Prof. Dr. Hüseyin Işıksal, KKTC'nin 40. kuruluş yıl dönümünde kuruluşa giden süreci, KKTC'nin stratejik önemini ve tüm dünya ülkeleri tarafından tanınması yolunda diplomatik adımların önemini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Kıbrıs Türk halkının eşsiz bir mücadele ve fedakarlıklarla kurduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) 40. kuruluş yıl dönümünü her zamanki gibi büyük bir coşkuyla kutluyoruz. Milli mücadele liderlerimiz Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Raif Denktaş’ın her zaman ifade ettiği gibi bir halkın ulaşabileceği en yüce, en onurlu mertebe, bağımsız ve egemen bir devlete sahip olmasıdır.
Kıbrıs Türk halkı olarak kendi vatanımızda özgürce yaşayabiliyorsak bunu her türlü bedeli ve fedakarlığı gözünü kırpmadan yapan kahraman halkımıza, aziz şehitlerimize, gazilerimize, ulusal kahramanlarımıza, şanlı ecdadımıza ve anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti’ne borçluyuz. Ne mutlu ki bu eşsiz mücadelenin her aşamasında ayrılmaz bir parçası olduğumuz yüce Türk ulusunun eşsiz destek ve yardımı her zaman bizimle oldu.
Filistin’de yaşanan insanlık trajedisi ve yaşadığımız bu insanlık suçlarının 21. yüzyılda da tüm hızıyla devam etmesi, Türkiye’nin garantörlüğünün Kıbrıs Türk halkı için ne kadar yaşamsal öneme sahip olduğunu gösteriyor. En temel anlamda güvenlik sağlanmadan diğer hiçbir alanda bir gelişme sağlanamayacağı, bu süreçlerden geçmiş Kıbrıs Türklerince ve tüm dünya tarafından bir kez daha en dramatik yönleriyle anlaşıldı.
Kuruluşa giden süreç
1963 yılı Aralık ayında, ortak kurucusu olduğu 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silah zoruyla atılan Kıbrıs Türkleri, hiçbir zaman Rum egemenliği altına girmeyi kabul etmedi ve ayrı bir halk olarak kendi kaderini tayin etme (self determination) hakkını kullandı. 1964’te Genel Komite, 1967’de Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi, 1974’te Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi, 1975’de Kıbrıs Türk Federe Devleti ve en nihayetinde 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan eden Kıbrıs Türkleri bundan tam 40 yıl önce bağımsızlık mücadelesini devlet kurarak taçlandırdı.
3 Haziran 1968 tarihinde Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta başlayan müzakere süreci, 2004 Annan Planı ve 2017 Crans Montana süreçleri olmak üzere Rum liderliğinin uzlaşmaz tutumu nedeniyle çöktü. Kıbrıs Rum yönetimi eski dışişleri bakanı Nikos Rolandis’in ifadesiyle, Rum tarafı bugüne dek ortaya konan çözüm planlarının tamamını reddeden taraftı. Rum kesiminin amacı, sıfır asker, sıfır garanti ve zaman içerisinde Rum egemenliği altında üniter bir devlete evrilecek bir çözüm şeklini Türk tarafına dayatarak, Doğu Akdeniz’deki Türk egemenliğinin dayanak noktası olan KKTC’yi tasfiye etmektir. Bunun ertesinde, sözde Sevilla Haritası ile Türkiye Antalya Körfezine hapsedilecek ve Doğu Akdeniz’deki Türk varlığı sonlandırılmaya çalışılacaktır.
KKTC'nin stratejik önemi
Akdeniz’in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs, stratejik ve coğrafi bakımdan eşsiz bir konuma ve öneme sahiptir. Türkiye’den sadece 70 kilometre uzaklıkta olan ada, Türkiye'nin güvenliği, kıta sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB), hava saha kontrolü, açık denizlere ulaşım ve stratejik savunma derinliği açısından büyük bir öneme sahiptir. Bir başka ifade ile Kıbrıs, Türkiye ve Türk dünyası için basit bir toprak parçası değildir. En yalın ifadesiyle, Türkiye’nin Doğu Akdeniz'deki yasal ve siyasi haklarını savunabilmesi için KKTC’nin varlığı olmazsa olmazdır. KKTC’nin güvenliği Türkiye’den, Türkiye’nin güvenliği Kıbrıs’tan başlar.
Bu noktada, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın 2020 seçimlerini kazanarak ortaya koyduğu yeni siyaseti, çok doğru bir zamanlama ile bu jeopolitik ve tarihsel gerçek ve çağrılara bir yanıt niteliğindedir. Yeni süreç, egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü çerçevesinde iki bağımsız devletin iyi komşuluk ilişkilerine dayalı işbirliği şeklinde olacaktır. Bir başka ifadeyle, Kıbrıs'ta adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm, Kıbrıs Rum liderliğine uluslararası camia tarafından bunca yıldır otoritesini, egemenliğini ve gücünü aşarak verilen sanal statüyle değil, adadaki mevcut gerçeklere sağlanabilir.
