan üç fabrikadan biri olan Sümerbank'ı..
Şimdi bu fabrikanın değerini ve geçmişini bilmeyenlere bir hatırlatma yapmak istedim. Sümerbank fabrikası “Mensucat fabrikası” ile tümümüz övünürdük..
Hala ben ve benim gibi binlerce çocuk var kendi kendine “Biz Sümerbank işçisi çocuklarıyız” diye övünen.
Neden mi övünürdük?
Neden mi canımız gibi sahiplenirdik Sümerbank’ı?
Bunu anlatmak için ve anlamak için Sümerbank işçisi çocuğu olmak gerekir elbette…
Sümerbank Fabrikası, “Mensucat Fabrikası” olarak kurulduğu, daha doğrusu inşaatı yapıldığı yıllarda, çevredeki evlerin sakinleri uykusuz gece geçirmiş. damlarda yatmışlar, fabrika inşaatından bir şey çalınmasın diye…
Civar köylerden kamyonlarla taşınmış işçiler. Malatya”nın tek geçim kaynağı oluvermiş bu yer.
“Ulu Önder Atatürk Malatya'ya Halkevi'ni (bugünkü Atatürkevi) yaptırırken, neden Sümerbank'ı da yaptırdı? “ sorusuna yanıtı, babalarımız fabrika yapıldıktan sonra yanıt bulabilmiş. Çünkü Halkevi'nde nazari olarak verilen inkılap eğitimi, Sümerbank'ta uygulamalı yapılmış.
Sümerbank Fabrikası Malatya’nın Yeşilyurt ilçesi Gündüzbey beldesinde Kapılık denilen yerde yaptırılan, yine fabrikaya ait olan ilkel hidroelektrik santralinden sağlanan elektrikle çalışmaya başlamış. Yani Malatya’da elektrik yokken kendi elektriğini kendisi üretmiş…
KIYAFET DEVRİMİ SÜMERBANK'LA UYGULANMIŞ. KARA ÇARŞAFI İLK ATAN SÜMERBANK'TAKİ KADIN ÇALIŞANLAR OLMUŞ. İŞ GÖMLEKLERİ İLE CADDELERDE SOKAKLARDA DOLAŞMAYA BAŞLAMIŞLAR.
BABALARIMIZ ŞAPKA GİYMİŞ, İŞ TULUMU GİYMİŞ VE İŞTEN EVE, EVDEN İŞE BU KIYAFETLE GİDİP GELMEYE BAŞLAYARAK KIYAFET KANUNUNA HARFİYEN UYMUŞ.
OKUMA YAZMA KURSU AÇILMIŞ. İLK KEZ “ANA OKULU” BU FABRİKADA AÇILMIŞ. KREŞLE MALATYALI İLK KEZ BU FABRİKADA TANIŞMIŞ.
Sümerbank çalışanlarına yılda bir kez dağıtılan goblen denilen kalın desenli kumaşlardan, kadınlar pencerelerine ilk kez perde ve divanlarına (makat veya sabit kanepe) örtü yapmışlar.
İşçi çocukları babalarına yılda bir kez dağıtılan siyah kumaşlardan pantolon diktirme keyfi yaşamışlar.
Malatyalı ilk kez havalandırma tesisatını, yani klimaları ve kaloriferin ne olduğunu burada görmüş. Bu modern tesisatlarla burada tanışmış.
Henüz İş Yasası falan yokken, bu güzelim memleketimin güzel insanları beslenme yetersizliğini bu fabrikada çıkan sıcak yemekle ilk kez gidermiş.
İlk kez pasta ile bu fabrikada tanışmış babalarımız, ağabeylerimiz, analarımız, bacılarımız…
İlk kez PTT şubesini bu fabrikada görmüş o eli öpülesi atalarımız. Saatler hatta gün boyu bir telefon görüşmesi yapamamaktan bu sayede kurtulmuş.
Bazı evlerde bulunan radyolardan ilk kez duyduğu ilk bando konseri ile burada tanışmış Malatyalı.