Diplomatik başarılar
Bu noktada, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın Birleşmiş Miletler (BM) 77. ve 78. Genel Kurullarında tüm dünya liderlerine yaptığı “KKTC’yi tanıyın” çağrısı tanınma yolunda atılan tarihi bir adım oldu. Bunun ertesinde, 2004 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı’na (İİT), 2012 yılında ise Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na (EİT) gözlemci üye olan KKTC, 2022 yılında Türk Devletleri Teşkilatı’na (TDT) anayasal ismiyle gözlemci üye olmayı başardı. Özellikle 21'inci yüzyılı Türk asrı yapma ve tüm siyasal dengeleri derinden etkileyebilme potansiyeline fazlasıyla sahip olan TDT, KKTC'nin katılımıyla daha da güçlendi ve KKTC'nin ata yurdu Orta Asya’dan Doğu Akdeniz’e kurulacak olan köprünün temelleri atıldı. Tüm bu tarihi diplomatik başarılar, kendini hala adanın tek hakimi sanan Rum tarafı ve onların haksız ve kanunsuz üyelikleri sonrası Kıbrıs Türklerinin uluslararası platformlarda sesini duyurmasını şantaj ve tehdit yoluyla engelleme çabalarına alet ve aracı olan Avrupa Birliği'ne (AB) karşı elde edildi.
Kuruluşunun 40. yılında, Kıbrıs Türk halkının doğasında var olan tüm zorluklara karşı gösterdiği tarihi mukavemet, bu olumlu gelişmelerden daha da cesaret alarak hız kesmeden devam edecektir. KKTC sahip olduğu özelliklerle Türk dünyasına her anlamda güç katabilecek bir ülkedir. Dünyanın en önemli enerji ve ticari hatlarını kontrol eden eşsiz jeopolitiği, uluslararası ve tam kapasiteli liman ve havaalanı, 30’a yaklaşan üniversite sayısı ile bilim üssü olma potansiyeli, ada etrafındaki hidrokarbon kaynakları ile enerji sektörüne sağlayabileceği katkı, yılda 1 milyona yaklaşan turist sayısı ve turizm potansiyeli, gelişmiş altyapısı, insan gücü, kozmopolit ve çok kültürlü yapısı ile dünyanın her yerinden beyin gücü çekme potansiyeli ile Türk dünyasının en güneydeki ve tek ada devleti olan KKTC, Türk dünyası için eşi benzeri olmayan bir öneme sahiptir.
Uluslararası sözleşmelerin tarif ettiği devlet olma özelliği şartlarının tümünü karşılayan KKTC devletinin Ankara’daki Büyükelçiliği ve İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin, Trabzon ve Gaziantep’teki başkonsoloslukları da dahil olmak üzere 20 ayrı ülkede temsilcilikleri vardır. Karada, denizde ve havada var olan KKTC gerçeği, er ya da geç tüm dünya tarafından kabul edilecektir. Burada önemli olan tanınmayı bir “prosedür” haline getirerek, KKTC’nin her alanda güçlendirilmesinin devam etmesidir.
Sonuç olarak, onurlu ama aynı zamanda zor bir görev olan Türklüğün varlığı mücadelesinin tam kalbinde yer alan KKTC ve Kıbrıs davası, dünyanın dört bir tarafındaki Türklerin omuz omuza vererek her daim savunması gereken bir milli mücadeledir. Uzlaşmaz ve maksimalist Rum zihniyetiyle ve onun tek dayanağı durumunda kalan siyasi ve bu çağa ait olmayan BMGK mekanizması, kararları ve parametreleriyle Kıbrıs meselesinin çözülemeyeceği 60 yıllık müzakere süreçleri neticesinde görüldü. Kıbrıs’ta artık hangi modelin işe yaramayacağı bellidir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve AB ülkelerinin bölgedeki esas amacı istikrar ve sürdürülebilir barış ise, Türk tarafının ortaya koyduğu, adadaki iki devletin iyi komşuluk ilişkilerine dayanan yeni siyasetini samimi olarak değerlendirmenin vakti geldi. Aralık 1963 yılında başlayan katliam girişimlerine, tüm insanlık dışı izolasyon ve ambargolara karşı dizlerinin üzerine çöktürülemeyen mücahit Kıbrıs Türk halkı, yeni dönemde de üzerine düşeni yapacak ve mücadelesinin, bağımsızlığının, egemenliğinin, gururunun, onurunun ve geleceğinin simgesi, şehitlerimizin yadigarı olan yuvamız, kimliğimiz ve vatanımız KKTC’yi sonsuza kadar yaşatmaya devam edecektir.
[Prof. Dr. Hüseyin Işıksal, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Özel Danışmanıdır.]
AA