İlk spor kulübü “MEKİK SPOR” adıyla bu fabrikada kurulmuş. Sonraları Sümerspor kulübü kurularak, başta futbol, Yüzme, güreş ve boks takımları ülke genelinde dereceler elde etmiş.
MALATYALI İLK SPOR SAHASINI SÜMERBANK FABRİKASI”NDA GÖRMÜŞ.
GAKKILAMASINA SÜLÜ DEYNEK, HOMBEK, DEVELEME, HOLLİK, SAYI VE 7 TUĞLADAN KURTULUP BURADA GERÇEK SPORA YÖNELMİŞ..
KAYALIK, DERME VE DEĞİRMEN SUYUNDA ÇİMEN ağabeylerimiz SÜMERBANK'TA YAPILAN OLİMPİK HAVUZUNDA YÜZMEYİ ÖĞRENMİŞ. Ulusal yarışmalara girip dereceler almışlar.
Sümerbank fabrikasının arka bölümünde, fabrikadan akıtılan çok temiz kaynar su haftanın iki günü, şimdiki çevre yolunun arkasında Babuktu denilen yere borularla taşınmış, tüm çevre mahallelerin kadınları bu suyla çocuklarını ve çamaşırlarını yıkayıp fabrikaya dua etmiş.
İlk orkestra ile burada tanışmış gençlerimiz. İlk dans yarışmalarını, ses yarışmalarını burada görmüşler.
İlk kez sinema ile burada tanışmış Malatyalı...
Yeşilliği ile övünen Malatyalı, ilk kez bilimsel ağaçlandırmayı Sümerbank fabrikası alanında görmüş ve öğrenmiş.
Malatya merkezinde çok sonraki yıllarda görülen tretuvarlar, refüjler, parke taşlar ve asfaltit yollarla Sümerbank'ta tanışmış büyüklerimiz.
İlk kayısı festivali yarışmaları burada gerçekleştirilmiş. Devlet büyükleri buranın havuz başında ağırlanmış. Buranın konuk evinde yatmış…
Malatyalı , düğünlere, törenlere çelenk gönderme geleneğini ilk kez Sümerbank”ta kurulan çiçek seralarında öğrenip başlatmış.
Buzu zemheri aylarında ancak gören Malatyalı, ilk kez yaz aylarında içeceklerine buz koymayı Sümerbank buzhanesiyle görmüş.
Malatyalı, hani şimdilerde francala denilen “Somun ekmeği” ile Sümerbank Fabrikası'nda tanışmış. İşçi çocukları bu ekmeklerin arasına konulan helvayı bu fabrika sayesinde tatmış.
Malatyalı vesselam Sümerbank fabrikası ile “çağdaşlaşmış”
Yani Sümerbank Fabrikası Malatya'ya ne vermemiş ki?
Dedim ya, SÜMERBANK FABRİKASI YALNIZ FABRİKA OLARAK DEĞİL HER KONUDA BİR KÜLTÜR MERKEZİ OLARAK DA MALATYA'YA HİZMET VERMİŞ.
Bu memleketin Tekel’ini ve Sümerbank'ını yerle bir ettirenler, Şeker'i de halen tehdit altında tutanlar şimdi hangi tesisle övünüyor dersiniz?
Yorum sizin artık…
SÜMERBANK’IN KISA ÖZGEÇMİŞİ:Sümerbank Malatya Pamuklu Sanayii Müessesesi 1936 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatı ile kuruldu. Malatya’nın işçi istihdamı ve ekonomisinin can damarlarından biriydi. 1985 yılında fabrikada 2222 işçi ve 106 memur çalışıyordu. Fabrika 27.2.2004 tarihinde özelleştirildi. Burayı, sadece içindeki makinelerin değeri bile olmayan 5.5 milyon dolara satın alanlar, AVM, otel yaptılar, şimdi rezidans inşa ediyorlar.
Malatya Mensucat (Sümerbank) Fabrikası
Tahtalı Minare Hamamı restorasyondan önceki hali
Tahtalı Minare Hamamı son durumu
İnönü Caddesi Dörtyol- Sıtmapınarı arası
Sıtmapınarı Camii
Sıtmapınarı Merkez
Dörtyol Merkez